Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bizans Yeni Roma İmparatorluğu
Bizans Yeni Roma İmparatorluğu

Bizans Yeni Roma İmparatorluğu

Cyril Mango

Değişik bir Bizans kitabı. Alanın yetkin uzmanı Cyril Mango bu kez Bizans’ı iç dinamikleriyle ele alıyor. Eski dünyanın bu son büyük imparatorluğunu çok kavimliliği,…

Değişik bir Bizans kitabı. Alanın yetkin uzmanı Cyril Mango

bu kez Bizans’ı iç dinamikleriyle ele alıyor. Eski dünyanın bu son büyük imparatorluğunu çok kavimliliği, ekonomik işleyişi, toplumsal özellikleri, siyasal yaşamı, Hıristiyanlığın getirdiği yeni dinsel yapısı, manastırları ve eğitim düzeni ile özlü biçimde irdeliyor. Yazar ikinci kısımda da Bizans’ın dünyayı kavrama düşüncesi üstünde duruyor. Bu alanda Hıristiyanlığın getirdiği açıklamaların nasıl bir evrim geçirdiğini, ne gibi çatışmalara yol açtığını anlatıyor. Üçüncü ve son kısımda ise Bizans’ın dünya kültür mirasına katkısını, edebiyat ile sanat ve mimari ana başlıklarıyla ele alıyor.

Bin yıllık bir imparatorluğun toplumsal, ekonomik, sanatsal ve beşeri özelliklerini bütüncül bir yaklaşımla kavramak için

Cyril Mango bize sağlam ve kolay anlaşılır bir metin sunuyor.

GİRİŞ
Tarihçilerin çoğunluğu  tarafından tanımlandığı kadarıyla Bizans İmparatorluğu “nun, Konstantinopolis yani Yeni Roma kentinin I.S. 324 yılında kuruluşuyla birlikte doğduğu ve M.S1453’te Osmanlı Türklerinin eline geçmesiyle sona erdiği söylenir. Bizans bu on bir yüzyıllık dönem boyunca muazzam dönüşümlere uğramıştır: bu nedenle. Bizans tarihini en azından üç büyük döneme Erken, Orta ve Geç dönem Bizans ayırmak âdetten olmuştur. Erken Bizans döneminin, yaklaşık 7, yüzyılın ortasına değin, bir başka deyişle İslâm’ın yükselişi ve Arapların Akdeniz’in doğu ve güney kıyılarında belirgin bir varlık gösterdiği çağa dek; Orta dönemin, ya Anadolu’nun 1070’lerde Türkler tarafından fethine, yada daha az haklılık payıyla. Konstantinopolis’in 1204’te Haçlılar tarafından istilasına dek; Geç dönemin de, bunlardan birinin başlangıcından 1453’e dek uzandığı kabul edilebilir.
Yukarıdaki saptama keyfi gibi görünebilirse de. bunu kabul etmek için iyi nedenler vardır. ‘Bizans’ sıfatına gelince, bu sözcüğün uygunluğuyla ilgili bazı ciddî itirazlar yapılabilir ve sık sık yapılmıştır da. Ama bu terim varlığını korumuştur ve kullanışlı bir etiketten ibaret olduğunu anladığımız sürece, bu terimi kullanmayı reddetmemiz ukalâlıktan öteye gitmez. Gerçekte, hiç kuşku yok ki, Bizans İmparatorluğu diye bir devlet asla var olmamıştır. Varolan. Konstantinopolis’te yerleşik bir Roma devleti idi. Sakinleri, kendilerini Romaioi ya da kısaca Hıristiyanlar olarak, ülkelerini de Romania diye adlandırıyorlardı. Bir kişi. eğer imparatorluğun başka bir yöresinin değil de, Konstantinopolis’in yerlisi ise kendisini Byzantios diye tanımlayabilirdi. “Bizanslılar”, “Romalı” sözcüğünün tümüyle farklı bir anlama sahip olduğu Batı Avrupalılara göre, genellikle GREACİ, Slavlaragöre ise GREK’anlamına geliyordu, ama Araplar ve Türkler onlara Rum, yani Romalı diyorlardı. İmparatorluk İle sakinleri için kullanılan Byzations terimi. Rönesans’a değin geçerlilik kazanmayacaktı. Bu terimi, Doğu Romalı ya da Doğulu Hıristiyan gibi taşınması daha güç eşdeğerleriyle ikame etme girişimleri, genel kabul bulmamış çabalar olarak kaldı.
Bizans tarihine çok kısa ve yukarıdan bir bakış atacak olursak (ki, burada elimizden geldiği kadar bunu yaptık), işaret ettiğimiz bu üç dönemden, Erken dönemin en önemlisi olduğunu söylememiz mümkün. Bu dönem. Antik çağa aittir ve Akdeniz havzası göz önüne alındığında, bu çağın sonunu oluşturur. Roma imparatorluğu, yavaş yavaş kuzey topraklarını kaybetmiş olabilirse de, hâlâ Cebelitarık’tan, sularının ötesinde geleneksel düşmanı olan Sasani İran’ı ile yüzleştiği Fırat’a dek uzanmaktaydı. Bu İki büyük güç arasındaki çatışma ve denge, söz konusu dönemin altını çizen siyasal temeli oluşturuyordu. Roma ve iran ile, bu iki gücün çevrelerinde yer alan birkaç küçük devletin dışında, dalgalanıp köpüren bir barbarlık denizinden başka hiçbir şey yoktu.
Erken Bizans devletinin, Orta ya da Geç dönemden karşılaştırma yapılamayacak ölçüde büyük oluşu, yalnız coğrafî genişlik ve siyasal kudret nedeniyle değildir. Aynı durum, kültürel başarılar açısından da geçerlidir. Erken Bizans. Hıristiyanlığı Greko Romen geleneğiyle bütünle şiirdi; Hıristiyan dogmasını tanımladı ve Hıristiyan yaşamın yapılarını kurdu; bir Hıristiyan edebiyatı ve bir Hıristiyan sanatı yarattı. Bizans törensel geleneklerinin tümünde, Erken dönemden kaynaklanmayan kurum ya da fikirler çok nadirdir.
7. yüzyılda kendini gösteren felâket türü kopuş, ne kadar önemsense azdır. Olayların öyküsünü okuyan herhangi bir kişinin, yüzyılın hemen başında İran istilâsıyla başlayıp, otuz yıl kadar sonraki Arap genişlemesiyle sürüp giden, İmparatorluğun başına gelen felâketlere şaşıp kalmaması olanaksız gibidir İmparatorluğu en müreffeh vilayetlerinden, yani Suriye. Filistin, Mısır ve daha sonra da, Kuzey Afrika yoksun bırakan dolayısıyla hem alanını hem de nüfusunu yandan da aza indiren bir dizi terslik birbirini izlemişti. Ne ki, kaynakların okunması, bu olaylara eşlik eden muazzam dönüşüme ilişkin ancak belli belirsiz bir fikir verebilir. Çöküşün muazzam boyutuna ilişkin tam bir fikir edinebilmek için, çok sayıda yerden gelecek arkeolojik kanıtları da göz önünde bulundurmak gerekir. Bu çöküş, Bizans toprakları için bir yaşam tarzının Antik çağın kent uygarlığının sonunu ve çok farklı ve apaçık bir biçimde ortaçağa özgü bir dünyanın başlangıcını temsil ediyordu. Dolayısıyla, bir anlamda. 7. yüzyılın felâketi, Bizans tarihinin temel olayıdır. Nasıl Avrupa’nın batısına, ortaçağ boyunca Roma imparatorluğumun gölgesi egemen olduysa, Constantinus, Thedosius ve Justinianos’un Hıristiyan İmparatorluğu hayali de, Bizans için özlem duyulan ama asla ulaşılamayan bir ideal olarak kaldı, Bizans uygarlığının geçmişe dönük doğası, büyük ölçüde bu koşulların bir sonucudur.
Erken Bizans dönemi, iki büyük güç arasındaki bir denge olarak görülebilirse, Orta dönem de, bir uzun kenarı (Isliim) ile iki kısa kenarı (sırasıyla Bizans İle batı Avrupa) bulunan bir üçgene benzetilebilir İslam dünyası, hem Roma ve İran’ın miraslarını özümsedi.  İspanya’dan Hindistan sınırlarına dek uzanan bir alanı bir ‘ortak pazar’da birleştirmekte, alışılmadık canlılıkta bir kent uygarlığı yarattı. Uluslararası ticaretin önemli yollarından kopan, düşmanları tararından sürekli tacize uğrayan Bizans devleti, her şeye rağmen büyük bir etkinlik sergilemeyi ve yitirdiği topraklardan bazılarını yeniden ele geçirmeyi başardı. Ama artık farklı bir yöne bakmak zorundaydı klasik topraklara’ değil, barbar kuzeydoğuya yöneldi: Şimdi Slavların ve diğer yeni gelenlerin yerleştiği. Karadeniz’in kuzey kıyısında Hazar devleti ile onun ötesinde. 9, yüzyılda Rus devletine dönüşecek toprakların uzandığı Balkanlara. Böylelikle yeni manzaralar açılmış oldu ve misyoner etkinliğin öncülük ettiği Bizans nüfuzu. Moravya ve Baltık bölgelerine dek yayıldı. Daha geniş bir tarihsel perspektiften bakıldığında, Orta Bizans döneminin başlıca katkısı burada yatar.
Geç dönem de bir üçgen olarak değerlendirilebilir, ama farklı bir konfigürasyon söz konusudur. Artık hem Bizans hem de Arap dünyası kargaşa içindeyken, batı Avrupa yükseliyordu!, Bu son evreye damgasını vuran başlıca gelişmeler, Anadolu’nun büyük bölümünün Selçuklu Türklerine kaptırılması ile eş zamanlı olarak deniz ulaşımının İtalyan kent devletlerinin eline geçmesiydi. Bundan sonraki yüzyıl boyunca. Bizans birliğini ve saygınlığından bir şeyleri muhafaza etmeyi halâ sürdürüyordu; ama yaklaşık 1180’den itibaren, binanın her yanı dökülmeye başladı. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan parçalanma Konstantinopolis’in Dördüncü Haçlı seferi şövalyeleri tarafından zaptı. Levant’ia (Doğu Akdeniz) Latin prensliklerinin kurulması, Trabzon, İznik ve Epirus’da bağımsız küçük Grek devletlerinin oluşması,  Konstantinopolis İmparatorluğunun soluk bir benzerinin yeniden yaratılması son derece karmaşık ve heyecanlı bir öykü oluşturur. Gene de, Bizans tarihinin bu döneminin evrensel anlamda önem taşıdığını söylemek olanaksızdır; temel güç ve uygarlık merkezleri artık yer değiştirmiş durumdadır.
Ana hatlarıyla Bizans tarihinin temel evreleri böyledir. Bu nedenle, araştırma konumuzun, hem zaman içinde çok uzun yayılımı, hem de sürekli değişen bir coğrafi bağlamı var. Erken dönemde, neredeyse tüm Akdeniz havzası konumuzun kapsamına giriyor; Orta dönemde, güney İtalya ve Sicilya dışında, Batı araştırma alanımızdan çıkarken, ilgi odağımız Anadolu ve Balkanlara kayıyor; son olarak, Konstantinopolis ile, Anadolu ve Yunanistan’da süreklilik göstermeyen dağınık topraklarla baş başa kalıyoruz. Yörenin çeşitliliği, halkın çeşitliliği anlamına da geliyor. Bir Bizans ‘Ulus’unun hiçbir zaman varolmadığının altını kuvvetle çizmek gerekiyor. Bu konu başlığı, l. Bölümde çok daha kapsamlı olarak ele alınacak, ama daha en baştan itibaren. Bizans dünyasına çağdaş ulusal kategoriler empoze etmeye çalışmanın, gerçekleri yanlış yorumlamaktan başka bir şeye yol açmayacağına işaret etmekte yarar var.

434551-8
Bu noktada, bir başka çekincenin dile getirilmesi yerinde olacak. Tüm geçmiş uygarlıklara ilişkin bilgimiz, ister yazılı ister anıtsal olsun, kayıtlara dayanır. Yazılı kanıtların bol miktarda olduğu yerlerde, anıtlar yardımcı konumuna düşeri Victoria çağını, Albert anıtına bakmaya bile gerek görmeden araştırabiliriz; her ne kadar bazı ilginç içgörüleri edinmemize yol açsa da, anıtları incelememiz şart değildir. Yazılı kayıtların yetersiz kaldığı yerde, anıtsal ya da arkeolojik kanıtlar Önem kazanır. Şeylerin bu düzeninde, Bizans İmparatorluğunun konumu oldukça benzersizdir. İlk bakışta, bize miras bıraktığı yazılı malzemenin hacminin yabana atılmayacak boyutlarda olduğu görülür. Peki ya sonra, bu malzemenin niteliğine baktığımızda durum nedir?
Gözlemcinin gözüne çarpan ilk gerçek, belgesel ya da arşiv kayıtlarının kıtlığıdır. İmparatorluğun, bu tür kanıtları olan tek parçasının, Arap fethine değin Mısır olduğu görülür, ama çok sıklıkla Mısır’ın temsil niteliğine sahip olmayan bir eyalet olduğu ve papirüsün keşfi sayesinde, bu eyaletin yaşamına ilişkin çıkarsanabilecek hiçbir şeyin, öteki bölgeler için geçerli olmadığı belirtilir. Bunun yanı sıra, elimizde İmparatorluğun daha da marjinal bir kesimi olan Ravenna’yı anlatan küçük bir miktar papirüs belge de mevcut. İmparatorluğun geri kalanı hakkında, çoğu Athos Dağı ve güney İtalya’ya dair, bir de Anadolu’ya ilişkin bir iki tane olmak üzere, az sayıda manastır arşivine sahibiz. Söz konusu arşivler, toprak tasarrufu ile sınırlı ve 10. yüzyıldan daha eski hiçbir belge içermiyor. İşte, elimizdeki yazılı belgelerin hepsi bu kadar. Merkezî hükümet akılda tutulması gereken bir nokta da, Bizans İmparatorluğu’nun bir bürokratik devlet olduğudur), taşra yönetimin. Kiliseye, laik derebeyleri ne, kiracılara, tüccarlara ve dükkân sahiplerine ait kayıtlarının tümü yok olmuştur. Bunun bir sonucu olarak, elimizde güvenilir denebilecek nüfus rakamları, doğum, evlilik ve ölüm kayıtları, ticaret rakamları, vergi rakamları bulunmuyor. Kısacası, istatistik amaçlarla kullanılabilecek hiçbir şey pratik olarak mevcut değil. Bu, İmparatorluğun ekonomik tarihi üzerine hiçbir ciddi yazının yazılamayacağı anlamına geliyor. Kuşkusuz ki, şu sıralarda ekonomiye ve istatistiğe yönelik mevcut tutkuya yenik düşen tarihçiler, Bizans İmparatorluğuma, başka dönemleri için başarıyla kullanılmış yöntemleri uygulamak istediklerinde, hep aynı kayaya tosluyorlar kanıt yokluğu.
Elimizdeki yazılı malzeme, el yazması kitaplar olduğu için edebî metinler olarak adlandırılabilir. Yalnızca Grekçe olanları sayarsak çeşitli kütüphanelerden …

Eklendi: Yayım tarihi

“Bizans Yeni Roma İmparatorluğu” için bir yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur