Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Satılık İmparatorluk – Lozan ve Osmanlı’nın Reddedilen Mirası
Satılık İmparatorluk – Lozan ve Osmanlı’nın Reddedilen Mirası

Satılık İmparatorluk – Lozan ve Osmanlı’nın Reddedilen Mirası

Mustafa Armağan

Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak. Halbuki biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, hakikat susmayacak. Sezai Karakoç Lozan ve Osmanlı’nın Reddedilen Mirası Osmanlı…

Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak.
Halbuki biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, hakikat susmayacak.
Sezai Karakoç

Lozan ve Osmanlı’nın Reddedilen Mirası
Osmanlı Devleti’nin parçalanması birkaç ay içerisinde gerçekleşti ve 1918 yılı Ekim’inin son günü artık Osmanlı’sız bir dünya haritası vardı.

Bununla da bitmedi…
Önce Saltanat, sonra Halifelik, İngiliz dayatması daha doğrusu oyunu yüzünden birer hamlede kaldırıldı.
1925’te toplumun kılık kıyafeti değiştirildi.
Maksat, yeni bir insan vücuda getirmekti.
1928’de bu defa alfabesi (yazısı) elden gitti Osmanlı’nın.
Mahir İz’in dediği gibi maksat “maziden alakayı kesmek”ti.
1932’de ezan Türkçeleştirildi.
Tüm bunları, boşalan camileri satmak veya kiralamak, yıkmak veya arsasını ele geçirip partinin kodamanlarına peşkeş çekmek üzere iç etme adımı takip etti.
Velhasıl, Lozan süreciyle birlikte Osmanlı satılığa çıkarılmıştı.
Yalnız antika eşyaları, camileri, medreseleri değil;
Ayasofya’sı dahil pek çok maddi ve manevi varlığı satıldı.
Kime peki ve neden?
* * *
Elinizdeki kitap, Osmanlı mirasının neden ve nasıl satıldığını ve bir cihan imparatorluğunun cihangirlik sevdasından vazgeçmiş varisi tarafından nasıl hoyratça yok edildiğini gösteriyor. Varis ne kadar unutmak isterse istesin, enkazdan arta kalanlar mutlaka bir yerden başlarını uzatıp seslerini duyuracaklardı.
Mustafa Armağan, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte ve sonrasında yaşananları ele alarak tarihle yeniden hesaplaşıyor:
SATILIK İMPARATORLUK…

***

içindekiler

Önsöz / 7

I. BÖLÜM / ATATÜRK
Atatürk’ün Bilinmeyen Kız Kardeşi / 15
Atatürk’ün Kız Kardeşini CHP Dışlamış, DP de Sahip Çıkmıştı / 25
Atatürk’ün Mal Varlığı / 31
“Küçük Ülkü” de İnönü Mağdurlarındanmış / 39
Mustafa Kemal Paşa’nın Hayatından Yazılmamış Bir Sayfa / 43
Nutuk Artık Tabu Olmaktan Çıkarılmalıdır / 47
İşte İnönü’nün Atatürk’ü Çarpıttığının Belgesi / 53
İnönü, Atatürk’ü Ölmeden Önce Nasıl Öldürmüştü? / 61
Atatürk, Hitler’e Ne Yazdı? / 67
İlk Heykel Atatürk Zamanında Yıktırılmıştı / 75
Atatürk Zamanında 64 Bin Kişinin Kafatası Fişlenmişti / 91
Atatürk, Amerika’nın Türkiye’yi Demir Ağlarla Örmesini İstemişti / 87
Bediüzzaman ve Mustafa Kemal Hiç Karşılaştılar mı? / 93
İşte Said Nursi’nin Mustafa Kemal’le Görüştüğünün Belgesi / 97

II. BÖLÜM / KAHRAMANLAR
Osmanlı’ya İhanet Eden Aileyi Saran Lanet Çemberi / 105
Siyasetin Orduya Bulaşması Bize Balkanları Kaybettirmişti / 111
Sarıkamış Yenilgisi Enver’in, Çanakkale Zaferi Mustafa Kemal’in mi? / 117
Sakarya’nın Sırtına Vurulan Tarihimiz / 121
İsmet Paşa Suriye’den Kimin Atıyla Kaçmıştı? / 127
Yakın Tarihe Işık Tutan Hatırat / 133
Vahdettin’in Mustafa Kemal’e Verdiği Sır Neydi? / 139
Mustafa Kemal ve Fevzi Çakmak Paşalar, Vahdettin’i Böyle Savunmuşlardı / 146
Osmanlı’nın Parçalanması Devam mı Ediyor? / 150
Lozan’ın Gerçek Kahramanı Kimdi? / 154
Lozan’ın Gizli Maddeleri / 159
Lozan’ın Onayı için Hilafetin Kaldırılması Beklendi / 163
İngilizler İstanbul’dan Nasıl Çıktı? / 167
Atatürk, Hasan Tahsin’in Adını Neden Anmadı? / 171

III. BÖLÜM / SATILIK İMPARATORLUK
Bir Devlet Armamız Bile Yok / 179
Hanedan Kovulurken Mallarını Kimler Kaptı? / 181
Hilafet Neden Kaldırıldı? / 185
7 Soruda Harf İnkılabı / 189
Harf İnkılabını İsrail de Yaptı Ama… / 195
Yunanlar Kimin Adalarını Satışa Çıkarıyor? / 207
Ayasofya Camii Kime Satıldı? / 215
İşte Ahır Yapılan Camilerin Belgesi / 221
Meğer Asıl “Camiler Kışlamız” Diyen İnönü’ymüş! / 227
Siz mi Dine Baskı Yapmadınız? / 231
Kur’an-ı Kerim Yeniden Liselerde / 235

IV. BÖLÜM / CHP’HİN KARANLIK ANILARI
Laik CHP, ABD Gemisini Mahya ile Karşılamıştı / 243
İskilipli Atıf Hoca Şapka Yüzünden İdam Edilmedi mi? / 249
Şeyh Said İsyanı Bahanesiyle 22’sinde Bir Hoca da İdem Edilmişti / 25S
İstiklal Mahkemesi Sanıkları Asabilmek İçin Yürürlüğe Girmemiş Olan Kanuna Sarılmış / 259
Kapatılan Cami Avlusunda Kesik Başlar Sergilendi / 267
Afyon’da 500 Yıllık Camiyi Herkesin Gözü Önünde Yıktılar / 271
Boraltan Faciası Tek Değil ki! / 281

KAYNAKÇA / 289

*

Önsöz

“Büyük Britanya bir imparatorluk kaybetti ve henüz kendine yeni bir rol bulamadı.”¹

Amerika Birleşik Devletleri’nin Soğuk Savaş dönemindeki acar dışişleri bakanlarından Dean Acheson 1962 yılında imparatorluğunu kaybettikten sonra bunalıma girmiş olan İngiltere’yi böyle tasvir etmiş. 1950’lere kadar “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk” diye selamlanan İngiltere (“Büyük Britanya” demek daha doğru), hızla sömürgelerini kaybedince bir bunalıma girdi ve o bunalımın etkilerini henüz atlatabilmiş değil. Girdap, en son gemiyi alır içine çünkü.

Kaldı ki İngiltere, sömürgelerinden bizim gibi bozguna uğrayarak değil, ağır ağır çekildi. Durup dinlenmeye, saatini ayarlamaya vakti oldu; geride üsler bırakabildi ve haleflerine bazı şartlar koşabildi. Hatta Commonwealth diye gevşek bir ticari organizasyonu bile geliştirebildi bir ara. Öte yandan Kıbrıs’taki askeri üssü yasal olarak tanınmış bir hak olarak bir zamanlar büyük bir dünya gücünün adadaki izdüşümüdür.

Ancak İngiliz İmparatorluğu’nun sonu ile Osmanlı İmparatorluğu’nun sonu arasında neredeyse uçurum kadar fark vardır.

İngiltere’nin anavatan topraklarına dokunulmadığı gibi bir türlü bütünleşemedigi veya bilinçli olarak bütünleşmediği işgal ettiği topraklardan da onu zorla atan kimse olmadı. Ekonomik-ticari ağını saglamlaştırabildi. Siyasi kopma ekonomik kopuş anlamına gelmedi.

Bu bir süreçti ve peyderpey, yeterli güvenceleri aldıktan sonra terk etti sömürgelerini. O kadar ki, 2 Ekim 1923 yılında son birlikleri İstanbul’u terk ederken bile bindikleri Arabic gemisi Çanakkale Boğazı’ndan çıkmadan önce kuvvetlerimiz Ankara’dan hareket edemeyeceklerdi.

Ancak Osmanlı Devleti’nin parçalanması aniden, birkaç ay içerisinde gerçekleşti ve bırakın ayrıldığı yerlerde üsler bulundurmayı, Yemen’de kalan esirlerini bile ülkesine geri getiremedi.

Borges’in muazzam boyutlardaki harita öyküsünde olduğu gibi fersude parçaları bir yerlerde öylece kaldı. Parçalannı toparlamak biryana anavatanını bile işgalden kurtaramadı. Bağımsızlığını yitirdi ve Yunanlar eliyle bir işgale daha uğradı. Yıkım yıkım üstüne geldi.

Böylece kendisine “Osmanlı’yım” diyen kimsenin kalmadığı yepyeni bir dönem açıldı. Buna Post-Ottoman (Osmanlı Sonrası) dönem diyebiliriz. Artık Osmanlı’sız bir dünya haritası vardı ve bir zamanlar harita imalatçılarının onu kastederek kullandıkları Near Eastern (Yakın Doğu) tabiri, Osmanlı Devleti tarihe karıştıktan sonra fonksiyonunu yeterince icra etmiş olmalı ki, kullanımdan düşüverdi.

Ve ardından yaprak dökümü başladı…

Osmanlı’dan koparak ayrılan ülkeler, Türkiye (“Türkiya”) dahil kendisine başka isimler verdiler. “Osmanlı” ismi haritadan tamamen silindi.

Onu yüzyıllardır karakterize eden ve İslâm dünyasının başı olduğunu gösteren halifelik İngiliz dayatması yüzünden bir hamlede kaldırıldı.

Selçuklulardan beri bu toprakların beyinlerini sulamış olan medreseler aynı yıl bir darbeyle ortadan kaldırıldı.

Osmanlı’nın protokolde üçüncü sıraya çıkardığı Şeyhülislâm’ın devamı olan Şeriye ve Evkaf Vekili Bakanlar Kurulu’ndan çıkarılıp bir memur haline getirildi.

Bunlar 1924 yılında gerçekleşti.

1925’te ise kılık kıyafeti değiştirildi. Şapka Kanunu ile Müslümanlar dışarıdan ayırt edici özelliklerini kaybettiler.

1926 yılında sıra günlük hayatını düzenleyen Medeni Hukuk’a gelmişti. İsviçre’den harfi harfine tercüme edilerek “Türk” yapılan Medeni Kanun, Osmanlı kimliğinin belini kıracaktı. Hatta Medeni Kanun’u müzakere edip birkaç maddesinin olsun ülkemizin ve dinimizin şartlarına uygun hale getirilmesi gündeme getirildiğinde “Medeniyet bir küldür (bütündür), olduğu gibi alınır” denilmişti. Batı hukuku üzerinde mütalaa bile yürütülmesine izin verilmiyordu. Maksat, Mahir İz’in dediği gibi “maziden alakayı kesmek”ti.²

1928’de bu defa alfabesi (yazısı) elden gitti Osmanlı’nın. Hâlâ dedelerinin mezar taşını okuyamayanların yaşadığı, öz evlatlarının “turist” konumuna indirgendiği bir ülkeyiz.

Okullardan din dersi, siyer, Arapça, Farsça, hat sanatı gibi derslerin kaldırıldığı bir dizi müdahale izledi bunu.

İmam-Hatiplerin öğrencisizlik sebebiyle kapatılması da aynı projenin bir parçasıydı (bu da tamamen geçersiz bir kurt bahanesiydi, ilgili yerde fotoğrafıyla birlikte göreceksiniz).

Tevhid-i Tedrisat Kanunu aynı zamanda medrese vakıflarını ele geçirmeye yönelik bir operasyonun ayağıydı.

Aynı kanunda bir İlahiyat Fakültesi açılacak deniliyordu ama kapatılan İlahiyat Fakültesi bir daha ancak 1948’de, o da İstanbul’da değil, Ankara’da açılabilecekti. Çeyrek asır (1924-1948) bir İlahiyat Fakültesi olmadan yaşadı Türkiye.

1930’ların başından itibaren bu defa Osmanlı’nın dinine yöneldi rejimin matkabı. Önce Türkçe Kur’an okunması gündeme getirildi.

Daha sonra ezan Türkçeleştirildi. Minarelere “yabancı bir ses” dokundu. “Allahu ekber” demek yasaklandı.

Bunu, boşalan camileri satmak veya kiralamak, yıkmak veya arsasını ele geçirip partinin kodamanlarına peşkeş çekmek üzere iç etme adımı takip etti.

Hedefteki son iki alan, tarih ve dildi. Türk Dil ve Türk Tarih kururnları bununla görevlendirildiler.

Osmanlı’yı reddedenler Etilere, Sümerlere bağlanmaya çalıştı. İslâm geleneği dışlandı. Osmanlı medeniyeti de Mimar Sinan, Piri Reis gibi birkaç istisna hariç öteki ilan edildi.

Atatürk’ün İsveç Büyükelçisi’ne karşı yaptığı konuşmada görüldüğü gibi anlaşılmaz ve yer yer dalga konusu olabilecek durumlara düşüldü dil konusunda. Osmanlı’nın şiir gibi akan o dili, unutturuldu.

Coğrafya da bu inkâr fırtınasından yakayı kurtaramadı. Yer isimleriyle öylesine oynandı ki, bugün normal bir vatandaş Elazığ’ı Sultan Abdülaziz’in kurduğunu fark edemez durumdadır (aslı Mamuretü’l-Aziz olan şehrin ismi halk arasında Elaziz diye telaffuz edilirken Atatürk tarafından bugünkü haline getirilmiştir). Diyarbekir bu süreci ucuz atlattı; tek harf değişikliğiyle Diyarbakır yapılarak Bekir aşiretiyle olan kadim bağı koparıldı, bakır madenine bağlandı. Dersim, başına devletin tunçtan eli inince Tunçeli oldu. Ankara yakınlarındaki Ahi Mesud köyünün adı tamamen anlaşılmaz bir kılığa sokulmak kastıyla Etimesgut yapıldı vs.

Çalıkuşu’nun ilk baskısındaki Bağdatlı Ahmet’in memleketi sonraki baskılarda kasıtlı olarak silindi. Vaktiyle Enver Paşa için söylenen “Hoş gelişler ola, kahraman Enver Paşa” marşının sözleri “Hoş gelişler ola, Mustafa Kemal Paşa” olarak montajlandı. 1913 yılında Türk bayrağının yıldızı içerisine Osmanlı’nın kurucusu olan Osman Gazi’nin resmi konulurken sonraki yıllarda Mustafa Kemal’in resmi konulmaya başlandı.

Bütün bunlar Cumhuriyet’e geçilirken, Lozan süreciyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları ve haritası üzerinde olduğu gibi kültürel ve zihinsel yapısında da büyük bir operasyonun gerçekleştiğini ve bir daha bu topraklarda “Osmanlı” gibi tehlikeli bir oluşuma meydan vermemek için uğraşıldığını görüyoruz.

Bu, hanedanın yurt dışına giderken 10 gün içerisinde haraç mezat satılan mallarından daha iyi hiçbir şeyle gösterilemeyecek hir çılgınlıktır. Kâzım Karabekir bu furyadan yabancıların faydalandıklarını ve içerideki adamları vasıtasıyla çok değerli malları onda bir, yirmide bir fiyatına kapattıklarını yazar. Galiba Osmanlı’nın büyük mirasının başına gelen de biraz budur.

Osmanlı satılığa çıkarıldı. Yalnız antika eşyaları, camileri, medreseleri değil; Ayasofya’sı dahil pek çok maddi ve manevi varlığı satıldı.

Kime peki ve neden?

Elinizdeki kitapta topladığım yazılar Atatürk’ün mal varlığından cami ve mescitlerin satılmasına kadar uzanan bir zincirde Osmanlı’nın neden ve nasıl satıldığını ve bir cihan imparatorluğunun cihangirlik sevdasından vazgeçmiş varisi tarafından nasıl hoyratça yok edildiğini göstermeyi hedefliyor.

Bir şeyi daha gösterebildiğimi umuyorum:

Bizim görevimiz, o susturulmuş sesleri toplayıp farkındalık meydana getirecek şekilde gelecek nesillere aktarmak. Tıpkı Sezai Karakoç’un şu ateşli cümlelerinde olduğu gibi susmamanın erdemini hatırlatmak:

Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak. Halbuki biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, hakikat susmayacak.

Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak. Halbuki bizden kurtulsalar vicdan azabından kurtulamayacaklar, vicdan azabından kurtulsalar tarihin azabından kurtulamayacaklar. Tarihin azabından kurtulsalar Tanrı’nın azabından kurtulamayacaklar.³

18 Şubat 2013, Ümraniye
Mustafa Armağan

*

Atatürk’ün Bilinmeyen Kız Kardeşi

Atatürk: Yazılarak unutturulan lider…

Yazılması istenenler köpürtülerek, yazılması istenmeyenler ise bembeyaz bir sükût çarşafına büründürülerek unutturulan lider desek daha isabetli olurdu aslında. Hakkında yazılan ve yazdırılan on binlerce kitap, makale, tebliğ, anı ve derlemenin onun şahsiyetinin üzerini bir toz, hatta toprak yığınıyla kaplamış bulunması, öyle görünüyor ki, bugünün olduğu kadar geleceğin tarihçisini de uzun bir süre daha deveye hendek atlatmak ya da bu riskli diyara hiç uğramamak seçeneklerinden birini tercihe zorlayacaktır.

Misal mi?

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün hâzineye bağışladığı çiftlikler meselesini ele almaya ne dersiniz?

Hemen hatırlatalım ki, çiftlikler Atatürk’ün mal varlığının sadece bir kısmını oluşturmaktadır. Yakınlarına hediye ettiği ‘ada’ gibi pahalı hediyeler bu listenin haricinde kalmıştır.

Tarihçilik, orijinal olan ilk kaynağa ulaşma çabasıdır bir yerde. Peki Atatürk’ün ekmeğini yiyen bu kadar anlı şanlı kurum ve kuruluşumuz şu kadar yıldır var olduğu ve binlerce araştırmacı istihdam ettikleri halde şimdiye kadar şu çiftlik meselesini Cumhuriyet Arşivi’ndeki orijinal belgesinden incelemeye neden yanaşmamışlardır dersiniz?

————

1     Aktaran: Niall Ferguson, Empire: The Rise and Demise of the British World Order and the Lessons for Global Power, Basic Books, New York 2005, s. 359.
2     Mahir İz, Yılların İzi. Kilabevi Yayınları, İstanbul 1990, s. 85.
3     Sezai Karakoç, Çağ ve İlham 1, 3. baskı, Diriliş Yayınlan, İstanbul 1978, s. 25.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Gülün Fethi Fatih Sultan Mehmed ~ Mustafa ArmağanGülün Fethi Fatih Sultan Mehmed

    Gülün Fethi Fatih Sultan Mehmed

    Mustafa Armağan

    “Biz fetihleri kılıç kalkan, mızrak, top tüfek gibi kabukların başka kabuklarla savaşı gibi görüyoruz. Bunlar tarih değil, tarihi yapan araçlar. Tarih daha derinlerdedir: ruhlarda,...

  2. Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı ~ Mustafa ArmağanAbdülhamid’in Kurtlarla Dansı

    Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı

    Mustafa Armağan

    ARKA KAPAK YAZISI Sultan II. Abdülhamid 33 yıl boyunca etrafı “kurtlar”la çevrili bir ülkeyi sağ alim sahile çıkarmanın mücadelesini verdi. Hasta Adamın mirasının paylaşılması...

  3. Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler ~ Mustafa ArmağanOsmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler

    Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler

    Mustafa Armağan

    Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler, tarihin bilimsellikten taviz vermeden de geniş kitlelere sevdirilebileceğini gösteren öncü bir çalışma… “Öyle yazmış bir okuyucu: ‘Bu kitapta bakalım...

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur