Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

şimdi benimsin
şimdi benimsin

şimdi benimsin

Güneş Demirel

birinci bölüm Hatırladıkça kanım donuyor… Çığlıklarım ne fayda, hiçbir şey kâr etmedi. Üstüm başım yırtık içinde… ne kadar zamandır bu kapının önünde oturuyorum… ne…

birinci bölüm

Hatırladıkça kanım donuyor… Çığlıklarım ne fayda, hiçbir şey kâr etmedi. Üstüm başım yırtık içinde… ne kadar zamandır bu kapının önünde oturuyorum… ne kadar zamandır bu kadar üşüyorum?
Kirlendim… hem de çok! Ruhum… daraldıkça daralıyor. Tenim ne kadar da pis… nefesim mi kesiliyor? Ölsem… keşke ölsem!
Hiç mi kaçacak bir yer yok Ya Rabbim… yardım et. Uyanmadan kaçmalıyım buradan. Olanların cezasını çekmek benim kaderim miydi? Her hücreme onun pis nefesi değdi… Bunu hak edecek ne yaptım ben? Nasıl bakarım şimdi Kenan’ın yüzüne?
“Demek buradasın… kapı önünde bekliyorsun ha! Evini o kadar özledin demek! Bakalım abin de seni özlemiş mi küçük hanım…”
“Allah belanı versin senin!”
“Hahahaha! Üzülme bu ara başımda yeteri kadar bela var zaten! Ama bu günden sonra her şey değişecek. Yalvaracaklar bana… Seninle evlenmem için yalvaracaklar!”
“Asla!! Kendimi öldüreceğim, ama seninle asla evlenmeyeceğim…”
“Dur bakalım! Niye hemen panik oldun? Bir sor bakalım ben seninle evlenmeyi istiyor muyum? Sadece bana yalvaracaklarını söyledim, hepsi bu!”

*

O gecenin sabahında bütün yaşadıklarımın bir rüya olması için neler vermezdim. Hayatımın nasıl yön değiştirdiğini düşündükçe, çıldıracak gibi oluyorum.
Hayallerim umutlarım vardı benim… Şimdi ise koskoca karanlık girdabın içinde sürükleniyorum. Allah’ım… yalnızım… çok yalnızım. Yaşadıklarımın tek sorumlusu benmişim gibi. Oysa her şeyden bihaber olan ben değil miydim? Seçilen kurban ben değil miydim? Annem ve babamı tanıyamaz haldeyim… Bakışları değişti ikisinin de… Ama abim ve Beril öyle değil. Onların bakışlarında ki tek şey suçluluk. Özellikle Beril, yüzüme bakamıyor… Bakışlarımız her çakıştığında onu dolu dolu gözlerle yakalıyorum. Kendini suçluyor, farkındayım… Fakat suçlu o mu, bunu ben bile bilmiyorum.

*

Beril Diyarbakırlıydı. Ankara da bulunma sebebi üniversiteydi. Abim Cemal ile de aynı bölümde okudukları için tanışmışlardı zaten… Mimarlık Fakültesi’ndeki eğitimlerini bitirdikleri yıl gizlice evlenip ortalardan kayboldular birkaç ay… Neden böyle bir şey yaptıklarını hiç anlayamamıştık. Ta ki kapımıza dayanan tanımadığımız insanları görünceye kadar… Şaşkınlık içerisindeydik ailece. Zavallı küçük kardeşim Zeynep nasıl da korkmuştu.
Sarı  saçlarını okşayarak onu sakinleştirmeye çalışıyordum… Ama yine de gözlerinden döktüğü yaşlara engel olamıyordum.
Meğerse Beril’i geçen yaz Diyarbakır’da bir aşiret ağasıyla sözlemişler… Düğün içinse Beril’in okulunun bitmesini beklemişler. Yani bu yazın sonunda evleneceklermiş. Tabii bu planları, abim ve Beril tarafından bozulduğunda ise soluğu bizim kapımızda almışlardı. Her şeyden habersiz olan bizlerse hem olanları şaşkınlıkla dinliyorduk, hem de tehditleri…
Aslen Kayserili olan annem ve babam aslında âdetleri töreleri çok iyi bilirlerdi ama diyecek tek kelime bulamıyorlardı bu adamlara… Babam Kayseri’nin ileri gelen ailelerinden birinin oğluydu. Kendine güveni çok fazlaydı ve iriyarı bir cüssesi vardı. Üzerindeki şoku attıktan sonra yaptığı tek şey diklenerek onları evimizden kovmak olmuştu. Ama giderken bile “Bu iş burada bitmedi,” diyerek tehdit etmişlerdi. Ancak aradan bir ay geçmesine rağmen hiç ses soluk da çıkmamıştı.
Abimler artık dönmüşlerdi, iki katlı evimizde beraber kalıyorduk. Annem abime ait olan odayı boşaltmış ve onlar için daha uygun olacağına inandığı bir yatak odası hazırlamıştı. Her şey normal gibiydi, ama babam yine de huzursuzdu. Her sese irkiliyor, bahçeyi sık sık kontrol ediyordu. Onların çabuk pes etmeyeceğini tahmin ediyormuş demek ki…

*

Abimlerin evliliğinin dördüncü ayı bitmişti… Artık okula başlamıştım. Hacettepe’de hemşirelik okuyordum. İkinci sınıfa henüz başlamıştım. Okul çıkışlarında birkaç kez uzun boylu, esmer ve yakışıklı bir adamın beni izlediğini görmüştüm ama bunu hep tesadüf olarak yorumlamıştım. Adam otuz yaşlarında ancak vardı. Gözleri hiddetli, duruşu sertti. Neden bilmem ürkütmüştü beni bakışları… Hızlı adımlarla yürüyüp beni kapıda bekleyen Kenanların yanına gittim. Kenan benim geçen seneden beri erkek arkadaşım… Gözümün içine bakar, incitmezdi beni hiç… Ne garip şimdi hepsi hayal gibi.
Yine böyle günlerden biriydi işte… Kasım başlarıydı… Hava yeni yeni kararmıştı. Arkadaşım Aysun’la biraz alışveriş yapmış eve dönüyorduk. Bahçe kapısına o kadar yaklaşmıştık ki… belki elli metre…
Babam ve annem bir yere gidiyor olmalıydı. Arabaya binecekken bizi görüp gülümseyerek beklemeye başladılar. İşte o an… işte tam da o an olan oldu… tek hatırladığım kaldırım kenarına itilen Aysun. Ağzıma kapatılan bir el ve annemin çığlıklarıydı… Arabaya tıkılmıştım ve araba geri basarak sokaktan hızla çıkmıştı. Kâbustu… Evet evet tam bir kâbusun içindeydim. Ne bilirdim ki başıma geleceklerin onunla da bitmeyeceğini…
Ankara içindeyken başka bir arabaya bindirilmiş ve şehir dışına çıkarılmıştım. Bolu tabelasını gördüğümü biliyorum… Ancak sonrasında zifiri karanlıktan hiçbir şey göremiyordum. Işıksız tenha bir yolun üstündeydik… Sağlı sollu alabildiğine ağacın olduğu, sağından nehir geçen bir yerdi. Gecenin kasveti bu yeşil yeri iyice karartmıştı. Bağlanan ağzım sessiz çığlıklar atıyor, gözlerimden dökülen yaşlar dizginlenemiyordu. Ölesiye korkuyordum… Kalbim sanki çatlayacaktı… Allah’ım… bunlar da kim? İriyarı iki adamın ortasına oturtulmuş, kaçırılıyordum… Araba durduğunda adamlar itekleyerek beni arabadan çıkartmışlardı. Kaçmaya çalışıyordum ama ne fayda, benim ince bedenim bu haydut kılıklı adamlara nasıl karşı koyabilirdi ki? Bir dağ eviydi burası, sağında solunda hiç ev yoktu…
Kapıyı açıp beni içeri doğru resmen fırlatmışlar, önce ağzımdaki bantı açmışlar sonrada kapıyı arkalarından kilitlemişlerdi… Aynı anda peşlerinden kapıya asılmış ve yumruklar atıyordum… ne yazık ki hiçbir çabam sonuç vermemişti. Kapının önüne yığılıp kalmıştım.
Kafamı kaldırıp etrafa baktığımda içeride yanan şömineyi gördüm… hayır bu olamazdı. Bu adamlardan içeride de vardı işte… Yine iriyarı bir adam elinde maşayla ateşi karıştırıyordu.
Ayağa kalktım… korkunun ecele faydası yoktu sonuçta… Ürkek adımlarla içeri doğru ilerledim. Hem belki bir tanesi insafa gelirdi öğle değil mi? Burası rahat döşenmiş bir salondu ve sadece ateşi karıştıran tek bir adam vardı. Sırtı dönüktü. Titreyen sesimle sordum…
“Benden ne istiyorsunuz?”
İşte o an adam ayağa kalktı ve birden döndü. Bu… Bu… benim okulun etrafında karşılaştığım adamdı. Şoka girmiştim. Geri geri iki adım attım. Gözleri nefretle bana bakıyordu…
Korkuyordum. Hem de nasıl… Adam bana doğru yaklaşarak “Demek korkuyorsun… iyi bak bu çok güzel,” demişti. Bu adam da kimdi neden buradaydım? Birden kolumdan hızla çekilip içeriye doğru fırlatıldım. Kendimi koltuğun üzerinde bulmuştum. Adam parmağını sallayarak konuşuyordu.
“Sakın ters bir şey yapma ,yoksa canın sandığından daha fazla yanar.”
Canımı mı yakacaklardı? Onun için mi getirmişlerdi beni buraya? İyi de neden?
“Sen kimsin? Ben sana ne yaptım?”
“Çok meraklısın! Sakın bana bağırayım deme…”
“Çok mu meraklıyım? Kahrolası… birden kaçırılıyorum ve kendimi hiç bilmediğim bir yerde buluyorum. Merak etmeyip ne yapacaktım? Söylesene… Nesiniz siz haydut mu?”
“Sana son defa söylüyorum bağırma!”
“Ne istiyorsunuz benden?”
“Güzel soru… Hiiç… sadece seni… tek bir gece! Hepsi bu…”
“Manyak mısın sen… Ha? Sapık herif!”
“Yoo… buna sapıklık demeyelim bak… Bu sadece bir tür intikam.”
“Neyin intikamı? Ben sizi tanımam etmem. Bırakın beni…”
“Şöyle diyelim… rezil oluşumun, sözlümün kaçışının…”
O an aklıma üşüştüler işte. Bu olamazdı… Beril… Beril’in sözlüsü bu! Ne yani intikam için beni mi seçmişti?
“İyi de benim suçum ne… ben ne yapabilirdim ki?”
“Senin suçun ne biliyor musun o şerefsiz abinle kardeş olmak… Yaşadığım gurur kırıklığını, kepazeliği birde o yaşasın bakalım değil mi?”
“Delirmişsin sen? Gerçekten delisin…”
“Ha onu bileydin işte…”
Bana doğru yaklaşıyordu. Üzerinde olduğum koltuğun üzerinde yana doğru kaçmaya çalıştım… Ama kolumdan çekilip başka bir odaya doğru sürükleniyordum. Attığım çığlıklar duyulmuyor, karanlıklarda kayboluyordum.
Bir yatağın üzerine fırlatıldığımda… yaşadıklarım…
“Yapma… kahretsin! Yalvarırım bırak, çok korkuyorum.”
“Öyle mi? Demek korkuyorsun… Bunu o abin olacak şerefsiz duymasın o zaman!”
“Benim ne günahım var? Söylesene…”
“Benim de bir günahım yoktu… Ama rezil ettiler beni. Tıpkı benim de seni rezil edeceğim gibi… Kes artık ağlamayı! Benim olacaksın, ne yapsan da faydasız…”
“Ne olur yapma… onların suçunu bana yükleme!”
“Sana ağlamayı kes dedim! Çığlıkların faydasız…”
“ Öldür beni… lütfen öldür, ama yapma!”
“Ölüm mü? Bak bu çok kolay bir kurtuluş… Hem üzülme bu kadar, birkaç saat sonra babanın kapısına bırakacağım seni.”
“Hayvan herif!!”

*

Ben şimdi eski Elif olabilir miyim? Zavallı Elif… Kurban Elif…
Yaşadıklarımın etkisindeyim halen. Korkuyorum. Kendimi aşağılık bir varlık gibi hissediyorum. Kaç kere yıkandım, kaç kere ağladım… Odamdan çıkamıyorum. Herkesten duyduğum bir utanç var yüreğimde. İnsanların bana bakışları… bana en çok dokunan işte o aşağılayan bakışlar. Günlerdir düşünüyorum; okulun etrafında o hayvan herifi gördüğümde farkında olmadan davetkar bir tutum mu izledim? Elbiselerim açık mıydı? Ya da ne bileyim, bakışlarım ona başka bir şeyler mi ima etti? Sonra tekrar başa dönüyorum ve “Hayır bunu sadece intikam almak için yaptı!” diye sürekli tekrar ediyorum. Ama bu da bana yetmiyor yine…
Off Allah’ım niye ben? Ne kötülük yaptım da böyle bir cezayla baş başa kaldım? Bu sefer isyanlar başlıyor yüreğimde…

*

Günlerdir uyuyamıyorum…sebepler… nedenler… niçinler…
Ve o günü tekrar tekrar yaşatan onca kâbus. Üstüne birde o an aklıma geldiğinde sürekli midem bulanıyor ve kusuyorum. Annem ve babamın birbirlerine bakışlarını yakaladım geçen gün, hamile olmamdan mı şüpheleniyorlar acaba? Babam duvara yumruk attığı an ben daha da çöktüm.
Utanıyordu benden. Her zaman gurur duyduğu kızı yoktu artık. Ölseydim…Keşke bunları yaşayacağıma ölseydim. Bunu da çok düşündüm aslında. Belki de intihar bir çözüm olabilirdi. Ama inançlarım her seferinde engel oluyor bana…
O pis herif beni arabaya bindirip, o yırtık üstüm başımla bahçemizden içeri doğru fırlattığında, bunlar bir kâbus birazdan uyanacağım, diye ne kadar çok kandırdım kendimi…
Ama değildi işte! Adamlarından biri kapıya vurmuş ve babamlar dışarı çıkınca da beni ayaklarına doğru atmıştı.
“Kızınızı getirdim. Merak etmişsinizdir…” dediğinde annem çığlıklar atıp üzerime kapanmıştı ama babam… hiddetle adama saldırmaya çalışıyordu. Ne mümkün önündeki adamlar babamı engelliyordu.
“Namus… bizler için çok önemlidir! Benim şerefimi kimse beş paralık edemez. İstedim ki yaşadıklarımı birde o şerefsiz oğlun yaşasın… Alın kızınızı! Ha bu arada ben yine de insaflıyım! Onu eşim olarak götürmeye de hazırım… Aklınızda bulunsun.Tabii bunun için biraz ısrar bekliyorum, haberiniz olsun.”
Babam “Seni şerefsiz herif !” diye bağırıyordu…
Zaten bahçeden hızla çekip gittikleri için babam da kendi kendine bağırır haldeydi. Kafamı yerden kaldıramıyordum… Annem beni içeri sokmuştu, üzerim yırtık içindeydi. O an tek aklıma gelen şey küçük kız kardeşimin evde olmayışıydı. Nasıl etkilenirdi benim bu halimden?
Babam gelip yüzümü avuçlarının içine alıyor… Ben ağlıyorum… O ağlıyor… Sarılamıyorum bile ona. Öylesine kirliyim ki. Yüzüm yok yüzüne bakmaya.
“Benim suçum yok baba… Çok direndim…” diye tekrarlıyorum durmadan…
Babam “Biliyorum kızım… Biliyorum…” diyor ama anneme de beni banyoya götürmesi için kaş göz işareti yapıyor.
Annem beni banyoya soktuğunda üzerimdeki parçalanmış gömleği çıkartıyor… İşte o an annemin yüzünü dehşet kaplıyor! Hıçkırarak çürüyen vücuduma dokunuyor. Ben… farkında değilim taşıdığım izlerin o ana kadar… Eğilip vücuduma baktığımda olan gücümle haykırıyorum…
“Hayvan herif! Lanet olsun abi sana… Senin yüzünden yaşadım bunları ben!”
Yere çöküyorum, banyonun fayanslarını yumrukluyorum. Bir tür sinir krizi geçirmişim… Annem suyun altına beni soktuğunda, yaprak gibi titriyorum. Gitmiyor işte! Halen üstümde yaşadıklarım… Su bu ağır izleri alıp götüremiyor benden.
Günler geçiyor… Kendimi her gün daha da yalnız hissediyorum. Etrafa duyurmamak amaçlı babam şikâyetçi olmuyor, beni herhangi bir psikoloğa da götürmüyor. İşime geliyor bu …çünkü yaşadıklarımı bir başkasına anlatmak istemiyorum. Kendim hatırlamak istemezken başkasına nasıl anlatırım? Ailemizden amcamlar ve dayımlar geliyor… Onlar biliyor her şeyi. Bir de yan komşumuz Mediha Teyze…
Hepsi benim o adamla evlendirilmem gerektiğini düşünüyor… Namusumuz temizlenirmiş. Duyulursa soyadları beş paralık olurmuş. Korkunç geliyor bu konuşmalar bana. İyice içime kapanıyorum. Odamdan dışarı çıkmıyorum. Zavallı kardeşim Zeynep olmasa. O neler olduğunun farkında değil henüz…
Sadece benim üzgün halime dayanamıyor ve sürekli sarıp öpüyor beni. Gördüğüm en büyük şefkat de ondan geliyor zaten… Yaralarıma usul usul merhem sarmaya çalışıyor benim yüreğimin yarısı Zeynebim…
Birkaç gün sonra Mediha Teyze geliyor bize… Odamdan su içmek için mutfağa doğru geçecekken duruyorum… Duyduklarım midemi iyice bulandırıyor. Mediha Teyze anneme iki çocuklu dul bir akrabalarının olduğunu ve en münasibinin benim onla baş göz edilmem olduğunu söylüyordu. Annemse “Olur mu ki kız kabul eder mi ki?” diye cevap veriyordu… Benim annem miydi bunu söyleyen?
Kaçıp gitmek geliyor bir an içimden… İyi de nereye? Yaşım daha on dokuz… ne param var ne de çarem…
Rabbim…. Nasıl da yalnızım, nasıl da çaresiz. Okulumu bu dönem için dondurmuştum… Okul görecek halim yok. Dışarı adımımı bile atmıyorum. Yaşadıklarımı bir tek Aysun biliyor. O da zaten ben kaçırılırken yanımda olduğu için. İki günde bir gelip gidiyor ama kimseyle konuşmak istemiyorum…
Akşam olduğunda Beril geliyor odama. Her akşam işten geldiğinde yaptığı gibi. İlk başlarda çok kızgındım abim ve Beril’e. Onlar suçluydu gözümde hep. Sonraları suçlamayı bıraktım. Beril zaten o kadar suçluluk duyuyor ki, gözlerinin feri yok… Tıpkı benim gibi. Bu akşam benimle dertleşme ihtiyacı duyuyor,.ama ben anlatacaklarını duymak istiyor muyum, hiç bilmiyorum.
Beril “Elif… keşke keşke zamanı geriye alabilseydim…Ve senin yaşadıklarının hepsini ben yaşasaydım.” İşte gözlerinden yine süzülüyor gözyaşları… sadece seyrediyorum.
“Abine o kadar çok aşıktım ki… her şeyin üstesinden geliriz sandım. Bilemedim Elif… Onun böyle bir şey yapabileceğini bilemedim. Öyle biri değildi. Küçüklüğümden tanırım. Aklım almıyor.”
İşte o an Beril’e bakışlarımı yöneltiyorum.
“Bizim oralar farklıdır Elif… Töreler ağırdır. Üstüne çok gelmişlerdir ama nasıl böyle bir şey yapar? Ağalık şerefi yerle bir oldu diye düşünmüştür… Yoksa bana öyle âşık olduğu falan yoktu… Aileler karar verdi ve parmağımıza o halkalar geçirildi. Keşke Elif, keşke ben ölseydim ama sen bunları yaşamasaydın!”
O kadar çok ağlıyordu ki Beril! Sarıldı bana, sımsıkı… Kafamı omzuna koydum. Bir süre sonra geri çekildi.
“Kız kardeşimle konuştum bugün… Biliyorsun benimle bir tek o konuşuyor zaten, tabii gizli gizli. Canan… Senin kanlı çarşafını götürüp annesinin üstüne atmış Fırat… Hepsinin yüzünde güller açmış. Konaklarında arkadaşı çalışıyor o anlatmış. Sonra da onlara demiş ki ‘Paşa paşa getirip bırakacaklar kızlarını kapımıza…’”
İşte ondan sonra anlatacağı hiçbir şeyi duymak istemedim… “Beril, sus lütfen sus,” deyip ağlıyordum. Ne yani benim bir parça kanım onların aşiretinin namusu mu oluyordu? Bu nasıl bir kafaydı? Kör zihniyetli insanlar… Ya benim umutlarım, hayallerim ne olacak peki? Onları kim kurtaracaktı?
“Söylemek zorundayım Elif. Etrafta burayı gözleyen birileri varmış. Ve senin evden dışarı çıkmadığına kadar her şeyden haberleri varmış. Dikkatli olmalıyız…”
“Beril! Yeter duymak istemiyorum. Daha neyin dikkati ha söylesene? Daha bana ne yapabilirler ki?”
Bağırıyordum, çünkü kalbim çığlık atıyordu. Her nefeste bir çığlık yükseliyor, ama kimse duymuyordu. Ben sessiz çığlıklara boğulmuştum ama herkes bihaberdi.

*

Bu sabah uyandığımda , başımda şiddetli bir ağrı vardı.Gözlerimi açamıyordum. Akşam yine o kadar çok ağladım ki, sanıyorum o yüzden bu ağrılar. Kendimi hiç bu kadar kötü, yalnız ve çaresiz hissetmemiştim. Sanki bu dünyadaki en zavallı insan benim. En azından bana öyle geliyor. Yavaşça ayağa kalkıyorum. Günlerden beri yapmadığım bir şeyi yapıyorum ve cep telefonumu elime alıyorum. Bir sürü mesaj vardı. Ama ben hiçbirisini okumamıştım. Elimde telefon, birkaç dakika kararsızca bakındım. Sonra birden mesajları listelettim. Birçok arkadaşımın mesaj gönderdiğini gördüğümde içim daha da sıkıldı. Yaşadıklarımdan sonra onların içine çıkacak cesareti bulamıyordum kendimde. Başka bir âlemde yaşıyor gibiyim… Bir isim var ki onda takılı kaldım.
Kenan.
Tek bir mesaj vardı. Başka da bir şey yoktu. Acaba ne yazdı diye düşündüm. Önce okumadan silmek istedim, sonra vazgeçtim… Derin bir nefes alıp bıraktım. Aysun kaçırıldığımın ilk günü Kenan’a haber vermiş, Kenan o gün çok meraklanıp sürekli aramış Aysun’u. Sonrasında da yaşadıklarımı Aysun’u sıkıştırarak öğrenmiş.Garip bir çöküş yaşamış o an. Ama sonraları Aysun’u ya görmemezlikten gelmiş, ya da soğuk bir merhaba ile geçiştirmiş.
Şimdi bu mesajda ne yazdığı hakkında hiçbir fikrim yok… okumalı mıyım onu da bilmiyorum. Ama tek bildiğim etrafımdaki bir sürü örümcek kafalı insandan bir tanesi de Kenan’mış… Benim ne hissettiğimin ne yaşadığımın kimse için önemi yok. Önemli olan tek şey vücudumdaki bakirelik simgesinin yok oluşu. Bu yok oluşta ruhumun hangi acılarla kıvrandığı kimin umurunda?
Bir cesaret açıyorum o mesajı.
“Elif üzülme artık. Senin bir suçun yok, olan olmuş. Sana bundan sonraki hayatında mutluluklar dilerim. Kendine iyi bak.”
İşte o an sinirlerim bozuluyor. Hayır, ama ağlamıyorum bu sefer… kahkahalarla gülmeye başlıyorum. Öyle ki içeriden annem koşup geliyor. Elimdeki telefona bakıp bakıp gülüyorum. Sonra annem yüzümü avuçlarının içine alıyor.
“Elif kendine gel!” diyor. Bakışlarım bir an annemin gözbebeklerine dönüyor. Gülüşüm yüzümde donuyor. Gözlerim bir fırtınaya hazırlanırcasına yağmur topluyor. Kahkahalarım hıçkırığa dönüyor. Yüreğim yine çaresizliğe kapanıyor. Kafamı annemin dizlerine koyuyorum .Gözyaşlarım eteğini ıslatıyor. Sonra yüzüme düşen damlayı fark ediyorum, annem de ağlıyor…
“Anne… çok kötüyüm ben, ölmek istiyorum anne.”
Annem biraz topluyor kendini… Omuzlarımdan tutup kaldırıyor beni, yüzümdeki yaşları siliyor.
“Elif toplamalısın artık kendini, hep bu odaya tıkılıp kalamazsın. Bak dışarıya orada bir yaşam var…”
“Benim için yok anne, benim için bitti.”
“Böyle konuşma. Bak sen daha gençsin, hem çok güzelsin. Evleneceksin çoluk çocuğa karışacaksın.”
Aniden annemin gözlerine baktım, benim için hayali bu mu olmuştu? Evlenip çoluk çocuğa karışmam mı? Dışarıdaki yaşamdan kastına bak… Önceleri sürekli okumalısın diye üstüme düşen annem karşımdaki kadın mı?
Sinirleniyorum birden…
“Asla! Asla evlenmeyeceğim… hiçbir erkeğin eli bana dokunmayacak! Sakın! Sakın böyle hayaller kurma!”
Annem şaşırmıştı… Ayağa kalktı. “İyi ne halin varsa gör o zaman, bak dedenler Kayseri’de münasip biri var buraya gönderin Elif’i demiş babana… Kızım böyle şeyler tez duyulur , etrafta nasıl gezer babanlar? Hiç mi acımıyorsun ona?”
Ne diyordu annem? Bunları nasıl söyleyebiliyordu. Sanki ben gitmişim isteyerek onunla bununla birlikte olmuşum gibi… Daldan dala konan biriymişim gibi… Yaşadıklarımın hangisi benim tercihimdi? Delireceğim iyicene… çıkıp biraz hava alsam. Ev çok üstüme geliyor.
“Ben… biraz dışarı çıkacağım. Yoksa her an delirebilirim!”
“Elif sakın! Baban duyarsa çok kızar!”
Ne demekti şimdi bu? Şimdiye kadar hiç dışarı çıkmak istememiştim o yüzden farkında mı değildim? Yasak mı koymuşlardı bana? Bunların hepsi birer şaka mıydı? Keşke öyle olsaydı…
Cama doğru gidip pencereyi açtım…
“Boğuluyorum, biliyor musun anne?” dedim demesine ama arkamı döndüğümde yine yalnız olduğumu fark ettim… Gitmişti.
Bu yaşadıklarım… bunların hesabını gün gelecek herkese ödettireceğim. Kahretsin! Kahretsin!
İçimi müthiş bir kin ve nefret kaplamıştı, herkese ve her şeye karşı. O neşeli kıpır kıpır Elif gitmiş yerine canlı cenaze gelmişti. İşin garibi ne biliyor musunuz? Hiç kimse eski Elif’i özlemiyor. Ya da ben şimdiki ruh halimle öyle hissediyorum…
Sürekli bir arayıştalar. Kayseri’ye gidecekmişim orada görücü varmış, benim hayatıma neler yapılıyor? Peki ben neden hiç kimseye dur diyemiyorum? Yatağa uzanıyorum yine, dizlerimi karnıma çekip yastığıma gözyaşlarımı salıyorum. Umutsuzum artık. Yorgunum. En kötüsü de yaşadıklarıma ve yaşayacaklarıma tutsak.
O pis herif aklıma geldikçe hiddetleniyorum. İçimdeki nefreti her geçen gün büyüterek yaşıyorum, buna ne kadar yaşamak denirse…

Eklendi: Yayım tarihi

“şimdi benimsin” için 14 yanıt

  1. Güneş Demirel’in yazımının ne kadar harika olduğunu bilen biri olarak bu harika kitaba ulaşmak için sabırsızlanıyoruz artık. Umarım en kısa zamanda kavuşuruz.

  2. uzun zamandır aratıyorum ama basıma geçilmedi herhalde bir türlü ulaşamadım sabırsızlıkla bekliyorum harika bir romana benziyor

  3. Uzun zamandır internetten bakıyorum ama kapıda ödeme yaparak alabileceğim bir site bulamadım. Yardımcı olabilir misiniz lütfen? Tabi eğer alabileceğim bir yer varsa o daha iyi olur. İstanbul Avrupa yakasından.

  4. Sanırım sorularımızı buraya yazıyoruz :)
    Birinci sorum, bu konu aklınıza nasıl geldi? Bir çok kadının başına gelen bu talihsizlikten etkilendiniz mi?
    İkinci sorum, Fırat’ın duygularını yazarken bir beyden yardım aldınız mı? Erkeklerin düşünce yapısı bizde farklı olduğu için empati kurmak daha zor olur sanırım.
    Üçüncü sorum, kitabınızı bastırmaya nasıl karar verdiniz?
    Son olarak, teşekkür ediyorum :) :)

  5. Güneş demirel’i tebrik ediyorum allah var güzel yazmış konuda güzel Fıratın sahiplenmesi Elifin kaçışları doğal da ama şu var bir insan bir insana nasıl bu kadar uzun süre nefret edebilir?Tama fırat geleceğini çaldı ama ona daha da güzel bir gelecek aile,huzur,ve bebek vermedi mi?Ama keşke kitapta bu kadar nefretten bahsetmeseydi taş olsaydı çatlardı!Sonumu doğruya doğru hüzün duygusallık basmış ama onca sayfanın güzelliğine o son yakışmamış aaa bu arada o 6 yıl sonra ne allah aşkına?Ama yinede sonraki kitaplarınızda başarılar dilerim..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler)
  • Kitap Adışimdi benimsin
  • Sayfa Sayısı
  • YazarGüneş Demirel
  • ISBN9786056262081
  • Boyutlar, Kapak,
  • YayıneviÖnce Kitap / 2011

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Katran Karası ~ Güneş DemirelKatran Karası

    Katran Karası

    Güneş Demirel

    Ben neredeyim, kimim, unutmam an meselesiydi… Kelimelerle tarif edemezdim, kalbim yerinden fırlayıp onun kalbini yakalayacaktı neredeyse… Sevmek ne garip şey… Alıp yüreğime bassam ya...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur