Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Türkler Filistin’e Gelirse
Türkler Filistin’e Gelirse

Türkler Filistin’e Gelirse

Alexander Aaronsohn

I. Dünya Savaşı’nın sonlarındaki buhranlı günlerde, İngiliz işgalinin başladığı, Almanlarla mücadelenin kızıştığı, İtalyanların işgalleri arttırdığı ve Osmanlı’nın ordusunu bölgeden çekmeye çalıştığı günler… Osmanlı Ordusu’nun…

I. Dünya Savaşı’nın sonlarındaki buhranlı günlerde, İngiliz işgalinin başladığı, Almanlarla mücadelenin kızıştığı, İtalyanların işgalleri arttırdığı ve Osmanlı’nın ordusunu bölgeden çekmeye çalıştığı günler… Osmanlı Ordusu’nun bütün gücünü Afrika’nın kuzeyinden Filistin’e, oradan da Anadolu’ya kaydırma çabaları… Osmanlı’nın askeri duruşunu, yönetim zaaflarını ve yaşanan dramların büyüklüğünü anlatan, gerçek bir öykü…

Yazarın tanıklığıyla, sonuna kadar gerçek olayları ve iç gözlemleri içeren, devre dair önemli bir anlatı…

Dünyayla ilişikleri kesilmiş, açlıktan kıvranan bedenlerine güç verecek hiçbir şeyleri olmadan, yüreklerini ezen barbar asker çizmelerinin altında, Filistin’in hayalperestleri pes etmediler. Herkes silah ve kılıçlarla savaşırken, onlar ruhları için ruhlarıyla savaştılar.

Bırakın bu savaşların kaydını yazmanın zamanını, Filistin’in yüce kahramanlarına adalet getirmeye çalışmanın bile zamanı henüz gelmedi. Bu kitap sadece binlerce yoldaşından daha azını başarabilmiş ve daha az acı çekmiş birinin kişisel tecrübelerinden bazılarının öyküsüdür.

***

-1-

ZİKRON YAKOB

Otuz beş yıl önce Siyonist Hareketi adıyla oluşturulan kuvvet, ebeveynlerimin Romanya’daki evlerini bırakıp Filistin’e göç etmelerine sebep olmuştu. Burada diğer Yahudi öncülerle birlikte eski Mahşer Vadisi’nin yakınlarındaki bereketli kıyı bölgesinde, Carmel Dağı’nın hemen güneyindeki Zikron Yakob adlı köyü bulmuşlar.

Ben de burada doğdum. Çocukluğum tarımla uğraşan küçük topluluğumuzun huzuru ve uyumu içinde geçti. Kireç tutmuş evlerimiz, başlarda yeni koloninin hayatına kast eden Araplardan korunabilmek için dip dibe yapılmıştı. Köyümüz Doğu’nun çamurdan yapılmış ve pis evleriyle dolu geleneksel derbeder köylerinden çok İsviçre’yi anımsatıyordu. Bir süre haklımızın amacı, Kutsal Topraklara dönme hayaliyle, Yahudi diline ve Tevrat’taki sosyal hayata olabildiğince sahip çıkmaktı. Bu akımda en ufak bir gericilik yoktu. Hiç zaman kaybetmeden tarımda gelişmiş metotlar öğrenildi, diğer ülkelerin iklimbilimsel deneyleri gözlemlendi ve bunlar arazinin zaten bol olan doğal kaynaklarının daha da geliştirilmesinde kullanıldı.

Daha önce hiç ağaç yetişmemiş yerleri, Avustralya’dan getirilen Okaliptüslerin geniş yapraklarının serin gölgeleri kapladı. Zamanla kuru tarım (bazılarına göre yeni bir buluş olsa da, aslında Tevrat kadar eskidir) öğrenildi ve Amerikan tarım aletleriyle geliştirildi. Safkan öküzler getirildi ve tavuğun görevlerine müdahale etmenin doğaya aykırı ve günah olduğunu düşünen Araplara rağmen kuluçka makinelerinin yardımıyla geniş çaplı kümes hayvancılığına başlandı. Halkımız perişan haldeki patikaların yerine, kenarlarına dikenli akasyadan çitler çekilmiş yeni yollar yaptılar. Çitler, mevsimi geldiğinde ince tüylü, küçük, sarı çiçeklerle kaplanırdı. Hele bir de güneş onlara vurmaya görsün. İşte o zaman çiçekler baldan da tatlı kokardı.

Hepsinden de önemlisi oy kullanma hakkı dâhil, kadın-erkek herkesin eşit haklara sahip olduğu, komünizmle yönetilen bir köy idaresi kurulmuştu. Bu durum Filistin’deki tüm kadınların haremlere kapatıldığı gibi asılsız fikirlere sahip insanlara garip gelebilir. Ama zaten bu tür insanların konu hakkında pek de kafa yormadıkları açıktır.

Türk mahkemeleri ve Türk adalet sistemiyle yaşadıkları kısa süreli deneyim, halkımıza kendilerine ait bir yasal sistem oluşturmaları gerektiğini öğretmişti. Böylece birlikte çalışacak iki hâkim atandı. Bunlardan biri Musevi yasalarını tercüme edecek, diğeri de bu yasaları modern hukuk sistemiyle harmanlayacaktı. Yahudiler arasında oluşan tüm anlaşmazlıklar bu mahkemede çözülüyordu. Bu mahkemelerin etkinliği, Türklerin rüşvetçiliğinden (dünyanın her yerindeki gibi alenen ve utanmazca devam eden) bıkmış Arapların karşılaştıkları tüm zorlukları yavaş yavaş bizim mahkememize getirmeye başlamasından anlaşılabilir. Yahudiler kanuna saygılı insanlardır ve Filistin’deki kolonilerde sürdürülen hayat, ırkımızın kardeşlik özelliğini ortaya çıkarmaya vesile olmuştur. İşin daha da ilginci, otuz yılı aşkın süredir kırk beş köyden bir tek ağır ceza suçu rapor edilmemiş olmasıdır.

Sene 1910. Küçük köyümüz o yıl bizim deyişimizle yüz otuz “ateşe” ev sahipliği yapıyordu. Bense, Haçlılara ait eski bir şehir olan Athlit’teki Yahudi Deneme İstasyonu’nun müdürü olan ağabeyimin tavsiyesiyle, Birleşik Devletler Tarım Bakanlığı’nda çalışmak için Amerika’ya gittim. Ülkeye varışımdan birkaç gün sonra geçici vatandaşlığa kabul belgelerimi çıkarttım ve Washington’a doğru yola çıktım. Orada çok az Amerikalının yardımseverliğinden haberdar olduğu büyük devlet hizmetinin bir parçası olarak işe başladım. 1913 yılının Haziran ayında sinema filmi yapmak ve üç boyutlu manzaralar görüntülemek amacıyla Filistin’e dönene kadar orada kaldım. Niyetim, bunları Birleşik Devletlerde, Siyonist Propagandasını yaymak için düzenleyeceğim seminerlerde kullanmaktı.

Amerika’da kaldığım yıllar boyunca halkımın Kutsal Topraklarda tattığı, insana ilham verecek kadar güzel olan hayatı onların gözünden takdir etme ve değerlendirme fırsatım oldu. Bunun yanında uzaktan da olsa teşkilatlanma ihtiyacımızı daha iyi gördüm ve bu yüzden de tüm ülke çapındaki genç Yahudi erkekler için bir kardeşlik birliği kurmaya karar verdim.

Amerika’dan döndükten iki ay sonra, projelerime hız kazandıran bir olay oldu. Irka ya da dine bakmaksızın, tüm hayatını Filistin halkına hizmet etmeye ve onları iyileştirmeye adamış yaşlı bir adam olan köyümüzün doktoru, bir akşam komşu bir köyden at arabasıyla evine dönüyormuş. Yanında da on altı yaşlarında bir genç kız varmış. Issız bir yerde eli silahlı dört Arap üstlerine saldırmış ve genç kızı kendisini bekleyen korkunç kaderden kurtarmaya çalışan yaşlı adamı şuurunu kaybedene kadar dövmüşler.

Gece geç olup doktor hâlâ gelmeyince, biz gençler atlarımıza atlayıp doktoru aramaya çıktık. Çok geçmeden olanları öğrenmiştik. Ve o an orada, Doğu gecesinin dingin ay ışığı altında, facia yanı başımızdayken, yoldaşlarıma köylülerimizin ve tüm halkımızın hayatını ve onurunu korumak için güçlü bir birlik oluşturacaklarına, kız kardeşlerinin namusu üzerine yemin ettirdim.

Bu detaylar 1914 tarihli Ağustosunda Avrupa devletleri arasında patlak veren savaş çılgınlığının ardı sıra gelen kargaşanın daha iyi anlaşılmasına belki de yardımcı olacaktır. Çılgınlığın yan etkileri dünyanın uzak köşesindeki köyümüzde bile hemen hissedildi. Almanya’nın Belçika’yı işgal etmesinin hemen ardından, Türk ordusu seferber oldu ve İmparatorluğun on dokuz yaşından kırk beş yaşına kadar olan tüm vatandaşları askere alındı. 1909 yılı Yeni Türk Anayasası tüm Hıristiyan ve Musevilerin de herkes gibi askeri hizmete tabi olduğunu söylediğinden, bu ortak fedakârlık için onlar da çağrılacaktı. Genel olarak herkes zaten Türk Hükümetini korumaya istekliydi. Ama Anayasa militarizm yükünü onlara dayatırken, aynı zamanda artık sağladığı din ve eşit haklar özgürlüğünün karşılığını da bekliyordu. Altı yüz yıl boyunca Türkiye’nin İspanyol Engisizyonu ve diğer uygar ülkelerin benzeri hizmetlerinden kaçan Yahudilere kapılarını sonuna kadar açık tuttuğunu nasıl olup da unutabilirdik?

Türkiye’nin tarafsızlığını bozmayacağını düşünüyorduk. Olayların bu şekilde gelişeceği aklımızın ucundan dahi geçmemişti. Eğer her şeyi daha önceden görebilseydik, elinde askere alınacak erkeklerin listesiyle köyümüze  köyümüze gelen muhtarı daha farklı karşılardık. Bana gelince, benim durumum oldukça garipti. Tek hedefim, geçici kabul belgelerimi alarak başladığım, Amerikan vatandaşı olma sürecini tamamlamaktı. Ancak hukukun önünde hâlâ Türk anayasasına tabiiydim ve Amerikan himayesi talep edemezdim. Bu, Hayfa’daki, kendisi Alman olan, Amerikan Konsolosu tarafından bana oldukça alaylı bir şekilde açıklanmıştı. Anlayacağınız kendimi Türk Hükümeti’ne teslim etmekten başka şansım yoktu.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

  1. Japon Sarayı ~ José Mauro de VasconcelosJapon Sarayı

    Japon Sarayı

    José Mauro de Vasconcelos

    Yaşam ve düşlerin masalsı renkleri… Pedro, ucuz bir pansiyon odasında yaşayan yapayalnız bir ressamdır. Yine düşlere dalarak sokağa çıktığı bir gün, havuz kenarında bir...

  2. Gölge Ateşi – Ateş Serisi ~ Karen Marie MoningGölge Ateşi – Ateş Serisi

    Gölge Ateşi – Ateş Serisi

    Karen Marie Moning

    Mac Kayla Lane, ablası Alina’yla birlikte evlatlık verilip İrlanda’yı bir daha dönmemek üzere terk ettiğinde küçük bir çocuktu. Yirmi yıl sonra Alina öldü ve...

  3. Bir Dilek Oyunu ~ Meg ShafferBir Dilek Oyunu

    Bir Dilek Oyunu

    Meg Shaffer

    Yıllar önce, insanlardan uzak yaşayan, dünyaca ünlü bir çocuk kitapları yazarı sebebi bilinmez bir şekilde yazmayı bıraktı. Sonra birdenbire yepyeni bir kitap ve benzersiz...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur