Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bir Kadının Seks Günlüğü
Bir Kadının Seks Günlüğü

Bir Kadının Seks Günlüğü

Valerie Tasso

Bir Kadının Seks Günlüğü iyi bir aileden gelme, işletme mezunu, başından geçen cinsel ilişkiler dolayısıyla yaşadığı önemli dönüşümü anlatan Fransız bir kadının gerçek yaşam…

Bir Kadının Seks Günlüğü iyi bir aileden gelme, işletme mezunu, başından geçen cinsel ilişkiler dolayısıyla yaşadığı önemli dönüşümü anlatan Fransız bir kadının gerçek yaşam öyküsü. Mezarlıkta mezar kazıcılar ile, Coca-Cola şişesine aşırı tutkun bir Arap ile, ahlaksız bir polis ile, aklınıza gelmeyecek yerlerde herhangi bir yabancı ile… Bu kadın, bir insanın sahip olabileceği en üst düzey özgürlüğü kullanarak her türlü deneyimi yaşıyor. O kadar büyük bir özgürlük ki, ne kendinize yakıştırırsınız, ne gerekli görürsünüz.
Kendine has ilişki tarzı onu, psikolojik baskısına maruz kalacağı komplocu bir adam ile sorgusuz sualsiz bir maceraya itiyor. Sonrasında hem bu acıya katlanabilmek için, hem de sınırını göremediği merakını tatmin etmek için yüksek sınıfa hizmet veren bir randevu evinde hayat kadınlığı yapmaya başlıyor. Orada erkeklerin zayıflığını, savunmasızlığını görüyor: Şöhretli adamlar, işadamları, siyasetçiler… Tüm bu erkekler onun kendisini ifade etmek için bildiği iki dile olan hevesini korumasını sağlayacaklar: Vücut dili ve yazı dili.
Herkese hitap eden bir kitap. Samimi, lafını sakınmayan, cinselliğin o bilinen yoldan konuşulmadığı, sevginin cehennemin dibinde bile bulunabileceğini gösteren bir kitap

Bekaretimi 17 Temmuz 1984’te, sabah 02.46.50’de kaybettim. Yaş on beş olunca, öyle bir an asla unutulmuyor. Tatilin bir kısmım geçirmek için arkadaşım Emma’ıun anneannesinin bir dağ köyündeki evine gitmiştim.
Ebediyet kokan o yere ve takıldığımız oğlanlara anında hayran olmuştum. Fakat çocuklardan sadece biri dikkatimi çekmişti: Edouard.
Anneannenin evi, yaz havasını serinleten bir çayın kıyısındaydı ve nadide bir bahçesi vardı. Hemen önünde, yağmurlu bölgelere has, bir metreden uzun otların olduğu bir çayır uzanıyordu. Emma ile akşamlarımızı oraya uzanıp otlan, ergenlikten şişmiş bedenlerimizle düzleyerek, oğlanlarla konuşarak geçiriyorduk. Geceleri ise evin duvarlarından kaçıp, flört etmek için çocuklarla tekrar buluşuyorduk.
Olanları Emma’ya asla anlatmadım. Bir gece Edouard beni evine götürdü. Kanamadığı için çok utanmam dışında hiçbir şey hissetmediğimi, bir yandan da yatağa işemişim gibi geldiğini, merdivendeki adımlarım duyulmasın diye çektiğim sifonun sesiyle gizlenerek evden çıktığımı hatırlıyorum.
Edouard ile on bir yıl sonra Paris’te, otelin birinde düzenlenen bir konferansta karşılaştım. Kendimizi erkekler tuvaletine attık, on bir yıl önce hissettiğimiz o şehveti ya büyümekten korktuğumuz için veya sırf nostaljiden, tekrar yaşamaya çalışıyorduk. Ama artık aynı şey olamazdı. Bu sefer çıkışımı haber veren umumi tuvaletin sifonu oldu, ama şimdi Edouard’ın hayatından sonsuza kadar çıkışımı.
Bu ilk defadan sonra hissetmeye başladığım suçluluk duygusu öyleydi ki, aynı deneyimi mümkün olduğunca çok tekrarlayarak bu hissi atlatmaya ya da en azından acısını dindirmeye çalıştım. Zamansız arzularım olduğundan değil, sadece denemek istediğimden, safi meraktan.
Başta bu şehveti, Doğa Ana’nın bana vücudumla cevapladığım özel bir hassasiyet verdiğine yordum. Ta ki 80lerin sonunda üniversiteye yazılana kadar.
Okul yıllarım boyunca derslerimle meşguliyetimden oğlanları düşünecek zamanım olmadı. Diplomat olmak istiyordum. Ama sonunda alanımı değiştirmek zorunda kaldım ve neticede İşletme ve Uygulamalı Yabancı Diller bölümünden, fazla da zorlanmadan, mezun oldum.
Ailem bana muaşeret adabını, doğru oturup kalkmayı öğretmiş, gayet geleneksel bir şekilde eğitmişti; ama bunlar hislerimi git gide daha çok içime atmama sebep olmuştu. Benim gibi iyi bir kız, hayata o kadar erken başladığını söyleyemezdi ailesine.
Okulun son yılında cinsel faalliğim yeniden başladı. Benimle aynı durumdakileri kendime çekmek gibi özel bir becerim olduğunu fark etmiştim. Bir cadıydım ve şehrin her köşesinde büyüleyici Merlin’ler, kıvılcım saçan insanlar arasında derilerinin altındaki damarlarında her zaman seksi bir şeyler akan âşıklar aramaya başladım. Nabızlarının atışını hissedebileceğim erkekler. Bir dolmakalemin kâğıt üzerinde çıkardığı sesi duyabilecek, beyaz bir sayfanın üzerindeki mürekkep lekesinin büyüklüğüyle heyecanlanabilecek insanogulları. Benim gibi, havayı oluşturan partikulleri görebilen ve birbirinden farklı renklerini seçebilen beyefendiler. Sabahın dördünde,bir diskoteğin kilidi bozulmuş tuvaletinin kokusu yüzünden insanoğlunun kırılganlığını hatırlayabilen birileri.
Yaşadığımı hissetmemi sağlayan insanlar.
Bu arayışın derinlerinde bir hastalığın ortaya çıkışının yattığını biliyordum: sessizlik, yalnızlık, iletişim eksikliği. Bu yüzden deneyimlerimi bir günlüğe aktarmaya karar verdim. Kendimi ancak böyle anlayabilir, kendimle ancak böyle iletişim kurabilirdim. Anlamayı ve iletişim kurmayı önceden de denemiştim, daha doğa! bir yoldan hem de: dili kullanarak; ama çok patavatsızdım. Çünkü kelimeler ağzımdan hep söylemek istemediğim şekilde çıkıyordu. Bir diplomat için kotu bir başlangıç, kabul edilemez bir hata!
Gerçek iletişimim vücudumla başladı, kalçalarımın hareketiyle, bakışlarla. Birileri diliyle dudaklarını ıslatarak veya bakışlarıyla “evet” diyor, ya da başka biri kollarını çatarak “hayır” diyordu ve ben de anlıyordum.
Kimi erkekler, kadının sevişirken konuşmasına bayılırlar. Ama ben bunu hiç beceremedim, bu yüzden birçok kişi atlattı beni. Kimisi, iyi bir sevgili olduğumu kabul ediyor ama iletişim sorunum olduğunu söyleyip daha ilk randevudan sonra ortadan kayboluyordu.
“Sen ne anlarsın iletişimden?” diyordum ben de, onları dışarı çıkarıp kapıyı suratlarına kapatırken.
Sonra insanların nesnelere isim takma, onları kelimelerle basitleştirme ihtiyacı duyduğunu, bu şekilde onlan anlayabileceklerini düşündüğünü ama yanıldığını fark ettim. Ben ise kelimeleri gittikçe daha az, vücudumu daha çok kullanıyordum.
Bana bir isim mi takmak istiyorsunuz, hiç durmayın! Umurumda değil! Ama unutmayın, ben aslında sevk düşkünü bir erkek delisi, bir Nereid’im veya Dryad’ım. Sadece bir zevk düşkünü ya da.
COCA COLA’NIN AFRODİZYAK ETKİSİ
20 Mart 1997
Bugün işyerindeyken Hassan aradı. Hassan… Ondan haber almayalı iki yıl oluyor.
“Şırfıntı!” Evet, ilk söylediği bu oldu, “ortalıktan kayboldun. Ama bak, seni nerede bulacağımı nasıl da biliyorum. Bu hafta gazete beni Barselona’ya gönderiyor. Görüşelim mi?”
Hassan…
Hassan ile iki yıl (kesintilil bir ilişkim oldu. Vajinama 25 cl.lik boş Coca Cola şişeleri sokmayı severdi (hâlâ seviyor mu acaba?). Tabi önce kolayı içiriyordu, sonra da… Bu Coca Cola, daha doğrusu küçük şişe sevdası nereden geliyor bilmiyorum. Sanırım penis kompleksi var, ya da şöyle söyleyeyim, ne sanatsal niteliği, ne şekilsel niteliği büyük olan şeyinin kompleksi.
Seks dışında çok az konuşur, hafifçe iç geçirerek ikimiz de SaintExupĞry’nin Küçük Prens’ini düşünür, gerçek bir aşk hikâyesinin hayallerini kurardık. Ama ben bunun benim aşk hikâyem olmadığını biliyordum. O Faslıydı, ben ise Fransız. Beni sevgili edinince bir biçimde tüm Fransa’yı ve koloniciliğini becermiş gibi hissediyordu kendini.
Bu yüzden bugün seks yok, sadece bir telefon ve bazı güzel ihtimaller var…
22 Mart 1997
Bugün evden çıkınca sokakta bir adam gördüm ve sadece iki bakış ile sevişmeye karar verdik. Augusta Caddesi’ndeki apart odaya girdiğimiz anda beni kollarımdan tutuyor ve mutfağa kadar götürüp büyük dikkatle, porselen bir bebekmişim gibi mermer tezgahın üzerine koyuyor. Başta bana dokunmaya yeltenmiyor. Sonra terden ıslanmış pamuklu gömleğimi çıkarıyor ve yüzünü bana yaklaştırıyor. Bir anda derin nefes alıp vermeye, gömleği, kumaşın her santimini, ketenin her milimini yavaş yavaş koklamaya başlıyor. Derin bir nefes alıyor. Ona bakmaktan kaçınmayı becermişim, aklımın ucundan geçmeyen bu fetişizm ile eğleniyorum. Alnında inci gibi parlayan ter damlaları var, kaşlarına vanp kayboluyorlar. Ona yaklaşıyorum, dilimi dikkatle, nazikçe kaşlarının birinde gezdirmeye başlıyorum, adamı içiyorum. Nefesini yanağımda hissediyorum; ritmi düzensiz. Heyecandan kalçalarım sıkışıyor, bacaklarımın gerilmesini engelleyemiyorum. Vücudumun kontrolü artık bende değil. Bir an rahatsız oluyorum, vücudum çığlıklarla derisinden çıkmak, bu yabancının içinde erimek İstediğini söylüyor. Hafif eğiliyor, elini eteğimin altına atıyor, külotumun lastiğini buluyor. Kesin çıkarmak istiyor, diye düşünüyorum. Ama hiç de değil. Eteğimi kaldırıyor ve külotumu yana çekiyor. Öylece sahip oluyor bana, her saniye gözlerime bakıyor, yüzümün her bir tepkisini, çehremin her ifadesini inceliyor.
Sokakta birbirimizden ayrılırken telefon numarasını sormak istemiyorum. O da pek verme niyetinde değil. Bunun gibi bir buluşmayı, bir adamı tekrar görme sözüyle bağdaştırmak istemem. Tanımadığım biriyle tekrar yapmak ilgimi çekmiyor. Sokakta başka bir tane bulmayı tercih ederim.
23 Mart 1997
Hassan bugün Barselona’ya geliyor. Majestic Hotel’e randevulaştık.
“Aksam saat yedide gel. Resepsiyondan anahtarı al, direk yukan çık. Ben biraz daha geç geleceğim. Aman dikkatli ol. Koruma görevlimle geleceğim. O yüzden… biliyorsun…” diyor bana, bu sabah telefonda.
Kararlaştırdığımız saatten beş dakika önce otele varıyorum. Anahtarı istiyorum ve iki obez yabancı işadamının olduğu, yerleşecek bir köşe bulana kadar dans etmek zorunda kaldığım, içerde neredeyse duvara yapıştığım asansörle yukan çıkıyorum. Sadece kolesterol ile dolu onca eti görmek midemi bulandırıyor. Tam bir cinsel yaşamları olamaz. Dahası bu tarz insanlar domuz gibi terledikleri için sizi sırılsıklam ederler.
Kata varınca asansörden iniyorum. Domuzların beni boydan boya süzdüğünü hissediyorum, özellikle kalçalarıma bakıyorlar. Bakmaya devam ederlerse yapacak daha iyi bir işim olmasına rağmen ikisini de odaya götüreceğim.
Odanın kapışım açıyorum, biraz güneş ışığı girsin diye perdeleri açıyorum ve hemen sonra tüm 25 cl.lik Coca Cola şişelerini atmak için minibara yöneliyorum. Light bile olsa yeni bir sadomazo seansına girecek halim yok. Onun yerine ona en iyi striptizimi yapacağım, şöyle niyeti bozuk bir göbek dansı, peçesiz hem de.
Buluşma öncesi dakikalarda hep gerilmişim di r. Televizyonu açıp kalbimin atışlarıyla aynı hızda zap yapmaya başlıyorum, uyuyakalana kadar. Kapının sesine uyanıyorum. Geldi.
“Hâlâ giyinik misin sen?” diye soruyor sitemkar.
Yaptığım striptiz planı suya düştü. Benimle daha önce hiç olmadığı kadar sessiz bir şekilde, halının üzerinde sevişiyor. Yerin rahatsızlığını, halının batan tüylerini paylaşmak istermişçesine defalarca pozisyon değiştiriyoruz. Üzerimize yapışan milyonlarca bakteriyi düşünüyorum; sırf düşüncesi bile birkaç dakika boyunca hapşırmama sebep oluyor. Hassan bütün vücudumu yalayarak beni bu bakteriyat bahçesinden kurtarıyor. Kendisini tamamen unutup bana zevk vermek için bu kadar zaman harcamasına şaşırıyorum. Uzun süre sonra görüştüğümüzde hep böyle yaparız, konuşmamıza gerek yoktur. Kimi İnsanlann aynı şarap gibi yıllar içinde iyileştiğine inanmaya başlıyorum,
“Bir zamanlar ilişki yaşadığım aktris bir arkadaşımı hatırlatıyorsun bana,” diyor saçımı okşarken, bütün göbeğimi spermiyle yıkadıktan sonra. “Bana hep şöyle derdi: Ünlü olmak için toplam kaç kilometre yarak yaladığımı bilmiyorsun sen”
Gülmeye başlıyorum.
“Faslı bir aktris mi bu?”
Henüz yaktığı sigarasından nefes çekerken kafasını evet anlamında sallıyor. Sonra sigarayı benîm dudaklarıma koyuyor. Başkasının tükürüğü olan filtreyi hiç sevmememe rağmen kabul ediyorum.
“Vay be! Avrupa’da olsa anlarım da, Fas’ta… Hem, bunun benimle ne alakası var?” diye soruyorum yarı ciddi, yarı gülümser halde, sol dirseğimin üzerine kalkarak
“Hiç. Onu anımsatıyorsun, o kadar. Bilmem. Aklıma onun yüzü geliverdi.”
Doğaçtan bir oral seksin ardından, eğer erkeklerinki ortalama on iki santimse bir kilometreyi geçmek, 1,2 kilometreye ulaşmak için bu işi on bin erkeğe yapmam gerektiğini hesaplıyorum. Veya aynı adamla on bin kez. Bu ikinci seçenek pek hoşuma gitmiyor. On bin farklı adamla yapmak uğraşmaya daha değer geliyor. Bu hipotez üzerine daha düşüneceğim.
“Sikmişim arkadaşını. Hassan!”
“Ne diyorsun sen arkadaşıma?” diye soruyor, bacakları hâlâ açık, elleri testislerinin üzerinde.
Omuz silkip banyoya gitmek için kalkıyorum. Yapış yapış hissediyorum, üstümdeki spermi tuvalet kağıdıyla temizleyip duş yapacağım.
Bu gece onunla kalmak istemiyorum. Erken kalkıp üzerimi değiştirmem lazım, katılmam gereken önemli bir toplantı var. Aşığım uyuyakalınca ses yapmadan gidiyorum. Hep kedi gibi olmuşumdur zaten.
On bin erkek. Bugün bir envanterimi çıkaracağım.
26 Mart 1997
“Benimle Madrid’e gelsene,” diyor Hassan. “La Zarzuela’daki toplantıyı kaçırmamam gerek. Hem bana yardım etsen çok’iyi olur, en azından gazetelerin olay hakkındaki görüşlerini çevirmek için.”
Biraz gönülsüzce de olsa ona eşlik etmeyi kabul ediyorum. Miguel Angel otelinde bir oda ayırtmıştım zaten, akçam geç vakit bir uçağa biniyoruz. Kasa süren uçuşta gazete okurken yüzsüzce bacaklarıma dokunuyor. Yanda oturanların rahatsız olduğunu görünce, elleri uyluklarımın biraz daha içlerine ulaşsın diye bacaklarımı açıyorum. Şoke olan insanlar kafalarım başka taraflara çeviriyorlar. Ev kokoşlarının bazıları arada bir yan gözle, fark edilmeden bize bakmaya çalışıyor. Ama göz göze geliyoruz, o anda kafalarını tekrar sertçe çeviriyorlar. Her zaman insanların düşmanlığını kazanmışımdır. Hep şoke olur, ayıplarlar ama yine de anormal bir ilgi gösterirler.
Otele varınca Hassan beni duşta götürmek istediğini ima ediyor. Fikre bayılıyorum. Kabine girince arkama geçiyor, suyu benim sırtıma ve kendi bacaklarına tutarken sabun alıp kasıklarıma sürmeye başlıyor. Sonra sabunu meme uçlarıma uzatarak beni sarıyor, sabunu dairesel hareketlerle oynatıyor, ne olduğunu anlamadığım bir şey çizmeye çalışıyor. Suyun ve köpüğün vücudumda kayışı hemen etkisini gösteriyor. Hassan, ben elimi arkaya uzatıp penisini doğal yerine koyana kadar hareketlerinin ritmini sürdürüyor. Sertçe içime giriyor ve beş dakika içinde ikimizde aynı anda doruğa ulaşıyoruz.
26 Mart 1997
Hassan şu taht varisiyle görüşmeye gittiğinde ben de işyeri otelin yakınlarında olan Vfctor Löpez’e bakmaya gidiyorum, Vfctor ile hafta sonları Bdvaro Plajında insanların bakışlarından hiç utanmadan seviştiğimiz Dominik Cumhuriyeti’nden tanışıyoruz. Hafta boyunca ben Santo Domingo’da, o ise Santiago de los Caballe……………………………

Eklendi: Yayım tarihi

“Bir Kadının Seks Günlüğü” için 10 yanıt

  1. sizin yaptınız çooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooookgünah ve allah size nasıl dünya etirdiyse allah size ne güzel dünyaya getirdi ama siz allah karşı çıtınız bir zamanlar bende yaptım sonradan hatamı anladım kemli töbe ettim öbür dünyada yancaksınız ben 12 yaşındayım

  2. yuh avrm sen hatanı anladn ve şuan 12 yaşndasn yani daha önce bu işleri yatın o zmn sen töbeyede gelsen şey fark etmez sen 12 yaşnda seni yapcak brni nerden buldn yuh galii:)

  3. bu tarz kitaplar aile yapısını bozup hayatı sadece bireysellige yoneltiyor ve ve ve lut kavmine çekiyor …mide bulantısı gibi

  4. çok ama çök kötü bir kitap . çünkü biz Müslüman bir ailede yaşıyoruz . yani çok sapıkça ben şimdi 11 yaşındayım . hem bana uygun değil hem benden küçüklere . lütfen böyle kitaplar koymayalım . şimdilik iyi kitaplar koyalım . bay bay

asya için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıBir Kadının Seks Günlüğü
  • Sayfa Sayısı304
  • YazarValerie Tasso
  • ISBN9786054188215
  • Boyutlar, Kapak 13,5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviKORİDOR YAYINCILIK / 2009

Yazarın Diğer Kitapları

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

  1. St. Petersburg’da Yasak Aşk ~ Mishka Ben-DavidSt. Petersburg’da Yasak Aşk

    St. Petersburg’da Yasak Aşk

    Mishka Ben-David

    St. Petersburg’da Yasak Aşk, geçmişine sırtını dönerek umutsuzca son mutluluk şansının peşinden giden bir Mossad ajanının hikâyesi. Karlı bir St. Petersburg sabahında gözünü Rus...

  2. Dorian Gray’in Portresi ~ Oscar WildeDorian Gray’in Portresi

    Dorian Gray’in Portresi

    Oscar Wilde

    “Gerçek miydi? Portre gerçekten değişmiş miydi? Yahut sadece kendi muhayyilesi mi neşeli bir bakışı şeygtanca bir bakış olarak görmesine neden olmuştu? Boyanmış bir tablo...

  3. Lontano ~ Jean Christophe GrangeLontano

    Lontano

    Jean Christophe Grange

      JEAN-CHRISTOPHE GRANGÉ’DEN KONGO-FRANSA-BELÇİKA ÜÇGENİNDE TÜYLER ÜRPERTİCİ, SOLUK SOLUĞA BİR KOVALAMACA. ONLAR ÖLÜMSÜZLÜĞÜN SIRRINA VÂKIF OLANLARDI. İNTİKAM HİSSİYLE YANIP TUTUŞAN, KÖTÜLÜĞÜN ÖNCÜLERİYDİ. ZAMANIN VE MEKÂNIN...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur