Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Aşkın Metafiziği
Aşkın Metafiziği

Aşkın Metafiziği

Arthur Schopenhauer

Aşkın (Cinsel Sevginin) Metafiziği, insanın, türün bir “bireyi” olarak kendi dışında bir yerde ve geçmiş zamanda yazılmış bir oyunun çaresiz edilgen aktörü olduğunu kanıtlamaya…

Aşkın (Cinsel Sevginin) Metafiziği, insanın, türün bir “bireyi” olarak kendi dışında bir yerde ve geçmiş zamanda yazılmış bir oyunun çaresiz edilgen aktörü olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. “Oyunun” senaristi olmasa da amaçlarının farkında olan ödünsüz merci, İRADE’dir. İrade, bütün canlı türlerin ideal tipinin korunup hayatta kalmasını sağlama kaygısı taşır. Türün bireyi (insan-hayvan) içine irade tarafından içgüdü halinde yerleştirilmiş dürtülerin doyum taleplerinin edilgen hizmetçisidir. Türün korunup devam etmesi bakımından tayin edici önem taşıyan “cinsel dürtü”nün tamamlayıcısı “cinsel sevgi”nin, dikkatle değerlendirilmesi gereken mutlak ya da nispi özellikleri, uyulması gereken kuralları vardır; bu oyun kurallarını, “türün aleyhine” sonuç almaksızın, kimse ihlal edemez.

Aşkın Metafiziği: Kör iradenin tutsaklığı.

***

ÖNSÖZ

Arthur Schopenhauer ile birlikte felsefe, 19. yüzyılda önemli sonuçları olan bir dönüşüm yaşar. İnsanın gerek kendi bireysel tabiatını gerekse de bütün bireylerin paylaştıkları dünyayı tek, uyumlu bir bütün olarak kavrama ve öğrenme yeteneğinin en ilk kaynağını, kendisinden önceki idealist felsefelerde olduğu gibi, doğrudan insanın kafasının içinde, onu düşünme faaliyetinin ürünü olarak görmeyip bu kaynağı insanın bedeninde bulur. Böyle olunca da bir bakıma felsefenin ağırlık noktası, insanın düşünme yetisinden, kafasında varsayılagelmiş doğuştan bilgi formları arayışından, bedene kayar.

Schopenhauer için beden, irade’nin yuvasıdır. İrade bir tür karanlık, bilinçsiz ilk kudret gibi bir şeydir; bu irade’nin biricik özelliği ‘istemek’tir, istediği de sadece kendisidir. İrade’nin yeri bedende olsa da, öyle hakkında doğrudan bilgi edinebileceğimiz bir şey değildir o. Kendisini belli eder sadece; ağırlık olarak, dürtü, içgüdü olarak, yaşama, varolma isteği ve gücü olarak; ama bilincimizde de izler bırakır.

Schopenhauer’den yaklaşık kırk elli yıl sonra, Freudcu psikanalizde ‘bilinçdışı’ neyse, Schopenhauer’de de irade hemen hemen odur. Freud, psişik aygıtı (insan psişesinin yapısını) önce “birinci topik” adı verilen bir modele göre tasarlar. Burada ‘bilinçdışı-bilinçaltı-bilinç’ düzlemleriyle karşılaşırız. Bilinçdışı dürtü, bu modelde, organik-biyolojik bir uyarımdır; hedefi, tatmin olmak, doyuma varmaktır. Dürtü’nün nesnesi ise, dürtüyü doyuma ulaştıracak, yatıştıracak nesnedir. Örneğin en belirleyici dürtü olan cinsel dürtünün cinsel nesne (obje) ile tatmini gerçekleşmez ise, bunun patojen sonuçları olacaktır. Zaten dürtüler arasında ‘bastırmaya’ en çok hedef olanlar cinsel kökenli dürtülerdir.

Schopenhauer’in sadece kendini ‘isteyen’ irade’sinin anlaşılır bir kaygısı: Canlı türlerinin kusursuz, ideal tipini meydana getirmek, koruyup hayatta tutmak. Çünkü bu, bedenin sürgitinin de vazgeçilmez koşuludur; irade’nin yeri olan bedenin. İrade, türü koruyabilmek ve bunu ideal tip modeli üzerinden gerçekleştirebilmek için cinsel dürtüyü kullanır. Cinsel dürtü, içgüdü üzerinden bireyi, türün tipini koruyacak seçimler yapmaya, karşı cinsi –(elbette farkında olmadan, içgüdüsel yönelimlerle) iradenin amaç ve hedefleri doğrultusunda onda önceden tespit etmiş olduğu özellikleri arayarak– cinsel tatmin nesnesine dönüştürmeye yönlendirir.

Bu anlayış çerçevesinde cinsel sevgi, aslında koşulları dışımızda daha sonra da içgüdüyle belirlenmiş bir yönelimden başka bir şey değildir; duruma göre, yoğunlaşmış duygulardan, tutkulardan, kara sevdalardan ve intiharlara sürükleyen aşamalardan geçebilir.

Demek ki Schopenhauer’in ‘irade’si de tıpkı yaklaşık yarım yüzyıl sonra psikanalizin literatürüne ve teorisine girecek olan bilinçdışı dürtü gibi, bağlayıcı otoriter bir mercidir. Bu iradenin hâkimiyet alanında, bilincin ve zekânın (aklın) etki ve önemi, ikinci düzeye düşer.

Elbette Schopenhauer’in “toplumsal varlığını,” –onun, rant üzerinden yaşayan ve ömür boyu elini sıcak sudan soğuk suya sokmamış bir büyük burjuva mirasyedi olduğunu– bilmenin, onun varoluş tarzı ile dünyagörüşü arasındaki bağları kurmaya yardımcı olabileceğini de unutmamalıyız. Bu yönden bakıldığında, Schopenhauer’in bütün yapıtlarının Rusça’ya çevrilmesini öneren bir başka dünyaca ünlü yazar Tolstoy’un da gene ranta dayalı “toplumsal varlığı”na işaret etmek ilginç olabilir!

Schopenhauer özelinde, sadece onun ranta dayalı “toplumsal varlığı” değil, annesiyle olan ilişkisi de sosyo-kültürel, psikanalitik bir veri bütünü olarak değerlendirilmektedir.

Annesinin aşk hayatının paralelinde kendisi de daha genç yaştan başlayarak ten zevkine düşkün, bohem bir hayat yaşamış, bencil, kibirli, evhamlı kişiliği ile, belki de metafiziğinin temel kavramı olan kör “iradenin” yönlendirici baskısını çok ağır hisseden bir konuma sürüklenmişti. Pipolarını kilit altında tuttuğunu, yatağının başucunda dolu bir tabanca bulundurduğunu, berber usturasına boynunu teslim edemediği için, tıraşını hep kendisinin olduğunu okuyoruz. Felsefesinin etik düzleminde yaptığı keşişçe, dünyadan el etek çekerek yaşama önerisi, özel, kişisel hayatında baş edemediği “irade” (dürtü) sürüklenmelerine yönelik bir tepki olarak da anlaşılabilir.

Aşkın (Cinsel Sevginin) Metafiziği burada kısaca özetlediğimiz “irade-metafiziği” modeli içinde, ‘irade’nin, türün ideal modelini koruma uğruna giriştiği ‘oyunları’, baş vurduğu hileleri, yarattığı yanılsama ve vehimleri, cinsler arası sevginin çeşitli tezahür ve aşamalarıyla birlikte ele alıp inceliyor. Bu ilginç ve düşünürün hayal gücünü de oldukça zorlamışa benzeyen incelemelerden biri de, metnin dilimizdeki çevirilerinde daha önce yer almayan, paderastie, yani “oğlancılık” üzerine olan son bölüm. Schopenhauer bu bölümde, irade’nin içine düştüğü bir tür çıkmaz sokaktan söz ediyor. Türü en kusursuz örneklerle koruma kaygısındaki irade, üreme yeteneği tartışılır iki ayrı yaş diliminin cinsel dürtülerini tatmin etmelerini sağlamak için “oğlancılığı” (oğlan aşkını/sevgisini) kullanıyor: Düşünüre göre, çok genç insanlar ile altmışına merdiven dayamış erkekler, ‘irade’nin kusursuz döl taleplerine cevap veremeyeceklerdir, ama içgüdünün bunların içine yerleştirdiği cinsel dürtü hâlâ tatmin aramaktadır. İşte bu noktada yaşlı erkeklerin çok genç delikanlılara, oğlanlara sarmaları, ‘irade’nin, türün selameti için bulduğu bir yol olarak yorumlanıp modelleştiriliyor.

Yayınevimiz, bu kısa deneme metniyle eşzamanlı olarak, Schopenhauer felsefesinin etraflı bir modelini sunan ikinci bir metni de yayımlayarak bu kısa denemenin geniş bir ‘yatağını’ da oluşturuyor. Bu kısa deneme, düşünürün değişik baskı çeşitleri bulunan yapıtlarının son bölümüne yaptığı eklerden, ilk dördünün sonuncusunu oluşturuyor, dolayısıyla da onun felsefesinin bütünüyle doğrudan ilintileniyor.

Dördüncü kitabı tamamlayan eklerin bu ilk dördü şöyle:

1- Önsöz
2- Ölüm ve Ölümün Bizim Özümüzün Parçalanmazlığı ile İlişkisine Dair
3- Türlerin Hayatına Dair
4- Aşkın (Cinsel Sevginin) Metafiziği

Veysel Atayman
Şubat 2003, İstanbul

AŞKIN METAFİZİĞİ

AŞKIN (CİNSEL SEVGİNİN) METAFİZİĞİ

Siz bilgeler, yüksek ve derin bilgili
Sizler ki derin düşünür ve bilir misiniz
Nasıl, nerede ve ne zaman, çiftleştiğini her şeyin
Niçin sevişildiğini, öpüşüldüğünü?
Siz ulu bilgeler, yüzüme söyleyin!
Kafa patlatın bakalım, bana ne olduğuna
Nerede, nasıl ve ne zaman,
Niçin başıma geldiğine bunların, hadi kafa patlatın!

I

Bu bölüm, aralarındaki ilişkilerin, bir bakıma bağımlı bir bütün oluşturduğu dört bölümden biridir. Dikkatli okur, yollamalarla ve geri dönüşlerle düşüncelerimi kesintilere uğratmaktan kaçınmamı anlayışla karşılayıp bölümler arasındaki bu ilişkiyi fark edecektir.

*

Ozanları ve yazarları, her şeyden önce, iki cins arasındaki sevgiyle uğraşan insanlar olarak görme alışkanlığı vardır. Kuralda bu konu bütün tiyatro eserlerinin, trajiklerin olduğu gibi güldürücü olanların, romantiklerin olduğu gibi klasiklerin, Hint dramları kadar Avrupa dramlarının da ana konusudur. Cinsler arası sevgi, dramın olduğu kadar lirik ve epik poesi’nin de en büyük bölümünü oluşturur. Bir de bunlara, Avrupa’nın bütün uygar ülkelerinde her yıl düzenli olarak –mevsim meyveleri gibi– yüzyıllardan beri üretilen romanların o büyük yığınlarını eklediğimizi düşünün. Bütün bu eserler, içerikleri bakımından, söz konusu tutkunun çok yanlı, kısa ya da ayrıntılı betimlemelerinden başka bir şey değillerdir. Ayrıca bu tutkunun Romeo ve Yeni Héloise Julyet Werther gibi en başarılı anlatımları ölümsüz bir ün kazanmışlardır. Buna rağmen, Rochefoucauld, tutku halindeki sevginin (aşkın) durumunun hayaletlerinkine benzediğini, herkes ondan söz ederken kimsenin onu görmediğini söylüyorsa ve Lichtenberg de “Aşkın kudreti üzerine” başlıklı makalesinde bu tutkunun gerçekliğini ve doğaya uygunluğunu reddedip onu inkâr ediyorsa bu büyük bir yanılgıdır. Çünkü insan doğasına yabancı ve bu doğayla çelişen bir şeyin, yani aslı astarı olmayan bir kuruntunun her dönemde dâhi yazarlarca bıkıp usanmadan canlandırılıp anlatılmış olması ve insanlıkça, hiç değişmeyen bir katılım ve ilgiyle karşılanması imkânsızdır; çünkü hakikat/doğru olamadan güzel sanat olamaz:

Rien n’est beau gue le vrai; le vrai seul est almable (Doğrudan başka hiçbir şey güzel değildir; sadece doğru sevilmeye değerdir.)

Gelgelelim, hani her günkü değilse bile, hayatın genel deneyimi, genelde sadece canlı, coşkun ama gene de dizginlenebilir bir eğilim olarak ortaya çıkan bir duygunun, belirli şartlar altında büyüyüp şiddet yönünden bütün ötekileri aşan bir tutkuya dönüşebildiğini ve ardından, kollaması gereken her şeyi bir yana bıraktığını, bütün engelleri inanılmaz bir güç ve inatla aştığını doğrulamaktadır; öyle ki onun tatmin edilmesi için hiç tereddüt etmeden hayat tehlikeye atılır ve hatta, bu tatmin ondan esirgenirse, ölüm göze alınır. Werther’ler ve Jacopo Ortis’ler sadece romanlarda yaşamazlar; Avrupa’da her yıl bunların

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Etik-Ahlak Felsefe Genel
  • Kitap AdıAşkın Metafiziği
  • Sayfa Sayısı80
  • YazarArthur Schopenhauer
  • ÇevirmenVeysel Atayman
  • ISBN9786053541318
  • Boyutlar, Kapak12x21, Karton Kapak
  • YayıneviBORDO SİYAH / 2011

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Okumak,Yazmak ve Yaşamak Üzerine ~ Arthur SchopenhauerOkumak,Yazmak ve Yaşamak Üzerine

    Okumak,Yazmak ve Yaşamak Üzerine

    Arthur Schopenhauer

    Akıllı adam her şeyden evvel ıstıraptan ve tacizden [harici sıkıntıdan] azâde olmak için çabalayacak, sessizliği ve boş vakti, dolayısıyla mümkün olan en az sayıda...

  2. Düşüncenin Çağrısı ~ Arthur Schopenhauer, İmmanuel Kant, Martin HeideggerDüşüncenin Çağrısı

    Düşüncenin Çağrısı

    Arthur Schopenhauer, İmmanuel Kant, Martin Heidegger

    Uzun zaman önce Parminedes “to gar auto noein estin te kai einai: Düşünme ve varlık aynıdır” demişti. Düşünce tarihi boyunca çok çeşitli yorumlara konu...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur