Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yalancı İlişkiler
Yalancı İlişkiler

Yalancı İlişkiler

Lev Nikolayeviç Tolstoy

Kış mevsiminin ortalarındaydık, üç ay önce kaybettiğimiz annemizin yasını tutuyorduk. Yanımda Sonya ile Katya vardı. Katya hepimiz de emeği olan dadımızdı. Dünyaya gözümü açmış,…

Kış mevsiminin ortalarındaydık, üç ay önce kaybettiğimiz annemizin yasını tutuyorduk. Yanımda Sonya ile Katya vardı.

Katya hepimiz de emeği olan dadımızdı. Dünyaya gözümü açmış, onu tanımıştım. Sonya ise kız kardeşimdi. Hüzün dolu, her günü yağışlı geçen kışı Pokrovsk’ta bulunan evimizde geçiriyorduk, hava insanı iliklerine kadar titreten soğuklukta ve rüzgârhydı. Kar pencerelere kadar çıkmış durumdaydı, pencereler sürekli buz tutuyordu.

Neredeyse bütün kış bir yere çıkıp gezememiştik. Evimize çok kimse gelmiyordu, gelenler de neşe ve sevinç getirmi-yorlardı. Hepsinin yüzü üzüntü doluydu, birilerini uyandırmaktan korkuyorlarmış gibi usul usul konuşuyorlardı. Gülmüyorlar, iç çekiyorlar, bana ve özellikle siyah entarili küçük Sonya’ya bakarlarken çoğu zaman ağlıyorlardı. Ölüm sanki evde kendini hissettiriyordu, ölümün keder ve korkusu evin havasına sinmişti. Annemin odası kapalıydı, uyumaya giderken önünden geçtikçe bir şey beni bu soğuk ve loş odaya bakmam için dürtüyor, ürpertiyordu.

Annem öldüğü zaman on yedi yaşıma yeni girmiştim. Annem ölmeden önce benden şehre taşınmamı istemişti. Onu kaybetmem beni derinden etkilemişti. Ama ne yalan söyleyeyim ki, güzelliğim dülerde dolaştığı halde, ikinci kışı da köyde tek başıma, hiçbir şey yapmadan geçiriyordum. Bunun böyle olduğunu herkes söyleyip duruyordu. Kışın bitimine doğru yalnızlığın verdiği can sıkıntısı ve gönül darlığı o dereceye vardı ki, odamdan çıkmıyor, piyanonun kapağını açmıyor, elime kitap bile almıyordum. Katya bunlardan biriyle uğraşmam İçin beni teşvik ederken, “Canım istemiyor, yapamam,” diye cevap veriyordum, içimden de bir şey, “Ama niçin?” diyordu. En iyi zamanım boşu boşuna geçerken niçin kendim bir şeyler yapacaktım? Niçin? Bu “niçin” lerin cevabı gözyaşlarından başka bir şey olmuyordu.

O zamanlar zayıflayıp çirkinleştiğimi söylüyorlardı, fakat bu bile beni ilgilendirmiyordu. Neden, kimin için? Hayatım, sonuna kadar böyle yalnızlık ve amansız bir can sıkıntısı içinde geçecek olduktan sonra. Can sıkıntısından kurtulmaya gücüm olmadığı gibi, isteğim de yoktu. Kışın sonuna doğru Katya durumumdan kaygılanarak, ne olursa olsun, beni yurt dışına o götürmeye karar verdi. Bunun için para gerekiyordu, fakat annemden bize ne kaldığım da bilmiyor gibiydik. Vasimizin gelip işlerimizi incelemesini hergün bekliyorduk.

Vasimiz ilkbahar başlarında geldi. İşsiz güçsüz, isteksiz, bir köşeden öbürüne gölge gibi gidip gelirken Katya birgün,

– Hah, çok şükür! Sergey Mihaylıç gelmiş, bizi sordurmak için adam göndermiş, öğle yemeğinde burada olacakmış. Maşa’cığım, şöyle bir silkiniver, yoksa hakkında ne düşünür? Sizleri öyle severdi ki! dedi.

Mihaylıç yakın komşumuzdu, oldukça genç olmakla birlikte, rahmetli babamın da dostuydu. Onun gelişi plânlarımızı değiştirip, bize köyden çıkma imkânı verecekti. Bundan başka çocukluğumdan beri onu sevip saymaya alışmıştım. Katya, silkinmemi öğütlerken, sönük bir hayat içinde görünmekten dolayı tanıdıklarımız arasında en çok Sergey Mihay-loviç’ten sakınacağımı biliyordu. Katya, Sonya ve Sergey Mi-hayloviç’in vaftiz annesinden evin son arabacısına kadar herkes gibi ona alışıp sevmem yanında, annemin söylediği bir söz dolayısıyla o bence ayrı bir önem taşıyordu. Annem benim için böyle bir koca istediğini söylemişti. O zaman bu bana tuhaf, hattâ tatsız gelmişti. Benim kahramanım başkaydı; ince, zayıf, san benizli, hüzünlü olmalıydı. Sergey Mihayloviç ise pek genç sayılmazdı, uzun boylu, dolgun vücutlu, görünüşe bakılırsa, neşeliydi. Buna rağmen annemin sözleri hayallerime sinmişti. Altı yıl önce, daha on bir yaşındayken ve Sergey Mihayloviç bana “sen” deyip, beni “menekşe kız” adı diye çağırırken, kendi kendime ara sıra korkuyla sorardım: “Bir gün benimle evlenmeyi isteyiverirse ne yaparım?”

Katya’nın kremalı pasta ve ıspanak kavurması eklediği öğle yemeğinden önce Sergey Mihayloviç geldi. Küçük kızağıyla eve yaklaştığını pencereden görmüştüm, o, köşeyi döner dönmez ben konuk odasına koştum, onu hiç beklemiyor-muşum gibi bir tavır takınmak istedim. Fakat holde ayak patırtısını, yüksek sesini ve Katya’nın yürüdüğünü işitince dayanamadım, onu karşılamaya çıktım. Katya’yı elinden tutmuş, yüksek sesle konuşuyor, gülümsüyordu. Beni görünce durdu, selâm vermeden bir süre baktı, baktı. Şaşırdım, kızardığımı hissettim. Ellerini açıp bana yaklaşırken kararlı ve yapmacıksız tavrıyla,

– Ah! Yoksa bu siz misiniz? Bu kadar değişebilir mi hiç! Ne kadar büyümüşsünüz! Bakın şu menekşeye! Koca bir gül olmuşsunuz! dedi.

İri eliyle elimi tuttu, acıtmadan, sert fakat kibar bir şekilde sıktı. Elimi öpeceğini sanmış, ona doğru eğilmiştim ki, elimi bir kere daha sıktı, sert ve neşeli bakışıyla gözlerimin içine baka.

Onu altı yıldır görmüyordum. Çok değişmişti; yaşlanmış, esmerleşmiş, yüzüne hiç gitmeyen favoriler bırakmıştı. Fakat sade davranışı, derin çizgili, açık kibar yüzü, parlak zeki bakışları, çocuksu, cana yakın gülümsemesi hep aynıydı. Beş dakika sonra konuk olmaktan çıkıp, hepimiz için, içimizden biri oldu. Onun gelişine çok sevindikleri hizmetlerinden belli olan uşaklar için bile bu böyleydi.

Annemin ölümünden sonra gelerek, oturdukları sürece konuşmadan ağlamayı gerekli bulan konuklarımız gibi dav-ranmıyordu hiç. Tam tersine konuşkan ve neşeliydi, annemden tek söz bile etmedi; öyle ki, bu kayıtsızlık baştan bana tuhaf, hattâ bu derece yakın bir dost için yakışıksız göründü. Fakat, sonra, bunun kayıtsızlık değil, içtenlik olduğunu anladım, bunun için ona minnettar kaldım. Akşamleyin, Katya, annemin zamanında olduğu gibi, konuk odasındaki masada eski yerini alarak çay dağıttı. Sonya’yla biz Katya’nın yanına oturduk. Yaşlı Grigoriy babamın piposunu arayıp bularak Sergey Mihayloviç’e verdi. Sergey Mihayloviç ise, eskiden olduğu gibi, odada bir ileri bir geri yürümeye başladı. Bir ara, -Bir düşünün hele, şu evde ne korkunç değişiklikler olmuş! diyerek durdu.

Katya semaverin kapağım kapadı, içini çekti: – Evet, dedi. Ona bakarken ağlamak üzereydi. Sergey Mihayloviç bana döndü:

– Sanırım, babanızı hatırlarsınız?
– Biraz, diye karşılık verdim.

Alnıma doğru bakarak, yavaş ve düşünceli bir şekilde,

– Yaşasaydı ne iyi olurdu sizin için! Babanızı çok severdim! dedi.
Katya,
– Tanrı aldı işte! dedi, peçeteyi çaydanlığın üzerine bıra-kıvererek mendilini çıkardı, ağlamaya başladı.
Yüzünü geriye çeviren Sergey Mihayloviç üsteledi:
– Evet, evde korkunç değişiklikler olmuş. Bir süre sonra,
– Sonya, oyuncaklarım göstersene! diyerek salona girdi. O çıkınca yaşlı gözlerle Katya’ya baktım.
– Ne iyi adam! dedi.

Gerçekten bu yabancı, iyi yürekli adamın ilgisi beni oldukça etkiliyordu.
Salondan Sonya’nın çığlıkları, onun kardeşimle didişme sesleri geliyordu. Ona bir çay gönderdim, piyanonun basma oturan Sonya’nın elleriyle tuşlara vurduğu işitiliyordu.

– Marya Aleksandrovna! Gelin şuraya, bir şeyler çalın bakayım.
Beni çağırıyordu. Sade ve dostça, emredercesine hitabı hoşuma gitmişti. Yerimden kalktım, ona doğru yürüdüm. Defterden Beethoven’in “quasi una fantasia” sonatının adacyosunu açarak,

– Şunu çalın bakayım. Nasıl çaldığınızı görelim, dedi. Elinde bardak salonun köşesine çekildi. Nedense ona
“Hayır!” demenin ve’kötü çaldığımı baştan söylemenin imkânsız olduğunu hissettim. Piyanonun başına saygıyla oturdum. Müziği sevip anladığını bildiğim için, yargısından koryo çay masasında konuştuğumuz şeylenn uyardığı anıların etkisiyle duygulu olmuştu, sanırım doğru da çalmıştım. Ama skerzoyu çaldırmadı. Yanıma gelerek, “Olmadı, bunu bozuk çalıyorsunuz, bırakın Tanrı aşkına. Birincisi fena değildi Müzikten anlıyorsunuz galiba!” dedi. Bu ölçülü övgü beni öyle sevindirdi ki, yüzüm kızardı. Babam ayarında bir dostun benimle teke tek, önceleri olduğu gibi çocukla konuşuyormuş gibi değil de, ciddi bir şekilde konuşması öyle yeni, öyle hoş bir şeydi ki! Katya Sonya’yı yatırmak için yukarıya çıkmıştı, biz salonda yalnız kalmıştık.

Babamı, onunla karşılaşmalarını, ben daha kitap ve oyuncaklarımın başında otururken geçirdikleri neşeli günleri anlattı. Babam, onun anlattıklarına göre, o zamana kadar ilk kez, bilmediğim şekilde, cana yalan ve sevimli olarak karşıma çıkıyordu. Sergey Mihayloviç neyi sevdiğimi, ne okuduğumu, ne yapmak niyetinde olduğumu sordu; öğütler verdi. Artık o benim için beni kızdıran, bana oyuncak getiren, şakaa, neşeli bir adam değil; kendisine karşı elimde olmayan saygı ve yakınlık duyduğum, ciddi, cana yakın, gönül okşayıcı bir arkadaştı. Onunla konuşurken rahatlıyor, içim açılıyordu; ama bir yandan da elimde olmadan kendimi zorlu-yordum. Her sözüm için korkuya düşüyor babamın kızı olmamdan ötürü elde ettiğim sevgisini kendim haketmek istiyordum.

Sonya’yı yatırınca Katya da bize katıldı, hiç sözünü etmediğim kayıtsızlığımdan ona yakınmaya başladı. Hem gülümseyip, hem de serzenişle başını sallayarak,

– Önemlisini bana anlatmamış, bakın şuna, dedi.

– Anlatacak ne var ki! Canınızı sıkardı. Sonra geçer bu, dedim.

Gerçekten de şimdi sıkıntılarımın geçeceğini, hattâ geçtiğini ve sanki hiç gelmemiş olduğunu hissediyordum.

– Yalnızlığa dayanmamak, bu kötü işte! Yoksa siz daha büyümediniz mi? dedi.
Gülerek,
– Büyüdüm herhalde, diye cevap verdim.
– Kötü bir büyüme. Hayranlıkla seyredilirken canlı, yalnız kalır kalmaz çöken, bir şeyden hoşlanmayan bir genç kız. Her şeyi gösteriş, kendisi için bir şeyi yok.
Bir şey söylemiş olmak için,
– Hakkımdaki görüşünüz iyi, dedim. Biraz sustuktan sonra şunları söyledi:’
– Hayır! Siz boşu boşuna babanıza çekmemişsiniz. Sizde bir şeyler var…
İyilik dolu, dikkatli bakışı beni sevindirirken, hoş bir utanç duydum. Başlangıçta neşeli bir izlenim bırakan yüzünde, ancak şimdi, yalnız ona ait olan, ilkin berrak, ama sonra gittikçe dikkat kesilen, biraz hüzünlü bir bakış fark ettim.
– Canınız sıkılmamak sizin, olmaz böyle şey. Müzikle anlayarak uğraşıyorsunuz, kitaplarınız var, kardeşinizi yetiştiriyorsunuz. Sonra pişman olmamak için ancak şimdi hazırlanabileceğiniz önünüzde koca bir hayatınız var. Bir yıl sonra geç olabilir.

Benimle babammış veya amcammış gibi konuşuyordu. Dengim olmaktan hep kaçındığını seziyordum. Beni kendinden aşağı sayması hem gücüme gidiyor, hem de yalnız bana karşı bir başkası olmaya çalışmasından hoşlanıyordum.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur