Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Çöl Mızrağı – İblis Döngüsü 2
Çöl Mızrağı – İblis Döngüsü 2

Çöl Mızrağı – İblis Döngüsü 2

Peter V. Brett

Bazen karanlıktan korkmak için çok iyi bir sebep vardır! Güneş insanlığın üzerinde batmaktadır. Gece artık güneş batarken yerden yükselen obur iblislere aittir. Yaratıklar, kadim…

Bazen karanlıktan korkmak için çok iyi bir sebep vardır!

Güneş insanlığın üzerinde batmaktadır. Gece artık güneş batarken yerden yükselen obur iblislere aittir. Yaratıklar, kadim ve yarı yarıya unutulmuş güç sembollerinin arkasına saklanmak zorunda kalan ve sayısı gittikçe azalan insan nüfusunu avlamaya devam etmektedir. Muhafaza denen bu güç sembolleri, yalnızca iblisleri uzakta tutmaya yaramaktadır, fakat efsanelerde bir Kurtarıcı’dan söz edilmektedir: bir zamanlar tüm insanlığı tek bir çatı altında toplayıp iblisleri yenilgiye uğratan, kimilerinin ‘peygamber’ dediği bir generalden. Ancak o günler, gerçekten yaşanmışsa bile, çok gerilerde kalmıştır. İblisler geri dönmüştür ve Kurtarıcı’nın geri dönüşü sadece bir masaldan ibarettir… yoksa değil midir?

Çöllerin hâkimi, Krasia’nın savaşçı kabilelerini iblis katili bir orduya dönüştüren Ahmann Jardir’dir. Kendini Shar’Dama Ka, yani Kurtarıcı ilan eden Jardir, bu iddiasını destekleyen kadim silahlar -bir mızrak ve bir taç- taşımaktadır. Ancak kuzeyliler, başka birini Kurtarıcı kabul etmiştir. Kurtarıcı’larının adı Arlen’dir, ancak herkes onu artık Dövmeli Adam olarak tanımaktadır: Derisindeki muhafaza dövmeleriyle tüm iblislere karşı koyabilecek güce erişmiş olan karanlık, korkutucu bir figür. Dövmeli Adam kendisinin Kurtarıcı olduğunu reddeder, ancak yaptıkları bunun aksini söylemektedir. Bir zamanlar Shar’Dama Ka ve Dövmeli Adam aynı saflarda dövüşmüşler, dost olmuşlardır. Şimdiyse birbirlerinin can düşmanlarıdırlar. Onların arasında ise, insana has dayanma gücünün sınırlarına itilmiş genç ve güzel bir kadın olan Renna; muhafaza yapma yetenekleri Dövmeli Adam’ınkileri bile aşan gururlu ve güzel şifacı Leesha; ve tekinsiz müziğiyle iblisleri yatıştırabilen ya da onları delirtip birbirlerine saldırtabilen gezgin kemancı Rojer bulunmaktadır. Ancak, eski ittifaklar sınanıp yenileri kurulurken, hepsi önceki yaratıkların tümünden daha zeki -ve daha ölümcül- olan yeni bir iblis türünün ortaya çıkışından habersizdir.

***

TEŞEKKÜR

Çöl Mızrağı, şu ana kadar kalkıştığım en uzun ve iddialı iş. Sekiz aktif karakteri tutarlı bir hikâye oluşturacak şekilde hikâyeye dokumak, zayıf aklımı oldukça zorladı. Arkadaşlarım ve ailemin, özellikle de kitabı ilk aşamalarında okumaya zaman ayırıp sundukları eleştiri ve tavsiyelerle hikâyenin şu anda elinizde tuttuğunuz kitaba evrilmesini sağlayan test okuyucularımın desteği olmasaydı bu işi başaramazdım. Myke, Matt, Dani, Stacy, Amelia, Jay, Annem, Denise, Cobie, Jon, Nancy, Sue, temsilcim Joshua, editörlerim Anne ve Emma, redaktörüm La-ura, yabancı yayımcılarım ve çevirmenlerim… Çok teşekkürler. Ayrıca yeni doğan bebeğim ve kariyerimle hayatım tepetaklak olmuşken Çöl Mızrağı’nı şimdiye kadarki en iyi eserim haline getirmeye çabaladığım sırada bana mesaj yollayan ve desteklerini esirgemeyen ilk kitabın okurlarına da teşekkürler. Hepiniz sağ olun. Benim için dünyaya bedelsiniz.

ÖNDEYİŞ

ZİHİN İBLİSLERİ

D.S. 333Kış

Yeni aydan önceki geceydi. Belli belirsiz görünen hilalin bile gökyüzü ufkunda kaybolduğu geç ve karanlık saatlerdi. Bir ağaç topluluğunun kalın dalları altında saf karanlığa gömülmüş küçük bir arazi parçasının zemininden şeytani bir varlık yükseldi.

Kara sis maddeleşerek yavaşça bir çift dev iblise dönüştü. Bu iblislerin sert, kahverengi derileri, bir ağaç kabuğu gibi yumru ve budaklıydı. Yerden omuzlarına kadar olan yükseklikleri üç metreyi bulan yaratıklar, havayı kokluyor, kanca şekilli pençelerini donmuş orman zeminine geçiriyorlardı. Çevreyi kara gözleriyle tararlarken, boğazlarından boğuk bir gürüldeme yükseliyordu.

Tatmin olduktan sonra birbirlerinden uzaklaştılar ve atılmaya hazır bir şekilde çömeldiler. Onların arkalarındaki saf karanlık daha da derinlik kazandı ve iki dumansı şekil daha madde-leşti.

Bunlar, daha ince yapıya sahip, boyları iki metreye bile ulaşmayan yaratıklardı. Daha büyük kardeşlerinin yumrulu zırhlarının aksine, yumuşak, kömür rengi derileri vardı. Zarif el ve ayak parmaklarının ucundaki pençeleri kırılgan görünüyordu. Tıpkı bir kadının manikürlü tırnakları gibiydiler. Üzerinde burun olmayan ağızlarında, sadece tek sıra halinde dizilmiş, keskin dişler vardı.

Şişkin kafalara, dev, kapaksız gözlere ve koni biçimindeki ka-fataslarına sahiptiler. Kafataslarının üzerindeki yamru yumru ve dokulu deri, türlerine özgü boynuzların kökleri etrafında sanki kendi nabzına sahipmiş gibi atmaktaydı.

Yeni gelen iki yaratık, uzun süre birbirlerine baktılar. Alınları gözle görülür biçimde bir nabız gibi atıyor, aralarındaki havayı birbirlerine itiyorlarmışçasına titreşiyordu.

Daha büyük iblislerden biri, çalılıkların arasında bir hareketlilik yakaladı ve korkutucu bir hızla uzanarak, bulduğu sıçanı saklandığı yerden kaldırdı. Nüvelik, kemirgeni daha da yakınına getirerek meraklı bakışlarla inceledi. Bunu yaparken, kendi ağzı da bir fareninkine dönüşmeye başladı. Ağzından iki uzun kesici diş uzarken, yanlarından fare bıyıkları fırlayan uzun bir burun meydana geldi. Nüveliğin dili, ağzından çıkarak, dişlerin keskinliğini ölçtü.

İnce yapılı iblislerden biri, alnı titreşirken, hayvana bakmak üzere döndü. Pençesini savuran mimik iblisi, sıçanı iki parçaya ayırıp bir kenara attı. Nüvelik prenslerinin emriyle iki mimik iblisi, şekillerini değiştirerek devasa rüzgâr iblislerine dönüştüler.

Saf karanlıktan çıkmak üzere adım atan zihin iblisleri, tenlerine değen yıldız ışığı nedeniyle tısladılar. Nefesleri soğuk havada buharlı çıkıyordu ancak kar üzerinde pençe şekilli ayak izleri bırakarak ilerlerlerken rahatsız olduklarına dair herhangi bir belirti göstermediler. Olabildiğince eğilen mimik iblislerinin kanatlarına tırmanıp sırtlarına atladılar ve gökyüzünde yükseldiler.

Çok sayıda iblisin üzerinden geçerek kuzey yönünde uçtular. Küçük büyük tüm iblisler, nüvelik prensleri onların üzerlerinden geçerken korkuyla siniyorlar, sonra, prenslerin arkalarında bıraktıkları titreşimli çağrıyı takip etmek üzere harekete geçiyorlardı.

Mimik iblisleri yüksek bir noktaya konduğunda, zihin iblisleri onların üzerinden aşağı indi. Aşağıdaki manzarayı gözlemlediler. Ovaya devasa bir ordu yayılmıştı. Karın ayaklar altında ezilip donmuş çamura dönüştüğü bir arazinin üzerini beyaz çadırlar kaplıyordu. Hörgüçlere sahip büyük yük hayvanları, güç çemberleri içinde toplu halde duruyorlardı ve üstlerine soğuğa karşı korunmaları amacıyla battaniyeler örtülmüştü. Kampın etrafındaki muhafazalar güçlüydü ve onların çevresinde devriye gezen askerlerin yüzleri siyah bir kumaşa sarılmıştı. Bu uzaklıktan bile, zihin iblisleri, onların sahip olduğu muhafazalı silahların gücünü hissedebiliyordu.

Kampın muhafazalarının ötesinde, düzinelerce iblisin cansız bedeni yatıyor, gün yıldızının gelip onları yakarak yok etmesini bekliyordu.

Prenslerin beklediği yüksek noktaya ilk ulaşanlar ateş iblisleri oldu. Saygıyla mesafelerini koruyan yaratıklar, adeta dans ederek tapınmaya başladılar. Sadakatlerini çığlıklarıyla gösterdiler.

Zihin iblislerinden gelen bir başka titreşim, iblisleri anında susturdu. Nüvelik prenslerinin çağrısına boyun eğen iblislerin oluşturduğu koca ordu bir araya gelirken bile, etraf ölümcül bir sessizliğe büründü. Orman ve ateş iblisleri ırksal nefretlerini unutmuşçasına yan yana duruyorlar, rüzgâr iblisleri, gökyüzünde tur atıyorlardı.

Bu manzarayı görmezden gelen zihin iblisleri, gözlerini aşağıdaki düzlükte tutarlarken kafatasları titreşmekteydi. Çok geçmeden, aralarından biri, kendi mimik iblisine bakarak arzularını ona aktardı. Yaratığın eti eriyip kabararak, devasa bir kaya iblisi şekli aldı. Oraya toplanmış olan diğer iblisler de, onu tepeden aşağı sessizce takip etti.

Tepede bekleyen iki prens ve geriye kalan mimik iblisi, onları izlemekle yetindi.

Kampa yakınlaştıklarında, hâlâ karanlığın örtüsü altındaydılar. Mimik iblisi yavaşladı ve ateş iblislerine hareket emrini verdi.

Nüveliklerin en küçüklerinden ve en zayıflarından olan ateş iblislerinin gözleri ve ağızları, vücutlarının içinde bulunan alev nedeniyle parlardı. Askerler, onları anında fark etmişti, ancak fazla hızlı olan yaratıklar, nöbet askerleri daha alarm veremeden, ağızlarından çıkan alevlerle birlikte muhafazaların üzerine çullandılar.

Alevlerin temas ettiği muhafazalar cızırdadı ancak zihin iblislerinin emirlerini yerine getiren iblisler, bunun yerine, çevreye yığılmış olan karları hedef aldı. Nefeslerinden çıkan alevler, bu kar yığınını anında yüksek sıcaklıktaki buharlara dönüştürdü. Muhafazalarının arkasında güvende olan nöbet askerleri zarar görmediler, ancak yükselen sıcak ve kalın sis, adamların yüzlerindeki kumaşları bile aşarak gözlerini yakıyor, etraftaki havayı bozuyordu.

Elindeki gürültülü zili çalan bir asker, kamp içerisinde koşturdu. O bunu yaparken, diğerleri korkusuzca muhafazalarının güvenliğinden çıkarak, bulabildikleri en yakın ateş iblislerini mızraklarıyla şişlediler. Yaratıkların keskin, üst üste katmanlardan oluşan zırhlarını delip geçen silahlar, etrafın sihir kıvılcımlarıyla aydınlanmasına neden oldu.

Diğer iblisler yanlardan saldırıyorlardı, ama askerler uyum içerisinde çalışıyorlardı. Bir yandan dövüşürken, bir yandan da sahip oldukları muhafazalı kalkanlarla birbirlerini koruyorlardı. Diğer savaşçılar da dövüşe katılmak üzere koştururken, kamp içinde bağrışmalar duyuluyordu.

Yine de, hem sisin hem de karanlığın örtüsü altında gizlenen iblis birliği ilerlemeye devam etti. Askerlerden biri ne zaman zaferle haykırsa, bir saniye sonra gelen haykırış, sisin içerisinden çıkagelen iblislerin görüntüsü karşısında hissedilen şaşkınlığın nidası oluyordu.

Ilk düşmanıyla karşılaşan mimik iblisi, ağır kuyruğuyla ayaklarını yerden kestiği askerin hakkından kolayca geldi. Düşen adamı bacağından yakaladı ve bahtsız savaşçının omurgasını, bir kamçı gibi şaklatarak çatırdattı. Mimik iblisinin karşısına çıkan bir sonraki askerler ise, üstlerine fırlatılan ölü arkadaşlarının cesedi tarafından yere serildiler.

Dövüşe dahil olan diğer iblisler, ortalama bir başarıyla savaşıyorlardı. Sayıları az olan nöbet askerleri çok geçmeden avantajlarını kaybetmişlerdi ancak iblisler, kendi avantajlarını kullanmak konusunda yavaş kalmışlardı. Bir sonraki asker dalgasına dikkatlerini çevireceklerine, biraz önce öldürdükleri askerlerin cesetlerini parçalamakla meşgul oluyorlardı.

Kampın içinden gittikçe daha fazla asker çıkıyor, çabucak saf tutuyor, akıcı ve gaddar bir şekilde düşmanlarını öldürüyorlardı. Silahlar ve kalkanlar üzerindeki muhafazalar, karanlığın içinde tekrar tekrar parıldıyordu.

Tepe üzerindeki yüksek noktada ise, zihin iblisleri, muharebeyi tepkisiz bir şekilde izliyordu. Düşman mızrakları tarafından öldürülen iblisleri umursamıyorlardı bile. Savaş alanındaki mimik iblisinin sahibi olan zihin iblisi, kafatasının bir titreşimiyle ona emrini gönderdi.

Çok geçmeden, mimik iblisi, ellerinde tuttuğu bir cesedi, kampın etrafında bulunan muhafaza direklerinden birine fırlatarak, savunmada bir gedik açtı. Tepeden bir başka emir geldiğinde, savaşçılarla dövüşmeyi bırakan diğer nüvelikler, kamp içine hareket etmek üzere açılan gediğe hareketlendiler.

Bir anda dengelerini kaybetmiş olan savaşçılar, arkalarına döndüklerinde etrafta dolaşıp çadırları yakmakta olan ateş iblislerinin ve yanıp kül olmuş iç muhafazaların arasından geçen daha büyük nüveliklerin manzarasıyla karşı karşıya kaldılar. Kadınları ile çocuklarının çığlıklarını duyuyorlardı.

Askerler, haykırarak sevdiklerine koşuyorlardı. Biraz önce sahip oldukları düzenden eser kalmamıştı. Dakikalar içinde, o birbirine sıkıca bağlı, yenilmez görünen birlikler, binlerce farklı parçaya ayrılmış, kolay bir ava dönüşmüştü.

O anda kampın tamamıyla istila edileceği, yakılıp kül edileceği sanılabilirdi. Ama sonra bir adam, merkezde duran büyük çadırın girişinde ortaya çıktı. Tıpkı diğer savaşçılar gibi baştan aşağı siyah bir kıyafet içerisindeydi ama dış cüppesi ve başındaki sarığı saf beyaz renkti. Başı üzerinde altından bir taç bulunan adamın ellerinde, parlak, metalden yapılmış bir mızrak vardı. Nüvelik prensleri, bu görüntüye tıslayarak tepki verdiler.

Adam yaklaşırken haykırışlar duyuldu. Zihin iblisleri, insanlar arasında iletişim adına çıkan ilkel hırıltılara ve viyaklamalara alayla dudak büktüler, ancak bunların ne anlama geldiği belliydi. Diğer askerler piyondu. Bu kişi ise onların zihniydi.

Yeni gelen adamın mutlak etkisi altına giren savaşçılar, bağlı oldukları kastları hatırlayarak bir önceki uyumlarına geri döndüler. Birliklerden biri, dıştaki gediği tıkamak üzere hareketlenirken, diğer ikisi yangınları söndürme görevine koyuldu. Bir başkası ise savunmasız insanları güvene ulaştırmak üzere harekete geçti.

Böylece üstlerindeki yüklerinden kurtulan diğer askerler, kampı karış karış tarayarak artık onlara karşı koyamayan iblisleri öldürme işine koyuldular. Dakikalar içinde, çember dışındaki savaş alanı gibi, kampın içerisinde de nüvelik cesetleri yığınlar oluşturdu. Hâlâ kaya iblisi formunda olan mimik iblisi ise, çok geçmeden geriye kalan tek nüvelik olmuştu. Bir mızrak tarafından alt edilemeyecek kadar hızlıydı ancak gerçek görünüşünü açığa çıkarmadan, kalkanların oluşturduğu duvarı aşamayacaktı.

Tepeden bir emir daha geldiğinde, maddeselliğini yitirerek bir gölgeye dönüşen mimik iblisi, muhafazaların arasındaki minik bir boşluktan sızarak kamptan dışarı çıktı. Nüvelik, efendisinin yanındaki yerine geri döndüğünde, düşman hâlâ onu aramaktaydı.

Tepenin başında birkaç dakika daha kalan iki zihin iblisi, titreşimleri sayesinde birbirleriyle iletişim kurdular. Sonra aynı anda gözlerini kuzeye çevirdiler. Diğer insan “zihni”nin, orada olduğu söylenmişti.

Aralarından biri, devasa bir rüzgâr iblisi formunda olan kendi mimik iblisine döndü ve nüveliğin kanadına tırmandı. Onlar gecenin karanlığında uzaklaşırlarken, tepenin başında kalan diğer zihin iblisi, aşağıdaki manzaraya tekrar dönerek, tütmekte olan düşman kampına gözlerini dikti.

Kısım I

ŞEREFTEN YOKSUN ZAFER

1. Bölüm

RİZON KALESİ

D.S. 333 Kış

Rizon Kalesi’nin surları bir şakadan ibaretti.

Şehrin, üç metre yüksekliğe zar zor ulaşan ve taş çatlasa yarım metre kalınlığında bir duvardan ibaret olan savunma hattı, bir Damaji’nin on iki sarayının en pintisinin bile sahip olduğundan azdı. Gözcü birliklerinin, yanlarındaki çelik nallı merdivenlere ihtiyaçları olmamıştı bile. Çoğu, basit bir şekilde minik duvara tırmanıp diğer tarafa atlamıştı.

“Bu kadar zayıf ve ihmalkâr insanlar, fethedilmeyi hak ederler,” dedi Hasik. Jardir homurdandı ama herhangi bir şey söylemedi.

Jardir’in elit savaşçılarının ileri muhafızları, gecenin karanlığını örtü olarak kullanarak şehre ulaşmışlardı. Binlerce san-daletli ayak, ana şehri çevreleyen, nadasa bırakılmış toprağın üzerinde birikmiş karı eziyordu. Yeşildiyarlılar, muhafazalarının ardında korkuyla sinmişken, Krasialılar, iblis dolu gecede cesaretle ilerlemişti. Nüvelikler bile bu kadar Kutsal Savaşçı’nın hareket halinde olduğunu gördüklerinde, onlarla aralarına mesafe koyuyorlardı.

Şehir önünde toplanan sarıklı savaşçılar, derhal saldırmamışlardı. İnsanlar, diğer insanlara gece vakti saldırmamalıydı. Şafağın ilk ışıkları gökyüzünü doldurmaya başladığında, düşmanlarına yüzlerini göstermek amacıyla sarıklarını indirmişlerdi.

Gözcüler şehir kapısındaki muhafızları etkisiz hale getirdiğinde duyulan birkaç kısa iniltiden sonra, açılan şehir kapısının gıcırtısı, Jardir’in ordusunun şehre girdiğini haber verdi. Altı bin dal’Sharum savaşçısı, kükreyerek şehre doluştu.

Rizonlular daha ne olduğunu anlayamadan, Krasialılar onların üzerine çullanmıştı. Kapılara tekmeyi bastıkları gibi erkekleri yataklarından sürüklüyor, onları çıplak halleriyle karların içine atıyorlardı.

Sınırsız verimli topraklara sahipmiş gibi görünen Rizon Kalesi, Krasia’dan çok daha kalabalıktı ancak Rizonlu erkekler savaşçı değillerdi. Jardir’in eğitimli safları karşısında, tırpanla biçilen ekinler gibi birer birer düştüler. Direnenlerin kasları yırtıldı, kemikleri kırıldı. Savaşanlar ise öldüler.

Jardir, tüm bunları keder içinde izledi. Her ölen ya da sakat kalan adam, Sharak Ka’da yani Büyük Savaş’ta, şan ve şeref sahibi olamayacak bir başkasıydı. Ne var ki, tüm bunların yapılması gerekliydi. Kuzey insanlarını iblis soyuna karşı bir silaha dönüş-türebilmek için, onlara bir demircinin mızrak uçlarına davrandığı gibi davranmak zorundaydı Jardir. Onları çekiciyle döverek sertleştirmek zorundaydı.

Kadınlar ise, Jardir’in adamlarının onlara yaptıkları karşısında çığlık atmaktan fazlasını yapamadılar. Sharak Ka yakındı ve bir sonraki savaşçı nesli, gerçek erkeklerin tohumlarından oluşmalıydı; korkakların değil.

Bir süre sonra, oğlu Jayan, Jardir’in önündeki karlarda diz çöktü. Mızrağının ucu kana bulanmıştı. “Merkez şehir bizimdir baba,” dedi.

Jardir başıyla onayladı. “Eğer merkez şehri kontrol edersek, ovayı da kontrol ederiz.”

Jayan, ilk komutanlık görevinden alnının akıyla çıkmıştı. Eğer bu muharebe iblislere karşı olsaydı, saldırıyı bizzat Jardir yönetirdi ama o, Kaji’nin Mızrağı’nı insan kanıyla lekeleme-yecekti. Jayan, yüzbaşıların sembolü olan beyaz peçeyi takmak için fazla gençti ancak Jardir’in ilk çocuğuydu. Kurtarıcı’nın ka-nındandı. Güçlüydü, acıya dayanıklıydı; onun etrafında, hem savaşçılar hem de rahipler saygıyla yürürlerdi.

“Çoğu kaçtı,” diye ekledi Asome, ağabeyinin arkasında belirerek. “Küçük köyleri uyaracaklardır. Oradaki insanlar da kaçacak, Evejah kanununun arındırıcı hükmünden uzaklaşacaklardır.”

Jardir ona baktı. Asome, ağabeyinden bir yaş küçüktü. Daha az cüsseli ve çok daha zayıftı. Üstünde bir dama’nın beyaz cüppesi vardı. Silahlara ya da bir zırha sahip değildi ancak bu Jar-dir’i kandıramazdı. İkinci oğlu, en büyük oğlundan çok daha hırslı ve tehlikeliydi. Ayrıca ikisi de sahip oldukları düzinelerce küçük kardeşle karşılaştırılamazlardı bile.

“Şimdilik kaçıyorlar,” dedi Jardir, “ama erzak depolarını arkalarında bırakıyorlar ve kış vakti yeşil diyarları kaplayan şu yumuşak buz üzerinde yolculuk ediyorlar. Zayıf olanları ölecek ve bizi onları öldürme zahmetinden kurtaracaklar. Boyunduruğum altındakiler ise, içlerinde güçlü olanları vakti gelince bulacaktır. Bu işten alnınızın akıyla çıktınız oğullarım. Jayan, adamlarını görevlendir, esirleri soğuktan ölmeden önce tutabileceğimiz binalar bulsunlar. Oğlanları Hannu Pash için ayırın. Eğer bu ufaklıkların kuzeyli zayıflıklarını üstlerinden atmalarını sağlayabilirsek, belki içlerinden bazıları babalarını gölgede bırakabilirler. Güçlü erkekleri savaşta yem olarak, zayıf olanlarını ise köle olarak kullanacağız. Doğurgan yaştaki tüm kadınlarla çiftleşilebilir.”

Jayan, yumruğunu göğsüne vurdu ve başıyla onayladı.

“Asome, diğer damalara başlamaları için işaret ver,” dedi Jardir. Asome emri anladığını belli ederek başını eğdi.

Jardir, beyaz kıyafetli oğlunun emri uygulamak üzere oradan ayrılmasını izledi. Rahipler, Everam’ın mesajını chinlere yayacaklardı. Bu mesajı yürekten kabul etmeyenler ise, o yüreklerinin yerinden söküldüğünü göreceklerdi.

Bunun yapılması gerekliydi.

Öğleden sonra, Jardir, kendisine Rizon’daki sarayı olarak el koyduğu malikânenin kalın halılara sahip zemininde volta atmaktaydı. Burası, Krasia’daki saraylarıyla karşılaştırıldığında acınası bir yerdi ancak Çöl Mızrağı’nı terk etmelerinin üzerinden aylar geçmişti ve o zamandan bu yana çadırlarda uyumuştu. Şimdi, medeniyete biraz olsun geri döndüğü için memnundu.

Jardir, Kaji’nin Mızrağı’nı sağ elinde tutuyor, adeta bir baston gibi kullanıyordu. Bir dayanağa ihtiyacı yoktu tabii ama bu kadim silah, onun şu anda sahip olduğu konuma tırmanmasını sağlayan tek şeydi ve onu asla yanından ayırmıyordu. Attığı her adımda, mızrağın kıçını halıya vuruyordu.

“Abban geç kaldı,” dedi Jardir. “Şafaktan sonra kadınlarla birlikte yolculuk etmiş olsa bile, şimdiye kadar burada olması gerekirdi.”

“O khaffit’e neden tahammül ettiğini asla anlayamayacağım baba,” dedi Asome. “O domuz kemiricisi, sırf sana bakmak üzere kaşlarını kaldırdığı için bile ölüme mahkûm edilmeli. Ama yine de ona, sanki sarayındaki bir eşitinmiş gibi davranıyorsun.” “Kaji’nin kendisi bile, onlara düşen görevleri yapmaları için khaffitleri kullanırdı,” dedi Jardir. “Abban, yeşil diyarları herkesten fazla biliyor ve bu bilgi, irfanlı bir liderin mutlaka kullanması gereken bir araçtır.”

“Bilinecek ne var ki?” diye sordu Jayan. “Yeşildiyarlıların hepsi korkak ve zayıf. Khaffitlerden bir farkları yok. Esir ve yem olarak bile savaşa katılamayacak kadar değersizler.”

“Her şeyi bildiğini iddia etmekte bu kadar acele etme,” dedi Jardir. “Sadece Everam her şeyi bilebilir. Evejah, bize düşmanlarımızı tanımamızı söyler ancak kuzey hakkında bildiklerimiz son derece sınırlı. Eğer onları Büyük Savaş’a katacak isem, onları öldürmekten ve onlara egemen olmaktan fazlasını yapmalıyım. Onları anlamalıyım. Eğer tüm yeşildiyarlıların khaffitlerdenfarkı yok ise, kim bana onların yüreklerini bir khaffif ten daha iyi anlatabilir?”

O anda kapı çalındı ve Abban, topallayarak odaya girdi. Şişman tüccar her zamanki gibi, kadınların giyeceği türden değerli ipekler ve kürklerden dikilmiş kıyafetler içindeydi. Bu cafcaflı görüntüyü, sert ve yalın damalar ile dalSharum savaşçılarına karşı hakaret olsun diye bilerek sergiliyor gibi bir hali vardı.

Yanından geçtiği muhafızlar, dalga geçip onu itip kakıyordu ama Abban’ın oraya girişini engelleme gafletine düşmezlerdi. Kişisel olarak ne düşünüyor olurlarsa olsunlar, Abban’ın yolunu tıkamak, Jardir’in hiddetini uyandırmayı göze almak demekti. Bunu isteyen kimse yoktu.

Topal khajfit, bastonuna yüklenerekJardir’in tahtına yaklaşırken, soğuğa rağmen kızarmış yüzündeki terler parlıyordu. Jar-dir ona iğrenme ifadesiyle baktı. Adamın önemli haberler getirmiş olduğu belliydi ama Abban, bu haberleri paylaşmak yerine soluklanmayla meşguldü.

“Getirdiğin haber nedir?” diye soran Jardir’in sabrı tükenmeye başlamıştı.

“Bir şeyler yapmalısınız!” diye nefes verdi Abban. “Tahıl ambarlarını yakıyorlar!”

“Ne?” diye bağıran Jardir, ayakları üzerine fırlayarak Abban’ın kolunu yakaladı. Öyle sert sıkıyordu ki, khajfit acıyla ciyakladı. “Nerede?”

“Şehrin kuzeyinde,” dedi Abban. “Kapınızdan dumanları görebilirsiniz.”

Jardir ön basamaklara koşturdu ve yükselen duman sütunlarını anında gördü. Jayan’a döndü. “Git,” dedi. “O alevlerin söndürülmesini ve sorumluların bana getirilmesini istiyorum.”

Başıyla onaylayan Jayan, sokakların içinde kayboldu. Onu peşi sıra takip eden savaşçılar, düzen içinde uçan kuşlara benzer şekilde hareket ettiler. Jardir, Abban’a geri döndü.

“Eğer insanları kış boyunca doyurmak istiyorsan, o buğdaylara ihtiyacın var,” dedi Abban. “Her tohuma, her kırıntıya… Seni uyarmıştım.”

Asome ileri fırlayarak Abban’ın bileğini yakaladı ve kolunu arkasına doğru sertçe bükerek adamın ciyaklamasına neden oldu. “Shar’Dama Ka’ya o tonda hitap etmeyeceksin!” diye hırladı.

“Yeter,” dedi Jardir.

Asome onu bıraktığı anda dizleri üzerine düşen Abban, ellerini basamaklara, başını da zemine koyarak adeta bir tapınma pozisyonuna geçti. “On bin defa özür dilerim, Kurtarıcı,” dedi.

“Kuzey soğuğunda ilerlememize karşı verdiğin korkakça tavsiyeyi hatırlıyorum,” dedi Jardir, Abban yerde sızlanırken. “Ama Everam’ın işini şu…” Basamaklarda birikmiş karı tekmeledi. “Ama Everam’ın işini şu buzlu kum fırtınası yüzünden ertelemeyeceğim. Eğer yiyeceğe ihtiyacımız olursa, bunu çevre diyarlarda bolluk içinde yaşayan chinlerden alırız.”

“Elbette, Shar’Dama Ka,” dedi Abban zemine doğru. “Buraya gelene kadar çok fazla boşa zaman harcadın khaffıt,”dedi Jardir. “Esirler arasında tüccar tanıdıklarını bulmanı istiyorum.”

“Eğer hâlâ hayattaysalar…” dedi Abban. “Yüzlercesi sokaklarda ölü yatıyor.”

Jardir omuz silkti. “Bunun sebebi yavaşlığın. Git ahbap tüccarlarını sorgula ve bana bu insanların liderini getirt.”

“Herhangi bir emir verdiğim anda, damalar beni öldürtecek-tir. Bunu sizin namınıza yapsam bile, Shar’Dama Ka…” dedi Abban.

Bu doğruydu. Evejah kanunlarına göre, kendisinin üstü olan herhangi birine emir vermeye cüret eden tüm khaffıtler o anda öldürülürlerdi. Ayrıca, Jardir’in konseyinde Abban’ın aldığı role haset etmekte olan çoğu kişi, onu ölü olarak görmekten mutluluk duyardı.

“Öyleyse sana Asome eşlik edecek,” dedi Jardir. “O durumda en bağnaz rahip bile karşı çıkmaya cüret edemez.”

Asome öne çıkarken Abban’ın beti benzi attı, ama başıyla onayladı. “Shar’Dama Ka nasıl emrederlerse…”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıÇöl Mızrağı - İblis Döngüsü 2
  • Sayfa Sayısı783
  • YazarPeter V. Brett
  • ÇevirmenMert Dengiz
  • ISBN9789944827478
  • Boyutlar, Kapak14 x 21 cm , Karton Kapak
  • YayıneviEpsilon / 2013-11

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Dövmeli Adam ~ Peter V. BrettDövmeli Adam

    Dövmeli Adam

    Peter V. Brett

    Bazen Karanlıktan Korkmak İçin Çok İyi Bir Sebep Vardır! Üç genç insan bir araya gelerek insanlığa son bir kurtuluş şansı sunacak, karanlığa omuz omuza...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kundakçı ~ Zoraida CordovaKundakçı

    Kundakçı

    Zoraida Cordova

    Ben Renata Convida’yım. Yüzlerce çalıntı hayat yaşadım. Artık kendiminkini yaşıyorum. Renata, yeteneği yüzünden henüz küçük bir çocukken Kralın Adaleti tarafından kaçırılır ve Andalucia’nın görkemli...

  2. Sır ~ Julie GarwoodSır

    Sır

    Julie Garwood

    New York Times çok satanlar yazarı Julie Garwood nefes kesici bir aşk hikâyesiyle sizleri bir kez daha büyüleyecek. Tüm zamanların en sevilen romanlarından birini...

  3. Prag Mezarlığı ~ Umberto EcoPrag Mezarlığı

    Prag Mezarlığı

    Umberto Eco

    19. yüzyılda Paris: Komün Günleri; hançer darbeleri; absent dumanları arasında hazırlanan cinayetler; kanalizasyonda yatan cesetler; patlamalar; isyanlar; takma sakallar; sahte noterler; düzmece vasiyetler; satanist...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur