Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Natürmort
Natürmort

Natürmort

Burak Özyalçın, Josef Winkler

2008 yılında Almanca’nın en önemli edebiyat ödülü sayılan Georg Büchner Ödülü’nü kazanan Josef Winkler, Roma’da hayatın nabzının attığı yerlere götürüyor bizi. Bir yanda Vittorio…

2008 yılında Almanca’nın en önemli edebiyat ödülü sayılan Georg Büchner Ödülü’nü kazanan Josef Winkler, Roma’da hayatın nabzının attığı yerlere götürüyor bizi. Bir yanda Vittorio Emanuele Meydanı’nda hafta içi kurulan pazarın dur durak bilmeyen hareketliliği, diğer yanda pazar günleri Vatikan’ın önünde bekleşen insanların inanç, ticaret ve cinsellikle çevrili dünyası.
Her ne kadar kitabın ana kahramanı balıkçı tezgâhında çalışan ergenlik çağındaki Piccoletto olsa da, zaman zaman oğlanın çevresinde akıp giden şehir yaşantısı ön plana çıkıyor. Otobüste, metroda sallana sallana seyahat eden yolcular, bağırış çağırışlarıyla ortalığı yıkan alıcı ve satıcılar; okura renklerini, kokularını ve irkiltici yanlarını sanki yanı başındaymışçasına hissettiren bir et ve balık pazarı; dinî mekânlar; orada burada bekleyen hacılar, turistler, dilenciler, fahişeler, seyyar satıcılar, uyuşturucu bağımlıları, evsizler… Gördüklerini adeta bir film kamerası gibi en ince ayrıntısına kadar kaydeden yazarın dur durak bilmeyen sonsuz resim galerisi okuyanda baş döndürücü bir duygu yoğunluğuna yol açıyor.
Sözcüklerini bir besteci titizliğiyle seçen Winkler, dualara özgü ritmik tekrarlarla dolu şiirsel diliyle ölüm, cinsellik ve din konulu dev bir natürmort çıkarıyor karşımıza.

***

Josef Winkler

1953’te Avusturya’nın Karintiya eyaletinin Kamering köyünde doğan Josef Winkler, halen eyaletin başkenti Klagenfurt’ta yaşamaktadır. Hayranlık uyandıran ilk romanı Menschenkind, daha sonra tamamlayacağı Karintiya Üçlemesi Das wilde Kärnten’ın ilk kitabı oldu. İtalya ve Hindistan’da uzun süreler kalan Winkler’in Friedhof der bitteren Orangen, Domra. Am Ufer des Ganges kitapları bu gezilerin ürünüdür. Çok sayıda ödülün sahibi olan Winkler, Natura Morta (Natürmort) kitabıyla 2001 yılında Alfred-Döblin ödülünü aldı. 2008 yılında ise en büyük Almanca edebiyat ödülü olan Georg Büchner Ödülü’ne layık görüldü.

»Ha un cesto di rugiada
il ciarlatano del cielo«

Ȃiyden bir sepeti var
cennetin şarlatanının«

NATÜRMORT I

»>Nessuno, mamma, ha mai sofferto tanto…<
E il volto già scomparso
Ma gli occhi ancora vivi
Dal guanciale volgeva alla finestra,
E riempivano passeri la stanza
Verso le briciole dal babbo sparse
Per distrarre il suo bimbo…«
»>Hiç kimse, anne, acı çekmedi bu kadar… <
Yüzü de söndü,
Ama hâlâ canlı gözlerle
Yastıktan pencereye döndü,
Ve serçeler doldurdu odayı
kırıntı serpmişti yerlere babacığı,
Çocuğu oyalansın diye…«

BEYAZ ŞEFTALİLERLE bir demet kırmızı katırtırnağı taşıyan yaşlı bir adam, Stazione Termini’nin ¹ bir metro girişine topallayarak ilerleyen, şeffaf naylon torbasındaki taze sebzelerin arasına bir Cronaca vera ² sokmuş yürüme engelli kadının ardı sıra koştu; çiçekleri ona uzattı ve şaşırıp dönerek katırtırnaklarını kabul eden kadına »Auguri e tante belle cose!« ³ diye seslendi; kadın inceliğinden dolayı adama teşekkür edip şeftali torbası, kırmızı katırtırnağı demeti ve Cronaca vera’daki gönül yarası ve felaket haberleriyle, cinayet ve intihar haberleriyle ayaklarını sürüyerek metronun  merdivenlerinden dikkatlice indi. Metronun yürüyen merdiveninin önünde, Ho fame! Non ho una casa! * yazılı bir karton parçası tutan kirli bir dilenci diz çökmüştü. Çıplak ayaklarının dibindeki Guido Reni imzalı büyük aziz tasvirinde, başmelek Mikail’in kılıcını saplayarak cehennemin kıyısında yatan bir cini öldürmesi görülüyordu; cinin yüz çizgileri Kardinal Pamphilj’ninkilerle, yani müstakbel Papa 10. Innocenzo’nunkilerle aynıydı. Aziz tasvirinin üzerinde bir iki buruşuk kağıt para; yanında da kırmızı plastik bir kabın içinde titrek alevle yanan bir mum duruyordu. Metronun yürüyen merdivenlerinden aşağı yuvarlanan üç nardan biri parçalandı; kırmızı nar taneleri beton basamaklardan aşağı saçıldı. Metro istasyonundaki çiçekçinin önünde toplu halde bekliyorlardı.

¹ Termini İstasyonu (Roma’nın ana tren istasyonu)
² Doğru haber (İtalyan bulvar gazetesi)
³ Her şey gönlünce olsun; sağlıcakla kal!
* Açım! Evim yok!

Romalıların evlerinde hizmetçilik yapan, tanıdıklarının yanında kalan ve henüz bir adresleri olmayan renkli giysili Somalili kadınların aralarında duran bir adam, üzerleri Arapça yazılı kalın bir mektup destesi dağıtıyordu. Uzun kirpikleri neredeyse çil içindeki yanaklarına dokunan, boynunda çarmıha gerilmiş gümüş bir İsa taşıyan on altı yaşlarında siyah saçlı bir oğlan, metro istasyonun duvarındaki karalamayı yüksek sesle okudu Luisa ama Remo. Ti voglio bene da morire! ¹ Metrodaki bir adam bir kadını öperek selamladı; avucunun içiyle kadının dizkapaklarına birkaç şaplak attı; aynı anda kadın da sağ elinin yumruğuyla adamın uylukları na vurdu. Hemen ardından adam, bir sonraki metro istasyonunda inmeden önce kadının sıkılmış yumruğunu öptü ve »Auguri!« ² diyerek vedalaştı. Parıltılı bir gözlük takmış, siyah yelpazesini sallayan kocamış büyükannenin yanında bıyığı terli, geri zekalı, başı öne eğik bir oğlan oturuyordu. Aniden pantolonunun önünü elleyip fermuarının çekili olup olmadığına baktı; bir adamın kalçalarına baktığını fark etmişti. Sağ bileğinde Roma’nın renklerini taşıyan, Roma sözcüğü işlenmiş bir bileklik vardı. Sağ elinin işaret parmağıyla içi oyuk takma dişini yoklayıp dudaklarını pembe bir Labello’yla sıvadı. Çocuğun başının üzerindeki yangın söndürücünün üstüne siyah keçeli kalemle L’Aids nel mondo, il Lazio in Italia! ³ yazılmıştı. Vittorio Emanuele Meydanı’ndaki pazara gitmek üzere küçük kız kardeşine metroda refakat eden, uzun kirpikleri neredeyse yanaklarına dokunan, boynunda çarmıha gerilmiş gümüş bir İsa taşıyan, siyah saçlı, on altı yaşındaki oğlan, bir at eti reklamının altında beyaz bir köpek yavrusunu göğsüne bastırdı.

¹ Luisa, Remo’yu seviyor. Seni ölesiye seviyorum!
² Her şey gönlünce olsun.
³ Dünyada Aids, İtalya’da Lazio!

Ho scelto la carne equina, perché i bambini ne vanno matti ¹ yazılıydı afişin sol yarısında, çocuklarına itinayla bakan bir annenin resmi üzerinde. Afişin sağ yarısında parmağını kaldırmış beyaz önlüklü bir doktor; onun üzerinde de Consiglio la carne equina, perché contiene ferro in misura quasi doppio delle alter carni ² yazısı vardı. Altın yaldızlı takılar takıp takıştırmış, solaryumda bronzlaşmış genç bir kadın, üzerinde bir yaşındaki ikizlerin olduğu resimleri zarftan teker teker çıkarıyor, her defasında da sessizce hıçkırıp burnunu çekiyordu. Vittorio Meydanı’nda metrodan inmeden önce on parmağını açıp yüzüklerine yoklayan bir bakış fırlattı. Küçük, şık bir kırmızı deri evrak çantasını sıkı sıkı tutan bir adam, yeni yetme bir Faslı oğlanla metrodan indi; farkedilmemek için oğlanın birkaç adım gerisinde durarak yürüyen merdivenle Vittorio Emanuele Meydanı’na çıktı. VITTORIO MEYDANI’NDA, sağ eline beyaz ameliyat eldiveni geçirmiş, sol elinin parmaklarına enli iki altın yüzük ve bileğine altın saat takmış bir macellaio, ³ önceden satırla çatlatılmış ve derisi yüzülmüş bir koyun kellesini ortadan ayırdı; beyni kelleden çıkardı; her iki beyin parçasını özenle filigranlı pembe yağlı kağıdın üzerine yan yana koydu. Gümüşi ışıldayan sağ göz çukurunun içinde -çıkartılmış göz yuvarları bir yığın et artığının üzerinde duruyordu- morumsu parıldayan bir sinek geziniyordu. Kasabın kana bulanmış önlüğünün göğüs cebinde kırmızı bir mendil görünüyordu. Koyun beyinlerini kağıda sarıp naylon torbaya koyduktan sonra zenci bir kadına verdi. Et kancasına baş aşağı asılı, kellesi kanlı kuzunun yarılmış karnına taze biberiye dalları sokulmuş; yanında duran altın yaldızlı kağıda sarılı at nalı biçimli çikolataya, kırmızı bir kadın jartiyeri bağlanmıştı. Sarı tavuk ayakları yan yana ve üst üste istiflenip biberiye dallarıyla süslenmiş; üzerlerinde duran bir koyun kellesinin göz çukurlarına, telle tutturulmuş plastik bir güneş sokulmuştu. Başını eğip çalışan -boyun omuru üzerinde büyük bir karaciğer lekesi görülüyordu-, kendini işine verdiğinde dilini ağzının sol kenarından çıkaran kasap çırağı yürek, akciğer, dalak ve böbrekleri, iç organları çıkartılmış tavşanın gövdesine tekrar gelişigüzel tıktı ve hayvanı kan damlaları sıçramış camekâna geri koydu. Altçenesine delik açılmış, kıvrık siyah boynuzlu, kanlı bir siyah keçi kellesi ev anahtarının yanına asılmıştı. Genç bir Çingene kadının küçük çoçuğu, bir bira şişesini ağzına götürüp yudum yudum içti. Sattığı pembe sutyenler genç annenin sağ koluna asılıydı. Birden etrafını, pembe sutyenlerin büyüklüğünü ve esnekliğini kontrol eden bir sürü kadın sardı. Elleri kanlı kasaplar öne doğru çıktılar; ıslık çalarak ve iç çamaşırları üzerine fikir yürüterek kafalarını kadınların omuzları üzerinden merakla uzattılar. Başka bir genç Çingene kadın -tavşandudağının aralığından üstçenesindeki iki altın diş görünüyordu- sağ göğsünü biraz kaldırdı ve meme başını, göz kapakları çapaktan tamamen birbirine yapışmış çocuğunun ağzına soktu. Kanlı bıçaklarıyla el kol hareketleri yapıp birbirlerini coşturan ve sırıtarak fiyatları haykıran kasapların sesleri, tezgâh tezgâh ilerledikçe artıyordu; kimi zaman dana ve domuz etlerinin fiyatlarını bitmek bilmeyen tekdüze Katolik duaların vurgusuyla, kimi zaman ise kuzu, koyun ve hindi eti fiyatlarını deplasmana giden futbol taraftarlarının ağzıyla söylüyorlardı. Naylondan bir pazar torbasının ağzından sadece bir koyun kellesinin dili ile kanlı çenesinin ucu görünüyordu.

¹ At eti aldım, çünkü çocuklarım bayılıyor.
² At etini öneriyorum, çünkü diğer etlere göre hemen hemen iki kat daha fazla demir içeriyor.
³ kasap

Alışveriş eden kadın biraz dinlenmek için ağır yükünü yere bıraktı, koyun kellesinin çene ucunun göründüğü torbasını tekrar kaldırdı ve tezgahların arasından kümes hayvanı tezgahlarına doğru yürümeye başladı. »VUOLE UN CHILO DI TACCHINO per 2500 Lire « ¹ diye bağırdı, kümes hayvanları satan, dar kot pantolonu kan lekesi içindeki genç kasap, »forza, andiamo forza!« .² Tekrar »forza« ³ diye bağırırken bir adım geri gitti ve et bıçağını yere, ayaklarının önüne fırlattı. Uzun süre sağa sola sallanan bıçak, tahta zemine saplı kaldı.

¹ Hindinin kilosu 2500 Lirete. Yok mu isteyen?
² haydi gel, haydi!
³ haydi!

Derisi yüzülmüş bir budun üzerine hindi etiketi yapıştırdığı sırada, kilolarca tacchino ¹ isteyen, siyahlara bürünmüş, sağ bileğine siyah bir tespih dolamış bir rahibeye başını eğip »Prego, Madonna!« ² diye seslendi. Kasap açık kırmızı, kalın ve kanlı horoz ibikleriyle süsleyip sergilediği tavuk parçalarına Pollo diavolo ³ adını takmıştı. Derisi yüzülmüş tavuk butlarının ve tavuk göğüslerinin üzerine daha küçük boydaki koyu kırmızı tepeli, ince tavuk ibikleri konmuştu; aralarındaki taze, yeşil bir biberiye dalı et parçalarını süslüyordu. Gagasında kanlı delikler olan ölü bir kaz -L’anitra muta* hindi yürekleriyle süslenip gümüş bir tepsiye konmuştu. Kolunun aşağı kısmında mavi bir kalp dövmesi olan şampuan satıcısı bir Çingene kadın, yerde çocuklarıyla dinlenen diğer genç Çingene kadınların yanına çömeldi. Çocuklardan biri, yumurtalı sarı bir şampuanı havaya kaldırıp satmaya çalışan Çingene kadının dizinde enlemesine yatıyordu -kafası kadının uyluğundan aşağı sarkmıştı. Bir kadın, tüyleri tamamen tıraş edilmiş mastı pinscher melezi küçük dişi köpeğiyle satış tezgahının önünde durdu. Köpeğin sadece kulaklarıyla kuyruğunda bir tutam tüy kalmıştı, memeleri bile tıraşlıydı.

¹ hindi
² Buyurun, Meryem Ana!
³ Şeytan tavuğu
* misk ördeği

Tavuk eti satan genç adam, köprücük kemiği ve yukarı kaldırdığı omzunu kullanarak telefon ahizesini yanağına ve kulağına bastırdı; telefonla konuşurken, gagası ardına kadar açık, bakışları donuk canlı bir tavuğun kafasını uçurdu. Kanayan kafayı yerde duran diğer tavuk kafalarının ve tavuk bacaklarının üzerine attı. Diğer kasapları güldürmek için sırıtarak, içi boşaltılmış bir tavuğun karnına bir avuç kiraz tıktı. Söğüt dallarından yapılma, taze yumurtalarla dolu bir sepetin kenarları mor menekşelerle süslenmişti. Beyaz yumurtayla canlı tavuk satan kadın, birazı kırılmış ve çatlamış yumurtaları büyük bir turşu kavanozunun kenarında kırıyor; yumurta sarıları, yarısına kadar yumurta akı ve sarılarıyla dolu kavanozun içine cumbuldayarak düşüyordu. Kadın, iki kahverengi canlı tavuğu tartıya sırtüstü yatırdı kirli tırnaklı dört sarı tavuk ayağı pençeleri sıkılı havaya kalktı-; tavukları kanatlarının dibinden tutup bir kutuyakoydu ve genç bir Hintli adama verdi. Canlı bir civciv satın almış olan genç bir Çingene kadın, civcivin bağırışını taklit ediyor ve memesinden süt emen kara gözlü, buğulu bakışlı küçük çocuğunun yanağını hayvanın sarı gagasıyla kaşıyıp duruyordu. Uyuşturucu bağımlısı, canlı hayvan tüccarı adama ait tezgahın yanında, kafeslere konmuş beyaz güvercinlerin ve kobayların hemen önünde, sağ elinde sadece başparmağıyla ortaparmağı kalmış, dişsiz, yarı kör, yaşlı başlı bir roka satıcısı oturuyor; bir demeti sakat eliyle havaya kaldırıp ikide bir »Signora, vuole rughetta« ¹ diye bağırıyordu. Sol elinin üzerindeki siyah dövmede çarmıha gerilmiş İsa görülüyordu. Kafes içindeki iki mavi cennetkuşu tahta tüneklerin birinden diğerine atlayıp duruyordu; o sırada hasta bir Amazon papağanının gözleri, yerdeki tohumları gagalayan, aynı kafese hapsedilmiş, neredeyse tüysüz kalmış ispenç horozları na takılmıştı. Aynı şekilde hapsedilmiş kapkara iki yavru ördek, kesilmiş kırmızı bir karpuzun içini gagalıyordu. Anneleri tavuk eti alan on yaşındaki kızla beş yaşındaki oğlanın elinde büyük kırmızı bir su tabancası vardı. Oradan ayrılmadan önce oğlan annesine »Aspetti!« ² diye seslendi; tetiği çekerken tabancanın namlusunu defalarca ağzına soktu; sular ağzından çenesine akarken bisikletine atladı.

SİYAH BAŞÖRTÜLÜ bir rahibe, bir eliyle salatalıklarla, kayısılarla ve soğanlarla dolu bir sürü torbayı tutarken, diğer eliyle naylon ambalajlı, sarı saçlı iki büyük Barbie bebeği göğsüne bastırdı; sebze bıçağını iple boynuna asmış domates satıcısının önünde durup bebekleri bir tahta sandığın üstüne bıraktı ve iki kilo salkım domates istedi. Yere çömelmiş, siyahlar giymiş, kocamış bir Çingene kadının sattığı giysiler, açılmış siyah bir şemsiyenin içinde duruyordu. Küçük erkek kardeşin suratı asıldı; on altı yaşında bir Çingene kız, üzerinde kırmızı kalpler bulunan iki boksır şortu çamaşır yığınından çıkarıp kardeşinin eline tutuşturmuş, sonrada tezgâh tezgâh dolaşıp çamaşırları satsın diye oğlanı omzundan itmişti. Açık bir jüt çuvalın önünde duran bir kadın lavantaları dallarından teker teker koparıyor, bu keskin kokulu kuru çiçekleri üzerleri delikli mavi naylon poşetlere koyarak paketliyordu. Rüzgâr, yerdeki beyaz ve kırmızı kuru soğan kabuklarına daireler çizdiriyordu. Beyaz ve açık kahverengi soğan kabuklarının üzerinde duran ve paralarını sayan Çingene kadın çığlığı bastı; oyun oynayan bir Çingene oğlan kenarları keskin, ezilmiş bir kola kutusunu kadının sağ ayak bileğine atmıştı. Kışlık paltosuyla şapkasını giymiş -sıcaklık 30 derecenin çok üzerindeydi- yaşlı bir Arap adam, tezgâh tezgâh ilerleyerek elindeki selofan kağıda sarılı beş gülü pazar müşterilerine ve pazarcılara satmaya çalışıyordu. Pancar ve patates satan kadın, turuncu plastik eldivenleriyle istavroz çıkardı; küçük bir aziz tasviri satan uzun kahverengi cübbeli, sakallı bir keşiş kadının tezgahının önünden geçmişti. Siyahlar giymiş, kocamış bir Çingene kadın, satmak istediği ama elinden çıkaramadığı bir gömleği, elinde bira şişesiyle şarkı söyleyip dilenerek pazarda dolanan Napolili müzisyene hediye etti. Napolili adamın kıllı kollarında yılan motifli ve ok resimli dövmeler vardı; sakallı yüzü kıpkırmızıydı. Adam, sebze tezgahlarının arasına atılmış, az kullanılmış birkaç giysinin içinde bir ceket buldu ve bir arabanın camından yansıyan görüntüsüne bakarak üzerinde denedi. Giydiği eski mavi eşofman üstünü elbise yığınının yanına bıraktı ve bira şişesinden yudumlar alarak tezgâhlar boyunca ilerlemeye koyuldu.

¹ Hanımefendi, roka ister misiniz?
² Bekle!

FİUMİCİNO’DAKİ BİR TOPTANCI PAZARINDAN sabahın erken saatlerinde taze balık ve deniz ürünleri almış olan Luigi, balık tezgahının capo’suydu ¹ ve çalışanları ona Principe ² diye seslenirdi. Tişörtündeki yengecin üzerinde mavi harflerle Damino Rosci. Pesce fresco. Piazza Vittorio ³ yazılıydı. Travestilere bayılan, giydiği gri tişörtünde Hawaii yazısı ile elleri havada bir sörfçünün resmi olan, kirli sakallı şişman balıkçıya Frocio * lakabı takılmıştı. Cinquecento Meydanı ile Repubblica Meydanı’nda travestileri nasıl tavladığını, nasıl arabasına attığını ve Villa Borghese Parkı’na götürdüğünü böbürlenerek tekrar tekrar anlatırdı. Sadece, Roma hapishanelerinden birinde yatmadığı zamanlarda balık tezgahında duran dazlak kafalı genç balıkçıya Nazi-Skin adı takılmıştı. Damino’nun balık tezgahında son olarak da incir satıcısı bir kadının onaltı yaşındaki oğlu çalışıyordu; kadın pazar günleri Vatikan’ın kapıları önünde durur, akın akın gelen turist ve hacılara kendi bahçesinden topladığı taze yeşil incirleri satardı.

¹ patron
² prens
³ Damino Rosci. Taze balık. Vittorio Meydanı.
* İbne

İş arkadaşlarının Piccoletto ¹ diye seslendiği, uzun kirpikleri neredeyse yanaklarına dokunan oğlanın boynunda küçük bir altın zincirle çarmıha gerili bir İsa asılıydı. Yanakları sayısız çille kaplıydı. Sağ bileğinde, bir sürü renkli minik plastik emzik sallanıp duruyordu. “Signori, buon giorno!” ² diye bağırdı Piccoletto, “un chilo di salmone originale, soltanto dieci mila Lire!” ³ ardından da mürekkep balıklarından siyaha boyanan, balık suyu ve kan kokan tırnaklarının uçlarını kemirdi. Yeşil balıkçı çizmeleri dizlerine kadar gelen, beyaz tişörtünde Rolling Stones’un resmi olan oğlan, kilolarca ağırlıktaki somonu koyu kırmızı solungaçlarının altından kavrayıp eski bir tartının üzerine koydu. Çıplak sağ uyluğuna pas rengi balık safrası bulaşmıştı. Kendini işine verdiğinde dilinin ucunu dudaklarının arasından çıkaran, ağzı açık oğlan ufak, keskin, azıcık eğik bir bıçak ile balığın karnını yardı; becerikli el hareketleriyle iç organlarını çıkardı ve temizlenmiş balığı filigranlı beyaz yağlı kağıda sardı. Bir kova suyu tahta bloğun üzerine döküp organ artıklarını yere akıttı. Piccoletto, Roma şivesiyle konuşarak dünkü tatil gününde Vespasıyla Lapislazoli’ye, deniz kıyısına gittiğini; sahilde çıplak mongol çocuklara bakan, siyahlara bürünmüş bir rahibe gördüğünü anlattı. Mongol çocuklardan biri Barbie bebeğini sarı saçlarından kavrayıp suya atlamıştı. Çırpı bacaklı, ama belden yukarısı bayağı iri, yürüme engelli bir kadın, dizleri üzerinde sürünerek denizden çıkmış ve sıcak kumların üzerine serili plaj havlusuna yönelmişti. Göğüsleri dalgaların köpüklerine ve beyaz, sıcak kum tanelerine değiyordu. Bangladeşli ve Sri Lankalı erkekler balık tezgahları boyunca yürüyor; Bic marka çakmaklar, sarımsak örgüleri ve bu yazın maskotu olan boy boy plastik emzikleri pazarlıyorlardı. Bosnalı savaş mültecileri kullanılmış fotoğraf makineleri, Rus bebekler, yeşil oyuncak tanklar, eski sabunlar ve sahte ikonlar satıyordu. Hırvatça konuşan genç bir adam, balık fiyatlarını haykıran, uzun siyah kirpikli, yanakları çil içindeki oğlana bir çift ameliyat eldiveni satmaya çalıştı.

¹ Küçümen (bir İtalyan çocuk kitabının kahramanı)
² Günaydın, baylar bayanlar!
³ hakiki somonun kilosu, sadece on bin Liret

Dişlerinin arasında boşluk olan, altın dişli, siyah elbiseli, bastona yaslanan yaşlı bir Çingene kadın, tezgahların arasında durdu; kapağı açılmış bira şişesinden ilk yudumu yere döktü; ardından şişenin boynundaki deliği ağzına götürdü. Bir bastona at başı biçimli altın yaldızlı bir sap vidaladı ve balıkçılara satmaya çalıştı. On, on beş kullanılmış gözlüğün yerine küçük kızını satı lığa çıkaran bir Çingene kadın, oradan geçerken korkup uzaklaşan adama “Quanto mi dai!” ¹ diye fısıldadı. Strafor bir kutudan yapılma beyaz tabutta yatan rendegibi pütür pütür derili, boyları onla yirmi santim arasında, gri renkli beş yavru köpekbalığının üzerini örtmeyene eğrelti otu yetmişti ne de yosun. Bir arı yapışkan, beyaz kalamar halkalarını bütün gücüyle emdi; yeşil mavi parıldayan iri bir sinek de bir kılıç balığının güneş ışığında gümüş gibi parlayan göz çukurlarına girdi. Kambur bir kadın, işaret parmağının yeşil ojeli uzun tırnağıyla balıkların solungaçlarını kaldırıp tazeliklerini kontrol etti. Bir serçe, kendi gövdesinin basbayağı üçte biri ağırlıkta beyaz balık etiyle önce zar zor midye tezgahının teneke çatısına uçtu; ardından biraz daha uçup Vittoria Meydanı Parkı’ndaki bir çam ağacının dalına kondu ve et parçasını yemeye başladı. Bir rahibe -yüzü siğil içindeydi- küçücük midyeler seçip genç Piccoletto’ya kağıt paralar uzatınca, kalçalarına bağladığı beyaz kuşağının ucu, yapışkan bir mürekkep balığının boynuna dolandı. Utanan kadın, genç balıkçı durumu fark etmeden, kuşağını mürekkep balığı dolu beyaz strafor kutudan çekti.

BALIKÇILARDAN UZAK OLMAYAN pazar barında, uzun kahverengi beyaz cübbeli, boylu boslu, ince bir zenci -boynunda İtalyan bayrağının üç rengiyle bölünmüş, Afrika kıtası biçimli bir takı vardı- bar tezgahının önünde espressosunu karıştırıyordu. Barda, Barista’nın ² başının gerisindeki rafta duran kalp biçimli üç şekerleme kutusunun üzeri kırmızı kadifeyle kaplıydı. Kutulardan birinin yanındaki Ferrari marka kırmızı oyuncak arabanın üzerine, plastik menekşelerle süslü kağıt bir şeritle fiyonk yapılmıştı. Plastik menekşelere spreyle menekşe kokusu sıkılmıştı, Ferrari’nin sürücü koltuğunda kırmızı kağıttan dışarı taşan, ezilmiş, kalp şeklinde bir çikolatalı şekerleme duruyordu. Şekerleme kutusunun solundaki aziz tasvirinde Meryem, oğlu İsa’ya bir salkım siyah üzüm uzatıyordu. Aziz tasvirinin altındaki hoparlörlü bir takvimde melez bir kadın görülüyordu; kıkırdayıp eğlenen müşterilere, yani mola verirken susuzluklarını kapuçino, şarap ya da grappa ile gideren, üstleri kan lekeli kasap ve balıkçılara oyuncağını göstermek isteyen nüktedan Barista, takvimin düğmesine ne zaman bassa, melez kadın bazen alçak bazen de yüksek sesle “Café do Brasil” diye fısıldıyordu. Hoparlörlü takvimin altında, kanatlı iki melek başından biri tarafından gözetilen bir rahibe, çarmıha gerili bir İsa’nın önüne diz çökmüş dua ediyordu. Şekerleme kutusunun sağında, aynı rafın üzerinde duran altın süslemeli, mavili pembeli porselen bir Meryem heykeli, başını tevazuyla öne eğmiş, birbirine kavuşturduğu ellerinin parmak uçları üzerinden düşlere dalmış halde bir Mon-Chéri ³ kutusuna bakıyordu.

¹ Sen kaç para veriyorsun?
² barmen
³ İtalyan çikolata markası.

Porselen Meryem’in altında duran Barista, giderek büyüyen, neredeyse yuvalarından fırlayan gözlerle ton balıklı tramezzino’sundan ¹ bir parça ısırdı; soğutma kabının içinden maşayla bir buz küpü aldı; buzu önce akan suyun altına tuttu; sonra da hazır bir kolanın içine attı. Kola makinesinin düğmesine ne zaman bassa, kahverengimsi sıvı mumlu kağıt bardağın içine köpürerek dökülüyor ve makinenin üzerindeki elektrik lambası yanıyordu.

Barista, pazarın barına alınmayan, bu yüzden kapıda beklemesi gereken, baştan aşağı kir içinde, pis kokan, Team Skul yazılı siyah bir tişört giymiş evsiz adama, plastik bir bardak içinde hâlâ dumanı tüten sıcak bir espresso verdi. Siyah tişörtündeki Team ve Skul sözcüklerinin arasına beyaz bir kafatası resmi basılmıştı. Barista, küçük zenci çocuğu önce sadece el hareketleriyle kovmaya çalıştı; ama çocuğun barı çevreleyen cama küçük elleriyle pat pat vurmaya devam etmesi üzerine tezgahın arkasından çıktı; cıyaklayan çocuğu kulağından tutup kendi barından uzağa, karşıdaki kasap tezgahına sürükledi. »Questa borsa per mare! Quanto mi dai!« ² diye seslendi ya Kulakları kanlı, talaşa bulanmış iki domuz kellesi, büyük, siyah bir çöp kovasının içinde, koyun kelleleri, tavuk bacakları, tavuk kafaları, kola ve bira kutuları arasında duruyordu. Bir eliyle, fıstık yiyen küçük çocuğunu tutan bir Çingene kadın, diğer eliyle çöpe atılmış tavuk kafalarını, tavuk bacaklarını ve kümes hayvanlarının iç organlarını bir çöp sepetinden teker teker alıp naylon torbasına tıkıyordu. Mavi naylon torbasını yarısına kadar doldurmuş olan ve kıvrık siyah boynuzlu, üzgün görünümlü kanlı siyah keçi kellesini eline alıp uzun uzun inceleyen kadına, Sri Lankalı kasap »Basta! basta!« ³ diye bağırdı; sonra kadını, çöpü karıştırıp torbasını doldururken yere düşen birkaç tavuk boynunu ve tavuk bacağını tekrar çöp kutusuna atmaya zorladı. Bacaklarının arasında iri bir yumru olan, mavi bir naylon kadın çorabını kafası na takmış, elli yaşlarında bir adam -yüzünün yarısı, yer yer kırlaşmış sakalının arkasında gizliydi- kilolarca et atığını ayırarak iki naylon torbaya koyuyordu. Ayakkabılarıyla çoraplarını çıkarmadan ve Mickey Mouse saatine bakarak -saniye göstergesi olan Pluto, kesik kesik hareketlerle kadranı turluyordu- çeşmenin önünde durdu ve ayak bileklerini şırıldayarak akan suyun altında ıslanmaya bıraktı. Perişan görünümlü şişman bir kadın, kan lekeli bir muşambayla kaplanmış, eskiyip hurdası çıkmış bir çocuk arabasının içindeki tavuk kafalarının, beyaz dana paçalarının, akciğerlerin, böbreklerin ve çöpe atılmış bağırsakların şoförlüğünü yapıyordu. Kumaştan yapılma bir muza bağlı araba anahtarlarını şakırdatan, kolunun üst tarafıyla göğüs kafesi arasında tuttuğu pembe renkli Gazzetta dello Sport gazetesini kendine doğru bastıran bir Macellaio, »Ciao ragazzi« * diyerek, hâlâ tezgahlarını temizleyip toplayan diğer kasaplara veda etti.

¹ Tost ekmeğine benzer beyaz ekmekten yapılan sandviç.
² Bu deniz çantasına kaç para veriyorsunuz?
³ Yeter! yeter!
* Hoşça kalın, millet.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıNatürmort
  • Sayfa Sayısı94
  • YazarJosef Winkler
  • ÇevirmenBurak Özyalçın
  • ISBN9789944396714
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
  • YayıneviPan Yayıncılık / 2010

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Ah Be Melek ~ Müge İplikçiAh Be Melek

    Ah Be Melek

    Müge İplikçi

    “Ah be dünya!” Gökyüzünde bir melek, ovaların, dağların, nehirlerin üzerinden geçiyor; kentleri dolduran insan kalabalığına takılıyor gözü. Yeryüzündeki melekleri seyrediyor, hüzünden deliliğe, delilikten hüzne...

  2. Yevgeni Onegin ~ Aleksandr PuşkinYevgeni Onegin

    Yevgeni Onegin

    Aleksandr Puşkin

    Yevgeni Onegin, Aleksandr Puşkin’in 1823’te başlayıp 1831’de tamamladığı ve kendisinin de çok sevdiği manzum romanıdır. Puşkin, masumiyet, aşk ve dostluğun trajik hikâyesini anlattığı romanında...

  3. Demir Ökçe ~ Jack LondonDemir Ökçe

    Demir Ökçe

    Jack London

    Eserlerinde doğanın karşı konulamaz gücünü alt etme ve hayatta kalabilme mücadelesini romantik bir yaklaşımla ele alan Jack London, Demir Ökçe’de sınıf mücadelesini konu alır....

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur