Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kilitli
Kilitli

Kilitli

Kerry Wilkinson, Özge Nur Küskün

Kilitli evde bir ceset bulunur. Dedektif Jessica Daniel’in görevi yalnızca katili bulmak değil, aynı zamanda kilitli bir eve nasıl girilip çıkıldığını da ortaya çıkarmaktır….

Kilitli evde bir ceset bulunur. Dedektif Jessica Daniel’in görevi yalnızca katili bulmak değil, aynı zamanda kilitli bir eve nasıl girilip çıkıldığını da ortaya çıkarmaktır. Eldeki sınırlı sayıda ipucu ve soruşturma hakkında ondan çok fazla şey bilen bir gazetecinin varlığı Jessica’yı daha başından sıkıntıya sokar. Aradan uzun zaman geçmeden, ilkiyle benzer halde başka bir ceset bulunur. Sıradan bir katil, görünüşe göre imkansız olan bu şartlar altında nasıl olur da kilitli evlere girer ve dahası, öldürdüğü insanlar arasında bir bağ kurar?

*

DÜNYADA BİR İLK!

HENÜZ KİTAP BASILMADAN E-KİTAP OLARAK AMAZON.COM SATIŞ SİTESİNDE 5 AY BOYUNCA ÇOK SATANLAR LİSTESİNİN BİR NUMARASINDA KALDI. SADECE AMAZON’DA 250.000 KOPYA SATTI. REKOR SATIŞTAN SONRA HAKLARI ONLARCA ÜLKEYE SATILDI.

BASILI KİTAP OLARAK İLK DEFA TÜRKİYE’DE!

***

ÜÇ GÜN ÖNCE

Katil, eldivenli elleriyle son bir kez daha ön kapıyı kontrol etti ve kilitli olduğundan iyice emin oldu. Arka kapıyı ve pencereleri çoktan kontrol etmiş ve hepsinin güvenli olduğunu görmüştü – bu da, yukarıdaki yatakta yatmakta olan cesedi düşününce, oldukça iyi bir şeydi.

Artık ilk kısım tamamlanmış, nihayet bu geceye dair aylar süren planlarına değmişti. Kilitli bir eve girip çıkmak ilk bakışta pek kolay gözükmese de, fikir bir kez aklına gelince, her şey kolayca olup bitivermişti.

İşin en zor yanı, son kısım olmuştu. Kurban son nefesini verene dek, katil giriştiği eylemi bitirebileceğinden pek emin olamamıştı. Birini öldürmek kolay değildi, fakat gerekliydi.

Pişmanlık yoktu, aslında başka herhangi bir duygu da yoktu. Bu kurban, gelecek diğerleri gibi, kesinlikle ölmeyi hak etmişti.

BİR

Jessica Daniel gözlerini sıkıca yumdu ve sabah erkenden kalkmayı alışkanlık haline getirmiş insanlardan ne kadar nefret ettiğini düşündü. Bazıları için, inanılmaz derecede ince perdelerin ardından beliren günün ilk ışıkları, onlara müthiş fırsatlarla dolu bir günü müjdelerken, ona sadece, ev sahibinden neden daha kalın güneşlikler istememiş olduğunu düşündürüyordu.

Artık daha fazla uyuyamayacağını kabullendikten sonra, el yordamıyla yatağının yanındaki masanın üzerinde cep telefonunu aramaya girişti. Hayatında ne kadar az şey olduğunu ona hatırlatan şey, telefonundaki çağrılar olurdu. Gözlerini yavaşça açtı ve cihazın sözüm ona dokunmatik ekranına hızla vurmaya başlamadan önce, tuş kilidini açmaya çalıştı. Şayet “dokunmak” fiilinden kastınız “işlevini görene dek sertçe dürtmek” ise, telefon yalnızca bu şartlar altında işlev görüyordu.

Telefonunda mesajlar ya da cevapsız aramalar yoktu, sadece, daha karmaşık bir operasyon geçirmeden önce kesinlikle gerek duymayacağı kozmetik ürünlerin reklamını içeren birkaç elektronik postası vardı.

Harika.

Jessica telefonu komodinin üzerine bırakmak üzereydi, fakat o bırakamadan önce telefon çalmaya başladı. Telefonunun zil sesini, sevmediği halde bu kadar hareketli bir pop parçası yaptığı için kendi kendine küfretti. Bu aşırı hareketli parça, sabahın bu saati için gerçekten de hiç uygun değildi. Jessica’nın gözlerinin kenarlarında hâlâ puslu bir gri renk hâkimdi fakat ekrandaki Müfettiş Jack Cole ismini son derece net bir şekilde okuyabiliyordu. Yatağın yanındaki, 6.51’i göstermekte olan dijital saate baktı. İşleri daha da kötü yapan şeyse, Jessica’nın bir cumartesi gününe uyanmış olduğundan emin oluşuydu.

Jessica sekiz hafta önce komiser yardımcılığına terfi ettirilmişti ve bu tür çağrılara alışması gerektiğini biliyordu. Daha düşük rütbeli çalışanlar sadece düzenli vardiyalarla çalışırlar ve bu onlar için yeterli olurdu fakat artık sabahın köründeki bu çağrılarla daha sık karşılaşacaktı.

Jessica sesinin fazlaca uyku sersemi çıkmamasına özen göstererek, “Alo,” dedi.

Müfettiş Cole’un sesi de ondan daha diri gelmiyordu ve en azından sabah erken kalkmaya bayılan şu insanlardan biri olmadığı için Jessica’nın gözünden düşmedi. Müfettiş ona “büyük bir şey” olduğundan söz etti, fakat detaylar hakkında tam olarak bir bilgisi yoktu. Jessica’ya bir adres vermeye çalıştı.

Jessica kendini memnuniyetle tertipsiz ve düzensiz biri olarak tanımlayabilirdi ama geçen iki ay içinde yapmayı akıl ettiği tek şey, buna benzer bir olay için başucundaki masada bir not defteri ve kalem saklamak olmuştu. Müfettiş Cole ona detayları vermeye başladı ve Jessica da söylenenleri not etmeye çalıştı. Önce gözlerinin günün erken saati yüzünden hâlâ mücadele vermekte olduğunu sandı, fakat daha sonra tüm bu karmaşaya sebep olan şeyin, tükenmez kalemin yazmaması olduğunu fark etti.

“Bekleyin lütfen,” dedi Jessica ve yedek bir kalem bulabilmek için komodininin çekmecesini açtı.

Orada kalem falan yoktu.

Biraz düzenli olmaya çalıştığında bile işlerin yolunda gitmemesi son derece tipik bir durumdu. Müfettişten, ayrıntıları içeren bir mesaj atmasını rica etti ve telefonu kapattı.

Müfettiş Cole, Jessica’nın rütbece üstüydü ve onunla aynı zamanda terfi ettirilmişti. Daha düşük rütbeli mevkilerde çalışırken araları hep iyi olmuştu. Dürüst ve hoşgörülü bir adamdı, hatta biraz fazlaca iyi bile sayılabilirdi. Tanışabileceğiniz en normal heriflerdendi, bir tanıktan ifâde alırken, bu vasıflarından dolayı nefret edilebilecek biriydi. Ortalama boy ve kilodaydı, kısa, kahverengi saçları vaıdı ve sıradan, gösterişsiz giyinirdi. Gözlük takmıyordu, yüzünde ayırt edici herhangi bir yara izi ya da sakal falan da yoktu. Sesi bile tam beklenildiği gibiydi.

Aslında Müfettiş Cole’a dair sıradan olmayan tek şey, birçok polis memurunun sahip olmadığı bir şey olan, düzenli bir aile hayatıydı. Müfettiş Cole kırklı yaşlarının ortasındaydı, görünüşe göre mutlu bir evliliği ve iki çocuğu vardı. Ailesiyle birlikte vakit geçirir, karısını yemeğe ve sinemaya götürür, boş vakitlerini hep birlikte hafta sonu tatilleri geçirebilecekleri en makul şekilde ayarlardı. Diğer hemen hemen tüm polis memurlarının aksine asla içki içmezdi ve Jessica onun küfrettiğine hiç tanık olmamıştı. Muhtemelen bu birçok insana göre normal bir şeydi fakat sahip oldukları meslek için pek de öyle sayılmazdı.

Müfettiş Cole masa başı çalışmayı severdi ve merkez binasının dışındaki suçlularla, tanıklarla olan etkileşimleri, hiç bulaşmaması gereken bir şey olarak görürdü. Bazılarına göre Müfettiş Cole böyle işlerle ellerini kirletmek istemezdi, fakat Jessica onun başka alanlarda yeterlilikleri olduğunu anlamıştı.

Jessica yatağının ucunda otururken ellerini uzun, kumral saçlarında gezdirdi ve her zaman olduğu gibi yine saçlarını yıkaması gerektiğini düşündü. Fakat bu sabah bunun için kesinlikle zamanı olmayacaktı. Saçlarını gevşek bir atkuyruğu yaptı ve giyecek uygun bir şeyler bulmak için odasında gezinmeye başladı.

Jessica birçok çalışma arkadaşının “sivil giysi” olayını biraz fazla abarttığını düşünürdü. Daha genç çalışanlar bile “dedektif” sözcüğünü, gardıroplarını mağazalardan aldıkları, adeta robot resimlerin kasvetine sahip ceket ve pamuklu giysilerle doldurmak için bir şans olarak kabul etmişlerdi. Gençler ve kıdemli çalışanlar arasındaki tek fark, kravatlarının eniydi. Yeniler önce işe, boyunlarına doladıkları incecik, çirkin şeylerle başlar fakat o iç karartan giysiler içerisinde vakit geçirdikçe, kravatlarının kalınlığı giderek artardı.

Jessica, işleri fazla ileri götüremeyeceğini biliyor, yine de işe her gün takım elbiseyle gidiyordu fakat en azından, belli başlı bir-iki iş arkadaşı gibi, her zaman cep kısmında yumurta lekesi olan aynı takımı giymiyordu. Aynı zamanda dedektif, yaşma uygun bir şekilde giyinmeye de özen gösteriyordu, ne de olsa henüz sadece otuz bir yaşındaydı.

Gardırobunun içindeki giysileri araştıran Jessica birden içeriden açık gri bir takım elbise ve yerden bir bluz alıp giydi.

Jessica, Manchester şehir merkezinin güneyindeki Hulme semtinde yaşıyordu. Burası kötü bir yer sayılmazdı. Erken saatlerde uyuyabilmek için gece kulüpleri, barlar ve sürekli öğrencilerle dolup taşan mekânlardan yeterince uzaktaydı ve ekibinin Longsight üssüne arabayla sadece on dakika mesafedeydi. Her şeyden önemlisi de, Curty Mile’a oldukça yakındı.

Müfettiş Cole mesajında Jessica’ya, şehrin doğusunda yer alan Gorton’daki bir adresi vermişti. Yollar son derece sakin olmasına karşın Jessica’nın buraya gitmesi on beş dakikayı buldu. Trafik yoktu ama her zaman olduğu gibi yine hep kırmızı ışığa yakalandı. Ayrıca neredeyse, o korkunç cumartesi sabahı utanç yürüyüşünü yapan, öğrenci görünümündeki bir kızı ezip geçiyordu. Elinde inanılmaz yüksek topuklu pabuçlar olan ve kısacık mor elbisesiyle ana caddenin ortasında yalın ayak yürüyen bir kız için yapılabilecek başka bir açıklama olamazdı. Jessica, arabayı diğer tarafa yöneltmeye çalışırken, kızın iyi bir gece geçirip geçirmediğini merak etti.

Dedektifin açık kırmızı Fiat Punto’su onun gururu ve -buz gibi karlı sabahlarda, her ne kadar vurup küfretse ve çalışmadığı zamanlarda onu pek neşelendirmese bile- bazen de eğlencesiydi. Yaklaşık on sene önce, teorik sınavından geçtiği zaman anne ve babası ona bu hediyeyi almış ve Jessica araba kullanmayı bununla öğrenmişti. Bu araba onun eski ve çok daha önemsiz günlerine dair önemli bir bağdı. Aracın nasıl olup da hâlâ yollarda olabildiği, Jessicanın dedektiflik becerilerini aşan bir soruydu. Arabanın egzozu, ev arkadaşı ve en yakın dostu Caroline’i uyandırmanın tek yoluydu ve iş arkadaşlarının bitmek bilmez alaylarına karşın, trafik muayenesi oldukça pahalıydı.

Babası bile onu bu konuda azarlamıştı. “Biliyorsun, biz sana sadece ilk arabanı aldık,” demişti ona. “Attık iyi bir maaşın var…”

Evet, artık bir maaşı vardı, bu kesindi ama onu A noktasından B noktasına, ya da en azından B’ye yakın bir yerlere kadar götürebildiği müddetçe, arabalar pek umurunda değildi. Acil bir durumda kaldığında, devriye araçlarından oluşan havuza her an ulaşma imkânı vardı ve paslı, eski bir araba olsa da, en azından kendi arabasıydı.

Jessica adrese vardığında, dışarıdaki iki polis arabasının arkasına park etti. Ev, ana yoldan fazla uzakta değildi, yarış pistine de oldukça yakındı. Neyse ki Müfettiş ona ana hatlarıyla adresi verebilmişti. Jessica arabadan indi ve evin kapısında tanıdığı sivil giysili polis memuruna doğru yürüdü.

Polis memuru David Rowlands sırıtıyordu. “Seni buraya çağırıp çağırmadıklarını bilmiyordum ama daha sonra, yarım mil öteden şu arabanın egzoz sesini duydum.”

Jessica da hemen yüzündeki sırıtış ve buna ek olarak yaptığı zafer işaretiyle ona, “Artık böyle saçları olanlar her şeyle dalga geçebiliyor, öyle mi?” diyerek karşılık verdi.

David, her zaman jöleli ve havaya dikilmiş saçlarının, neden bu sabah kabarık ve yumuşacık olduğunu anlatmak istercesine, “Telefon geldiğinde uyuyordum,” diye itiraz etti.

Polis memuru Rowlands, Jessica’dan küçüktü, hâlâ yirmili yaşlarındaydı. Uzun boyluydu ve simsiyah, jöleli saçları -geleneğe uygun olarak da- ince kravatı vardı. Kesinlikle karşı cinse oldukça düşkündü. Yüz hatları keskindi ve ona darılmanın çok zor olduğunu bildiren küstah, gamzeli bir gülüşü vardı. Sürekli elde ettikleri hakkında böbürlenmesine ve açıkça kibirli biri olmasına karşın, ekibe kendisinden birkaç ay sonra katıldığında, bir an için Jessica bile ondan hoşlanmıştı.

Yaklaşık bir sene önce, Jessica ile de birlikte olmuştu. Zaten tüm o şöhreti göz önünde bulundurulduğunda, kendisiyle birlikte olmasaydı, Jessica buna çok öfkelenirdi. Jessica davetkâr bir tavırda olmamıştı, fakat olay bu değildi. Eşine pek az rastlanan bir sonuç yüzünden her ikisi de içiyorlardı; bir kadın, kendi annesinden para çaldığı için içeri atılmıştı. Memur Rowlands onun reddini pek ciddiye alacak türden biri değildi, aksine bu olaydan sonra çok daha iyi dost olmuşlardı. Rowlands, Cinayet Masası çalışanları içerisinde Jessica’nın bir şeyler içmek için çıkabileceği birkaç kişiden biriydi.

Jessica onun önünden hızla geçti, polis bantlarının altından eğilip içeri, yarı müstakil evin ufak ön bahçesine girdi. Burası oldukça hoş bir yerdi. Civardaki evler bunun kadar bakımlı sayılmazdı. Kıpkırmızı tuğla duvarlar, yukarı ve aşağı kattaki cumbalı pencereler oldukça temiz görünüyordu. Bu orta sınıf yapısının sihrini bozan görünürdeki tek şey, açık beyaz renkli çift camlı ön kapının, mafsallı menteşesinden sallanıyor olmasıydı.

Memur Rowlands da, Jessica ile birlikte olay yeri inceleme bantlarının altından geçti. Kapıya doğru ilerlerken Jessica başını sallayarak, “Bunu kim yaptı?” diye sordu.

“Bizim grup. Taktik güvenlik ekibi geldi ve bu sabah içeri girdiler.”

“Onlar için biraz erken bir saat oldu, öyle değil mi?”

“Sanırım, fakat onlara her tür durumda haber verilir.”

“İçeride ne var?”

“Görürsün…”

Salondaki üniformalı bir polis memuru Jessica’ya üst katı işaret ederken, Rowlands girişte bekledi. Koridordaki kabarık tüylü, gösterişli peluş halı ve tüm o süs eşyalarıyla evin içi de, en az dışarıdan göründüğü kadar düzenli ve iyi dekore edilmişti.

Jessica, üst kattaki yatak odalarından birinin girişinde Müfettiş Cole’a rastladı. Jessica merdivenlerin tepesine vardığında, sırtı tam karşıdaki odaya dönüktü. Jessica’nın içeri bakması için kenara çekilirken, “Olay Yeri İnceleme Ekibi yolda,” dedi.

Jessica’nın ilk fark ettiği şey, odanın ne kadar aydınlık olduğuydu. Sağ tarafındaki cumbalı pencerede güneşlik vardı, fakat yarı yarıya kapatılmıştı. Sabahın ilk ışıkları odanın içerisine süzülüyor, karşısındaki manolya rengi duvarları ve büyük boy yatağın üzerindeki açık sarı örtüleri aydınlatıyordu.

Jessica önce yerde bir giysi yığını gördü. İlk başta bunun tıpkı kendi odasındaki yere saçılmış giysilerine benzediğini düşündü fakat gözlerini bir an için odada gezdirince, cesedi fark etti.

O sabah kahvaltı etmemiş olduğuna sevindi.

Yerde, omzunun üzerinde yatan kadın, beline kadar yatak örtüsüyle örtülmüştü. Gözleri yuvalarından dışarı uğramıştı ve yüzü neredeyse uçuk maviye çalan gri bir renkteydi. Boynundaki derin kesikler son derece belirgindi ve kanlar

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıKilitli
  • Sayfa Sayısı408
  • YazarKerry Wilkinson
  • ÇevirmenÖzge Nur Küskün
  • ISBN6056291210
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviOptimum Kitap / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

  1. Yalanın Erdemi ~ Joachim ZelterYalanın Erdemi

    Yalanın Erdemi

    Joachim Zelter

    Torun Witzleben’in akıcı bir biçimde konuşmayı öğrenmesiyle hayatındaki tek yakın akrabası olan büyükannesinin gerçeklerle mutsuz, yalanlarla mutlu olduğunu öğrenmesi aynı zamana rastlar. İhtişama, aşırılığa,...

  2. Korku ~ Stefan ZweigKorku

    Korku

    Stefan Zweig

    Burjuva ahlakının gereklerini üstünkörü yerine getiren otuz yaşındaki, evli ve iki çocuk annesi Irene Wagner, sekiz yıllık evliliğindeki tekdüzelikten bunalıp kocasını genç bir piyanistle...

  3. Başkan Babamızın Sonbaharı ~ Gabriel Garcia MarquezBaşkan Babamızın Sonbaharı

    Başkan Babamızın Sonbaharı

    Gabriel Garcia Marquez

    Başkan Babamızın Sonbaharı, küçük bir Latin Amerika ülkesinde kendi zorbalığının kapanına kısılmış bir diktatörün öyküsü. Ölmekte olan bir diktatörün, Tanrı korkusu ile zalimlik arasında...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur