Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İmdat Aşık Oldum – Hayatın İçinden Gerçek Bir Gönül Fırtınası
İmdat Aşık Oldum – Hayatın İçinden Gerçek Bir Gönül Fırtınası

İmdat Aşık Oldum – Hayatın İçinden Gerçek Bir Gönül Fırtınası

Cüneyd Suavi

2010 Yılının şubat ayıydı. Bir gün maillerimi açtığımda, beni çok şaşırtan bir çağrı gördüm: Mailin ‘konu’ kısmında sadece tek kelime yazıyordu: “İmdat!” “İmdat!” diye…

2010 Yılının şubat ayıydı. Bir gün maillerimi açtığımda, beni çok şaşırtan bir çağrı gördüm: Mailin ‘konu’ kısmında sadece tek kelime yazıyordu: “İmdat!”

“İmdat!” diye bağırıyordu biri. “Hocam! Perişanım! Yardım eder misiniz?”

Yardım isteyen kişi, Büşra adlı bir kız öğrenci idi ve kelimeler sanki gözyaşlarıyla yazılmıştı.

Okuduğum satırlar, beni gençlik yıllarıma döndürüverdi:
“Yarabbi imdat! Beni kurtar!” diye çırpındığım yıllara…
Mail gönderen öğrenci, âşık olduğunu bildiriyordu. Fakat işin kötüsü, kız henüz 17’sinde bile değildi ve gönül verdiği çocuk alkolikti. Üstelik de günahlarından pişmanlık duymayan, onlarla âdeta gurur duyan birisi…

Elinizdeki kitap, orijinal maillere sadık kalınarak, Büşra ile yaptığımız uzun yazışmaları ve Rabbimizin yardımıyla kurtuluşunu dile getiriyor.

***

İçindekiler

Sohbet Ücreti     …..11
‘İmdat!’ Diye Bağırmayı Bilmelisiniz     …..16
“İmdat!”     …..20
Elmalar Ve Elmaslar     …..23
Yazma Sırası Bende     …..33
Mustafa     …..39
Diğerleri     …..45
İkinci Mail     …..48
Zor Meslek     …..53
Sakın Gönderme!     …..56
“Kendi Eriyişime Göz Yumamam”     …..62
Harika Bir Söz     …..66
Yanlış Ölçüyle İlgili Üzücü Bir Hatıra     …..68
Endişe     …..74
Ruhumuzun Aynası     …..76
Ürperdim     …..79
Olan Şey Hayırlıdır     …..81
Fıkra Molası     …..82
Peşimi Bırakmıyor     …..84
Daha Sık Yazmalıyım     …..87
Dua Yerine     …..90
Kim İstemez?     …..94
Sohbet Saatleri     …..98
Farklı Sorunlar     …..100
“İntihar Edeceğim!”     …..102
Aşk Güzel Şeydir     …..103
Babamı Yeterince Tanımıyorum     …..107
Tövbe Kapısı     …..112
Dönüm Noktası     …..115
Gölgelerden Kurtuluş     …..117
O kadar Mutluyum ki..     …..121
İşin Sonu     …..124
Nereden Nereye     …..127
Davet     …..129
Kıymetli Misafirler     …..131
Teşekkür Maili     …..133
Eski “Ben” Ve Yeni “Ben”     …..135
İki Yıl Sonra     …..138
“Çok Sevinirim!”     …..140
Kitabın İsmi     …..142
Sanki Dünmüş Gibi Hatırlıyorum     …..144
Ve Son Nokta     …..147

Önsöz

Duygulara kulak verip akıl devre dışı bırakılırsa,
İlahî mesajlara ve İki Cihan Güneşinin nurlu sözlerine aldırılmazsa,
Vicdanın o yüksek sesi duymazdan gelinirse;
O zaman elbette gönül ferman dinlemez, bildiği yolda gider.
O yolların birçoğuna giriş kolaydır, ilk bölümü geniştir, yüzeyleri düzgündür.
Fakat yola çıkılınca o yol hiç fark ettirmeden daralır, çukurlar ortaya çıkıp gitgide derinleşir.
Ve geri dönüş en sonunda imkânsız hale gelir.
Bu arada yolcuların sayısı çoğalmıştır.
Masumların hatırına o yolda ilerlemeye gayret edilse bile, en nihayet yol biter.
‘Dönüşü olmayan yol’, aynı zamanda bir yere varmayan yoldur.
Bütün ikazlara rağmen o yola sapanları birbirinden koparan, perişan eden bir yol…

Bu kitapta yazılanlar hayal ürünü değil, yaşanmış bir olayın kendisidir.
Çıkmaz yollardan uzak kalmak duasıyla…

Cüneyd Suavi

İmdat Aşık Oldum
Hayatın İçinden
Gerçek Bir Gönül Fırtınası…

Sohbet Ücreti

2010 Yılı şubat ayında, İstanbul’daki bir dershaneden telefon ettiler:

“Hocam! Şu tarihte sizi sohbete bekliyoruz. Gelir misiniz?”

Bu tür konuşmalar biraz sıkıntılıdır. Telefon eden kişi, sizi daha önceden bilmeyen biriyse, “gelebilirim” deyince genellikle bir soru daha sorar size:

“Affedersiniz hocam! Bu işin mâli boyutu nedir acaba?”

“Kaç lira istersiniz?” demektir bu.

Bu soruyu duyduğumda hemen ciddîleşerek:

“Efendim!” derim. “Bilirsiniz bazı yazarlarımız en az birkaç bin lira alıyorlar. Ayrıca bir şart daha ileri sürerek: ‘Sohbete geldiğimde, şu kadar kitabım satılmalı’ diyorlar. Ben bu ücretleri az buluyorum. İstediğim ücret daha fazladır. Hatta çok daha fazla…”

Bu cevaptan sonrası sessizliktir. Karşı taraf kara kara düşünür: “Ne yapsam da bu işten kurtulsam” diyerek.

Telefon eden kişiyi fazla üzmemek için hemen devreye girer ve:

“Efendim!” derim. “Ben ücret yerine Allah rızası istiyorum. Yapılan sohbetlerde, sadece Allah rızası hedeflenirse, o sohbetten Cennet meyveleri alınır. Fakat ücret istenirse, o baki meyveler dünyada yenmiş olur.”

En büyük ücret

Evet! Allah rızası…

İki Cihan Güneşi (a.s.m.): “Sadece Allah rızası için bir yerden bir başka yere yönelmek, (o yöneliş birkaç adımdan ibaret olsa da) dünyadan ve içindekilerden hayırlıdır” buyururken; hem sohbeti yapanlar, hem de onu dinlemek niyetiyle bir yerden bir yere gidenler için dünyalara bedel bir müjde vermemiş mi?

Bundan daha büyük ücret olur mu?

Bereketsiz birkaç kuruş uğruna, bu ücreti kaçırmak akıl kârı mı?

Kitaba böyle başladım, kusura bakılmasın.

Ama ilmini parayla satanlara biraz söylenmek için uzun zamandır fırsat kolluyordum. Şimdi içimi döktüm, anlayanlar anlasın.

Çok şükür ki yine kibar davrandım. Bu konuda dertli olan birisi gibi:

“İlmini parayla satan ilimsiz kalsın, / Altında hasır olsa da kilimsiz kalsın” deyip, hem maddî hem manevî beddua etmedim.

Bu noktada bir açıklama gerekiyor:

Yukarıda geçen ilim, ahlâki ve dinî sohbetlerden ibaret… Yoksa bilim adamları darılır bize.

Gelirim inşallah

Tekrar başa dönelim isterseniz.

İstanbul’daki dershaneden telefon eden kişi oranın müdürüydü:

“Hocam! İki yüz civarında kız öğrencim var. Bu sene üniversiteye gidecekler inşallah. Siz de bir üniversite hocası olarak onlara yol gösteren şeyler söylerseniz çok seviniriz. İstediğiniz konuda sohbet edin, tamamen serbestsiniz.”

Zaten serbest olmasam da genellikle aynı şeyleri konuşurum.

Ne de olsa hocayım, bildiğimi okurum.

Kız öğrencilerle sohbet, dershanede değil de bir kız yurdundaydı. O gün İzmit’ten gelerek oğlumun Çapa’daki evine yerleştim. Ve kız yurdu çok yakın olduğu için, yürüyerek gitmeyi tercih ettim.

Yolda “Ne anlatayım?” diye düşünürken, dilime nedense birkaç cümle takıldı:

“Kardeşlerim! Hayat çabuk geçiyor, belki üçbeş yıl içinde yuva kuracaksınız. Aman, Sakın! İçkiye yanaşmayın, içki içen kişilere de tabi… Bunlardan kesinlikle uzak durun!”

Bu cümleyi o kadar çok tekrarladım ki, sonunda bana da garip geldiği için, “İhtiyarlık böyle bir şey herhalde” dedim. “Eskimiş plaklar gibi hep başa dönüyorum.”

Kız yurduna geldiğimde hemen salona çıktım ve sohbete başlar başlamaz:

“Canlarım! dedim. “Biraz önce yürüyerek geldim buraya. Ama bütün yol boyunca aynı sözleri tekrarlayıp durdum: ‘Aman sakın! İçkiden uzak kalın!’ İçki içen kişilerden de tabi…”

Bir hatip olmasam da, çeyrek asırdan bu yana yüzlerce sohbet yaptım, ama içki konusunda böyle kesin ifadeler kullanmamıştım. Bu bakımdan tesirini bilemiyordum.

O sırada tam karşımda oturan kızın ağladığını bilemediğim gibi…

‘İmdat!’ Diye Bağırmayı Bilmelisiniz

Sohbet yapanlar bilir. Bütün nimetler gibi, konuşturmak da Allah’ın bir ihsanıdır.

Eğer O konuşturursa konuşursunuz. Yoksa dünyanın en iyi hatibi olsanız da, bir kelime bile çıkmaz boğazınızdan, tıkanıp kalırsınız. Kısacası ağzınızı boşuna açar, dışarıya sadece hava verirsiniz. Konuşmanın plânını önceden yapsanız da, bu plân tam anlamıyla işlemez. Bir kâğıda iri harflerle yazsanız da, dürbün kullansanız bile o yazılar okunmaz. Kendi yazdıklarınızı göremezsiniz.

Bu konuda tek çıkar yol Rabbinize sığınmak, konuşmanın tesirini O’ndan talep etmektir:

“Yarabbi! Benim buraya gelişim Senin rızan içindir. Beni nasıl yaşatıyor ve gezdiriyorsan; nasıl rızık veriyor ve yazdırıyorsan, yine Sen konuştur ve tesirini hâlk et!”

O yüce kudret sahibi, aczini kabul edenlere yardımcıdır.

Her şeyi O’ndan istemek, her işte O’na sığınmak en güzel formül, en geçerli kurtuluş reçetesi…

Felaket konserleri

Kız öğrencilerle sohbetim sırasında, gençliğimden bahsetmeyi uygun görmüştüm:

“Sizin yaşlarınızda, yani lise son sınıfta bir gitar merakına kapılmıştım. Üniversite yıllarında bu merakım âdeta zirveye ulaştı ve Cüneyd Suavi, ders çalışmayı bırakıp serseri oldu. Her dönemde üç beş dersten ikmale kalıyordu. Hatta bir dönemde dokuz dersten kalmıştı. O zamanlar Beatless’in en parlak yıllarıydı ve gitar çalan kişilerin sayısı azdı. Çalanların çoğu da acemiydi. Oysa Cüneyd Suavi, elinde gitar, ağzında bir mızıka, ayağında bir davul, (aynı sirkteki palyaçolar gibi) üç enstrümanı aynı anda çalarak gençleri azdıran konserler veriyordu.

Bu konserler onu bir anda şöhret yaptı. Ve lise yıllarında namaz kılan Cüneyd Suavi, üniversite yıllarında seccadesini kaldırıp namazını bıraktı, Allah’a yönelmekten, O’na dua etmekten kaçar oldu. Tabi en sonunda da, bin bir türlü tehlikeyle baş başa kaldı. Hanımlardan arkadaşlık(!) teklifleri gelince, onun için müthiş bir imtihan başladı. O yaştaki biri için son derece güç olan bu imtihan, ona ebedî bir felaket kapısı açmıştı. O süslü kapı ardında ızdırap vardı, kabir ve cehennem azabı vardı, sevdikleri kişilerden ebedî olarak ayrılmak vardı. Hatta dünyada kaldığı yıllar içinde bile, o günahlardan doğan sıkıntılar vardı.

‘Kesilen Gitar’ kitabımda uzun uzun anlattığım bu korkunç tablo, beni yerden yere vurmak üzere iken, çok şükür ki Rabbim bana ‘İmdat!’ diye bağırmayı lütfetti.

‘İmdat Yarabbi! Uçurumun kenarında sallanıyorum. Aklım iyice karıştı, gücüm tükendi. Beni Senden başka Kim kurtarır ki?”

Allah Rahimdir

Rabbimiz, bir hadis-i kudsî’de:

“Bana doğru bir adım atarsanız, Ben de size doğru on adım atarım” buyurmamış mı?

Rahman ve Rahim ismiyle en ufak bir karıncayı bile ihmal etmeyen, yarattığı her canlının dualarını duyan ve en mükemmel şekilde cevap veren Allah, kendisinden imdat isteyen bir garip kuluna elini uzatmaz mı?

Onu düştüğü bataktan çıkaramaz mı?

Sohbetin sonuna doğru öğrencilere mail adresimi vererek bana yazmaktan çekinmemelerini, hatta beni bir sırdaş olarak görmelerinden şeref duyacağımı, günahları bir dağ gibi büyük olsa da, tövbe kapısını çalıp ‘İmdat!’ diye bağırmaktan geri kalmamalarını belirtip eve döndüm.

Sohbetten sadece saatler sonra, bir sürprizin beni beklediğini bilemezdim.

“İmdat!”

İstanbul’dan İzmit’teki evime döndüğümde, hiç vakit kaybetmeden bilgisayarı açtım.

Bir sürü mail gelmişti.

Fakat bir tanesinin ‘konu’ bölümünde, beni çok şaşırtan tek bir kelime vardı.

Evet; tek bir kelime:

“İmdat!”

Heyecanla açıp okumaya başladım.

(Büşra ile yaptığımız yazışmaları, elbette ki onun da rızasıyla, birkaç kelime dışında hiç değiştirmeden vereceğim sizlere. Bu arada Büşra’nın yaptığı iltifatları da hoş görün lütfen. Böyle şeyler nezaketen yazılır bilirsiniz. Ayrıca tahmin ettiğiniz gibi, kitapta geçen isimler, maillerde geçen isimlerden farklıdır.)

Büşra’nın ilk maili, bir besmeleden sonra başlıyordu:

Saygıdeğer Hocam, (8 Şubat, 2010)

Size nasıl hitap etsem, söze nasıl başlasam bilemedim. Bu, yapabileceğim en uygun başlangıç olur sanırım, çünkü size anlatıp fikir danışmak istediğim birçok husus var. Senelerdir bilgisayar ve internet kullanıyorum, fakat şimdiye kadar bilgisayar başına hiç bu kadar hayırlı bir şey için oturmadım sanırım. Sizin okurlarınıza duyduğunuz saygı ve sevgiden çok etkilendim ve ben de bu maildeki tek bir satırı bile abdestsiz yazmadım…

Büşra’nın abdestsiz mail yazmama sebebi, sohbette bahsettiğim bir konuyla ilgiliydi. Öğrencilere, bazı yazarların abdestsiz bir şekilde tek bir satır bile yazmadıklarını söylediğimden, Büşra da bu hassasiyeti göstermişti.

Ben 17 yaşında, doğduğumdan beri İstanbul’da oturan lise son sınıf öğrencisi bir kızım. Ailemin günümüz koşullarına göre orta halli, muhafazakâr ve tabiri caizse kendi yağında kavrulan bir yapısı var. Annem ve babamın söylediğine göre, ben ve benden yaşça büyük iki abim, onların gelecek için yatırım yaptığı tek şey. Ailemizde dinî yönden ilk şuurlanan kişi büyük abimdi. Ve çok şükür ki bizi o yöne yönlendirdi. Bu yüzden de son yıllarım huzurlu bir şekilde geçiyordu.

Fakat geçen yıl, tam da bahar aylarıyla birlikte bir gönül tufanına yakalandım. Bu beni çok derinden etkiledi. Benden bir yaş büyük olan eski bir arkadaşım, bana farklı bir gözle baktığını söyledi. İnanın o anda ne kadar utandığımı anlatamam. ‘Acaba davranışlarımla onun aklını çelen bir şey mi yaptım?’ diye günler boyu kendi kendimi yedim, ağladım durdum.

Fakat bu durum bir yandan da nefsimin hoşuna gidiyordu. Kendime hâkim olmaya çalıştım. Bu güne kadar, sizin tabirinizle ‘elma’ değil ‘elmas’ olarak büyümüştüm ve bunu kesinlikle bozmak istemiyordum.

Ama dediğim gibi, onu düşünmeden edemiyordum.

Elmalar ve Elmaslar

Büşra’nın mailinde geçen ‘elma’ ya da ‘elmas’tan bahsedeyim size:

Kız yurdunda yaptığımız o bir saatlik sohbet ‘çok özel’ olduğundan, özel konulara girip şöyle demiştim:

“İnsan kendi değerini kendi belirler. Bizi değerli kılan, Allah yolunda attığımız adımlardır. O’nun yolunda gidenler elmas gibi nurlanır, ebedi bir güzelliğe kavuşur. Aksi halde sahip olduğunuz güzellik, çok kısa bir zaman sonra, belki beş on yıl içinde bir daha geri dönmemek üzere söner.”

Hiçbir zaman bozulmayan, hatta gitgide artan ebedî bir güzellikten söz edince, kız öğrencilerin ilgisi arttı. Esasında hiç kimse, yaradılıştan verilen bu güzel duyguya kayıtsız kalamazdı.

Bu yüzden de daha fazla detaya indim:

“Peygamberimiz, kendisini mümkün olduğu

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Diğer Hikaye
  • Kitap Adıİmdat Aşık Oldum - Hayatın İçinden Gerçek Bir Gönül Fırtınası
  • Sayfa Sayısı152
  • YazarCüneyd Suavi
  • ISBN9789752612020
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • Yayıneviİlkgençlik Yayınları / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Hayat Güzeldir ~ Mustafa KutluHayat Güzeldir

    Hayat Güzeldir

    Mustafa Kutlu

    SEVİNÇ Bir parkta iki simitçi çocuk. Yan yana bir banka oturmuşlar. Etrafta çiçekler, kelebekler çocuklarının elinden tutmuş gezdiren anneler, kalın mercekli gözlükleri ile gazeteye...

  2. Rüyalarda: Ana ve Küçük Alimcan ~ Cengiz DağcıRüyalarda: Ana ve Küçük Alimcan

    Rüyalarda: Ana ve Küçük Alimcan

    Cengiz Dağcı

    Biri anne diğeri çocuk hakkında iki güzel hikâye. Birisi daha çok dokunaklı, diğeri daha çok neşeli. İlki “Ana mı? Yoktu ana. Yok, vardı ana....

  3. İbrahim’in Beni Terketmesi ~ Bejan Maturİbrahim’in Beni Terketmesi

    İbrahim’in Beni Terketmesi

    Bejan Matur

    Her gece kandil dedi biri Her gece kandil Ve hasrete daha çok var. Neyi duymaktayız biz? Dün oturduğumuz avluda Siyah olan gül Bugün açmış...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur