Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İbrahim’le Buluşma
İbrahim’le Buluşma

İbrahim’le Buluşma

Ali Şeriati, Murat Demirkol

Putperestlik, heykele tapmak değildir; yakuttan, hurmadan, tahtadan, hamurdan yapılan bir heykele ibadet etmek değildir. Putperestlik, sosyal durumu tanrılar ve din aracılığıyla meşrulaştırmaktan ibarettir. İbrahim,…

Putperestlik, heykele tapmak değildir; yakuttan, hurmadan, tahtadan, hamurdan yapılan bir heykele ibadet etmek değildir. Putperestlik, sosyal durumu tanrılar ve din aracılığıyla meşrulaştırmaktan ibarettir. İbrahim, putları kırmak ve putperestliğe karşı ayaklanmakla sadece Mezopotamya’nın güneyindeki Ur şehri halkını, Babillileri kurtarmadı. Putperestlik, heykele tapmak değildir; yakuttan, hurmadan, tahtadan, hamurdan yapılan bir heykele ibadet etmek değildir. Putperestlik, sosyal durumu tanrılar ve din aracılığıyla meşrulaştırmaktan ibarettir. İbrahim, putları kırmak ve putperestliğe karşı ayaklanmakla sadece Mezopotamya’nın güneyindeki Ur şehri halkını, Babillileri kurtarmadı. Bu yüce ve görkemli hikâyeyi, böyle bir düşünceyi ne kadar da küçültüyorlar! İbrahim, insanlık tarihinde meydana getirilen o büyük yalanın, bir grup tarafından kurulan o zulüm sisteminin karşısına dikildi. İbrahim, işkencelere, eziyetlere, mahrumiyetlere, onların tesis ettiği kan dökme, zorbalık ve haydutluk tarihine karşı mücadeleyi başlattı.

İbrahim, bu statükoya, bu durumu tanrılar ve din adına sürdürmek ve insanlığı onun doğallığına ve kutsallığına inandırmak isteyen sisteme karşı ayaklandı. İbrahim, bu başkaldırısıyla insanlığın bu büyük yalana kanmasına fırsat vermedi. Aristo’dan daha çabuk davrandı. Bugün 19. ve 20. yüzyılda bile hâlâ Fransa’da ve İngiltere’de Aristo’nun: “Bir grup aşağı ırk, bir grup da üstün ırktır; insanlar böyle yaratılırlar.” sözüne inanan filozoflar vardır.
İbrahim, bu felsefî yalana karşı çıkan dâhilerden binlerce yıl önce sahte dindarların bu kurnazca ve tehlikeli yalanına karşı çıktı. İbrahim, toplumda zulüm ve ayrımcılık vasıtası yapılan ve bireylerin değişik haklara sahip olabileceğini gösteren dini yıktı ve tevhidi ayağa kaldırdı. Tevhit, herkesin bir tane Tanrı’sının olması, yani herkesin sadece insan olması demektir. İbrahim, insanlık tarihinde meydana getirilen o büyük yalanın, bir grup tarafından kurulan o zulüm sisteminin karşısına dikildi. İbrahim, işkencelere, eziyetlere, mahrumiyetlere, onların tesis ettiği kan dökme, zorbalık ve haydutluk tarihine karşı mücadeleyi başlattı.
İbrahim, bu statükoya, bu durumu tanrılar ve din adına sürdürmek ve insanlığı onun doğallığına ve kutsallığına inandırmak isteyen sisteme karşı ayaklandı. İbrahim, bu başkaldırısıyla insanlığın bu büyük yalana kanmasına fırsat vermedi. Aristo’dan daha çabuk davrandı. Bugün 19. ve 20. yüzyılda bile hâlâ Fransa’da ve İngiltere’de Aristo’nun: “Bir grup aşağı ırk, bir grup da üstün ırktır; insanlar böyle yaratılırlar.” sözüne inanan filozoflar vardır.
İbrahim, bu felsefî yalana karşı çıkan dâhilerden binlerce yıl önce sahte dindarların bu kurnazca ve tehlikeli yalanına karşı çıktı. İbrahim, toplumda zulüm ve ayrımcılık vasıtası yapılan ve bireylerin değişik haklara sahip olabileceğini gösteren dini yıktı ve tevhidi ayağa kaldırdı. Tevhit, herkesin bir tane Tanrı’sının olması, yani herkesin sadece insan olması demektir.

İÇİNDEKİLER

Ali Şeriati
Yayıncının Notu
Farsça Yayıncının Notu

BİRİNCİ BÖLÜM
İbrahim’le Buluşma
Hacca Güç Yetirebilme Kavramı
Genel Mülkiyetin Özel Mülkiyete Dönüşmesi: Altın Çağdan Çıkış
Sahte Din, Sahte Felsefe
Putperestlik Karşısında İbrahim’in Tevhidi
Hâbil ve Kâbil
Mülkiyetin Ortaya Çıkış Dönemi
Makinizmin Ortaya Çıkış Dönemi
İbrahim’in Hareketi
İslam’a Göre İbadet
Mikatta “Ben”ler “Biz”e Dönüşür
Günümüz İnsanının Yalnızlığı: Ben ve Biz Meselesi
İsyandan Sonra Teslimiyet
Doğrudan Anlatım, Sembolik Anlatım
Sembolik Eylem
Birleşme, Toplanma ve Hareket
Birinci İlke: Birleşme
İkinci İlke: Toplanma
Üçüncü İlke: Hareket ve Hicret
İKİNCİ BÖLÜM
1970 Yılı Hac Yolculuğu Konuşmaları
Hicret Şehri Medine
Hicretin Mantıksal Sonucu: Medeniyet
Hicret Çeşitlerinin İncelenmesi
Genç Neslin Kurtuluşu
Hicret, Ümmet ve İmamet
Hac Rükünlerinin Analizi
İbrahim’in Dinini Dirilten Muhammed İslam’ı
İsmail’ini Kurban Et!
Vasilik ve Şûra
Ne Yapmalı
Muhammed’in Doğumundan Peygamber Seçilişine Kadarki Hayatıyla İlgili Bazı Notlar
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1971 Yılındaki Hac Yolculuğu Konuşmaları
Yirmi Üç Yıl, Yirmi Üç Gün
İslam’da Hicretin Önemi ve Kur’an’daki Beş Tür Hicretin İncelenmesi
Peygamber Mescidi’nin Krokisi ve Etrafı; Hz. Fatma’yı Tanımanın Hayatî Gerekliliği
Tüm Eylem, Hüküm ve Duyguların Temeli: Tevhit
Şirk Çeşitleri
Şimdi Kâbe’ye Vardın, Kâbe’de de Kalma
Gözden Geçirme ve Sonuç
Gelecek İçin Karar
EKLER
Tarih ve İslam’daki Önemi
Tarih: İnsanın Doğal Oluşumunun Seyir Çizgisi
Ali’nin Kitabı, Yarının Kitabı, Bütün Zamanların Kitabı
Eğitim ve Öğretimde Sabit Standartlar
İslamî Bilgiler
Biyografi Yazımında Tipolojinin Gerekliliği
Ölüm, Dirilere Mesaj
Resimler
ALİ ŞERİATİ
23 Kasım 1933’te Horasan eyaletine bağlı Sebzivar’ın Mezinan köyünde dünyaya geldi. 1950’de Meşhed’deki Öğretmen Koleji’ne girdi. 1952’de Meşhed yakınlarındaki Ahmedâbâd köyünde öğretmenliğe başladı. 1955 yılında Mektebi Vâsıta’yı yazdı. Ebuzeri Gıfarî’yi tercüme etti. 1956’da Meşhed Üniversitesi’ne girdi. Ulusal Direniş Hareketi’ne üye olduğundan, babası ve diğer üyelerle birlikte tutuklandı, altı ay tutuklu kaldı. 1959’da Alexis Carrel’den Dua’yı tercüme etti. Üniversiteden başarıyla mezun oldu. 1960’ta Fransa’ya gönderildi, orada sosyoloji ve dinler tarihi üzerine çalıştı. Cezayir Kurtuluş Hareketi’ne aktif olarak katıldı. Bu faaliyetlerinden dolayı Paris’te tutuklandı; bu arada birçok makale, konuşma ve çevirisi değişik dergilerde yayımlandı. Sosyoloji ve dinler tarihi alanında doktorasını tamamlayarak 1962’de İran’a dönerken sınırda tutuklandı; aylarca hapiste kaldı. Hapisten çıktıktan sonra öğretmenlik yapmaya başladı ve Meşhed Üniversitesi ve diğer merkezlerde konferanslar verdi. Hüseyniyei İrşad 1973 Eylül’ünde kapatıldı. Savak, Şeriati’yi aramaya başladı. Kendisini bulamayınca babasını tutukladı. Babası bir yıl kadar hapsedildi. Şeriati teslim oldu ve on sekiz ay hücrede kaldı. 197577 arası Savak’ın takibinden sürekli kaçıp başkalarının evlerinde kalarak çalışmalarına devam etti. Sabahlara kadar süren konuşmalar yaptı. 16 Mayıs 1977’de Avrupa’ya hicret etti. Otuz gün sonra İngiliz İstihbaratı’nın yardımıyla Savak tarafından şehit edildi.
YAYINCININ NOTU
Yayınevimiz, Şeriati düşüncesini külliyat olarak okurlarına sunmakla önemli bir hizmet vermektedir. Merhum Şeriati, dünyanın bugün yaşayan iki önemli medeniyeti olan, İslam ve Batı medeniyetini yakından tanıma fırsatı bulmuş ender şahsiyetlerden biridir. Dahası, bir sosyolog gözüyle incelediği konuları, dahiyane bir düşünce işçiliği ile işlemiş ve Fars edebiyatının kendisine kazandırdığı akıcı üslupla ortaya koymuştur. Bilimsel liyakati, özgün bakış açısı, dindarlığı ve inandığı doğrular uğruna can verecek kadar yürekli kişiliği ile sadece İran gençliğini arkasından sürüklemekle kalmamış, dünya Müslümanlarının öze dönüş çabasına katkıda bulunarak bir döneme damgasını vurmuştur. Onun bu özgün ve özgürlükçü tutumu, sadece İslam düşmanlarının tepkisini çekmekle ve onlar tarafından şehit edilmekle kalmamış, dost ve kardeş bildiği Müslümanlardan da çok büyük tepkiler almıştır. Çünkü onun düşünceleri, Batılı saldırı karşısında çok derin ve güçlü bir mukavemet oluştururken İslam geleneğini kirleten ve çöküntüye sebep olan bidat ve hurafelere de ağır darbe indiriyordu. Tabiî bu da bilinçsiz kesimler nezdinde İslam’ın kendisine yapılan bir saldırı olarak algılanıyordu.
Kendi tabiriyle içinde doğup büyüdüğü geleneksel Safevî Şiîliğine yönelttiği eleştiriler yüzünden İran’da dışlanırken, Şiî bakış açısı nedeniyle de Sünnî dünyadan önemli tepkiler almıştır. Ancak Şeriati, her ne kadar Ali Şiası ve Safevî Şiası ayrımı yapsa ve Safevî Şiîliğini eleştirse de eleştirdiği düşünceden bütünüyle kurtulamamış ve söz konusu etkilerle Sünnî dünyanın kabul edemeyeceği kimi düşünceler serdedebilmiştir. Sahabiler hakkında kullandığı ifadeler hoşgörü sınırını zorlayan kusurlar olarak değerlendirilebilir. Ayrıca yaşadığı çağ ve çevrenin etkisiyle Fransız sosyalistlerinden etkilendiği ve kimi yorumlarında bu etkinin izlerinin görüldüğü de söylenebilir.
Ali Şeriati’nin de her insan gibi hata edebileceğini, hatalarının ve savaplarının sadece kendisini bağlayacağını okuyucunun takdir edebileceğine inanıyoruz. Fecr Yayınevi olarak, ölçümüzün Kur’anı Kerim ve onun numunei timsali olan Hz. Peygamber (a.s) olduğuna inanıyor, Şeriati de dahil bütün insanların bu ölçüler içinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Onun her görüşünü onaylamadığımız halde eserlerini yayınlıyor, ama katılmadığımız görüşlerine de müdahale etmeyi uygun görmüyoruz. Çünkü böyle bir müdahalenin düşüncelerin doğru anlaşılmasına engel olacağı, bunun da hem yazar hem okur açısından bir hak ihlali sayılacağı kanaatindeyiz. Buna rağmen kimileri, tasvip etmedikleri düşüncelerden dolayı bilinçsiz okuyucuların olumsuz etkileneceği gerekçesiyle vebal alacağımızı düşünebilirler. Fakat biz, genelde Müslüman olmanın, özelde Şeriati okuru olmanın, okuduğu her şeyi kabullenen değil, eleştiren bir seviye gerektirdiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla bütün olumsuzluklarına ve kusurlarına rağmen Şeriati’nin o engin birikiminin bizlere çok şey kazandırdığına ve kazandıracağına inanarak eserlerini külliyat olarak yayınlamaya karar vermiş bulunuyoruz. Buna paralel olarak hem Fars hem de Türk edebiyatına vukufiyetiyle temayüz etmiş mütercimlerden oluşan bir heyet oluşturarak eserlerin en az hata ile çevrilmesine de özen gösterdik. Bu nedenle tercümeler, sadece söz konusu eserleri dağınık vaziyette sunulmaktan kurtarmayacak, Şeriati okurunun liyakatsiz tercümelerden çektiği sıkıntıları da asgariye indirecektir.
Külliyattaki kitapların bazılarında yazara ait olmayan dipnotlar yer almaktadır, İran’daki Dr. Ali Şeriati Eserlerini Derleme Bürosu tarafından eklenen notların sonunda (Derleyen), yayınevimiz tarafından ilave edilen notların sonunda (Fecr), mütercimlerin ilave ettiği notların sonunda ise (Çev.) ifadeleri kullanılmıştır. Bunların dışındaki dipnotlar Ali Şeriati’ye aittir.
Bütün hassasiyet ve çabamıza rağmen, insan olmamız hasebiyle gözümüzden kaçan kusurlar olursa okurumuzdan özür diler, eleştirilerine müteşekkir kalırız. Bu vesileyle Şeriati’ye Allah’tan rahmet diler; başta değerli mütercimler olmak üzere, editörlere, tashih ve redakte heyetine ve eserlerin sizlere ulaşmasında emeği geçen bütün dostlara gönülden teşekkür ederiz.
FECR YAYINEVİ

 

FARSÇA YAYINCININ NOTU

 

Elinizdeki derleme, aşağıdaki şekilde  her birisi birkaç bölüm içeren üç temel bölüm ve yedi bölümden oluşan bir “Ekler” bölümü ihtiva etmektedir:
Birinci Bölüm: İbrahim’le Buluşma: 1922 Mart 1970 tarihlerinde ilk hac yolculuğu dönüşünden sonra Hüseyniyei İrşad salonunda yapılan ardışık dört konuşma.
İkinci Bölüm: 1971 Yılındaki Hac Yolculuğu Konuşmaları: Bu bölüm on bir konuşma içermektedir. Tertip, düzen ve genel başlıkların seçimi tarafımızdan yapılmıştır. Söz konusu konuşmaların başlık, yer ve tarihlerini haberdar olduğumuz ve ilgili kasetlerde bulunduğu kadarıyla aşağıda belirtiyoruz:
Hicret Şehri Medine: Medine’de 23 Ocak’ta yapılan konuşma.
Medeniyet: Hicretin Mantıkî Sonucu: Medine’de 24 Ocak’ta yapılan konuşma.
Hicret Çeşitlerini İnceleme: Medine’de 25 Ocak’ta yapılan konuşma.
Genç Neslin Kurtuluşu: Medine’de 26 Ocak’ta yapılan konuşma.
Hicret, Ümmet ve İmamet: Mekke’de bir konuşma.
Hac Rükünlerinin Analizi: 5 Şubat’ta Arafat’ta yapılan konuşma.
İbrahim Dininin İhya Edicisi Muhammed’in İslam’ı: Mina’da bir konuşma.
İsmail’ini Kurban Et: Mina’da bir konuşma.
Vesayet ve Şûra: Mina’da bir konuşma.
Ne Yapmalı: 16 Şubat’ta Mekke’de yapılan konuşma.
Muhammed’in Doğumundan Peygamber Seçilişine Kadarki Hayatıyla İlgili Bazı Anekdotlar: Hira mağarasında bir konuşma.
Üçüncü Bölüm:
İkinci bölüm hakkında hatırlattıklarımız bu bölüm için de geçerlidir. Bu bölüm, başlıkları aşağıda belirtilen yedi bölümü kapsamaktadır:
1 Yirmi Üç Günde Yirmi Üç Yıl: Medine’de bir konuşma.
2 İslam’da Hicretin Önemi ve Kur’an’da Beş Tür Hicretin İncelenmesi: 15 Ocak’ta Medine’de yapılan bir konuşma.
3 Peygamber Mescidi’nin ve Etrafının Krokisi ve Hz. Fatıma’yı Tanımanın Hayatî Zarureti: 16 Ocak’ta Medine’de yapılan bir konuşma.
4 Tevhit: Bütün Amellerin, Hükümlerin ve Hassasiyetlerin Temeli: 20 Ocak’ta Mekke’de yapılan bir konuşma.
5 “Kâbe’ye Vardığın Şu Anda Kâbe’de Kalma”: Konuşma zamanı belli değildir.
6 Gözden Geçirme ve Sonuç: 27 Ocak’ta Mina’da yapılan konuşma.
7 Gelecek İçin Karar: 29 Ocak’ta Mina’da kısa bir karşılıklı konuşma.
Ekler:
1 Tarih ve İslam’daki Önemi: M. 1970/H. 1390 Cemaziyessani ayının üçünde Hüseyniyei İrşad salonunda yapılan bir konuşma.
2 Tarih: İnsanın Doğal Oluşumunun Seyir Çizgisi: İlk defa bu derlemede basılan tarihsiz bir el yazısıdır.
3 Ali’nin Kitabı, Yarının Kitabı, Bütün Zamanların Kitabı: Bu bölüm de daha önce yayınlanmamış bir el yazısıdır.
4 Eğitim ve Öğretimde Sabit Standartlar: 27 Nisan 1971 tarihinde Sipah Daniş Yüksek Öğretmen Okulunda yapılan bir konuşma.
5 İslamî Bilgiler: Bu bölüm, Şehit Öğretmenin Meşhed Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde 19671968 öğretim yılında verdiği şifahi derslerden bir bölümdür. “Derleyen” tarafından “İslamî İlimler ve Bilgiler” başlığı altında bir kitapçık olarak neşredilmiştir.
6 Biyografi Yazımında Tipolojinin Gerekliliği: Beşinci kısmın açıklamalarına müracaat ediniz.
7 Ölüm: Dirilere Mesaj: Şehit Öğretmenin, eşinin babasının ölümünün matem merasiminde 13 Temmuz 1971’de Hüseyniyei İrşad salonunda yaptığı kısa konuşma.
1971 yılı hac konuşmalarından birinin bundan önce “Tevhit ve Şirk” başlığı altında külliyatın 23. kitabında basıldığını hatırlatmak gerekir.
Külliyatta yer alan 18 veya 19. kitapta dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta şudur: “Âdem’in Mirası” ve “Âdem’in Varisi” başlıkları altında yapılan üç konuşmanın derlemesinde Şehit Öğretmenin, “Âdem’in Varisi” konuşmalarından birinin önsözünü 18. kitabın ekinde İslambilim’in 18. dersi olarak gösterdik. Tarihleri sırasıyla 24 Nisan 1971 ve 26 Şubat 1972 olan diğer konuşmada “Âdem’in Varisi Hüseyin” külliyatın 19. kitabında yayınlanmıştır el yazmasının içeriğinin tekrarı olması sebebiyle onları Külliyat’a almaktan kaçındık.
Hatırlatma bağlamında şu nokta önemlidir: Dr. Ali Şeriati’nin İrşad Müessesesi tarafından yayınlanmış konferanslarının isim listesinde onun 1970 yılı hac yolculuğu konuşmalar silsilesine işaret edilmiştir. Biz gerekli araştırmalardan sonra Şehit Öğretmenin çeşitli sebeplerle o yıl konuşma yapmaktan kaçındığını anladık. Sadece “İslam Kongresi” konferansı için “İslam’da Ümmet” adlı makaleyi hazırlamış; bu makale daha sonra “Rabitatu’lAlemi’lİslamî” dergisinde yayınlanmıştır.
*
Sonunda aşağıdaki hususları hatırlatalım:
1. Bir kelime veya ibarenin eklenmesinin gerekli görüldüğü her yerde onu [ ] şeklinde köşeli parantez içine yerleştirdik.
Anlaşılmayan ve hatta tahmin edilemeyen kelime veya kelimelerin olduğu yerlerde …* şeklinde üç nokta ve yıldız işareti kullanılmıştır.
Şehit Öğretmen Dr. Ali Şeriati’nin Eserler Külliyatını
Derleme ve Düzenleme Bürosu / 24 Şubat 1983
BİRİNCİ BÖLÜM

İBRAHİM’LE BULUŞMA

Böyle bir günde teamülün aksine niçin görünürde bu günlerle hiçbir alakası olmayan bir konuyu gündeme getirdiğimi açıklamalıyım. Açıklama sadedinde şunu arz etmem lazım: Birincisi, benim İrşad Kurumundaki programım özel bir programdır; yani genel manada halka yönelik bir tebliğ ve irşat programı değildir. Çünkü ben böyle bir konumda değilim. Ben, buraya gelen, öğrencileriyle karşı karşıya olduğumuz konularda böyle bir özel çerçevede kendi diliyle konuşan sade bir öğretmen konumundayım. Bundan dolayı benim prensip olarak tarihle, takvimle ve zamanla münasebeti olmayan, aksine aydınlarımız ve entelektüellerimiz arasında gündemde olan fikrî, ruhsal ve itikadî meseleleri ve sorunları gündemime almam gerekir.
… İkincisi, bu daha önce söylemiş olduğum bir ruh halidir. Ben her zaman konuşulacak sözü söylemekteyim. Yani inceleme, düşünme ve çalışmanın etkisiyle zihnime gelen bir meseleyi gündeme getiriyorum. Normalde bu durum sürekli zamanın gerektirdiği şeyle uyumlu değildir; bilakis her zaman söyleyeceğim söz ve düşünce münasebetiyle konuşuyorum.
Hacca Güç Yetirebilme Kavramı
Bu yıl ne mutlu ki Allah yardım etti ve ben kendi gücümle değil, İrşad Kurumu’nun davetiyle hayatımın en büyük arzularından birine nail oldum ve hacca gittim. Zira basit bir öğretmen buna kendi imkânlarıyla güç yetiremez. Orada insanlık tarihinin bu büyük ve köklü ümmetinin bir ferdi olarak anladığım şeyleri burada oturum münasebetiyle kısaca sunacağım. Hac konusundaki konuşmalar, burada düzenlenen programa göre birbirini takip eden dört1 oturum halinde yapılacaktır. Bundan dolayı yapacağım dört konuşma, hac hakkında söylediklerimden ibarettir.
Bugün haccın dayandığı ilkeler, kültür ve maneviyatı tanıma alanında bir ön söz ile başlayacağım. Hac ve Kâbe hakkında edindiğim izlenimleri naklettiğimde bu anlatımlar, bu geleneğin dayandığı ve anımsattığı bir din, tarih, sosyal ve manevî ilkeler bütünü ile ilgili birinci derecede bir bilgiye dayanır. Bundan dolayı sizden ilk olarak bugünkü anlatımımı bir konuşma veya bağımsız bir konferans olarak görmemenizi rica ediyorum. İkinci ricam, eğer imkânınız varsa en temel düşüncelerimi ortaya koyacağım sonraki konuşmalarımı da dinleyin; eğer dinleyememişseniz bugün duyduklarınızı hacla ilgili bir konuşma olarak telakki etmeyin. Daha doğrusu konuşmam hac etrafındadır.
Bu dört oturumda söyleyeceklerimin, sizin bildiklerinizin, eski veya yeni büyük âlim ve araştırmacılarımızın bu konuda yazdıklarının ve bu ziyaret vesilesiyle edindikleri hatıralardan ve ruhsal ve fikrî izlenimlerden oluşturdukları yazıların tekrarı olmamasına çalışacağım.
Ben bu meseleyi sahip olduğum özel bir bakış açısıyla analiz edeceğim. Hac konusunda bütün oturumlarda söylediklerimin daha iyi bir açıklaması ve aydınlatılması için daha fazla açıklama ve araştırmaya teşebbüs eden değerli öğrencilerin son yıllarda yazı ve konferanslarımda gündeme getirdiğim sözlere müracaat etmeleri gerektiğini arz etmek istiyorum.
Benim için hac ziyareti ve bu ilginç törenden çıkardığım sonuç, antropoloji, tarih, dinler, felsefe ve çağdaş insanın yaşamının çeşitli boyutları hakkında söylediğim her şeyi saf bir cevher ile uyumlu ve olgun bir büyük sistem olarak gördüğüm bir aynadan ibarettir. Bundan dolayı üzerimde bıraktığı etki, tamamen tasavvur edilemez.2
Çünkü bu ibadeti eda edebilmek için belirlenen süre ömür boyudur. Bu töreni, geleneği ve vacibi yerine getirme konusunda kimsenin acelesi yoktur. Bundan dolayı ister istemez hayatın en son merhalesine havale edilir ve mecburen bu geleneğin edası konusundaki anlayış, kişinin Allah nezdinde borçlu olduğu ve bu borcu ömrünün sonuna kadar ödemesi gerektiği şeklindedir. Son anlarında da gitse ve eda etse artık haccın felsefesine ve bu geleneğin hikmetine erişmiştir ve büyük bir yükümlülükten kurtulmuştur.
Ama benim anladığım şekilde böyle olması halinde böyle değildir. [Yani] imkân sahibi olma şartını taşıyan her insanın yerine getirmesi gereken bir vacip olmakla birlikte bu anlamda ömür boyu imkân bulduğun her vakit boynundan düşürmen gereken bir kulluk farizası değil, pratik bir ödevdir. Bugün ben hac hakkında konuşmak istediğimde bugüne kadar konuşulanın aksine ve muhatabın haccı eda edebilecek çok az imkâna sahip kimseler olmasının aksine muhatabım, bu İslam toplumuna ve büyük İbrahimî kültüre bağlı olsalar da olabildiğince çok çabuk ve hızlı gitmeleri, düşünmeleri ve görmeleri gereken kimselerdir. Bu, kişinin kaderindeki etkisi sadece ölümden sonra ortaya çıkacak bir kulluk ve ahiret ödevi değildir; aynı zamanda kişinin ve toplumun, etkisini hayatında ve gönlünde ölümden önce de göreceği bir eylemdir. Bundan dolayı ölünceye kadar fırsatımız olduğunu düşünmememiz gerekir. En ufak bir imkâna kavuştuğumuzda gitmeyi düşünmeliyiz. Hac, zenginlerin Allah’a verdiği bir vergi değildir. Herkesin gitmesi gerekir. Tabii ki engeli olan ve gidemeyen kimse muaf olur. Bu ikisi aynı şey değildir. “Zenginler gitsin!” sözü, “Bütün insanlar gitsin!” sözünden farklıdır. Güç yetirme,3 zengin olmak yani bizim anladığımız maddî imkâna sahip olmak değildir. Bilakis güç yetirme, bir eylemin yerine getirilebilmesidir. Sadece hacda değil, namazda, oruçta, ders işlemede, yaşamda, ekonomik, bedensel ve sağlıkla ilgili her eylemde sosyal şartlardan ve [elde bulunan] imkânlardan biridir. Güç yetirme hacca özgü değildir ki hac hakkında konuştuğumuzda genelin tasavvuru “Zengin sınıfa özgüdür” şeklinde olsun. Meseleyi ibadet ve uhrevilik yönüyle ele aldığımız için aydınlar, entelektüeller ve düşünürler kendilerini bu davete muhatap görmüyorlar; aksine İbrahim’in hac ziyareti davetine sadece zenginlerin muhatap olduğunu düşünüyorlar. Hâlbuki ben haccın bir düşünme yeri ve anlama eylemi olduğunu söyleyeceğim. İster istemez İbrahim oraya hep kendisini tanıyan, bir yerde biriken sırları anlayan ve toplumlarına ve nesillerine döndüklerinde bunu onlara anlatan kimseleri çekmektedir. Hac, insanlık tarihiyle başlayan ve hâlâ devam eden bir hareket vasıtasıyla ve aynı şekilde İbrahim’den İslam Peygamberine kadar birtakım yazarlar tarafından yazılıp tedvin edilen bir kitabın başlığından ibarettir.
Hac bu kitabın başlığıdır. Başlığı sürekli tekrarlar, kutsar ve aracı edinirsek hiçbir şey anlamayız. Hac, işte açılması, anlaşılması, tekrar tekrar okunması ve üzerinde düşünülmesi gereken bu kitabın başlığıdır.
Maalesef hac geleneği aramızda canlı olmasına ve her gün hem törensel hem de pratik açıdan daha da canlanmasına rağmen İbrahim’in büyük dininin temeli olan bu geleneği tanıma bakımından son derece fakiriz. Bir kitap inceleyicisi bu konuda düşünmek, anlamak ve bu ameli kavramak istese eline çok az belge ve metin geçecektir.4
İbrahim’i tanımak, en olgun ve en sonuncusunun bağlıları olarak inandığımız büyük hak dinlerin temel ruhunu tanımaktır. Bundan dolayı İbrahim’i tanımak, dini tanımanın, asıl kurucusu İbrahim Halil olan İslam’ı tanımanın temel şartıdır. Bizim ve araştırma ve incelemeleri olan ve İbrahim’i tanıyan kimselerin onun hakkında sahip olduğumuz en iyi tanıma ve bilgilenme, Mezopotamya, Mısır ve Filistin’de onunla ilgili genel ve müphem bir biyografidir. Basit bir biyografi ve hikâye! Nerede idi? Hangi şehirde idi? Sonra nereye hicret etti? Nasıl bir kaderi vardı? Nasıl evlenmiştir? Çocukları kimlerdi? Sonra İbrahim’in mücadeleleri kayboluyor. Bu mücadeleler, geçmiş olayları anlatan bir nakilcinin anlatım düzeyi ile sınırlıdır. İbrahim’in eyleminin gerçek değeri ve hakiki anlamı ve insanlık tarih ve medeniyetindeki düşünsel devrimi açık değildir. Hâlbuki İbrahim’i tanıtıyorlar. Yoksa birkaç putu kırmanın onun adı put kırmaksa tabii hem de Babil’de veya Ur’da kırılmış taş heykeli kırmanın hiçbir ilginçliği yoktur. İnsanlığın günümüz maneviyatının kurucuları ve önderleri olan Musa, İsa ve Muhammed bile kendilerini İbrahim’in dinine bağlı ve onun hareketinin tarihteki devam ettiricileri olarak görmektedirler.
Öyleyse bu put kırmanın, İbrahim’in eyleminin, Mezopotamya’da giriştiği ayaklanmanın ve insanlık tarihinde bıraktığı etkinin anlamı nedir?
Bu sorunun cevabı, İbrahim’in dininin, İslam’ın ruhunu tanımak, böyle haccı tanımaktır. Ben ekonomik ve siyasal görüşler tarihi dersi, aynı zamanda dinler tarihi dersi verdiğim bir yılda insanlık tarihindeki çok önemli bir mesele ile karşılaştım. Eğer bu mesele sabit olur ve siz de onu kabul ederseniz bu sadece büyük hak dinlerin tarih felsefesi ve tarih sosyolojisi açısından temeli olmakla kalmaz; aynı zamanda bizim genel manada İbrahim’in tarihte başlattığı dinî hareketi bütün inceliğiyle ve somut olarak tanımamıza da yardım edebilir. Yani İslam’a başka bir bakış açısından bakılabilir. Böylece İbrahim’in tarihteki, toplumdaki ve insanlığın geleceğindeki esas ruhu ve ana yönü tam olarak bulunacaktır.
Genel Mülkiyetin Özel Mülkiyete Dönüşmesi:
Altın Çağdan Çıkış
Orada mülkiyet tarihini incelediğimde şu ilkeye ulaştım, yani şu hususu anladım:5 Tarihte, tarih felsefesinde insanın ilk ortaya çıktığında yeryüzünde birbirinden ayrı müstakil fertler halinde ama birlikte yaşadığı yazılıdır. Yani insanlar o ilk dönemden itibaren toplumsal halde idiler; yani birlikte, toplu halde yaşıyorlardı, ama bu birliktelik aralarındaki ilişkiler ve gruplara, sınıflara ve fertlere bölünme şeklinde değildi. İnsanlar burada oturdukları gibi (hepsi birliktedir, ama aralarında gruplara ayrılma yoktur, eşit olarak otururlar.) tarihin başlangıcında bireysel olarak yaşıyorlardı. Başkasının hâkimi ve sahibi olmadıkları gibi, başkasının mahkûmu da değillerdi. Başkasına muhtaç değillerdi. Çok sayıda kuşun topluca göç etmesi gibi toplu halde yaşarlar ama her biri diğerinden bağımsız olarak kendisi için yaşar. Bu, insanların tarihteki ilk hayat merhalesinde ilkel eşitlik dönemidir. Bu eşitliğin sebebi nedir? Acaba bunları genel bir eşitliğe çağıran bir maneviyat, ideoloji ve din mi vardır?
Hayır. Hayatlarının, işlerinin ve üretimlerinin temeli, toplumsallık tarzları fertlerin birbirlerine eşit olmalarını, kimsenin kimseyle bir alakasının olmamasını gerektiriyordu. Niçin? Çünkü insan fertleri o ilkel durumda kendi besinlerini, yaşamaları için gerekli ekonomik ihtiyaçlarını tabiatın cömert ve serilmiş sofrasından alıyorlardı. Ormana giriyorlar, her fert bol miktarda hizmete sunulmuş olan orman meyvelerini koparıyor ve avlanıyordu. Denize giriyor, balık tutuyordu. Bütün bunlar birkaç şeyle sınırlı değildi. Bundan dolayı herkes tabiatın üretim sistemi karşısında özgür ve eşit olarak yaşıyordu. Öte yandan hiç kimse ya elindekinden başka üretim araçlarına sahip değildi ya da sahipse bile bu o kadar sade idi ki her fert ancak kendi hizmetindeki üretim aracına sahip olabiliyordu ve onunla avlanabiliyor veya balık tutabiliyordu. Avı için sivri uçlu bir taş veya balık tutmak için bir ip, bir ağ ve yaptıkları özel oklarla sade tur yeterliydi. Bunlar herkesin elinde bulunabiliyordu. Dolayısıyla ekonomik üretim yeryüzünde ve tabiatın elinde olduğu için ve herkesin eline bolca geçtiği için tabiat sofrasının kenarına herkes eşitçe oturuyor ve özgürce yiyordu. Tabiat, herkesin önüne ihtiyaç duyduğu ölçüde cömertçe koyuyordu. Üretim aracı, yani avlanma, meyve toplama ve balık tutma aracı sade ve ilkel aşamada olduğu için bu araca sahip olan ve başkalarının av için kendisine başvurduğu ve bu aracın hizmetlerine verilmesi için birtakım şartlar ortaya koyan belli başlı kişilerin tekelinde değildi. Herkes kendi kendisinin işçisi, kendisinin adamı, kendisinin efendisi, kendisinin üreticisi ve tabiat içinde özgür idi. Bu, insanlığın sosyal ve ekonomik bakımdan ilk eşitlik dönemidir. İnsan, tarihinin başlangıcı olan bu dönemde genel bir birlik hayvan ve kuş sürülerinde olduğu gibi bilinçsiz, bedevî ve gayri medenî bir şekilde mutluluk ve barış içinde yaşar.
Huzur, kardeşlik ve doğal mutluluk, 2700 yıl önce Lao Tzu’dan sosyal hayattan ve iş bölümü formundan muzdarip olan 18. yüzyılda Rousseau’ya ve günümüzde Spengler gibi birçok kişiye kadar bazı insanların o ilkel döneme dönme arzusu taşıdıkları aynı mutluluktur. Bu, insanların tekrar dönme özlemi duydukları aynı dönemdir. Her şeyin iyi ve herkesin rahat olduğu eski dönem, altın çağ, başlangıç! Eskiden beri efsanelerde bulunan bu özlem, bu geçmişe dönme arzusu, geçmişte kötülük, zillet, adam öldürme ve mutsuzlukların olmadığı fikri, insanların bilinçli veya bilinçsiz o döneme ilişkin hatırasıdır.
Ne oldu da altın çağ sona erdi? Ne oldu da muntazam huzur ve fertlerin tabiatın kucağındaki eşitliği kayboldu? Ne oldu da insanların ilk zamanlardaki mutluluğu sıkıntılar, kanlar, zulümler ve ayrımcılıklar tarihine dönüştü?
İnsanlığın ilkel şekli yavaş yavaş değişti ve gelişti. İnsanların düşüncesi gelişti, çalışma tarzında, üretim sisteminde, sosyal yapısında ve yemek pişirme şeklinde çeşitlenme meydana geldi. Düşündü, değiştirdi, mesela tarım ortaya çıktı. Dış dünyada gördüğümüzün aksine insan, önce avlanma merhalesinden tarım merhalesine ulaştı. Onun düşüncesi “Ben bedevi olan ve vahşi ortamda yetişen bu meyveyi ve ağacı bir toprak parçasında yetiştirebilirim, müsait şartlarda olgunlaştırabilirim ve onun meyvesinden faydalanabilirim.” fikrine intikal etti. Çiftçilik doğdu. Çiftçilik doğunca tabiat sofrası meselesi insanın sofrasına dönüştü. Tabiat, sofrasını topladı; bu tarz düşünen, bu tarz yeni üretim, yeni iş, yeni iş araçları, maddî ve ekonomik hayat sahibi olan kimseler sofralarını açtılar. Niçin? Orman ve deniz herkesin hizmetinde idi. Ama burada tarım için ayrılan o toprak parçası, denizin ve ormanın herkesin hizmetinde olması gibi değildi. İş, gıda, hasat ve üretimin sınırlılığı meselesi ortaya çıktı. Sınırlılık doğdu. Sınırlı bir toprak parçası ister istemez bütün fertlerin tasarrufunda olamaz. [Bilakis] bunun bir grubun tasarrufunda olması gerekir. Tarihin başlangıcında, ne ilke ne hak ne kanun ne de öncelik bulunan bir tarihte böyle olsa da ister istemez bir toprak parçasının, bir grubun tasarrufunda çokça bulunan tarım araçlarının sınırlı bir grubun elinde olması gerekir. İşte bu yüzden tarihin kaderi değişir. Bundan dolayı tarihin yönü başka bir yöne döner ve bugün devam etmekte olan tarih başlar.

Dipnotlar
1 Kasette “üç” olarak geçmektedir. Çünkü başlangıçta üç oturumluk konuşma olması kararlaştırılmıştı; fakat daha sonra bir oturum daha eklenmiştir. (Derleyen)
2 Maalesef bu ülkenin çoğu tahsillisi gibi bana göre de anladığım ve tasavvur ettiğim şey, Allah’ın İslam takipçilerine zorunlu kıldığı ve ömürleri boyunca maddî ve bedensel şartları taşıdıkları sürece yerine getirmeleri gereken bir tören ve ibadetten ibaretti.
3 Güç yetirmenin bize açıklanan “zengin” şeklindeki anlamı yanlıştır. Bundan dolayı gücü yetenin hacca gitmesi gerektiğine göre o zaman zenginler hacca gitsinler. Güç yetirmek sadece haccın şartı değildir. O, hayatımızdaki her dinî ve insanî eylemin şartıdır. Yani şöyle ki benim bir işi bedensel açıdan yapabilmem için maddî ve ekonomik imkânlarımın da olması gerekir. Zengin olduğumda Allah’a şükür için gidip bir miktar parayı hacda harcamak şeklinde değil.
4 Bu, bizim yazar ve düşünürlerimiz için bir utanç sebebidir. Keşke bütün bu “mensekler” yerine veya en azından bu mensekler arasında bu menseklerin ne anlama geldiğini ve ne faydasının olduğunu anlatan bir sözümüz olsaydı!
5 Ben yeni bir ilke ihdas etmedim; bu ilkeyi kavradım.

 

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) İslam Felsefesi
  • Kitap Adıİbrahim’le Buluşma
  • Sayfa Sayısı576
  • YazarAli Şeriati
  • ÇevirmenMurat Demirkol
  • ISBN9786055482268
  • Boyutlar, Kapak13,5x21 , Karton Kapak
  • YayıneviFecr Yayınları / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Muhtelif Eserler II ~ Ali ŞeriatiMuhtelif Eserler II

    Muhtelif Eserler II

    Ali Şeriati

    Cezayir’de gizli ordu eliyle şehit edilen, Fransa Sosyalist Partisi’nin sadık aydınlarından ve bilim adamı Albert Meilleur şöyle der: “Yahudiler İslam toplumunda öylesine huzur içinde...

  2. İslam Bilim II ~ Ali Şeriatiİslam Bilim II

    İslam Bilim II

    Ali Şeriati

    Tanıma ve anlama meselesi, bilme meselesinden ayrı bir şeydir. Tanıma ve bilme arasındaki ayrımı bilmeyen biri, ne bir şeyi tanıyabilir, ne de bir şeyi...

  3. Nasîreddin Tûsî’nin Ahlâk Felsefesine Etkisi ~ Murat DemirkolNasîreddin Tûsî’nin Ahlâk Felsefesine Etkisi

    Nasîreddin Tûsî’nin Ahlâk Felsefesine Etkisi

    Murat Demirkol

    İslâm dünyasındaki ahlâk felsefesi çalışmaları, Kindî, Farabî, Râzî ve İbn Sina’ya kadar geri gitmekle birlikte bu alanda yazılmış ilk özel ve planlı eser İbn...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur