Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez
Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez

Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez

Kemal Sayar

“‘Gerçek hayat, tamamıyla buluşmadan ibarettir’. Buluşmak, karşılaşmak. İnsan ötekiyle karşılaşarak var olur. Ötekinin bakışıyla, ötekinin yüzünü bana çevirmesi, beni dinlemesiyle. İlişkiyle. Sadece ilişkiler vasıtasıyla…

‘Gerçek hayat, tamamıyla buluşmadan ibarettir’. Buluşmak, karşılaşmak. İnsan ötekiyle karşılaşarak var olur. Ötekinin bakışıyla, ötekinin yüzünü bana çevirmesi, beni dinlemesiyle. İlişkiyle. Sadece ilişkiler vasıtasıyla kendimizi dünyaya ve başkalarına tamamen açarız. Olmamız gerektiğini düşündüğümüz kişi olmak arzusundan sıyrılarak, gerçekten olduğumuz kişi olmaya izin vererek… İncinmeyi göze alarak.”

Kemal Sayar, “Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez”le hayatı bir buluşma, bir karşılaşma, yaşadıklarımızdan bir şeyler öğrenme yeri olarak kurmamızı öneriyor. Modern çağın uyuşturucularına inat, sahici bir varoluşa tutunmaya çağırıyor bizi. Yağmurun ve rüzgârın, olgunlaştıran ıstırabın, hayatın içine saklanmış merhamet, iyilik ve güzelliğin izini sürüyor. Hayatın ‘niçin?‘ine dair esaslı sorular soran, insanı kendi iç ve dış âlemini bulduğundan daha güzel kılmaya çağıran, ruha dokunan kelimelerle yazılmış bir kitap.

‘Biraz yağmur’da ıslanmayı göze alanlar için.

***

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ / 11
Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez / 13

Birinci Bölüm
DİP NOKTASI / 17
‘Bu Kadar Acı İçin
Çok Küçük Bu Filistin’ / 19
Komşundan Kendin Gibi Kork! / 22
Dip Noktası / 25
Norveç Katliamı İçin Otopsi / 28
Homo Melancholis / 35
Aşkta Donanmış İlim / 38
On Emir / 41
İyilik / 44
Sabır / 47
Başkasının Hikâyesi / 50
Dinlemek / 53
Merhametin Zaferi! / 56
Merhametsiz Bir Dünyayı Nasıl Onaracağız? / 60
Daima Merhamet / 68

İkinci Bölüm
KAYIP ZAMANIN PEŞİNDE / 87
Elveda Montreal / 89
Endülüs Şalı / 93
Mağlup ve Galip / 96
Aşina / 99
Aldatma Geni mi? / 103
Yol, Yolculuk, Yolcu / 106
Serinliğin Tiranlığı/ 109
‘Pozitif Kabahatler’ / 112
Anestezi Çağı / 118
Istırabın Faydaları / 122
Mutlu Değiliz Hiçbirimiz / 128
Şen Bilim / 134
Kayıp Zamanın Peşinde / 137
Geçmişin Koltuk Değnekleri / 140
Ben de Life-Style Yazmak İstiyorum / 143

Üçüncü Bölüm
TEMEL PARÇACIKLAR / 147
Bayram Tebriği / 149
Futbolun Ruhu / 152
Temel Parçacıklar / 155
Ayakkabı Meselesi /158
Cip ve Siyaset / 161
Bürokroterapi / 164
Ruhun Krizi / 168
Başka Bir Dünya Mümkün / 171

Dördüncü Bölüm
SABRET, ŞÜKRET, SEYRET / 175
Sabret, Şükret, Seyret / 177
Tarih Artık Şimdidir: Sinema, Bellek ve Yanılsama / 198
‘Dilimin Döndüğü Kadar Sustum’:
Bir Sessizlik Eylemcisi Olarak
Nuri Pakdil / 231

Beşinci Bölüm
EBEVEYN OLMAK / 237
Büyüyememek / 239
Kuşkucu Ebeveynlik / 242
Proje Çocuklarla Nereye Kadar? / 245
O Çocuklar Nereye Gitti? / 262
Beyin ve Çocuk / 265

Altıncı Bölüm
SONSÖZ / 271
Hayatı Seviyorum / 273
Veda Kabilinden / 279
İndeks / 283

ÖNSÖZ

Okuyacağınız satırlar, hayatın arka sokaklarında buldukları karşısında şaşırmış, kendisine emanet edilen yükü taşımakta zorlanmış, sarp yokuşu tırmanmak isteyen ve ancak içindeki sızıyı dışarı taşırmakla, yani yazmakla şifâ bulacağını zanneden bir ‘yaralı şifacı‘nın kalbinden dökülen satırlar. Dünya macerasında hepimiz yaralı varlıklarız.

Yazılarımı, kalbe değen kelimeler le yazmak istiyorum, insana bir şey söyleyen, onu bulunduğu halden daha iyisine çağıran, başka bir dünyanın mümkün olduğunu fısıldayan kelimelerle. Çünkü ben marazi bir iyimserim, dünyanın sözlerle de değişebileceğine inanıyorum. Yaptığım mesleği hâlâ inanarak yapabiliyorsam, bundan. Kelimeler ruha dokunur, kelimeler ruhu kanatlandırır.

Şaşırıyorum, kimileyin öyle güzel öyle içten mektuplar alıyorum ki insanlardan. Onlar çoğu kez nazenin, hayatın örselediği iyi ruhlar oluyor. İyiler dünyanın gizli soylularıdır. İşte yazmayı bunun için seviyorum, o ruhlarla bir akrabalık kurma imkânı verebildiği, ümidin kandilinde birlikte aydınlanma imkânı yaratabildiği için. Kelimeler bizi umuda tutunmaya çağırır, yeni tahayyül biçimlerine, bir konuşma ahlakına çağırır.

Dönüp dolaşıp aynı şeyleri yazıyorum. Adalet, hakikat, güzellik ve iyilik için yazıyorum. Anlamak için. Ne ölçüde başarabildiğim kuşkulu, ancak sözlerim ‘çalabıntahtı’ndan, gönülden kopup gelsin istiyorum.

İnsan olmak ötekinin ıstırabıyla hemhal olmakla başlar. Ötekini duymayan ve yalnızca kendi küçük çıkarları için yaşayan insanın, insan olmak yolunda kat edeceği büyük mesafeler var. Ötekinin saygınlığını teslim etmeden siyaset yapılamaz. Ötekini değersizleştirerek, onun sözlerini alay konusu yaparak sadece şiddeti mayalamış olursunuz. Bu toplumda acil bir saygı seferberliğine ihtiyacımız var, toplumsal hiyerarşileri alt üst ederek, her insan tekinin saygıya değer olduğunu haykıran bir ikonoklazm ruhu gerekli bize. Ben, baskı ve riya düzenlerine hayır diyebilen, reddedebilen insan tekinin gücüne inanıyorum.

Devrimlerin fitilini soylu ruhlar ateşler, tarihi, buldukları dünyayı daha da güzelleştirmek isteyen iyimserler yazar.

Kemal Sayar
Erenköy, Eylül 2012

Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez

Kapıdan içeri girdiğinde on altı yaşındaydı. Kapıdan içeri girdiğinde ikindi rüzgârı dalları eğmeye başlamıştı. Bulutlar Bağdat Caddesi kalabalığı üzerinde geziniyor, bir yağmur ha yağdı ha yağacak, sahneye çıkmak için sırasını bekliyordu. Kapıdan içeriye girdiğinde kafamda bir sürü şarkı birbirine karışıyordu: Van Morrison, ‘Bugünlerde hiç yağmuru gören var mı?’ diyor, Katie Melua ‘Pekinde dokuz milyon bisiklet’ten bahsediyordu, her zaman adamım Tom Waits köşeden laf yetiştiriyordu: ‘Biraz yağmur kimseyi incitmez’. Fonda ebedi bir müzik olarak daima George Winston oluyor, uzak kışlardan, karla güzelleşmiş bir Aralık’tan ruha piyanosuyla dokunuyordu. Günlerden bir gündü işte, Kemal Sayaroviç var mıydı yok muydu dedirtecek bir gündü, her zamanki rutin işler, okunamamış kitapların, uzun zamandır görülememiş dostların ve bir türlü, aylak ve serbest bir hayatın ruhu özgürleştiren çağrısına icabet edemiyor olmaklığın getirdiği pişmanlıklar, uzun saatler çalışmanın getirdiği yorgunluklar, farkına varmadan bir anda yaşlanıvermiş olmanın şaşkınlığı derken, akıp giden bir gündü bu da diğerleri gibi. Arada gözlerim yan penceredeki ağaca değiyor, arada ayağa kalkıyor odaları geziniyor, ruha bir canlılık, kalbe bir neşe verme gayreti içinde kafamda kitap projeleri tasarlıyor, bol çay, kahve ve arada tütün ile ayakta kalmaya çalışıyorum. Ruhta uçucu ve uçarı bir neşe belli belirsiz geziniyor, kendini önemseme duygusu, egoyu alt etme yönünde okunmuş sayısız yazıya ve işitilmiş onca tenbihe rağmen yine ve her seferinde ruhu yokluyordu. Saygın bir işim vardı, bu işten zengin olmayacaksam da fena sayılmaz bir gelirim ve daha da önemlisi, ruhun yaraları için sadece beni kendilerine emin kılmış danışanlarım vardı. Günlerden bir gündü, yıllar var ki şiir yazmamıştım. Şiirin ve has duyguların gereksindiği ‘boş uzay’ bir süredir çıkmıştı hayatımdan, teorilerin adamıydım artık, ruha dokunan sözlerin değil. Kapı açıldı.

Kapıdan içeri on altı yaşında bir genç kızın ruhu girdi. Bedeni bir hastalık nedeniyle durakalmış, on altı yaşındayken, üç yaşında bir çocuğun bedenine sığmıştı. Zihin gelişiyor ama beden üç yaşında durup bekliyordu. Ağlayarak, ‘ben büyümek istiyorum’, dedi. Bir el elimi tutmuş ve sanki ben onu bırakırsam okyanuslarda yitip gidecek. Belki doktor amcası onun için sihirli bir formül saklıyor da bu onulmaz hastalığa bir şifa bulacak. Bağdat Caddesi’ne değilse bile benim içime sağanak hâlinde yağmurlar yağıyor, şimşekler ruhumun çöllerinde çakıyor, hayatın tuhaf mucizelerinden biri olan bu karşılaşma anının şaşkınlığını üzerimden atmaya çalışıyordum. İnsanların onun narin bedenine şaşkınlıkla bakakaldığı her seferinde bir kum fırtınası içini allak bullak ediyor, yabanıl bakışlardan kendisini koruyamayan ruhu yeisle tıka basa doluyordu. Sadece ağlayarak bu dünyaya bir not düşüyor, sadece ağlayarak dışa taşabiliyordu. Onunla konuşmalı, onun ruhuna değebilmeliydim. Anne ve babasından bizi yalnız bırakmalarını rica ettim. Bir inilti ve bir fısıltı hâlinde yaşayan bedeni kendisini dillendirmek istediğinde daha fazlasını veremiyordu, fısıltısı göz yaşlarına ekleniyor, çok ama çok gürültülü bir dünyada işitilmesi giderek zorlaşıyordu. Usulca onun yanına, koltuğun kenarına çömeldim, gözlerimizi hizaladık ve tıpkı onun gibi fısıldayarak konuşmaya başladık. ‘Hiç doğmamış olmayı dilerdim…’ dedi. Ya rabbi, bu nasıl bir çığlıktı böyle! Bu kadar narin bir bedenden, bir fısıltı hâlinde yükselen bu neşide, dünyaya bırakılmış bu güçlü manifesto nasıl yükseliyordu. Bıraksam kendimi, varoluşun bu saf bildirisi karşısında hüngür hüngür ağlamak isterdim. Gözlerimde biriken yaşları tuttum. ‘Hiç doğmamış olmayı dilerdim…’ Varlığın ıstırabı bu kadar saf, bu kadar katıksız, kalbe bu kadar işleyen bir biçimde tarif edilebilir miydi?

Yan yana konuştuk onunla. Seslerimiz değiyordu birbirine, o kadar ki kalplerimiz değiyordu, ve bu yakınlık, Allah’ın bu lütfü karşısında içim haşyetle doluyordu. Anlamak ve hissetmek bizi insan kılar. Bu arınışla insan oluruz. Terapist kimdi? Ben mi, yoksa bu narin kız mı? Onun saflığı beni de yıkadı. Arındım. Ve kirlenmiş, yönünü şaşırmış bir dünyada elegeçirdiğimiz o masumiyetin her bir anını kıymetlendirerek konuştuk. Birbirimize fısıldadık. Samimiyet ruhun özgürlüğüdür. O da ben de o kadar içten, o kadar yapmacıksız, o kadar kendimizdik ki. Ona insanın bu dünyada bedeniyle değil, sadece ruhuyla var olduğunu söyledim. Sadece ruhumuzda taşıdığımız mücevherlerin bizi başka insanlardan farklılaştırdığını, akledebilen kalbin ne büyük bir bağış olduğunu.

Onu anladım. O beni anladı. Odadan çıkarken gözyaşları dinmişti. Benimse başım dönmüş, sersemlemiştim. ‘Biraz yağmur’ diye mırıldandım, ‘kimseyi incitmez’.

‘Bu Kadar Acı İçin
Çok Küçük Bu Filistin’

Gazze için dua zamanı. Şehit yavruların resimlerine bakıyorum. Ne kadar güzeller. Bu güzellik duygusuz dünyaya meydan okuyor. Bu güzellik hayatta maddi olanın dışında başka bir varoluşun da mümkün olduğunu haykırıyor.

Şiirimizin büyük ustası Cahit Koytak’ın Gazze Risalesi’nden aldım başlıktaki dizeyi. Gazze için ne yazılabilir? İnsanlığın bu dönemeç noktasında, bu duygu yıkımı karşısında insan sesle, sözle, şiirle karşı koyabilir mi olan bitene? Vicdanı olan herkes, küçücük çocuklara kıyan kahrolası ölüm makinesini lanetliyor. Bir yüreği olan herkes, çaresizliğin verdiği bir ıstırapla ağlıyor, haykırıyor, Filistin adlı o büyük acıyla saf tutuyor. Ama vurulan bizim evlerimiz değil. Akşam haberlerinde gözlerimizin ucunda biriken yaş, sonrasında kolayca buharlaşıp dağılabiliyor. Türkiye’de Filistin meselesi üzerinden bile iki türlü varoluş okumak mümkün görünüyor, ‘Derin Türkiye’ Filistin’le ruhsal bir temas kuruyor, onun için dua ediyor, onunla birlikte öfkeleniyor, onunla birlikte ağlıyor. Kimileri de o acının yanından bile geçmek istemiyor, ‘ama.. .’yla başlayan cümlelerle, çağın bu son barbarlığını temize çekiyor. İnsanın iyiliğine duyduğumuz inanç, küstah savaş makinesine çarpmakla bir kez daha sendeliyor. Başkalarının ölümüne karar verenlerin, başkasının acısı üzerinden kendilerine politik kariyer biçenlerin, ölü bebek gövdeleri üzerinden güvenlik vaat edenlerin insan değil bir makine olduklarını sanıyorum. Yüzlerini sıyırsak altlarından robotik aksam görünecek.

Mütecavizlerin, politik katillerin yalan söyleyebilme kabiliyetleri dikkatimi çekiyor. Kolayca, arsızca yalan söyleyebiliyorlar. Kolayca, arsızca bebekleri öldürebiliyorlar. Arsız psikopatlar politik suratlarla kan ticareti yapıyor. Bir bilim kurgu filminde gibiyiz. Kötü robotlar dünyaya ölüm kusuyor. Hayır, insanlığın gördüğü onca savaş, onca acı ve yıkımdan sonra bu kadar kötülüğü artık bir insan yapıyor olamaz. Bunlar duyguları alınmış, insanlıkla ilgili bütün hücreleri yok edilmiş, robotlaştırılmış yaratıklar.

Gazze için dua zamanı. Şehit yavruların resimlerine bakıyorum. Ne kadar güzeller. Bu güzellik duygusuz dünyaya meydan okuyor. Bu güzellik hayatta maddi olanın dışında başka bir varoluşun da mümkün olduğunu haykırıyor. Hayatın sadece özgürlük ve onur için yaşanmakla bir değer ifade edebileceğini söylüyor. Robotlar insanları öldürüyor. Dünyanın kalan kısımlarında başka robotlar alkış tutuyor. Herkes insanlık veya robotluk katsayısına göre bir tutum takınıyor. O güzel yavrular, o bir taneler, o ciğerpareler, anne ve babaları insan olduğu için ölüyor.

Zalimin araç gereciyle zalime karşı koyamazsınız. Onlarla ‘akıllı’ bomba üretmekte yanşamazsınız. Küstahlığın dili, kederin dilinden anlamaz. Siz peygamber toprağının vârislerisiniz. Fosforlu bomba üretemezsiniz. Fosforlu bombalar yağmaya başladığında, kalbinizden başka sığınak yok size. Koytak’ın

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Psikoloji
  • Kitap AdıBiraz Yağmur Kimseyi İncitmez
  • Sayfa Sayısı288
  • YazarDr. Kemal Sayar
  • ISBN9786050807080
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviTimaş / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Hüzün Hastalığı ~ Dr. Kemal SayarHüzün Hastalığı

    Hüzün Hastalığı

    Dr. Kemal Sayar

    “Hayatın tıbbileştirildiği bir çağda yaşıyoruz. İnsanla ilgili olan herşey bir el çabukluğuyla tıbbın hükümranlık alanına sokuluveriyor. Bu şekilde hayat, yaşanması gereken birşey olmaktan çıkarılıp...

  2. Hüzün Hastalığı ~ Kemal SayarHüzün Hastalığı

    Hüzün Hastalığı

    Kemal Sayar

    Kemal Sayar, psikiyatri denilince Türkiyede akla gelen ilk isimlerden. Ama aynı zamanda, psikiyatrinin hakim paradigmalarına eleştirel bir gözle bakabilmeyi de başaran bir isim. Ve...

  3. Kalbin Direnişi ~ Kemal SayarKalbin Direnişi

    Kalbin Direnişi

    Kemal Sayar

    Baş döndürücü bir rüzgâr esiyor etrafımızda. Kronolojik zaman alabildiğine hızlanmış,durmadan imge yığıyor önümüze. Her şey çok hızlı, o yüzden hiçbir şeykökleşemiyor. Yer tutmak çok...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur