Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yusuf ile Züleyha (kalbin üzerinde titreyen hüzün)
Yusuf ile Züleyha (kalbin üzerinde titreyen hüzün)

Yusuf ile Züleyha (kalbin üzerinde titreyen hüzün)

Nazan Bekiroğlu

  ”Nasıl herkese duyuruyum da sesimi diyeyim: Bu anlattığınız ben değilim, ben bu anlattığınız değilim. Yusuf’u ben nasıl yerim? Ben Yusuf’u nasıl yerim? Sözünün…

 

”Nasıl herkese duyuruyum da sesimi diyeyim: Bu anlattığınız ben değilim, ben bu anlattığınız değilim. Yusuf’u ben nasıl yerim? Ben Yusuf’u nasıl yerim?
Sözünün bu kısmına gelince kurt, nemli gözlerinden boncuk gibi yaşlar dökülmeye başladı. Gri tüylerle kaplı göğsü, ön ayakları ıslandı. Bir ah çekti derinden derine. Islak burnu daha ıslandı. Ve devam etti:
Ben şimdi adımı nasıl temize çıkarayım, alnıma sürülen bu kapkara lekeyi neyle, nasıl yıkayayım? Öyle bir leke ki değil bana, yeter kıyametin kopacağı güne değin gelip geçecek tüm torunlarıma.
Tek muradım, bütün yaratılmışların sahibi olan Tanrım, bu ayıpla yaşatmasın beni. Ya alsın yeni doğmuş bütün kurt yavrularıyla birlikte canımı, kurt neslinin dalı yaprağı burada kesilsin, ya da adım temize çıksın

Söz Başı
Bismihû,
Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla.
Önce söz vardı, hayat sonradan geldi.
Önce çtle vardı ihsan arkadan geldi.
Önce iştiyak, arkadan sebat geldi.
Sözün yaradılışı Zuleyha’nın yaradılışından evveldi. Âdem» ki ona bütün isimler öğretildi. Yûsuf’un kaderi Züleyha’ya tecelli. Zuleyha’nın kaderi Yûsuf’a tecelli. Kuyu. Zindan. Kuyu. Zindan. Önce çile arkadan ihsan. Züleyha vazgeçti mi maşukun’ dan?
Mülk gibi söz de, ne senin ne benim. Cümle gibi aşk da ne senin ne benim, Sözde, aşk da,
ne benim neşenin.
Bir yaz sahalıma doğan ve su değdiğinde kokusunu salan kır^ mızı sardunya,
ağustos göklerinde başımın üzerinden geçen bulut,
mayıs gülü,
ışıklı nisan yağmuru
ne kadar Allah’dansa,
mülk gibi söz de ve aşk da
OV.dan.
“Sen” tahtına yazıcı kimi oturtsa da,
beşerî bir sevgili ya da cismanî bir aşk gibi görünen,
hiçbir yol O’ndan özgeye çıkmıyor aslında, “gönül tahtına O’ndan ö:ge sultan” olmuyor.
Değil mi ki her şey O’ndan,
gidecek yer yok O’ndan başka. Gelinen yer yok O’ndan başka.
İnsan o ki, O’ndan başkasını sevemez sevginin mahiyeti icabı, O’ndan başkasını bileme: bilginin mahiyeti icabı.
Işık ki tek kaynaktan dağılır, ışığa yakın olan aydınlık, uzakta kalan karanlıktır. Her şeyin O’ndan olması, ve ışığın tek kaynaktan dağılıyor olması O’ndan başkasının bilinme ve sevilme ihtimalini tümden yok eder.
Kimi zaman sevdiğimizin ne olduğunu bilmeden severiz. Ve insan henüz neyi sevdiğini bilmediği böyle zamanlarda O’ndan başkasını sevdiğini zannedebilir:
Bir çiçeği, bir kuşu,
denizi, yağmuru,
gökyüzünü, yazıyı,
yazıyı yazanı, kalemi tutanı,
bir yaratılmışı hasılı.
Söz gelimi Lcylfl Mccnun’u, Şirin Ferhâd’ı, Züleyha Yûsuf’u
sevdiğini zannedebilir.
Oysa sevmek, en fazla, neyi sevdiğini fark etmek demektir ve seven biraz da neyi sevdiğini bilendir.
Çünkü ışığın kaynağı tektir ve kim aydınlığının kendinden menkul olduğunu iddia edebilir?
Her aşk O’na çıkar sonunda, O’ndan başkasını sevmek imkansız gibidir. Seven neyi sevdiğini bilse de bu böyledir» bilmese de bu böyledir
Bu yüzden değil mi ki kendini kaybetmek gibi görünen aşk, aslında kendini bilmek. İstese de insan 0*ndan özgeyi sevme şansı yok Şans sözcüğü yok lügatlarde bundan böyle. O’ndan özgeyi sevme ihtimali yok Ve neyi sevdiğini bilenle bilmeyen arasındaki fark sadece bilmenin bilincinden ibaret.
Küçük bir biliş faikı.
Mülk gibi aşk da Allah’tan.
Ruhun da O, kalbin de O, aklın da O,
Tenin de O, canın da O, cismin de O,
Ve aradan perdeleri kaldırarak O’nu bilmek olarak tanımlanan şey, bu seyr ü sefer, sadece O’nu bilmeyi bilmenin sancısından ibaret.
Sevginin yanılgısı yok. Yanlış olan neyi sevdiğini bilmemek ve yolu yanlış çizmek. Hangi kaynaktan geldiğini suyun» hangi dağın üstünden döküldüğünü aydınlığın, bilmemek. Bilmemek yanlış kılar sevgiyi.
Züleyha ki Yûsuf’u sevdi. Ibtida, neyi ve kimi sevdiğini bilmedi. Sonra aşkın kaynağını bildi, Yûsuf’u değil, Yûsuf’ta tecellâ eden nuru sevdiğini fark etti. Yûsuf da, ki rüyasında güneş, ay ve on bir yıldız ona secde etmişti, bir kuyuya atılmış ve kendisine zindanda rüya yorumu verilmişti, Önce aşkın kaynağını bildi sonra nurun Züleyha suretinde tecellfı ettiğini fark etti. Biri sûretten nura yükselirken diğeri nurun surette tecellâ ettiğini id’ rak etti.
!ştc bütün hikâye: Kim düştü kuyuya, Yûsuf mu, Yakub oğlu, Züleyha mı? Zindan kimin kaderi, Yûsuf’un mu, Yakub’un mu, yoksa Züleyha’mn mı? Yûsuf, Yakub ve Züleyha yok aslında. Hepsi bir, hepsi O bir, hepsi tek bir.
Söylenmemiş Mesnevi kalmadı yer yüzünde. Her Yûsuf u Zü* leylayat bir öncekinin hem aynı hem başkası Bu nasıl mazmun, diyor ya, kalbi dipsiz derinliklerde çoğalan Fuzuli, Farsça Divon’ının önsözünde, yani ki Mukaddimesinde. Hiç kullanılma* mış, diye kaldırıp alıyor ya bir imgeyi uykusuz kaldığı gecelerin sabaha değdiği yerde. Sonra aynı gecelerin aynı sabahlara değdiği yerde, bu kez, bu nasıl mazmun, diye yırtıyor ya kullanılmış olan bir başka mazmunu. Hem bilinen hem bilinmeyen, hem kullanılmış bir imge hem kullanılmamış bir imge; böyle olmalı ki sö2ün hükmü tamam olsun. Eski zincire bağlanan bir halka, ama yeni, böyle olsun ki zincir kuvvetli olsun.
Her Yûsuf u Züleyha bir Öncekinin hem aynı hem başkası. Bu da öyle. Ayna aynı, kitap farklı.
Şiir:
bu kez birkaç kitap yine aynı ayna ve birkaç ruh hepsinin içinde mevcûd Züleyha’nıtı acısı acının Züleylıa’st (Ayşegül Kösa)
Bismthû.
Esirge ve bağışla.
Öptüm kitapların da üzerindeki Kitâb’ı, öptüm ve koydum alnıma.
Ben: Yazıcı Yazmaya başladığımda, yıl bin dokuz yüz doksan dokuz milâttan sonra, aylardan Nisandı* Bir mumun ışığında bir rüzgâr titriyorken. Ve bir hattat nefesinin, bir mumun alevini bile titretmemesi gerekiyorken. Sürgün düştüğüm zamanlarda ben kalbimi çatlatan nefesi salıverdim.
Ben: Yazıcı Kalbim çatladığında tanığım su kıyısında bir kavak ağacıydı.
İlk sözcükler mürekkebi mor kalemimin ucundan dökülürkent Ayasofya’da Topkandilin altında değil idiysem de Hamdullah Haindi Hazretleri gibi (rahmet onun ve bütün Yûsuf u Züleyha yazıcılarının üzerine olsun), ben de suyun kıyısındaki kentte kendimce bir Ayasofya’daydım, Uyanıklığım rüyaları yorumlayacak Yûsuf’un uyanıklığından farklıydı elbet ama ben de gecenin saat sıfır üçlerinde daima uyanıktım.

………….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur