Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Militarist Modernleşme – Almanya, Japonya ve Türkiye
Militarist Modernleşme – Almanya, Japonya ve Türkiye

Militarist Modernleşme – Almanya, Japonya ve Türkiye

Murat Belge

Murat Belge, Militarist Modernleşme’de Almanya, Türkiye ve Japonya’da yaşanan militarist modernleşme sürecini karşılaştırmalı örneklerle ele alıyor. Almanya örneğini İtalya, Japonya örneğini Hindistan ve Türkiye…

Murat Belge, Militarist Modernleşme’de Almanya, Türkiye ve Japonya’da yaşanan militarist modernleşme sürecini karşılaştırmalı örneklerle ele alıyor. Almanya örneğini İtalya, Japonya örneğini Hindistan ve Türkiye örneğini Yunanistan ile karşılaştırıyor.

Belge, yalnızca orduların modernizasyonuyla sınırlı kalmayan, tüm toplumun askerî disiplin ve itaat yöntemleriyle “terbiye” edildiği farklı modernleşme deneyimlerinin tarihsel ve toplumsal yönlerine odaklanıyor.

Militarist Modernleşme, farklı coğrafya ve tarihsel/siyasal deneyimler içinde biçimlenmiş ulus-devlet örnekleri arasında, hamasi vaazların, “kan ve demir”le gerçekleşeceği iddia edilen projelerin, disiplin ve itaatin, tarihi ve toplumu ancak “şiddet”le kavrayabilen bir dünya görüşünün nasıl hakimiyet kurabildiği sorusuna cevap arıyor. Ele alınan ülkelerin siyasal geçmiş ve deneyimlerini tarihsel bir analize tâbi tutarken “ideolojilerin militarizasyonu”nun nasıl gerçekleştiğini tartışıyor. Militarizmin tahakküm kuramadığı örneklerde, bunu engelleyen toplumsal, siyasal ya da kültürel reflekslerin nasıl işlediğini inceliyor.

***

Önsöz

Bu kitap, benim açımdan, yazılması gecikmiş bir kitap oldu. Epey eskilerden beri, oldukça kaba ve genel çizgilerle, buna benzer bir şey yazmayı düşünmüşümdür. Yetmişlerin başında, henüz oldukça genç bir “Edebiyat Fakültesi” asistanıyken, hattâ edebiyat konusunda yazmayı düşündüklerimden de önce, Türkiye tarihini anlamak ve değerlendirmek üzere bir, belki birkaç kitap yazmayı tasarlıyordum. Üniversitede alanım İngiliz edebiyatıydı ama o alanda bir şeyler yazmayı hiç düşünmedim. Edebiyat ve sanatı toplum ve tarihle tamamen iç içe geçen alanlar olarak gördüğüm için, tarih üstüne yazmak benim açımdan edebiyattan uzaklaşmak değil, tersine, edebiyata bakışı tamamlayan bir şeydi. Hele Türkiye gibi tarihin kendisiyle “tarihçilik” pratiğinin birbirine karşıt biçimde yürüdüğü bir toplumda bir edebiyat tarihçisi veya eleştirmeninin ulusal tarihe bakması bir zorunluluk oluyordu.

12 Mart döneminde iki yılımı hapishanede geçirdim. Hapishane pek çok insan için büyük okuma ve düşünme imkânları açan bir yerdir, “yer”den öte, bir hayat biçimidir. Bunları söylerken, kimseye salık vermiyorum, hapse girmeyi. Ama, eskaza başınıza gelirse, başa gelen tatsızlıktan bu şekilde yararlanabilirsiniz, demek istiyorum. Benim için böyle oldu.

Hapisteyken okuduğum kitaplardan biri, Barrington Moore’un Social Origins of Dictatorship and Democracy (Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri) adlı kitabıdır. İlkin Amerika’da, 1966’da yayımlanmış; ben ancak 1973’te haberdar olup okuyabildim; okuyunca da çok etkilendim. Barrington Moore bu kitabın birinci bölümünde burada benim de yaptığım gibi Batı dünyasının ûç “demokrasi” örneğini, İngiltere’de 17. yüzyılın İç Savaşı sonrasında kapitalistleşmeyi, 1789 Büyük Fransız Devri- mi’ni ve Amerikan kapitalist devrimim anlatır. Bu üçüncü bölümde benden farklı olarak Bağımsızlık Savaşı’ndan çok Amerikan İç Savaşı üstünde durur.

İkinci kısımda Asya’daki örneklere geçer, ûç büyük Asya toplumunda, Çin’de, Japonya’da ve Hindistan’da modernleşme süreçlerini inceler. İlginç bir şekilde bu ûç örnek aynı zamanda komünist, faşist ve liberal-demokratik “kalkınma/modernleşme” yöntemlerinin birer “Asyai” örneğidir. Üçüncü kısımda bu üç rejim üstüne daha kısa bölümler yer alır.

Barrington Moore “diktatörlük” ya da “demokrasi”yi toprakta feodal mülkiyetin varlığına bağlar. Ele aldığı örneklerde, Amerika dışında, hep bir feodal başlangıç vardır (feodalizmin biçimleri belirli ölçülerde değişiklik gösterse de). Ama bunların bazılarında, örneğin Birinci Kitap’ta ele aldığı Batı toplumlarında, feodal sınıfla boy ölçüşebilecek bir güce erişen ve sonunda, daha yoksul sınıfların da desteğini arkasına alarak feodalizmi yıkan bir orta sınıf doğabilmiştir. Bu orta sınıfın bu mücadeleyi kazandığı toplumlarda demokrasi yerleşir.

Gene Batı’da, Almanya gibi, böyle bir orta sınıfın oluşamadığı toplumlar da vardır. Onun yokluğunda, modernleşme atılımı feodal sınıftan (Prusya’nın Junker’leri) gelmiş, sonuç da demokrasi değil, yukarıdan aşağıya bir otoriter/otokratik kapitalistleşme olmuştur.

Orta sınıfın anlamlı ve etkili bir toplumsal güç olamadığı iki toplumda ise onun rolünü bir biçimde üstlenen intelligentsia. geniş köylü kitlelerinin fiilî desteğini arkasına almayı başarmış, böylece 1917’de Rusya’da, 1949’da Çin’de, süregiden savaş koşullarının yarattığı yıkımın da yardımıyla komünizm iktidara gelmiştir (Barrington Moore bu iki devrim örneğinde proletaryanın oynadığı rolü önemsemez)

Dolayısıyla Barrington Moore’un odak noktasının kırsal ekonomi, köylü yığınları ve feodal mülk sahibi sınıflar olduğunu söyleyebiliriz. Militarizmden bir miktar dem vurmuştur, ama junker’ler veya Samurai onun için toprak mülkiyetinde aldıkları yer nedeniyle önemli sosyopolitik aktörlerdir. Modernleşme sürecinde Ordu olarak oynadıkları rol ikinci planda kalır.

1973’te bunu okuduğumda kitabı genel olarak çok beğenmiş, kendi yapacağım Türkiye incelemesinde Barrington Moore yaklaşımından da yararlanmam gerektiğine karar vermiştim. Nitekim, şimdi ortaya çıkabilen bu kitapta oradan gelen temel yaklaşımlar kendilerini hissettiriyordur Ama incelemeye o tarihlerde giremedim, çünkü Birikim dergisini çıkarma çabası ve başka birçok etken böyle kapsamlı bir kitabın talep ettiği zamanı bana bırakmıyordu.

Birikim 12 Eylûl’de kapandı; bir süre sonra üniversiteden ayrıldım. Bir bakıma, gereken “boş zaman”a kavuşmuş gibi oldum. Ama bu da çok süremedi, çünkü ilk yıllarda geçim kaygısı, sonra da İletişim Yayınları’nı kurma çabası söz konusuydu. Ancak gene de, bu sırada yazmak istediğim ve yazacak zamanı bulamadığım kitabı düşünürken, Braudel okumaktan edindiğim bir başka kavramsal çerçeveyi de gözetmeye başlamıştım: Türkiye’nin “modernleşme” sürecine belirli “zamansallıklar” içinde bakmak. Bu örnek, “devlet” ile “toplum”un bir türlü “diyalog” kuramadığı bir temele oturuyordu. Öyle bir “diyalog” olmamasının sonucu “emir”lerden örülü bir ‘monolog’ yapan bir “devlet” ve bu “emir”lerden kendini sıyırmaya çalışan bir “toplum” manzarası yaratıyordu. Bu bir süreçti, ama aynı zamanda önemli dönemeçler dönmüş, değişimlerden geçmiş bir süreçti.

O tarihte bunları düşünürken “uzun-vade”yi Tanzimat’tan başlatmaya karar vermiştim, çünkü bu, sürecin bütününü içinden biçimlendiren “Batılılaşma” nın, yani “medeniyet değiştirme” girişiminin “ilk” değilse de. en belirleyici başlangıç noktası gibi görünüyordu. Bu gene böyle kabul edilebilir. Ama o tarihle kitabı nihayet yazmaya başladığım zaman arasında benim bakışımda bazı değişiklikler olmuştu. Kitaba son şeklini bunlar verdi.

Bunların 12 Eylül döneminden önce ufkuma girmeye başladığını söylüyorum. 12 Eylül Türkiye’de militarizmin doruğuna çıktığı dönemdir. Gene de, Türkiye’de militarizmin ne kadar köklü bir biçimde yerleştirilmiş olduğunu o birkaç yılda değil, sözde “sivile” döndükten sonra geçen yıllarda, bu yıllar içinde o rejimin bir türlü aşılamaması olayında daha iyi anladım. Dolayısıyla bu “vade”leri de askere verdiğim bu yeni yere göre biraz değiştirdim. Başlangıcı Tanzimat değil, Vaka-i Hayriye olarak değiştirdim, çünkü, ilgili bölümde de açıklamaya çalıştığım gibi, öyle bir “hukuki” değişim, bu “askerî” değişim olmadan düşünülemezdi. Öte yandan, yeni Türk ideolojisinin başlangıcını bugüne biraz daha yaklaştırdım ve 93 Harbi’ni temel aldım. Çünkü bugün hâla yakamızı bırakmayan “yok olma korkusunun her şeyden çok bu olaya bağlı olduğunu görüyorum. Aynı zamanda, Vaka-i Hayriye “askeri” bir olay olduğu veya Sultan Aziz “askeri” bir hareketle hal edildiği halde, bu uzun dönemde Osmanlı toplumunda militarist bir ideoloji veya zihniyetten söz edilemez. Onun için benim “uzun-vade”m, 93 Harbi ile 1908 arasındaki yılları içeriyor.

“Orta vade”yi de biraz değiştirdim: İttihat ve Terakki’nin iktidarda olduğu yıllarla sınırlı tutmaktan vazgeçtim; asker-sivil intelligentsia’nın oldukça “rakipsiz” bir biçimde, resmen değilse de fiilen bir “tek parti” dönemi ve hegemonyası yaşattığı 1908-1950 arasını özünde aynı “vade” olarak aldım. Böylece Cumhuriyetin ilk dönemini bu “diktatörlük” rejimine katmış oldum. Çok partili dönemin başlamasından bugüne kadar geçen zamanı ise bundan ayırdım ve “kısa-vade” ya da “yakın-vade” olarak ele aldım.

Doksanlı yıllarda, Abdülhamid dönemini bir “prelüd” olarak kabul ettiğim, asıl 1908’den başlayan bir “yakın tarih” yazımına başlamıştım. Bu kitabın adı da “Harbiye Marşı”ndan aldığım “Kanla İrfanla”dan gelecekti. Ama üzerinde yeterince fazla çalışamadan o kitabı erteledim ve şimdiki kitaba geçtim. İlk tasarımlar yerine, Barringlon Moore’dan gelen karşılaştırmalı bakış daha çekici göründü. Karşılaştırmanın ekseniyse ondaki gibi feodalizm ve toprakta mülkiyet ilişkileri değil, ordunun rolü ve militarist yaklaşımın varlığı olacaktı. Türkiye’deki “modernleşme”de bir orta sınıf olmadığı gibi bir toprak sahibi sınıf, Prusya’nın Junker’lerine tekabül edecek bir güç de yoktu. Öyleyse bir feodal sınıfın varlığını varsaymamız gerekmiyordu. Örgütlü güç olarak, sadece kendine bir ideoloji geliştirebilmiş bir ordu böyle bir girişimi sırtlanabiliyordu. Ordu, Fransa’da Bonapartizm, Almanya’da Bismarkizm, İtalya’da Sezarizm adını verdiğimiz görece “sınıflar-üstü” duruşu benimseyip toplumu güdebiliyordu. Böylece, yetmişlerin başından beri zihnimde evirip çevirdiğim proje nihayet somut bir biçim aldı ve ben de çalışmaya başladım. Bunun uzun bir çalışma ….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur