Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Mimarlık ve Felsefe
Mimarlık ve Felsefe

Mimarlık ve Felsefe

Dücane Cündioğlu

Açınızı değiştirin. Düşünür Dücane Cündioğlu bütün paradigmaları alt üst ediyor!.. Okurlarının Uzun Zamandır Merakla Beklediği Seri Nihayet Yayımlandı. Üçleme Olarak Okuyuculara Sunulan Seri Çok…

Açınızı değiştirin.

Düşünür Dücane Cündioğlu bütün paradigmaları alt üst ediyor!..

Okurlarının Uzun Zamandır Merakla Beklediği Seri Nihayet Yayımlandı.

Üçleme Olarak Okuyuculara Sunulan Seri Çok Konuşulacak, Tartışılacak ve Çok Satacak!..

Geniş Bir Reklam ve Tanıtım Kampanyasıyla Satışa Sunulacaktır.

İstemiyormuş gibi göründüklerine düşkünlüğü, tam da ortadan yarılmasının en temel nedeni. Hesaplaşmaktan kaçınmasının da. Bu mütereddit, bu endişeli, bu ikircikli hal Türkiye’nin gerçekte en büyük avantajı. Berzahta olmak onun yazgısı çünkü. Arafta kalmak. Bu nedenle doğu ile batı, geçmiş ile şimdi, din ile dünya, akıl ile kalb, kuram ile eylem arasında çırpınmak zorunda olmayı bir zaaf olarak görmemeli, ikisinden birini tercih etme, tatmin olma, huzura kavuşma kolaycılığına kapılmak yerine Türkiye bu kendine özgü çelişkilerin içerisinden dünyaya bakabilme ayrıcalığının hakkını vermeli. Diyalektiğin hakkını.

İçindekiler

önsöz                                   ix

daha doğarken ölüyorum            3

camdan mescid                               8

kahve çekirdeği koyuluğundaki yalnızlık               12

kirli beyaz           15

zoraki tanıklık    19

cumhuriyet camii            22

mabed mimarisinde kibir             28

tanrısallık eşiği  33

osmanlı mabedinin ikonolojisi                   37

dünya görüşü    45

mimaride suret ve madde          49

taşlarda gizlenen tanrı’nın dili    54

yeniden karanlık                                             61

sanat ve iktidar 64

mimarlık ve iktidar.         67

her bir NE bir NASIL tarafından taşınır    71

şehrin kalbi ve aklı          75

bir şeyin devamı olmak78

merak değil, ıstırap         81

betona gömülen bir ülke             ,86

secdesi olmayan kıyamlar           89

avludan balkona çıkan dindarlık                94

cumhuriyet dindarlığının sesi                                    97

fetihten sonra hicret olmaz        101

şehre saplanan hançer 104

ecel beşiği          108

hiçten hiç çıkar  112

sanatın tozunu attırmak               115

anlam yoksunluğu          115

sanatın kökeni  122

hayalin bilgisi     126

sanat ve deha   130

eşyaya güzelce bakmak               135

hayalat 138

bulamazsan aramaz mısın?         142

gözlerinde görüyorsan gözlerini               145

Görsel Liste        149

Dizin      151

önsöz

Ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Bu soru karşısında Heidegger biraz duraklar ve şöyle der:

Hem düşünmek, hem yapmak, bir soru içinde tam iki fiil birden! Bu benim için çok fazla.

Düşünmenin hakkını veren bir zekâ, ne yazık ki eyleme aslâ vakit ayıramaz. Eylemin hakkını verense, düşünme için gerekli zamanı bulamaz. Hem düşünmenin, hem eylemin birlikte mümkün olduğunu iddia edenlere gelince, onlar genellikle ya düşünmenin hakkını verememişlerdir, ya da eylemin.

Olan nedir o hâlde?

Olan şudur: biraz düşünce, biraz eylem.

Peki sonuç?

Sahiciliğin yitimi. Tutkunun ve ihlâsın.

İhlas bir eylemi o eylemin özüne has kılmak demektir; düşünmek için düşünmek, eylemek için eylemek. Kısacası düşünmeyi ve eylemeyi bizzat amaç hâline getirmek. Ama sırf haz için, ikincil çıkarlar için değil.

Bu ise suçtur: Orgasmos. Eylemsiz düşüncenin, düşüncesiz eylemin peşinde olmak. Hazzın. Hem düşünebilmeli, hem de eyleyebilmelisin. Biraz ondan, biraz bundan. Vasatı bulmalısın. İnsanlarla vasatta buluşmalısın. Vasat olmalısın.

Bedeli nedir peki?

Çok açık. Vasatın dışına düşmek, tutkularından vazgeçmek, ihlâsını kaybetmek. İhlasını, yani kendine sadakatini. Hazzını.

Suçumu biliyorum. Suçum isteneni istememek. Daha da kötüsü istenmeyeni istemek.

Herkesin istediğini istememek ve/veya herkesin önemsediğini önemsememek kötüdür. Kötü ise suçtur. Peki ya istenmeyeni istemek, önemsenmeyeni önemsemek? Bu daha da beter bir suçtur.

Sorunları çözemem ama çözümleyebilirim, dediğim için mi yargılanacağım? Eyleyemem ama düşünebilirim, dediğim için? Üstelik sizin adınıza da düşünmeyi üstlendiğim için?

İstediğinizi istemiyorum, daha da kötüsü, istemediğinizi de istiyorum. Böylelikle mülkiyeti (çıkan) vermiş, hürriyeti (hazzı) almış oluyorum.

Özgürlük kabulümdür. Tutkularımı koruyabileceğim her türlü özgürlük! Topluma rağmen ve fakat toplumun içinde, irade özgürlüğü.

İnsan, ifade özgürlüğü sayesinde değil, irade özgürlüğü sayesinde insandır. İfade etmenin bir yolunu buluruz, bizim bilmediğimiz, iradenin yolu. İstemenin, ve dahi tutkunun.

Hayvanlardan daha aşağıya düşebiliriz, lâkin meleklerden daha da yukarıya çıkabiliriz. Şükür ki insanız. Unutmayalım, bizler, tutkularımızla insanız.

Kafka ne güzel söyler:

Musa’nın Kenan’a ulaşamamasının nedeni, hayatının çok kısa olması değil, insan hayatı olmasıdır.

Sorun, demek ki en temelde niceilksel değildir.

Kültür’ün doğaya egemen olduğu her yerde, doğa, birdenbire kötülüğün kaynağı hâline geliverir. En doğal tepkileri göstermek ayıptır.

görgüsüzlüktür, son kertede iğrençtir aksırmak, tıksırmak, hapşırmak, geğirmek, kusmak, us. Toplumsal akla göre, bedenin, içindekileri, kontrolsüz olarak, yani bîr iradenin eseri olmaksızın dışarı çıkarması, bir güçsüzlük ve zayıflıktır. Dahası terbiyesizliktir.

Kişinin iradesi terbiye edilse, eğitilse, tepkilerini denetlemeye alıştırılabilse diye düşünülür, bedeni, o istemedikçe bir şey yapamaz. Yapıyorsa, bir irade eğitiminden geçmemiş, terbiye görmemiş demektir.

Malum, doğa’nın karşıtı akıl, doğal’ın karşıtı ise aklî. İradeyi, doğayı denetim altına almaya ve terbiye etmeye zorlayan yetidir akıl. Aklın ve iradenin ürünlerine kültür diyoruz, kültürü ise medeniyeti oluşturan belirleyici öğe olarak tanımlıyoruz. Medeniyet’in temelinde medine, yani şehir var. Çünkü şehir, doğal değil, bilâkis akli İnsan aklının ürünü. Uylaşımların ve uzlaşımların mahsulü.

Doğal yaşam’la kültürel yaşamımız, tarihin hiçbir devresinde olmadığı kadar birbiriyle çatışıyor. Akıl adına, kültür adına, uygarlık adına modem insan kendi doğasını tahrib ediyor; doğal olandan vazgeçiyor ve kültürü doğanın yerine ikame ediyor. Ne kadar kültürlü, ne kadar şehirli, ne kadar uygar ise, o kadar az doğal davranır insan! Eğitilmiştir çünkü.

Modernlik ile dindarlık arasındaki çatışma, doğa ile kültür arasındaki çatışmanın sonucu. Dindarlık doğa’dan ve doğal olan’dan uzaklaştığı, başka bir deyişle, şehirleştiği, medenileştiği ölçüde modernleşebilecek. Fakat dış görünüşü değil sadece, inanç ve değerleri de. Yani özü de.

Davulla zurnayla Bach icrâ edilmez, mülkiyet ve çıkar talebinin ödenmesi zorunlu bir bedeli, bir maliyeti vardır. Son iki asırdır Türkiye bu bedeli ödüyor, hem de faiziyle. Kendinden vazgeçiyor. Geçmişinden, hatta kendine layık bir gelecekten.

İstemiyormuş gibi göründüklerine düşkünlüğü tam da ortadan ya-rılmasının en temel nedeni. Hesaplaşmaktan kaçınmasının da.

Bu mütereddit, bu endişeli, bu ikircikli hal Türkiye’nin gerçekte en büyük avantajı. Berzahta olmak onun yazgısı çünkü. Arafta kalmak. İki âlem arasında. Bu nedenle doğu ile batı, geçmiş ile şimdi, din ile dün ya, akıl ile kalb, kuram ile eylem arasında çırpınmak zorunda olmayı bir zaaf olarak görmemeli. İkisinden birini tercih etme, tatmin olma, huzura kavuşma kolaycılığına kapılmak yerine Türkiye bu kendine özgü çelişkilerin içerisinden dünyaya bakabilme ayrıcalığının hakkını vermeli. Diyalektiğin hakkını. Karşıtlıktaki birliğin.

Nasıl?

Elbette eğitim ve öğretimin dayatıcı sınırları ile vahşinin, doğalın, sahiciliğin arasındaki gerilimde kendini gösteren ışığa da, gölgeye de hürmet edilmesi gerektiğini zaman içinde öğrenerek…

Eğitilmiş ve terbiyeli ya da doğal ve kontrolsüz olanda eksik kalanı görebilecek bakışı veya çatışmanın özünde saklı uyumu farkedebilecek o estetik kavrayışı kendi toprağından çıkarmayı başararak…

VE pek tabii ki bazen ışığı gölgeyle terbiye eden doğayla, bazen de noktayı virgülle devam ettiren kültürle itişe kakışa, dövüşe sevişe, toprağın altındaki ateşten bulutların üzerine yükselmenin hazzını tadarak…

Ama her halükârda elindekiyle yetinmeyerek…

Kozmopolites bu bağlamda büyük bir imkân olarak görülmeli. Diyalektiğin, üstesinden gelmekle yükümlü olduğu bütün gerilimlerin bereketli döl yatağı olarak. Dolayısıyla yüksek ölçekli toplumsallık duygusunun, örtük meydan okumaların, ve dahi yaratıcı hamlelerin öncelikli koşulu olarak. Kültürün ve şehrin. Kozmos’un.

Çelişkilerini seni diri tutacak birer lütuf say ey talib, durmadan bastırmak yerine bir kez de onlarla yüzleşmeyi dene! Ne yapıp et nazarını bir de kendine çevir. Kendi şehrine. Kendi ışığına. Kendi gölgene.

İkiye yarılmıştık. Nedir bilir misin? Bir yanda aklın, bir yanda kalbin. Geçmişin ve geleceğin ortasında kalan zavallı bir şimdicik. Mabedden içeri adım attığında ne hisseder insan, söyle, hiç bilir misin? Secdeye başını koyduğunda? Derken büyük bir alışveriş mağazasına girdiğinde? Koca bir cipin içindeyken meselâ, müziğin sesini açarken? Hiç gördün mü onu, hani şu bir yandan sesi arş-ı a’lâya çıkanı, öte yandan kalbi büzüştükçe büzüşeni, içine, daha da içine çekileni? Bir elinde Kur’an, bir elinde ben, tam da ortasından yarılanı? Gövdesi bir yanda, başı bir yanda, çarşının orta yerinde ayaklar altında sürüneni? Bu ülkeyi?

2 Ocak 2011

daha doğarken ölüyorum

Burada ve şimdi.

Çağdaş’ın iki ayağı. Çağdaşlığın.

Mekân ve zaman, yani bugün, şimdi, şu an.

VE geçmiş. Hani o şımarık şimdi’nin memelerini emdiği şefkatli anne!

Ve tarih.

VE gelenek.

Gözlerim kapalı asırlardır içinde neşeyle devindiğim rahim.

Bir 1 Ocak daha!

Kafamla gövdemi bitiştirmek için çırpmıyorum, Işığımla gölgemi.

XXI. yüzyıl. Çağdaş bilim, çağdaş sanat, çağdaş yaşam.

Anlamaya, kavramaya, özümsemeye çalışıyorum. Özümsemeye, yani düşünmenin hakkını vermeye. Gelip geçici olanda gelip geçemeyecek olanı görmeyi İstemek nü bütün suçum, bilemiyorum.

Şimdi gövdemin üzerine yıkılmış. Zaman zaman nefes alamıyorum, aldırmıyor bile.

VE buradayım. Bu arada. Burada ruhumla olmama izin vermemekte direten bir şimdinin baskısı altında. Çağın. Çağdaşın. Çağdaşlığın.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Düşünce-Genel Mimari
  • Kitap AdıMimarlık ve Felsefe
  • Sayfa Sayısı168
  • YazarDücane Cündioğlu
  • ISBN9786054683574
  • Boyutlar, Kapak14x21 cm, Karton Kapak
  • Yayınevi / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Daire’ye Dair ~ Dücane CündioğluDaire’ye Dair

    Daire’ye Dair

    Dücane Cündioğlu

    Vaslından ayrı n’ola kanın dökülse gül gül Ben gülbün-i firakım bu fasıldır baharım Bu bir bülbülün çığlığı değil. Öyle ya bülbül, gülün semtindeki yabancı...

  2. Keşf-i Kadîm; İmam Gazâlîye Dâir ~ Dücane CündioğluKeşf-i Kadîm; İmam Gazâlîye Dâir

    Keşf-i Kadîm; İmam Gazâlîye Dâir

    Dücane Cündioğlu

    Kâdim olanı keşfetmek, yeni olanı ortaya koymaktan belki daha güç ve fakat hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki çok daha asil bir çabadır! Tar,h, bugüne...

  3. Bir Mabed İşçisi ~ Dücane CündioğluBir Mabed İşçisi

    Bir Mabed İşçisi

    Dücane Cündioğlu

    Ömrü boyunca harbi değil, muharebeyi kazanmayı hedeflemiş bendenizin harbin kaybedilmesinden ötürü hissesine düşen ızdırabın, yârinin içine atıldığı o büyükçe ateş ormanını söndürebilmek için ağzıyla...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur