Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Hüznün Gölgesinde Aşk
Hüznün Gölgesinde Aşk

Hüznün Gölgesinde Aşk

Susan Mallery

Aşkla açılan gözler, gerçekler karşısında körleşebilir mi? Izzy, Titan kardeşlerin en cesurudur. Ama bir petrol kuyusunda gerçekleşen patlama yüzünden neredeyse kör olur. Patlamanın bir…

huznun-golgesinde-ask-susan-mallery-pegasus-yayinlariAşkla açılan gözler, gerçekler karşısında körleşebilir mi?

Izzy, Titan kardeşlerin en cesurudur. Ama bir petrol kuyusunda gerçekleşen patlama yüzünden neredeyse kör olur. Patlamanın bir kaza olmadığını düşünen kız kardeşleri, Izzy’nin içine kapanmasından endişe duymaktadır. Bu, uzun zamandır ortalarda olmayan üvey kardeşleri Garth’ın bir oyunu mudur? Yoksa onlarla uğraşan başka biri mi vardır?

Izzy’nin kardeşleri, onu hayatta kalmayı öğrenmesi için bir eğitim kampına gönderirler. Izzy bu durumdan memnun olmamasına rağmen eğitmeni Nick onu karanlıkta bırakmamaya kararlıdır. Hem de birçok açıdan. Ama ona yardım etme sebebini açıkladığı takdirde Izzy’yi bir daha asla görememekten korkmaktadır. Nick onu kaybetme riskini göze alabilecek midir?..

“Yazar, inatçı karakterlerin duygusal gelişimlerini anlatırken harika bir iş çıkarmış. Bu muhteşem eser dram dolu!”
-Romantic Times Book Reviews-

“Susan Mallery en sevdiğim yazarlardan biri.”
-Debbie Macomber-

***

BİRİNCİ BÖLÜM

FİLMLERDE KÖTÜ BİR ŞEY OLMADAN önce daima bir uyan olur. Müzik yoğunlaşır, iyi adam artık her şeyin yoluna gireceğine söz verir veya görüntü aniden ağır çekime geçer.

Oysa hayat o kadar sistemli değildir.

Izzy Titan, geçen ay boyunca her gün yaptığı gibi pencere kena­rında oturuyor, bulanık bir dünyaya bakarak kendine acıyordu. Bu herkesin yapacağı bir kariyer tercihi olmamakla birlikte, en azından zaman geçirmesini sağlıyordu. Ablalarının kendileriyle birlikte sıradan biri gibi öğle yemeği yemesi, alışverişe çıkması, hatta akşam yemeği için aşağı inmesi konusundaki ısrarlarına aldırmıyordu bile. Bütün bunlar fazla sıkıcı hale geldiğinde, üzerine basa basa artık sıradan biri olmadığını söylemişti; o artık sakattı. Bu işe yaramazsa, kapıyı çarpıyor ve onlar gidene kadar kilitli tutuyordu. Daima fedakâr biri olmuştu, dolayısıyla gerekirse kendine acıma kraliçesi olmaya hazırdı.

Sonunda ablaları onu çekelemeyi kesmişti. Bu da gerçekten önemli bir işaret olarak algılanmalıydı ama öyle olmadı.

Hiçbir uyan gelmedi. Her zamanki yerinde otururken, bir anda biri onu belinden yakalayarak kaldırıp çok geniş ve sert omzuna atıvermişti.

“Sen ne halt ettiğini sanıyorsun?” diye bağırdı, beynine hücum eden kan biraz başını döndürürken.

“İşimi. Bana istediğin kadar karşı koy. Canımı yakamazsın.”

Bu görmezden gelemeyeceği bir meydan okumaydı. Ama saldır­ganı tekmelemeye kalkışınca, adam bir kolunu Izzy’nin bacaklarına sararak onu hareketsiz bıraktı. Çırpınmanın da yaran yoktu. Adamın kaya gibi kaslan vardı ve bir ay boyunca hiç yerinden kalkmadan kendine acımak, onu bir kız gibi güçsüz bırakmıştı.

“Yemin ederim ki,” diye başladı Izzy, adam dönüp yürümeye başlarken. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”

“Izzy Titan. Merhaba, Skye.”

Merhaba, Skye mı?

Izzy başını kaldırarak odaklanmaya çalıştı. Ne yazık ki karanlık ve bulanık olduğu için detaylan göremiyordu.

“Skye?” diye bağırdı. “Orada mısın?”

“Ah, Izzy.” Ablasının sesi ilgili çıkıyordu ama endişeli gibi değildi. Korkmuyordu. “Başka ne yapacağımızı bilemedik.”

“Biz mi?”

“Ben de buradayım,” dedi diğer ablası Lexi. “Bu senin iyiliğin için.”

“Beni kaçırtmak mı?”

“Nick’in çok sağlam referanslan var. Bize doktorlarının sana antidepresan verdiğini ve kullanmak istemediğini söylemiştin. Böylesi daha iyi.”

“Ne odandan çıkıyor ne de bizimle konuşuyordun. Bir ay oldu, Izzy.”

“Sizinle birlikte alışverişe çıkmadığım için mi beni kaçırtıyor­sunuz? Siz aklınızı mı kaçırdınız?”

Koridora çıktılar. Bunu anlayabiliyordu çünkü ortam daha da kararmıştı ve parmaklan duvarlara değiyordu. Sonra giderek daha, daha, daha karanlığa ilerlediler.

Atılan her adım bütün vücudunu sarsıyordu. Ablalarının o kadar ısrarla yedirmeye çalıştığı öğle yemeğini yemiş olsa, şimdi kesinlikle kusardı.

“Dalga geçmiyorum,” diye bağırdı. “Şunu hemen kesin. Hepiniz. Nick, ablalarımın ne dediği umurumda bile değil, ben böyle bir şeyi kabul etmedim. Beni indir, yoksa yemin ederim seni o kadar uzun süre içeri attınnm ki Bubba’nın aşk kölesi olmaktan zevk almayı öğrenirsin.”

“Bir izin imzalamışsın,” dedi kaya gibi sert adam, sakindi ve yürümeye devam ediyordu.

“Ne?”

“Bir izin imzalamışsın. Burada, cebimde.”

Skye’ın kendisine, ablalarının Izzy’nin faturalarım ödeyebilmeleri için birkaç çek imzalattığı zamanı hatırlayınca, Izzy öfkeden bağır­mamak için kendini zor tuttu. “Beni oyuna getirdiler. Ben körüm! Ne imzaladığımı bilmiyordum!”

Dışarı çıktılar. Ağaçların bulanık çizgilerini, iç açıcı ışığı gördü ve güneşin sıcaklığını hissetti.

“Okuyamadığın şeyi imzalamamalıydın,” dedi Nick.

Izzy, adamın sesindeki alaycılığın farkındaydı ve bu onu rahatsız ediyordu. Saniyeler sonra adam bir arabanın kapısını açtı ve Izzy’yi pürüzsüz deri bir koltuğa bıraktı. Izzy kapıyı kapamasına fırsat vermeden onu iterek yanından geçti ve özgürlüğe koşmaya çalıştı. Ama Nick denen adam onu belinden tekrar yakalayıp kendine çekmeden önce Izzy sadece üç adım atabildi.

Kendini bir dağa yaslanmış gibi hissediyordu. Tekmeler savurarak kolunu kurtarmaya çalıştı. Huzursuzluğu öfkeye ve ihanete uğramışlık duygusuna dönüştü. Eve doğru döndü -en azından o kadar büyük bir şeyi görebiliyordu- ve ablalarının verandada durduğunu varsayarak, “Bunu bana nasıl yapabildiniz?” diye sordu. “Siz benim ailemsiniz;’

“Izzy, biz seni seviyoruz.” Skye’ın sesinde ağlamaklı bir ton vardı.

Giizel, diye düşündü Izzy, öfkeyle. Skye’ın hayatının geri kalanını suçluluk duygusuyla geçirmesini diledi.

“Elimizden başka bir şey gelmedi,” diye seslendi Lexi, pek de kendinden emin olmayan bir sesle.

“Ben asla bunu size yapmazdım,” diye bağırdı Izzy. “Sizi asla’ bağışlamayacağım.”

Bir arazi aracının içine savrulduğunu hissedince lafı ağzında kaldı. Aracın türünü anlayamamıştı. Tekrar kaçmaya fırsat bulama­dan kapı sertçe kapandı. Hızla kapı koluna uzandı ama öyle bir şey yoktu. Pencereyi de açamıyordu.

Saniyeler sonra, arkasında ve aracın ön koltuklarıyla kendisi arasında kalın bir ağ olduğunu keşfetti. Kapana kısılmıştı.

Kapının açıldığını duydu ve Nick’in direksiyona geçtiğini belli belirsiz gördü. Sonra da hareket ettiler. Ablaları onu evden götürmesi ve kim bilir ona daha neler yapması için bir yabancıya para vermiş­lerdi. Onu terk etmişlerdi. Hayır. Bu terk edilmekten çok daha da kötüydü; bu aslında onların kendi çıkarları için yaptıkları bir şeydi. Hayatı boyunca güvendiği iki kişi, onun bir baş belası haline geldiğini düşünmüş ve onu bir çöp gibi fırlatıp atmışlardı.

SONRAKİ ÜÇ SAAT BOYUNCA, Nick Hollister arabayı hız sınırının yirmi kilometre üzerinde sürdü. Daha hızlı gitmek istiyordu ama bundan kaçamayacağını biliyordu. Siyah saçlı güzel yolcusu, yüzünde on saniye sonra kendini kaybedeceğini belli eden kararlı bir ifadeyle pencereden dışarı bakıyordu.

“İstersen ağlayabüirsin,” dedi Nick. “Beni rahatsız etmez.” Göz-ırak,yaşlarından çok daha kötüsünü görmüştü.

Izzy ona dönmedi. “Sana o zevki tattırmam.”

“Ağlamanın beni mutlu edeceğini mi düşünüyorsun?”

“Zorbalar birini incittiklerini bümekten zevk almazlar mı? Seni sevindirmeyeceğim. Beni ezemezsin.” Genç kadın konuşurken içgüdüsel olarak meydan okuyan bir tavırla başını dik tutuyordu. Güzel, diye düşündü Nick, acımasızca, Eğer eve dönüş yolunu bulmak istiyorsa, bu kadının sahip olduğu gücün her zerresine ihtiyacı olacaktı ki Nick’in yapması gereken de buydu: bu kadının eve dönüş yolunu bulmasını sağlamak. “Seni ezmek mi?” diye sordu Nick, kadının kendisine zorba demesine aldırmadan. Sonuçta Nick aniden onun hayatına dalmış ve onu alışık olduğu her şeyden koparıp almıştı. Şartların çok iyi olduğu söylenemezdi. Nick bilinmezlik korkusunun ne olduğunu biliyordu ama bu kadının bilinmezliği kendisininkinden çok daha kontrollüydü. “Bu biraz dramatik olmadı mı?”

“Hey, beni bir arabanın arkasına atan sensin.”

“Bir arazi aracı.”

“Her neyse. Bu birini kaçırmaktır. Ne istersem söyleyebilirim.”

“Ablaların nereye gittiğimizi ve orada neler olacağını büiyorlar.”

“Ve bunun beni rahatlatması mı gerekiyor?” Izzy yutkundu.

“Artık benimle konuşmayı kes.”

Nick ses tonundan onun korktuğunu anlayabiliyordu ve kadının nasıl kaskatı oturduğunu görebiliyordu. Dehşete kapılmıştı ve Nick onun dikkatini çekmek istese de, bu şekilde olmasına gerek yoktu.

“Benim adım Nick Hollister,” dedi, asi atlan sakinleştirmek için kullandığı ses tonuyla. “Kurumsal olarak hayatta kalma eğitimi veren bir okul işletiyorum. Hayatımı böyle kazanıyorum. Travmatik bir ka­yıp yaşayan veya şiddet suçlarına maruz kalan çocuklan da okuluma kabul ediyorum. Onlara benim dünyamda nasıl hayatta kalacaklarını öğretiyorum. Böylece kendi dünyalarıyla başa çıkmayı öğreniyorlar.”

Izzy pencereden dışarı baktı, ona aldırış etmediğini gösterir gibiydi. Nick onun gerçekte ne kadar görebildiğini merak etti.

“Ablaların seni birkaç haftalığına kabul etmemi istedi; körlüğe alışmana yardım etmem için.”

“Ben kör değilim,” diye tersledi Izzy. “Hâlâ yüzde otuz görebi­liyorum.”

“Ama kör gibi davranıyormuşsun,” dedi Nick. “Bir aydır odanda saklanıyormuşsun.”

“Çünkü yapabileceğim başka bir şey yok.”

“Yani hayatın sona mı erdi? Şu karşılaştığın küçük zorluk yü­zünden? Bu etkileyici.”

“Kapa çeneni,” diye bağırdı Izzy. “Sen nereden bileceksin. Kendin gayet iyi görebiliyorsun.”

“Ben de göremesem ilginç olurdu, değil mi?” Nick konuşurken direksiyonu hafifçe kırdı. Arazi aracı bir sağa, bir sola sallandı. Izzy ona dönmeye tenezzül etmedi.

“Aman, ne komik.”

“Ben komik olduğunu düşündüm,” dedi Nick. “Bak. Onlar seni seviyor. Ablaların yani,” diye ekledi, Izzy’nin anlamasına yardımcı olmak için.

Izzy bu kez uııa baktı ama sadece gözlerini devirdi. Ela rengi irisleri kazada hasar görmemişti. “Bir sohbeti sürdürmekte senden daha iyiyim. Muhtemelen senden daha akıllıyım da.”

“Bundan şüpheliyim.”

“Ah, lütfen.”

“ Kıçının üstüne oturup kendine acıyarak yaşamak sence ne kadar akıllıca?”

Izzy oturur pozisyona geçti ve Nick’e öfkeyle baktı. “Bir patla­mada kaldım,” dedi, Nick’in anlamasını sağlamaya çalışır gibi yavaşça konuşarak. “Ölebilirdim.”

“Ama ölmedin.”

“Ciddi şekilde yaralandım ve görme yetimi kaybettim.”

“Ameliyat konusunda böyle kız gibi davranmasan, ertesi gün kaybettiğini geri alabilirdin.”

Nick dikiz aynasından baktı ve tam o anda Izzy’nin gözlerini kıstığını gördü.

“Kız gibi mi?” diye sordu Izzy, kısık sesle.

“Evet. Bilirsin. Korkakça. Cesaretsizce.”

“Yetti artık!” diye bağırdı Izzy. “İndir beni, hemen burada. Beni indir, yoksa yemin ederim seni öldürürüm. Seni kendi ellerimle paramparça edip yılanlara yediririm.”

“Yılanlar insan eti yemez ki.”

“Kapa çeneni!”

“Skye senin isterik davranacağını söylememişti.”

“İndir beni!”

“Hayır.”

Izzy önündeki ağı yakalayarak sertçe salladı ama o ağ, pek kaslı olmayan cılız bir kadından çok daha fazlasına dayanmıştı.

“Ama zor biri olduğun konusunda beni uyarmıştı,” dedi Nick. “Ben de bunun için fazladan para istedim.”

Izzy arkasına yaslandı ve arka pencereden dışarı bakmaya de­vam etti.

“Ameliyata girmeyeceksen, elindekiyle hayatta kalmayı öğrenmen gerekecek,” dedi Nick. “İşte ben burada devreye giriyorum. Sana bunu nasıl başaracağım öğreteceğim. Kendi başına hareket edebilir hale gelene kadar benimle kalacaksın.”

“Ya kendi başıma olmak istemezsem?”

“Ablalarının sürekli senin yanında olmak istediğini mi sanıyor­sun? Onlann da kendi hayatları var. Kaç yaşındasın sen? Yirmi beş mi? Yirmi altı mı? Bu kadar çabuk vazgeçmeye hazır mısın?”

“Cehennemin dibine git!”

“Oradaydım zaten.”

Tanıdık, asfalt özel yola girdi ve arabayı iki katlı ana binaya sürdü. Köhne çiftliği yaklaşık sekiz yıl önce almıştı. Komşu çiftçiler sığırları için otlağını kiralarken, kendisi de sekiz hektarlık vahşi doğayı kendi kampları için kullanıyordu. Büyük ahırda bir düzine atı vardı ve müşterilerin kaldığı çok sayıda konuk evi inşa ettirmişti. Toplantı tesisleri, bir kerede elli kişiye hizmet verebilen restoran vari bir mutfak ve bir sinema salonuyla boy ölçüşebüecek büyüklükte bir televizyon odası vardı.

Izzy’nin ahırdan fazlasına pek ihtiyacı olmayacaktı. Nick, onu kendine acımaya fırsat bulamayacak kadar çok çalıştırmayı planlıyordu Izzy’yle ilgili şimdiye kadar öğrendikleri, her adımında kendisine karşı koyacağını göstermeye yetmişti ama Nick bunu umursamıyordu. Izzy’nin deyimiyle, sonunda bunu yenecekti çünkü buna mecburdu.

Arabayı evin önüne park ederek motoru kapadı.

“Geldik,” diyerek sessizliği bozdu.

Izzy kollarını göğsünde kavuşturup pencereden dışarı dik dik baktı.

“Seni indirdiğimde, istersen kaçmaya çalışabilirsin. En yakın komşu iki kilometre mesafede ve en yakın kasabaya da yirmi kilometre var. Ama etrafı görmek için dolaşmak istersen, seni durdurmam. Hava neredeyse kırk derece, dolayısıyla susuz üç gün dayanabilirsin. Tabii, öncesinde bir çıngıraklı yılan seni sokup öldürmezse.”

“Ah,” dedi Izzy, hâlâ ona bakmayı reddederek. “Korkudan titriyorum. Şimdi beni zincir ve kırbaçlarla da korkutacak mısın?”

“Genellikle yetişkinlerle çalışmam ama senin için bir istisna yaptım. Bunun kolay olacağını düşünme. Barınağının ve yemeğinin bedelini ödemek için çalışacaksın. Çalışmazsan, yemek de yok.”

Izzy başını aniden çevirerek Nick’e baktı. “Ablalarım sana para ödüyor. Beni aç bırakamazsın.”

Nick sırıttı. “İstediğimi yapabilirim. Kör olan ben değilim.”

“Canın cehenneme!”

“Tipim değilsin.”

Aralarındaki ağ olmasa, Izzy koltuğun üzerinden fırlayıp bütün gücüyle ve öfkesiyle Nick’e saldırabilirdi. O kadar kibirli, acımasız ve alaycıydı ki. Izzy’nin neler yaşadığını bilmiyor muydu? Görme yetisini büyük ölçüde kaybetmişti. Acı çekmediğinde kendine bu kadar güvenmek kolaydı. Nick’in korkmanın ne anlama geldiğinden haberi olmadığına bahse girebilirdi.

Izzy ondan nefret etmişti ve artık ablalarından da nefret edi­yordu. Kime daha kızgın olduğunu söylemesi zordu. Öfke içini yakıp kavuruyor, içinden birilerini pataklamak geliyordu. Ama sorun, pataklayabileceği kimsenin olmamasıydı. Ne azından henüz.

Nick araçtan indi ve etrafından dolaşarak Izzy’nin tarafına geldi. Kapı açıldı. Izzy gündüz sıcağını teninde hissetti.

Lexi’nin evine, pencerenin önünde oturduğu o serin odaya geri dönmek istiyordu. Bir aydır o dört duvar Izzy’nin sığınağı olmuştu. Ancak ablaları onu göndermişti. Şimdi tek başınaydı.

Arabanın koltuğundan kayarak indi ve Nick m peşinden büyük bir eve yürüdü. İçeri girdikleri anda ışık loşlaştı ve görme yetisi daha da zayıfladı. Dünya, birkaç bulanık biçimden ibaret hale gelene kadar etraf karardı.

“Burası ana bina,” dedi Nick. “Üst katta kalacaksın. Soldan ilk kapı. Odana bitişik bir banyo var. Eşyalarını orada bulacaksın. Daha sonra yerleşebilirsin. Burası oturma odası. Pek fazla kullanmayız. Mutfak şu tarafta.”

Izzy onun uzaklaştığını sesinin zayıflamasından anlamıştı ama gidişini görememişti. Izzy, bir masaya toslamasına rağmen Nick’in peşinden gitmeyi başardı ama kendisine söz edilmeyen bir basamağa takıldı. Kendini toparlamaya çalışsa da, ivmesi çok hızlıydı. Hızla zemine kapaklandı.

Tanıdık, güçlü bir kol onu belinden yakalayarak kaldırıp den­gesini bulmasını sağladı.

“Belki de bir baston kullansan iyi olur,” dedi Nick.

“Belki sen beni basamaklarla ilgili uyarsan daha iyi olur.”

“Öğrenirsin.”

“Bu kadar mı?” diye sordu Izzy. “Lütfen biraz duralım çünkü inanılmaz ilgin gözlerimi doldurdu. Az önce düştüm!

“Biliyorum. Ne olmuş? Düşeceksin. Sonra kalkıp yoluna devam edeceksin. Yoksa öylece yerde kalıp kendine acımayı tercih edecek tiplerden misin? Boş ver. Cevabı zaten biliyorum.”

Izzy ona hiç de öyle olmadığını söylemek istiyordu. Aslında dağlara tırmanan, uçaklardan atlayan, köpek balıklarıyla yüzen biriydi. Kendine acıma veya vazgeçme diye bir şey yoktu onun için. En azından patlamaya kadar.

“Anlamıyorsun,” dedi Izzy.

“Emin misin?”

Izzy ayak sesleri duydu ama nereden geldiğini anlayamadı. Burada başka kim vardı ve kendisinden ne isteyecekti?

“Ah, dönmüşsün. Güzel. İmzalaman gereken kâğıtlar var, Nick. Ve sen de Izzy olmalısın. Seninle ilgili harika şeyler duydum.”

Adam uzandı ve Izzy’nin elini sıktı. Parmakları neredeyse Skye veya Lexi’ninkiler kadar yumuşak ve pürüzsüzdü.

“Bu eğlenceli olacak. Burada, evde kalacaksın. Biliyorsun, değil mi? Yukarıda. Odanı kendim seçtim. Işığı harikadır. Nick seni tura mı çıkardı? Mutfağı sevdin mi? Norma, bizim aşçı-kâhya yemin ede­rim kurabiyeleriyle beni öldürecek. Onlara karşı koyamıyorum ama kotlarımın daha da daralmasını istemiyorum. Saçlanna bayıldım. Kıvırcıkların doğal mı? Çok güzeller. Sence de güzel değiller mi, Nick?”

“Baş döndürücü.” Konuşurken Nick’in sesi sinirliden çok teslim olmuş gibi çıkmıştı.

Izzy bu heyecanlı yeni adama döndü. “Sen kimsin?”

Adam güldü. “Ah, ne aptalım. İnsan kendini tanıtmalı. Adım Aaron. Aaron Levine. İki A. Nick’in yanında çalışıyorum.” Adam, Izzy’nin koluna girerek onu mutfaktan çıkardı.

“Onun müdürüyüm. Bütün şirket tatillerinin hesaplarını rezervasyonlarını yapıyorum ve tatilleri baştan sona yönetiyorum. Hollister Enstitüsünde her şeyin sorunsuzca akmasını sağlıyorum. Nick çocuklarla kendi ilgileniyor. Adam o zavallı çocuklara yardım etmek konusuna kendini adamış. Gerçekten çok tatlı.”

Aaron, Izzy’nin elini sıvazladı. “Pekâlâ. Buzdolabı sağ tarafında ama yerinde olsam oraya dalmazdım. Norma malzemeleriyle ilgili biraz sahipleniridir. Antrede içecekler ve atıştırmalıklar için ikinci bir buzdolabı var. Sana gösteririm. Köşede masa var. Görebiliyor musun? Bolca ışık var. Norma yemek saatlerinde zil çalar ve hepimiz aç köpekler gibi mutfağa koşarız.” Aaron güldü. “Teksas’ı sevmiyor musun? İnsan başka nerede rahatça yılan derisi çizme giyip kosko­caman kemer tokaları kullanabilir ki? Ve bir erkeğin kemer tokasının büyüklüğüyle ilgili ne dediklerini bilirsin.”

Izzy iyice afallamıştı. Kendini kaybetmiş gibiydi ve hiçbir şey anlamlı değildi. Pencerelerden süzülen ışıkla, masaların hatlarını ve sandalye olduğunu tahmin ettiği şekilleri görebiliyordu. Ama Aaron kimdi? Nick gibi bir maço, etkileyici, sıcak kanlı, komik ve eşcinsel olduğu rahatlıkla anlaşılan Aaron gibi bir adamla nasıl bir araya gelmişti? Tabii Nick de…

Nick’in en son durduğu yöne baktı.

“Hayır,” dedi kısık bir ses, Izzy’nin kulağına eğilerek.

“Neye hayır?” diye sordu Izzy.

“Ne düşündüğünü biliyorum ve hayır.”

Aaron omzunu Izzy’ninkine vurdu. “Akimdan Nick’in eşcinsel olduğunu geçiriyorsun. Çok şanslı olmalıyım. Şehirde ziyaret ettiği hanım arkadaşları var. Nick daha çok John Wayne-varidir. Şehre gider, okul öğretmenlerini baştan çıkarır, sonra da bir gün daha savaşmak için uzaklaşır.”

Izzy alnını ovaladı. “O filmi hatırlamıyorum.”

“Ne demek istediğimi anladın ama. İşte burası antre.” Aaron, Izzy’nin elini buzdolabı gibi algıladığı bir şeye bastırdı. “Bolca su, meşrubat ve benzeri şeyler var. Sakın buraya kirli ayaklarla girme, yoksa Norma canlı canlı derini yüzer. Dalga geçmiyorum. Bıçak koleksiyonu yapıyor.”

“Aaron?”

“Evet, Nick?”

“Izzy’nin turunu bitirmem gerek.”

Aaron gerildi. “Umurumda değil.”

“Biliyorum ama ben turu tamamlayacağım.”

“Izzy yeni. Çok gergin.”

“Ve kendisi de tam burada duruyor,” diye homurdandı Izzy, Aaron’ın yardım etmeye çalıştığını anlamıştı ama kendisinden bir bitkiymiş gibi söz etmeleri onu rahatsız ediyordu.

Nick bir şey söylemedi. Belki hararetli el işaretleri yapıyor ya da öylece bakıyordu. Izzy’nin bunu bilmesi mümkün değildi. Saniyeler sonra, Aaron onun kolunu bırakarak geri çekildi.

“Pekâlâ,” dedi, iç çekerek. “Izzy, Nick’in sözlerine aldırma, de­mek istediği şu ki burada olduğun için çok mutlu ve seni kesinlikle güzel buluyor.” Izzy’ye eğilerek fısıltıyla ekledi: “Sonra konuşuruz.”

Ve gitti.

“Benimle gel,” dedi Nick ve yürümeye başladı.

Izzy kör olduğunu bir kez daha vurgulayacaktı ama çizmelerinin topuklarının sert ve tahta zeminde çıkardığı sesten çoktan uzaklaştığım anladı. Izzy onun peşinden yürümeye başladı, köşedeki bir tezgâha kalçasını çarptı ve bir kapının eşiğinde tökezledi.

Dışarı çıktılar. Izzy daha parlak ışığı gördü ve yoğun sıcaklığı hissetti.

“Ahırda çalışacaksın,” dedi Nick, karanlık silüetiyle Izzy’nin önüne geçerek. “Oradan Rita sorumludur. Ne derse yap. Bakılması, temizlenmesi, doyurulması ve tımarlanması gereken on iki tane atı­mız var. Bu seni yeterince meşgul eder. Ortama uyum sağladığında, merada onlarla egzersiz yapmaya başlayabilirsin. Birkaç hafta içinde bir şirket tatili var. Bu olduğunda hepimiz birlikte çalışırız; sen dâhil.”…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Aşkın İki Yüzü ~ Susan MalleryAşkın İki Yüzü

    Aşkın İki Yüzü

    Susan Mallery

    Savaşın acılarıyla örselenmiş bir adam Özgürlüğe susamış, azimli bir kadın Entrikalarla alevlenen, tutkulu bir aşk Skye Titan’ın zengin babası kızının hayatını yönetebileceğini düşünmektedir. Kocasının...

  2. Bana Bir Aşk Borçlusun ~ Susan MalleryBana Bir Aşk Borçlusun

    Bana Bir Aşk Borçlusun

    Susan Mallery

    AŞKA BİR ŞANS VERMEK İSTEYEN İKİ İNSANIN ROMANTİK HİKÂYESİ… Lexi Titan’ın en kısa zamanda para bulması gerekiyordu. Yoksa her şeyini kaybedecekti: Kendi kurduğu işini,...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Bir Aşk Sayfası ~ Emile ZolaBir Aşk Sayfası

    Bir Aşk Sayfası

    Emile Zola

    Maviyi andıran bir fanusun içinde bir kandil yanıyordu. Şöminenin üstündeki kitabın gölgesi, odanın neredeyse yarısını yan karanlık bırakıyordu. Bu, geridonla şezlongu yalayıp geçen kadife...

  2. Elit ~ Kiera CassElit

    Elit

    Kiera Cass

    Sarayda 6 kız… Savaş kızışıyor. “Babamdan gelen mektubu ellerimde tuttum. Aspen’in prenses olamayacağımdan emin oluşu aklıma geldi. Halk oylamasında en sonuncu olduğumu hatırladım. Maxon’ın...

  3. Alfred ile Emily ~ Doris LessingAlfred ile Emily

    Alfred ile Emily

    Doris Lessing

    Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Doris Lessing, Alfred ile Emily’de, Birinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde annesiyle babasının izini sürüyor. Kitabın ilk yarısını “savaş olmasaydı nasıl bir...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur