Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Aşka Şans Ver
Aşka Şans Ver

Aşka Şans Ver

Selen Tekalp, Sherrly Woods

Yıllar önce annesi tarafından terk edilmiş olmanın verdiği ıstırapla bir süre sonra New York’a yerleşen Abby, uzun zamandır hayalini kurduğu finans sektöründe nihayet kendine…

Yıllar önce annesi tarafından terk edilmiş olmanın verdiği ıstırapla bir süre sonra New York’a yerleşen Abby, uzun zamandır hayalini kurduğu finans sektöründe nihayet kendine saygın bir yer edinmiş, eşiyle ayrıldıktan sonra ikizleriyle yeni bir düzen kurmuştur. Bir gün, küçük kız kardeşi Jess’ten gelen telefon her şeyi değiştirecek ve eski defterleri yeniden açacaktır.

Apar topar çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının geçtiği Chesapeake Kıyıları’na dönen Abby, Jess’in boyundan büyük bir işe kalkıştığını görür. Bu da yetmezmiş gibi, yıllar önce terk ettiği eski sevgilisi Trace de kasabaya geri dönmüştür.

Abby bir yandan ailesinin dağılan parçalarını yeniden bir araya toplamaya çalışırken diğer yandan da geçmişte olup biteni ve Trace’e olan hislerini yeniden tartacaktır.

“Woods usta bir gönül çelen.”
Publishers Weekly

“Sherryl Woods karakterlerine derinlik, yoğunluk ve ölçülü bir mizah katıyor.”
Romantic Times

***

Öndeyiş

Çoğu gece tartışmalar sürüp gidiyordu. Annesiyle babasının büyük süitinden koridorun sadece üç kapı aşağısında bulunan odasında Abby yükselen sesleri duyabilmiş, ancak kelimeleri seçememişti. Bu, son zamanlardaki ilk tartışmaları olmasa da Abby bu seferkinin farklı olduğunu hissediyordu. Gürültülü atışmalar ve onların yol açtığı yankı, gecenin büyük bir bölümünde onu uyanık tutmaya yetti.

Abby, şafak söktükten hemen sonra merdivenlerden aşağı inip giriş koridorundaki valizleri görene kadar midesinde oluşan dehşet yumağının yoğun hayal dünyasının uydurmasından başka bir şey olmadığını umut ediyordu. Oysa şimdi öyle olmadığını biliyordu. Kapıdaki eşya yığınına bakılırsa bu kez biri, büyük olasılıkla sonsuza dek evi terk ediyordu. Babası Mick O’Brien’ın daima birtakım sebeplerden dolayı evden ayrıldığını hatırlayarak telaşını bastırmaya çalıştı Abby. Uluslararası düzeyde tanınmış bir mimar olan babası sürekli bir yerlere, yeni bir iş ya da macera bulmaya gidiyordu. Yine de bu kez farklıydı. Son seyahatinden döneli henüz birkaç gün olmuştu ve yeniden bir seyahate gitmesi çok düşük bir olasılıktı.

“Abby!” Annesi tedirgin ve biraz da öfkeli bir şekilde seslenmişti. “Neden bu saatte uyandın?” Abby annesini hazırlıksız yakaladığına şaşırmadı. Gençlerin çoğu, özellikle de Abby ve erkek kardeşleri hafta sonları erken kalkmaktan nefret ederdi. Genellikle cumartesi günleri uyanıp aşağı inmesi neredeyse akşamı bulurdu.

Abby annesinin bakışlarını yakaladı, gözündeki çaresizliği okudu. Megan’ın, birileri uyanıp onu tatsız sorularla karşı karşıya bırakmadan önce gitmiş olmayı istediğini tahmin edebiliyordu.

Abby, ağlamamak için çabalayarak bir defada sordu. “Gidiyorsun, değil mi?” Henüz on yedi yaşındaydı ve neler olup bittiğini doğru anladıysa, kendisinden küçük erkek ve kız kardeşleri için güçlü olmak zorunda olan da oydu.

Megan’ın gözleri doldu. Konuşmaya çalıştıysa da kelimeler bir türlü çıkmadı. En sonunda başını salladı.

“Anne, neden?” Abby birbiri ardına sorular sormaya başladı. “Nereye gidiyorsun? Peki ya biz? Ben, Bree, Jess, Connor ve Kevin? Bizi de mi terk ediyorsun?

“Ah, tatlım. Bunu yapabilir miyim?” Megan ona doğru uzandı. “Siz benim yavrularımsınız. Yerleşir yerleşmez sizin için geri döneceğim. Söz veriyorum.”

Sözleri inandırıcı olsa da Abby onların altında yatan korkuyu hissedebiliyordu. Megan her nereye gidiyorsa korkuyordu ve kafası belirsizliklerle doluydu. Nasıl olmasın ki? Mick O’Brien ile yaklaşık yirmi yıldır evliydi. Beş çocukları vardı ve tam da burada, Chesapeake Kıyıları’nda, Mick’in kendi tasarladığı ve kardeşleriyle birlikte inşa ettiği bu kentte bir hayat yeşertmişlerdi. Şimdi ise Megan tek başına çekip gidiyordu, tekrar en başa dönerek. Endişelenmemesi mümkün müydü?

Abby bu kadar önemli bir kararı idrak etmeye çalışarak, “Gerçekten istediğin bu mu anne?” diye sordu. Annesiyle babası boşanan bir sürü çocuk tanıyordu, fakat onların anneleri öylece çekip gitmemişti. Eğer birileri terk ettiyse bu hep babalar olurdu. Bu, ondan bin kat daha kötüydü.

Megan öfkeyle, “Tabii ki istediğim bu değil” dedi. “Ama bazı şeyler oldukları gibi devam edemez.” Bir şeyler daha söylemek istedi, sonra vazgeçti. “Bu konu babanızla benim aramda. Sadece bazı değişiklikler yapmam gerektiğini fark ettim. Yeni bir başlangıca ihtiyacım var.”

Abby, Megan’ın daha fazla konuşmamasına bir yönden memnun oldu. Annesini bu duruma getiren şeyin ne olduğunu bilmenin ağırlığını taşımak istemiyordu. Hem annesine hem de babasına sevgisi ve saygısı büyüktü. Her ikisine olan sevgisini yok etmeye yetecek düşüncesizce söylenmiş hararetli sözlerle nasıl başa çıkabileceğini bilmiyordu.

“Nereye gideceksin?” diye sordu yeniden. Elbette uzak bir yer olmayacaktı. Elbette annesi onu döküntülerle bir başına bırakmayacaktı. Mick, duygularla baş etmek konusunda umutsuz vakaydı. Geri kalan her şeyle başa çıkabilirdi; onlara bakabilir, onları sevebilir, hatta ara sıra onlarla top oynamaya ya da bilim fuarına gidebilirdi. Konu günlük kavgalar, dövüşler ve incinen duygular olunca Megan güvendikleri tek kişiydi.

Oysaki Megan Abby’nin geride kalanlarla başa çıkabileceğini düşünüyordu. Ailede herkes Abby’nin en büyük kardeş olmanın sorumluluğunu ciddi bir biçimde üstlendiğinin farkındaydı. O da annesinin ve babasının ona daima bir destek gözüyle bakıp güvendiklerini biliyordu. Otuz yaşında görünüp on ikisini henüz dolduran Bree ve diğer erkek kardeşleri iyi olacaktı. Megan’ın gitmesi durumunda Bree önce içine kapanabilirdi, ancak olgun ve kendi kendine yeten biri olarak bu durumu sindirmenin bir yolunu bulacaktı. Kevin ve Connor delikanlıydı. Spor ve kızlar dışındaki her şeye karşı oldukça kayıtsızlardı. Çoğunlukla, neşeli ve sevgi dolu annelerini bir utanç kaynağı olarak görüyorlardı.

Bir de Jess vardı. O henüz bir bebekti. Daha geçen hafta yedisine girmiş olabilirdi, ama yine de annesinden ayrı kalmak için çok küçüktü. Abby, geçici de olsa kendini nasıl anne rolüne büründüreceğini kestiremedi.

“O kadar uzakta olmayacağım.” Megan ona teselli vermeye çalışıyordu. “Bir iş ve hepimiz için kalacak bir yer bulduğumda sizi almaya geleceğim. Çok uzun sürmez.” Daha sonra kendiyle konuşur gibi ekledi: “Uzun sürmesine izin vermeyeceğim.”

Abby, her türlü zaman diliminin uzun olacağını, nereye giderse gitsin uzak olacağını onun yüzüne haykırmak istedi. Annesi nasıl olur da bunu göremezdi? Çok üzgün görünüyordu. Son derece kayıp ve yalnız… Yanakları gözyaşlarından ıslanmıştı. Abby ona nasıl bağırabilir ve onu daha fazla üzebilirdi ki? Bu durumun üstesinden gelmek için bir yol bulmalı ve herkesin olan biteni anlamasını sağlamaya çalışmalıydı.

Bunun üzerine başka bir şey geldi aklına, daha korkunç bir düşünce. “Babamız iş için uzaklara gittiğinde ne olacak? O zaman bize kim bakacak?”

Megan’ın yüz ifadesi bir an için düştü. Abby’nin sesindeki gerçek korkuyu duymuş olmalıydı. “Büyükanneniz buraya yerleşecek. Mick onunla konuştu. Bugün burada olur.”

Bu olanlar gerçekti. Büyükannelerinin buraya taşınması için önceden hazırlıklar yapılmışsa o zaman bu ayrılık geçici değildi ve annesiyle babasının akılları başlarına gelince bitmeyecekti. Abby bunları düşünerek sarsıldı. “Hayır,” diye fısıldadı. “Bu çok yanlış, anne.”

Megan bu sözlerin şiddetiyle afalladı. “Ama hepiniz büyükannenizi seviyorsunuz! Onun burada sizinle olması güzel olur.”

“Konu bu değil,” dedi Abby, ” O sen değil! Bunu bize yapamazsın.”

Megan Abby’yi kollarına aldı, fakat Abby kendini geri çekti.

Annesi çekip gitmek, hayatlarını yerle bir etmek üzereyken sakinleştirilmeye çalışılmasını hazmedemezdi.

Megan anlaşılması için adeta yalvaran bakışlarla konuştu. “Bunu size değil, kendime yapıyorum. Anlamaya çalış. Uzun vadede bu hepimiz için en iyisi olacak.”

Abby’nin gözyaşlarıyla ıslanmış yanaklarına dokundu. “New York’u seveceksiniz, Abby. Özellikle de sen. Sizinle tiyatroya, baleye, sanat galerilerine gideceğiz.”

Abby yeni bir şaşkınlıkla annesine baktı. “New York’a mı taşınıyorsun?” Bir gün orada çalışmak, finans dünyasında nam salmak hayalini bir an için unuttu. Şimdiye dair tek düşünebildiği oranın Maryland Chesapeake Kıyıları’ndaki evlerinden çok uzakta olduğuydu. Görünüşe göre, küçük bir yanı annesinin kentin öte yanından daha uzağa taşınmayacağını ya da belki de Baltimore’a veya Annapolis’e gideceğini umut etmişti. Sonuçta buralar da çocuklarını terk etmeden Mick ile problemlerinden kaçıp kurtulabileceği mesafede değil miydi?

“Peki, sana ihtiyacımız olduğunda ne yapacağız?” diye sordu.

Megan, “Tabii ki beni arayacaksınız” diye cevap verdi.

“Sonra da senin buraya varman için saatlerce bekleyeceğiz, öyle mi? Bu çok saçma, anne.”

“Tatlım, bu durum çok uzun sürmeyecek. En fazla birkaç hafta, sonra benimle olacaksınız. Bizim için mükemmel bir yer bulacağım. En iyi özel okulları tutacağım. Mick ve ben bu konuda anlaştık.”

Abby çaresizce bütün bunların işe yarayacağına inanmak istedi. Aynı zamanda da bu çılgın planı unutana kadar sorular sorarak onu burada tutmayı düşünüyordu. Tam o anda dışarıda bir taksi durdu. Abby dehşet içinde annesine döndü. “Şimdi, hoşça kal bile demeden mi gidiyorsun?” Bu kadarını önceden tahmin etmişti, ama şimdi çok acımasız geliyordu.

Gözyaşları Megan’ın yanaklarından aşağı süzüldü. “Bana inan, böylesi daha iyi. Daha kolay olacak. Herkes için yatak odalarının kapılarının altına birer not bıraktım, bu gece sizi arayacağım. Göz açıp kapayana kadar yeniden birlikte olacağız.”

Abby orada öylece, şaşkınlıktan donmuş vaziyette dururken Megan ilk iki çantasını alıp verandanın dışına, oradan da ön merdivenlerden aşağı, bekleyen taksiye taşıdı. Taksici, Megan’ın ardından geri kalan eşyalar için geldi.

Boş antrede dururlarken annesi Abby’nin çenesini tuttu. “Seni seviyorum, bir tanem. Senin ne kadar güçlü olduğunu biliyorum. Burada kardeşlerinin yanında olacaksın. Bu, ayrılığımızı mümkün kılan tek şey.”

“Mümkün değil,” diye öfkeyle cevapladı Abby sesinin tonunu yükselterek. Şimdiye kadar sesini büyük oranda dizginlemişti, fakat annesinin bu ilk şoku atlatabilmeleri için bile olsa kalmaması onda bağırma isteği uyandırıyordu. O bir yetişkin değildi. Bu da onun çözmesi gereken bir sorun değildi.

Megan merdivenlerden dimdik inerken Abby, “Senden nefret ediyorum!” diye haykırdı. Annesinin, sesindeki öfkeyi duyduğundan emin olmak için tekrar bağırdı. Megan bir daha arkasına bakmadı.

Abby, taksi gözden uzaklaşana kadar da bağırmaya devam ederdi, yalnız tam da o anda gözünün ucuyla bir hareket yakaladı. Gözleri şaşkınlıktan ve umutsuzluktan açılmış vaziyetteki Jess’e döndü.

Açık kapı aralığından yavaş yavaş gözden kaybolan taksiye bakarken çenesi titreyerek, “Anneciğim,” diye fısıldadı Jess. Çilek rengi saçları düğümlenmişti, ayakları çıplaktı ve yanağında modası geçmiş kadife yatak örtüsünün izi vardı. “Annem nereye gidiyor?”

Abby, herkesin onda var olduğuna inandığı manevi gücü toplayarak kendi korkusunun karşısına geçti, tüm öfkesini yatıştırdı ve küçük kız kardeşi için zoraki bir gülücük saçarak, “Annemiz yolculuğa çıkıyor,” dedi.

Jess’in gözlerinden yaşlar boşandı. “Ne zaman geri gelecek?” Abby kız kardeşini kollarına aldı. “Bilmiyorum,” dedi ve hissetmesi zor olan bir güvenle ekledi: “Ama çok sürmeyeceğine söz verdi.”

Şüphesiz, bu bir yalandı.

1

15 yıl sonra

Abby O’Brien Winters, Wall Street’te geçirdiği inişli çıkışlı bir günün ardından saat gece yarısını geçtiği sıralarda, zihnen ve bedenen yorgun bir şekilde yatağa doğru ağır ağır ilerlerken başarılı olmanın berbat bir şey olduğu kanısına vardı. İkiz kızları Kadife Tavşan’ın giriş paragrafına doğru uykuya dalmadan önce onlarla yaklaşık yirmi dakika güzel vakit geçirmeyi başarmıştı. Üç gecedir tekrar tekrar ısıttığı Çin yemeğini yedikten sonra yarım düzine kalın borsa analiz raporunu çıkardı. Sabahleyin menkul kıymetler borsası açılmadan önce onları iyice çalışması gerekiyordu. Onun uyku vakti okuması, Caitlyn ve Carrie’nin seçiminden çok daha zorluydu.

Abby büyük bir borsa şirketinin portföy müdürü olarak işinde başarılıydı, fakat bu iş şimdiye dek kariyerinden sonra ikinci planda olmaktan yorulmuş ideal bir erkekle olan evliliğine ve belki de hesaplayabildiğinden daha fazla uykuya mal olmuştu. İkizlerin velayetini Wes’le paylaşmalarına rağmen beş yaşındaki kızlarını çok az tanıyormuş gibi hissediyordu sık sık. Bazen, ondan çok dadıyla ve hatta eski kocasıyla zaman geçirdiklerini düşünüyordu. Tam olarak neyi kime kanıtlamaya çalıştığını epeydir unutmuştu.

Telefon çaldığında Abby saate bir göz atıp homurdandı. Bu saatte ancak acil bir durum olabilirdi. Kalbi küt küt atarken ahizeye doğru uzandı.

“Abby, benim.” Telefondaki, kız kardeşi Jessica’ydı. Jess, O’Brien kardeşlerin beşinden en küçüğü ve gerçek bir gece kuşuydu. Abby’nin geç saate kadar uyanık kalmasının sebebi yirmi dört saatlik bir güne yeterince iş sıkıştırabilmek için tek yolun bu olmasıydı. Jess ise, ay ve yıldızlar görünmeye başladığında ancak formuna ulaşıyordu. “Daha önce de aradım, ama dadı henüz evde olmadığını söyledi. Daha sonra da üzerinde çalıştığım bir projeye daldım. Umarım çok geç değildir. Senin de genelde sabaha kadar uyanık olduğunu biliyorum.”

“Sorun değil,” diye doğruladı Abby. “Her şey yolunda mı? Sesin gergin geliyor. Büyükanneye mi bir şey oldu? Ya da babama?”

“Büyükanne zımba gibi. Hepimizden uzun yaşayacak. Babamız da bir yerlerde bir şeyler inşa etmekle meşgul. Onun hızına yetişemiyorum ki.”

“Geçen hafta Kaliforniya’daydı,” diye hatırlattı Abby.

“O zaman sanırım hâlâ orada. Babamı biliyorsun, projelerinden biri inşa ediliyor olsun, bütün detayları görmeyi görev bilir. Tabii sonra da ilgisini kaybeder, tıpkı Chesapeake Kıyıları’nda olduğu gibi.”

Jess’in sesinde alışıldık bir hoşnutsuzluk belirtisi vardı. Beş kardeşin en genci olarak babasıyla vakit geçirmeyi hepsinden daha fazla özlemişti. Mick O’Brien, Chesapeake Körfezi’nde şu anda popüler bir sahil olan Chesapeake Kıyıları’nı tasarlayıp inşa ettiğinde bir mimar ve şehir planlamacısı olarak çoktan ün kazanmıştı. Bütün bunları biri müteahhit diğeri de çevreci olan iki kardeşiyle işbirliği içinde yapmıştı. Şehir, büyük büyük amcaları ve 1800’lü yılların sonunda İrlanda’dan gelen ilk O’Brien’lardan olan Colin O’Brien tarafından ekip biçilen bir arazinin etrafına kurulmuştu. Burası, Mick’in çalışmalarının arasında baş tacı olacaktı ve ailesi bu cennet mekânı evleri gibi görecekti. Ancak böyle olmadı.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıAşka Şans Ver
  • Sayfa Sayısı421
  • YazarSherrly Woods
  • ÇevirmenSelen Tekalp
  • ISBN9786055358013
  • Boyutlar, Kapak13,5 x 21, Karton Kapak
  • YayıneviEphesus / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Tavan Arasındaki Buda ~ Julie OtsukaTavan Arasındaki Buda

    Tavan Arasındaki Buda

    Julie Otsuka

    “Kocalarımızı ilk gördüğümüzde onları kesinlikle tanıyamayacağımızı bilmiyorduk. Bize gönderilen fotoğrafların yirmi yıl önce çekildiğini bilmiyorduk. Bize yazılan mektupların kocalarımız değil, mesleği yalan söyleyip gönül...

  2. Denizin Altına Düşen Kız ~ Axie OhDenizin Altına Düşen Kız

    Denizin Altına Düşen Kız

    Axie Oh

    Nesillerdir Mina’nın köyü ölümcül fırtınalarla yerle bir oluyordu. Seller evleri yutuyor, geriye az biraz kalan kaynaklar uğruna kanlı savaşlar veriliyordu. Bir zamanlar biricik koruyucuları...

  3. Sana Soyundum ~ Sylvia DaySana Soyundum

    Sana Soyundum

    Sylvia Day

    Ateşle oyna! Sana Soyundum Amerikada haftalarca bestseller listelerinden inmeyen, tüm dünyada 38 ülkeye satılan Crossfire üçlemesinin ilk kitabıdır. Sana ihtiyacım var, Gideon dedim soluk...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur