Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Paylaşılan Sır (Bir S.E.C.R.E.T. Romanı)
Paylaşılan Sır (Bir S.E.C.R.E.T. Romanı)

Paylaşılan Sır (Bir S.E.C.R.E.T. Romanı)

L. Marie Adeline

Cassie, patronuyla yaşadığı aşktan sonra acı ve hayal kırıklıklarının etkisinden kurtulamazken, kendini yeniden S.E.C.R.E.T. ile çare ararken buluyor ve bu kez diğer kadınlara yol…

secret-paylasilan-sir-l-marie-adeline-epsilon-yayinlariCassie, patronuyla yaşadığı aşktan sonra acı ve hayal kırıklıklarının etkisinden kurtulamazken, kendini yeniden S.E.C.R.E.T. ile çare ararken buluyor ve bu kez diğer kadınlara yol göstermek için “Rehber” olmayı tercih ediyor.

İkinci el giysiler sattığı mağazasıyla sınırlı hayatında geçmişin izlerinden kurtulamayan Dauphine, Cassie’den aldığı destekle ve S.E.C.R.E.T.’ın verdiği ilhamla yepyeni bir yola koyuluyor.

Kadınlara kendilerini ifade etme ve tutkularının peşinden gitme cesaretini veren S.E.C.R.E.T. serisinin yeni romanı Paylaşılan Sır, romantik ve macera dolu yaşamların kapılarını aralıyor.

YARGI YOK…

SINIR YOK…

UTANÇ YOK…

***

Cathie James’e, bilgece sözlerin için, daima…

ON AŞAMA

Birinci Aşama: Teslimiyet İkinci Aşama: Cesaret Üçüncü Aşama: Güven Dördüncü Aşama: Cömertlik Beşinci Aşama: Korkusuzluk Altıncı Aşama: Özgüven Yedinci Aşama: Merak Sekizinci Aşama: Yüreklilik Dokuzuncu Aşama: Coşku Onuncu Aşama: Özgürlük

GİRİŞ

DAUPHINE

Güldüm. Yapacak başka ne vardı ki? Gerçekten oluyordu işte. O gerçekten buradaydı. Ve bu, yani yakışıklı bir adamın dizlerine kadar ılık Abita nehrine girmiş halde, çırılçıplak soyunmamı isteyerek beni yanına çağırması dünyadaki en normal istekmiş gibi geliyordu. Kot pantolonunun katladığı paçaları kaslı baldırlarına vuran suyla ıslanıyordu; ince gövdesi ise sıcak Nisan güneşinin altında çıplaktı.

Yanık kolunu uzattı bana doğru.

“Dauphine, bu Aşama’yı kabul edecek misin?”

Ona hemen evet cevabını verip içimden geldiği gibi suyun içinden yanına gitmek yerine, nehrin kenarındaki çimlerin üzerinde dizlerimin üzerine kadar kısalttığım yeşil vintage elbisemle donakalmıştım. Şimdi bundan dolayı pişmandım. Elbisem çok seksiydi, normalde giyebileceğim türden bir şey değildi. Bu elbiseyle korkunç mu görünüyorum? Ya beni çekici bulmuyorsa? Ya yakalanırsak? Ya bu konuda hiç de becerikli değilsem? Ya boğulursam? İyi bir yüzücü değilimdir. Hatta hep sudan korkmuşumdur. Nehrin kenarına kadar uzanan bataklık güllerinin ve ebegümecilerin arkasında gözlerden uzaktaydık, ama yine de içimi bir korku kaplamıştı. Kontrol ve güven, kontrol ve güven, birbiriyle yarış halinde olan iki şeytanım. Peki neden şimdi? Üniversiteye girmemiş miydim? Daha mezun bile olmamışken başarılı bir şekilde kendi vintage kıyafet işimi kurmamış mıydım? Ekonomik krizlerden ve kasırgalardan alnımın akıyla çıkmamış, küçük dükkânımı adeta yaralı yoldaşını kurtaran bir savaş kahramanının kuvvetiyle peşimden sürüklememiş miydim? Tüm bunları -ve daha fazlasını- ben yapmıştım; ama gerçekleşmeleri için disipline, kontrole ve dümeni tutan sakin ve işini bilen bir ele ihtiyaç vardı.

Bu baştan çıkarıcı yabancının vahşi sularda ona katılma davetini kabul etmek, hayatımın akışının da yön değiştirmesi anlamına geliyordu. Spontanlık, risk, arzu ve muhtemel hayal kırıklıklarıyla dolu bir hayata adım atmam anlamına geliyordu. Kontrollü davranmaktan vazgeçip, güvenmeyi öğrenmem anlamına geliyordu. Yine de o gün Köşk’te gösterdiğim cesarete rağmen, bana gerçekleşeceği söylenen ve benim kendime sonunda buna izin vereceğime dair sözler verdiğim o çözülmenin yaşanmasına müsaade etmeye gönülsüzdüm.

Ama kahretsin ki bu adam çok iyiydi – benden çok daha uzundu. Gerçi 160 cm boyumla ben zaten pek çok erkekten kısaydım. Adamın gülücükler saçan gözleri, çekici bir endamı ve güneşin bakır bir parıltıya bürüdüğü karışık, kahverengi saçları vardı. Gözleri mavi miydi yeşil miydi anlayamıyordum, ama onları benden ayıramıyordu.

Güneş tepemizde iyice kızışmaya, saçlarımı uzun ve ağır bir tül gibi hissettirmeye başlamıştı. Yavaşça sandaletlerimi ayağımdan çıkardım. Ayağımın altındaki çimler soğuktu. Belki suya girebilirdim. Usulca.

“Bu Aşama’yı kabul edecek misin? Yalnızca bir kez daha soracağım,” dedi. Sesinde sabırsızlık namına hiçbir şey yoktu.

Şimdi. Ona git. Gitmelisin. Ellerimin yavaşça omuzlarıma doğru gittiğini, elbisemin askılarının üzerinde gezindiğini hissediyordum. Parmaklarım ensemdeki düğüme gelince duraksadı. Ardından ellerim kendi isteğine uydu ve birdenbire elbisemin askıları çözüldü. Elbisemin üst kısmını aşağı indirdim ve göğüslerimi ona açtım. Hızla gözlerimi ondan kaçırdım. Zihnimin duyduğum korkuya teslim olmaması için hızlı hareket etmeliydim. Ya vücudum onu hayal kırıklığına uğratırsa? Ya onun tipi değilsem? Düşünmeyi bırak. Harekete geç. Fermuarımı indirdim ve elbisemin çimlerin üzerine düşmesine izin verdim. Ardından eğilerek külotumu bacaklarımdan aşağı indirdim, doğruldum ve sol bileğimdeki altın bilezik hariç çırılçıplak durdum orada.

“Bunu ‘evet’ olarak kabul ediyorum,” dedi. “Hadi gel, güzelim. Su sıcak.”

Kalbim küt küt atmaya başladı. Olabildiğince sakin bir halde ona, suya doğru yürümeye başladım. Adım attıkça stratejik bir şekilde vücudumu saklıyordum. Ayak parmaklarımı nehre daldırdım. Su beklediğimden daha da sıcaktı. Ayaklarımın geri kalanını da yumuşak akıntıya bıraktım, ardından ona doğru uzanan düz, yosun kaplı kayalıklarda ilerlemeye başladım. Suyun dibini görebiliyordum. İyi olacaktım.

Ona yaklaştıkça aramızdaki boy farkı, halimizi seksi olmaktan komiğe çevirecek kadar artmıştı. Boyu 1.95 filan olmalıydı. Ama kahkahayı patlatmama, hatta ona yaklaşmama bile kalmadan elleri pantolonunun düğmelerine gitti ve o an duraksayıp sessizleştim. Onu izlesem mi?İzlemesem mi? Güney’de yetiştiğimden hemen yüzüm kızardı fakat bunu ondan gizlemek için arkamı döndüm. Gözlerimi uzaktaki bir çiftliğe gölgesini düşüren bir meşe ağacına sabitledim.

“Arkanı dönmek zorunda değilsin.”

“Gerginim.”

“Dauphine, güvendesin. Burada yalnızca ikimiz varız.” Arkam hâlâ ona dönük halde dururken hafif bir su sıçratma sesiyle pantolonunu üzerinden çıkarışını duydum. Ardından kot pantolonunu nehrin kenarına fırlattı ve pantolon eski püskü botlarıyla yeşil elbisemin ve sandaletlerimin yanına düştü.

“İşte. Bak ben de çıplağım şimdi,” dedi. Suyun içinden yavaşça benim yanıma doğru gelmeye başladığını duydum, sonra sıcak teniyle belimden kavradı beni.

Çenesini başımın üzerine yasladığını, yüzünü saçımda ve boynumun alt tarafında gezdirdiğini hissedebiliyordum. Tanrım. Gözlerimi kapadım, derin bir nefes aldım ve başımı eğip boynumu ona sundum. Bunu ve beni ne kadar çok istediğini hissedebiliyordum. Bütün duyularım elektrik akımına kapılmış gibiydi. Suyun ısıttığı, havanın serinlettiği ve onun dokunuşunun yatıştırdığı tenim ürpertiyle canlanıvermişti. Rüzgâr, Güney’in kokularını taşıyordu -yeni biçilmiş çim kokusu, nehrin kokusu, manolyalar… Bunu istiyorum. Bunu istiyorum. Onu istiyorum.

Tereddüt etmek niye? Neden arkamı dönüp ona bakamıyorum? Yalnızca beni memnun etmek için burada. Önümdeki tek engel bunu yapmasına izin veremiyor oluşum.

Sonra, tam da ellerini kalçama koymuşken annemin Tennessee aksanlı o ısrarcı ve gür iç sesi duydum yine. Senin pelte gibi olduğunu düşünüyor. Fazla balıketli olduğunu. Fazla kısa olduğunu. Muhtemelen kızıl saçlı kadınlardan da hoş-lanmıyordur.

Sesi bertaraf etmek için gözlerimi sımsıkı kapadım. Sonra hafif bir inleme sesi duydum, erkeklerin memnuniyet belirtisi olarak çıkardıklarını bildiğim türden bir ses. Pekâlâ, dokunduğu şey hoşuna gidiyor. Ağzını kulağıma dayadı, elleriyle kalçamı geriye doğru çekti ve ikimizi birden akıntının daha da derin olduğu tarafa çekti.

“Tenin inanılmaz,” dedi mırıltıyla su belime gelinceye kadar benimle geri geri yürürken. “Mermer gibi.”

Yalan söylüyor. Ona böyle demesini söylemişlerdir. İçimdeki sürekli eleştiri yapan sesin kaybolması için yalvarıyordum.

“Önüne dön, Dauphine. Sana bakmak istiyorum.”

Kollarımı yavaşça iki yanıma bıraktım, parmaklarım suya değiyordu. Gözlerimi açtım ve önümü dönmemle birlikte geniş göğsünü ve bana duyduğu arzunun kanıtını gördüm. Gerçekten oluyor bu! Bırak olsun. Sakin ve yakışıklı suratına bakmak için başımı eğdim hafifçe. Sonra ise vınn! Beni birdenbire ve o kadar ustalıkla havaya kaldırdı ki, midem yerinde kıpırdanıyor olduğu halde neşeyle çığlık attım. Nihayet kolumu kaslı boynuna attığımda ışıldayan nehirde beni kucağına almış, işveli bir şekilde beni yavaşça suya sokuyordu.

“Çok soğuk!” dedim nefes nefese. Daha da sıkı tutunuyordum ona.

“Birazdan ısınacaksın,” dedi fısıldayarak ve beni iyice suya indirdi. Kolları bedenimde, kendimi ona ve nehre teslim ettim. Sırt üstü uzandım, saçlarımı santim santim suyun içine bıraktım. Pekâlâ, işte başlıyoruz…

“Aynen böyle. Kendini rahat bırak. Yanında ben varım.”

Kendimi inanılmaz mutlu hissettim. Su o kadar da korkutucu değildi. Gözlerimi kapadım ve saçlarımın döne döne kendilerini bırakmalarına izin verdim. Biliyordum, uzun zamandır ilk kez yüzümde gerçek bir gülümseme beliriyordu.

“Şu haline bak, Ophelia gibisin,”

Tek kolu hâlâ sırtımdayken diğer kolunu oradan çekti ve ne istediğini bilen bir hamleyle elini bacaklarımdan uyluklarıma kadar gezdirdi, uyluklarımın bittiği yerde duraksayarak daha sonra karnıma doğru devam etti ve eğilerek göbek deliğimde oluşan su birikintisinden öptü.

“Gıdıklanıyorum.” Gözlerim hâlâ kapalıydı. Kuş gibi hafif ve tanrısalsın. Vücudun çok güzel, Dauphine.

“Peki bundan gıdıklanıyor musun?” dedi fısıltıyla. Elini bedenimde gezdiriyor, diğer eliyle hâlâ alttan beni kavrıyor ve parmaklarıyla kadınlığımı keşfediyordu. Aman Tanrım.

“Biraz,” dedim. Vücudum deniz yıldızı gibi açılmış, iki yana ayırdığı kollarım suda süzülmemi sağlıyordu. Suyun bana yaptığı şey hoşuma gidiyordu. Serinliği bedenimi sıkılaştırıyordu. Meme uçlarım sertleşmiş ve kıvama gelmişti. Gözlerimi açtım ve yüzünü buldum. Orada arzuyu görebiliyordum. Eli aşağılarda uyluklarımı aralarken eğilip göğüslerimi öpmesini izledim.

“Peki ya böyle?” diye sordu yavaş yavaş önce bir parmağını, sonra da iki parmağını birden içime sokarken.

“Hayır,” dedim nefesim kesilerek. “Bu hiç de gıdıklamıyor.” Zevkten içimin kıpırdandığını hissediyordum. Çok hızlı olabilir bu, diye düşündüm parmakları içimi ısıtırken. Parmaklarıyla usul usul önce tedirginlikle, sonra daha derinlere giderek ve zorlayarak içime girerken iyice sarıldım ona. Suyun dalgalar halinde tenime çarptığını hissedebiliyordum-hızla nefes almama sebep olan bir kombinasyondu bu. Oracıkta gelmek istedim, gelebilirdim de…ama bu süzülme hissinin tadını çıkarmak için kendime engel oldum. Parmaklarını daha da derine itmesi için hafifçe gerindim, saçlarım tamamen suyun içine girmiş, hatta kafamın etrafını çevrelemişti. Ateşten bir taç gibi görünüyordu muhtemelen.

“Gözlerime ziyafet çektiriyorsun, Dauphine,” dedi mırıldanarak. Tek eliyle sürekli içime girip çıkıyor, diğer eliyle de beni suyun üzerinde tutuyordu. Sonra usta bir hareketle suda süzülen vücudumu hafifçe yana doğru çevirdi ve bacaklarımın arasına geçti. Ama onu kendime çekmek için bacaklarımı beline dolamama kalmadan eğildi, ağzını güneşte parıldayan uyluklarımın iç kısımlarını gıdıklayan suyla birleştirdi ve diğer eliyle beni suyun üstünde tutmaya devam etti. Dudaklarının sıcaklığı dalgalanan suyla birleşti ve aceleci parmakları bende o kadar yoğun bir hisse sebep oldu ki, kendime hakim olabilmek için suda çırpınmak zorunda kaldım. Sonra önce bir bacağımı, daha sonra da ötekini omuzlarına attı ve kollarıyla belimden tutarak dengede durmamı sağladı. Her iki eli de bu şekilde altım-dayken dilini uyluklarımın kısa kızıl tüylerimle birleştiği yere götürdü. Yüzünü kadınlığıma gömerken nehrin suyu bedenimde gezinen milyonlarca parmak gibi hissettiriyordu. Bir an dalga dalga tenime vuran suyla onun o hevesli ağzını birbirinden ayırt edemedim, ta ki sımsıcak ve ısrarcı dili tam da bulması gereken yeri bulana ve birkaç hünerli parmak hareketiyle orayı tamamen kendine saklayana kadar. Ahh… Kalçamı havaya kaldırdım ve bacaklarımı iyice açarak büyük bir istekle ve içgüdüsel olarak yüzümü nazikçe akan suyun üzerinde, kulaklarımı ise suyun altında tuttum. O, aşağıda daireler çizip bir parmağını içeri sokup çıkarırken akıntının kuvveti de aldığım zevki artırıyordu. Aman Tanrım. Ağzı ve parmakları dans edercesine üstlerine düşeni yaparken diğer elinin geniş avcuyla belimi kavradığını hissettim. Ardından uzandı ve göğüs uçlarımla oynadı. Ağzı sıcacık ve ıslaktı; dili yerinde durmuyor, meme uçlarımı yalıyor, beni içine çekiyordu. Benden önce o hissetmişti sanırım. Bedenim kasılıyor, dizlerimi kenetleniyor, kollarım iki yana açılıyor ve avuç içlerim güneşe doğru bakıyordu. Evet…

İlk dalga sıcak ve tanıdıktı. Ah şu duygu, diye düşündüm, bunu hatırlıyorum. Fakat daha sonra daha kuvvetli, daha derin, berrak gökyüzüne karşı beni ağlatacak kadar aceleci bir şeye dönüştü. Dili gittikçe daha da hızlı daireler çizerken parmakları da en derin yerlerimi keşfediyordu. Bense nihayet olduğunda, önce bir kez, daha sonra iki kez, zevk dalgaları şeklinde geldiğimde kahkahalarla gülüyordum. Kıvranıyordum, dizlerimin arkası sımsıkı omuzlarına tutunuyordu ve bir anlığına tek vücut olmuştuk. Göğüslerimin güneşin altında inip kalktığı, parmaklarımın soğuk tenimde gezindiği bu mutluluk ve sükûnet dolu dakikadan sonra kendime geldim.

“Çok, çok iyi,” diye fısıldadı. Ben toparlanırken o da sanki kâğıttan bir gemiymişim gibi nazikçe suyun yüzeyinden kaldırdı beni.

“Ama… daha bitmedi, değil mi?” diye sordum. Kasıklarım titriyordu ve bacaklarımı beline dolamıştım.

Kıyıya yaklaşırken bacaklarımı ondan kurtardım ve nehrin sığ tarafındaki taşlara basarak dengemi sağladım. Nehrin suyu göğüslerimden küçük dereler halinde aşağıya düşerken belime kadar suyun içindeydim ve göğüs uçlarım hâlâ sertti. Yüzüme düşen saçlarımı düzelttim. Sersem gibi, yorgun ama tatmin olmuş hissediyordum kendimi.

“Bu adımda seni ancak buraya kadar getirebilirim, Da-uphine. Hiç istemiyorum, ama seni geri götürmeliyim.”

Nehre girdiğimiz taşlı plaja doğru yürüdü. Kıyafetlerimizin yanında bir yığın bembeyaz havlu vardı. Elimi bıraktı ve nehir kenarındaki bayırı tırmandı; sırtındaki sular güneşte parıldıyordu. Sonra arkasını dönüp beni çimlere doğru çekti. Yığının arasından bir tane havlu çekip beni sararken, kendine doğru çekip hızla kollarımı okşayarak bedenimi ısıtırken ürperdim.

“Çok şey hissediyorum. Ne desem bilemiyorum.”

“Hiçbir şey söylemene gerek yok. O zevk bana aitti.” Döndü ve kurulanmaya başladı.

Havluya sıkı sıkı sarındım ve kaslı bacaklarına kot pantolonunu geçirip, ıslak vücuduna yapışan beyaz bir tişört giyerken onu izledim. Sonra tekrar yanıma geldi ve bu sefer kocaman ellerini yüzümün her iki tarafına koyarak uzun uzun öptü beni.

Öpmeyi bırakıp kendini geri çektiğinde “Çok ciddiyim. O zevk bana aitti, Dauphine,” dedi.

Alnıma minik bir öpücük kondurduktan sonra birkaç adım geriye gitti. Daha sonra arkasını dönerek çiftliğin olduğu tarafa doğru yollandı ve ardından sarmaşıklarla kaplı bir köşeyi dönerek gözden kayboldu.

Beni bu kadar nefis bir şekilde enkaz gibi bıraktığı için ona teşekkür ederim diye bağırmak istedim. Ama sözcüklerim eski benliğimin parçalarıyla, teslim olmaktan, bunu istemekten, yalnızca zevki kabul edip bunun mümkün olduğuna inanmaktan korkan parçalarımla birlikte hâlâ suyun altındalardı. Bağırmak yerine tekrar kahkahalarla güldüm. Bu sefer Yaptım işte, Bir şey oldu ve ben buna izin verdim! diye düşünerek.

Elbisemi alıp hâlâ nemli ve titreyen bacaklarımın üstünden üzerime geçirdim. Kalçalarımdan aşağıya inen kısmını ellerimle düzeltirken cebimde bir şey hissettim ve hemen çıkardım. Küçük, mor bir kutuydu bu. İçinde pamuklara sarılı altın rengi, mat ve kenarları pürüzlü bir süs vardı. Elime aldım. Bir tarafında Roma rakamıyla I diğer tarafında ise Teslimiyet sözcüğü kazılıydı. Süsü kutunun içinden çıkarıp sıkı sıkı avucumda tutarken kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Sıcacık, düz bir taş gibiydi süs. Artık benimdi. Üç haftadır taktığım zincirime ekledim onu.

Yavaş yavaş beklemekte olan arabaya doğru yollandım. Begonvillerle kaplı yüksek bir taş duvarı aşarken minik pembe yaprakları okşadım. Başardın. Kontrolü elden bıraktın. Şimdi, her ne kadar belli belirsiz olsa da yeni hayatıma giden Aşa-malar’ın geri kalanını da atma zamanı. Kafamdaki o seslerden, o kalp kırıklığından, üzücü geçmişinden uzakta.

Eklendi: Yayım tarihi

“Paylaşılan Sır (Bir S.E.C.R.E.T. Romanı)” için 2 yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) +18 Kitaplar Edebiyat Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıPaylaşılan Sır (Bir S.E.C.R.E.T. Romanı)
  • Sayfa Sayısı295
  • YazarL. Marie Adeline
  • ÇevirmenTuba Şabanoğlu
  • ISBN9789944828086
  • Boyutlar, Kapak14 x 22 cm , Karton Kapak
  • YayıneviEpsilon / 2014-03

Yazarın Diğer Kitapları

  1. S.e.c.r.e.t – Kadınlığımın Romanı ~ L. Marie AdelineS.e.c.r.e.t – Kadınlığımın Romanı

    S.e.c.r.e.t – Kadınlığımın Romanı

    L. Marie Adeline

    Kocasının ölümünden beri Cassie Robichaud’nun hayatı pişmanlık ve yalnızlıkla doludur. New Orleans’taki köhne Kafe Rose’da garsonluk yapan Cassie, her gece evinin yolunu tutup tek...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Anne ~ Caroline LeavittAnne

    Anne

    Caroline Leavitt

    On altı yaşındaki Sara hamiledir ve kürtaj için artık çok geç kalmıştır. Bir zamanlar üzerine titreyen erkek arkadaşı ise ortadan kaybolmuştur. Sara’nın tek seçeneği,...

  2. Hırsız ve Köpekler ~ Necip MahfuzHırsız ve Köpekler

    Hırsız ve Köpekler

    Necip Mahfuz

    Hırsız ve Köpekler en yakınlarının ihanetine uğrayıp hapse düşmüş Said’in intikam hayalleriyle hapisten çıkışının hikâyesi. Kendisini ele veren karısını ve âşığını öldürmek, kızı Sena’yı...

  3. Gece Yarısı Kütüphanesi ~ Matt HaigGece Yarısı Kütüphanesi

    Gece Yarısı Kütüphanesi

    Matt Haig

    “Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane var,” dedi. “Bu kütüphanedeki raflar sonsuza kadar gider.  Her kitap yaşamış olabileceğin başka bir hayatı yaşama şansını sunar sana....

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur