Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yaraya Tuz Bastım / Ermeni Soykırımı
Yaraya Tuz Bastım / Ermeni Soykırımı

Yaraya Tuz Bastım / Ermeni Soykırımı

Tuncay Özkan

‘Bu kitabi, Ermeni soykirimi diye nitelenen olayin perde arkasini ve gerçeklerini anlatmak için yazdim. Adina ”soykirim” denen bir utanç ilmiginin boynumuza geçirilmesini seyredecek miyiz?…

‘Bu kitabi, Ermeni soykirimi diye nitelenen olayin perde arkasini ve gerçeklerini anlatmak için yazdim. Adina ”soykirim” denen bir utanç ilmiginin boynumuza geçirilmesini
seyredecek miyiz? Bizlerin de,tarihçilerimizin bize sundugu güvenilir verileri kullanarak söyleyecek sözümüz olmayacak mi?
Her zaman yaptigimiz gibi yine ”o zaman gelsin bakariz” mi diyecegiz?
Her seyde oldugu gibi o zaman gelince ”çok geç kaldik” diye mi dövünecegiz?’

Önce Acı Vardı… İnsanlar Önce Acıyı Anımsarlar
Sevgili kızım, canım Nazlıcan’ım…
Öyle sıkınadayım ki bugünlerde… Sana ve diğer çocuklara, gençlere, bu ülkenin geçmişine karşı, Türkiye’nin bütününe karşı büyük bir sorumluluk ye suçluluk duygusu kapladı her yanımı. Suçluluğum elimden geleni yapabildim mi, hepsini yaptım mı sorularına verdiğim yanıtları yetersiz görmemden kaynaklanıyor.
Çocuklarımızın sizlerin, ilerde torunlarımızın yüzüne bakamayacağımız zamanlar gelecek diye korkuyorum. Kaygılıyım.
Canım kızım, çocukluğumdan bu yana duyduğum, okulda belki de hiç ele alınmayan ya da öyle kötü ele alınmış ki hatırlamadığım bir olay, “Ermeni soykırımı” iddiaları. Beni sana ve bütün Türk çocuklarına karşı bu düşüncelere sevkeden, sorumlu kılan şey bu “Ermeni soykırımı” iddiaları.
Kızım, bu konuda sana ve geleceğin sahibi olacak çocuk ve genç kardeşlerime bildiklerimi, düşüncelerimi aktarmayı tarihsel bîr sorumluluğum olarak görüyorum. Bunun içinde ne biliyorsam, ne okuduysam, elimde ne varsa aktarmaya çalışacağım.
Sana biraz alıntılarla bezenmiş bir mektup olarak gör bu kitabı.
Nazlıcan, sana bu olayı bütün çıplaklığı, bildiğim ve öğrendiğim kadarıyla Ermeni cephesinden de ele alarak anlatmak istiyorum.
Biliyorsun Anet Sahakyan ve ailesi başta olmak üzere, öylesine ailemizle bütünleşmiş Ermeni dostlarımız var ki, onlara haksizlik etmekten, onların haklarını ve hukuklarını savunmamak durumunda bulunmaktan büyük utanç duyarım.
Sevgili Nazlıcan insanları yaşadıkları acılar olgunlaştınyor.Türkler ile Ermenilerin tarihinde acılı dönemler çok kısadır. Ama bir bıçak gibi keskin ve zor yıllar olarak geçmiş acılarla dolu 50 yıl. Oysa Türkler ile Ermenilerin tarihi neredeyse bin yıllık bir dönemi kapsıyor. İnsanlar hangi ulustan olursa olsun önce acıları anımsarlar. Ben de sana olayları önce acı verenlerinden
başlayarak anlatacağım.
Sözü çok uzatmayayım, sana iki öyküyü aktararak başlamak istiyorum. İkisi de iki küçük Ermeni kızının başından geçenlerle ilgili. Acılı öyküler. Türklerin hatta ailemizden insanların başlarından geçen acılı öyküleri de anlatarak başlayabilirdim. Bunun seni yönlendirebileceğini düşünerek vazgeçtim. Sen olayları her iki tarafın gözünden görerek algılamalı, olaylarla ilgili bağımsız ve özgür karar vermelisin. Ben kimi zaman kendimi tutamayıp sana öğütler versem de sen onları akıl süzgecinden geçir ve benim yargılarımı bir kenara bırak, olayların gerçeğini ara kızım.
Ermeni gençliğinin geçmişe saplanıp kalmış kin ve öfkesinin onların geleceklerini nasıl şekillendirdiğini Ermeni yazar, Jean Kehayan’ın Vatansız (Araş Yayınlan, çev: Mayda Saris) adlı anı romanında okuduğumda anladım. Kehayan diyor ki: “Hepsi soykırımdan kurtulmuş bu insanların “geleceğinin, sadece geçmişlerine olan sadakatlariyle şekillenmekte olduğunun henüz farkında değildim.”(s.5l) “Türklerin lanetli, alçak, barbar ve kalleş oldukları; Kürtlerin, Türklerin aciz uşakları oldukları ve Yahudilerin Türklerle işbirliği içerisinde yüzyılın ilk soykırımının /kurbanlarının Ermeniler olduğunu unutturmak için kendi soykırımlarını anlatıp duruyorlardı.(s.68 69)”…
Bir başka Ermeni yazar Boğos Zekiyan Ermeniler ve Modernite adlı kitabında (Araş Yayınları s.810) aradaki ilişkilerle ilgili olarak şunları söylüyor: Bütün bir geçmişe dayanan TürkEr meni ilişkilerinde, 20.yy kuşkusuz karanlık bir dönemi oluşturmuştur. 19. yüzyılın sonlarında başlayıp 1915I9l6’da doruğa ulaşan vahim olaylar nasıl adlandırılsa adlandırılsın, o uzun ve çoğu zaman samimi ilişkiler tarihinde bir uçurum yaratmıştır. Fakat tarihin herhangi bir evresinde yönü değiştirilemeyecek bir nokta yoktur. Aksi takdirde, tarihin en vahim durumlarından bile daha vahim bir durumla karşı karşıya kalırdık. (…) Alman devlet adamı Adenauer’ın, “Tarih önüne geçilebilecek fakat geçilememiş geçilmek istenmemiş hataların toplamıdır,” sözü haklıysa, bunun sorumluluğunu tarihin kendisi, insanlık, evren ve eğer inanıyorsak Tanrı huzurunda yüklenmek zorundayız. Bir başka çıkış yolu yoktur. (…) Türk tarihçiliği genelde Osmanlı İmparatorluğu’nu Ermeniler için bir dünyevi cennet görünümünde takdim etmeyi adeta görev bilmiştir. Aslında hiçbir devlet için böyle bir takdirde bulunulamayacağı açıktır. Buna karşılık 20. yüzyılın Ermeni tarihçiliği de, yaşanan trajinatik şokun etkisiyle, Osmanlı’nın Ermeni ulusuna sunduğu imkânları unutabilmiş ya da bilinçaltına itelemiştir…”
“Gelecek geçmişe sadakatle biçimlenir” doğru söz. Ama ya bu geçmiş bugün diasporadaki (yani Ermenistan dışında yaşayan) Ermeni gençliğinde olduğu gibi kin ve öfkeyle biçimleniyorsa… Ya büyüklerinin haksız amaçlarına ulaşmak için uydurdukları bir büyük yalan, sonradan inkâr edemedikleri için, kadana kadana büyüyüp, tarihlerinin bütünü haline gelmişse… Kendilerinin dışında herkese, her şeye düşman ve kin dolu kuşaklar yetişiyorsa, yetiştiriliyorsa…
İşte ben de sana bu satırları kendi tarihimizin aynı zamanda onların da tarihinin bir parçası olduğu için yazıyorum. Her zaman kendi iradeni ellerine alabilme cesaretini gösterebilesin diye anlatıyorum. Göreceksin ki “başkaları” sana hiçbir gelecek biçemez. Tarihin zor dönemlerinde bu gelecek için ancak kendine güvenerek mücadele edebilirsin. Burada anlatılanlar biraz da kendi geleceklerini emperyalist yalanlara bağlamış bir büyük ulu sun yani Ermenilerin, öteki ulusun yani Türklerin felaketinin kendi geleceğini kurtaracağına inanmaya başlaması yanılgısından doğuyor. Emperyalizm, ekonomisi büyük ve orduları güçlü ülkelerin sömürmek amaçlı saldırganlıklarına, yok etme eğilimlerine verdiğimiz ad Onların kendilerinden başka hiç bir şeyi düşünmedikleri tarihsel bir olgu.
Birinci Dünya Savaşı’nın acı dolu günlerinde bu acıların yaratıcısı olan emperyalistlere sığınarak, bir gelecek yaratmaya çalışmak nasıl bir yanılgı ise sonrasında bu yanılgıyı büyük bir yalan ve uydurmacaya alet etmek de bir büyük yanılgı. İnan bu siyaseti benimsemiş bir kısım büyüklerin, bu yalanı sonradan gerçek kılmak için gelecek kuşaklan zehirlemesi, insanlık adına, belki de “soykırım iddalarından” da daha büyük bir suç. Bu biraz şuna benziyor: Bir kişi büyük bir yalan söyler, ancak hayat önüne (tarih) yalanını ortaya çıkaracak bir sürü neden ve olay koyar ve hayatın zorlamasına rağmen yalanının ortaya çıkmamasını sağlamak için onu desteleyecek bir sürü küçük yalanlar söylemeye başlar. Küçük yalanlar da ortaya çıkmaya başladığında başkalarını bulmaya çalışır…
Bu bitip tükenmez bir sarmaldır. Bunun içinden çıkış yoktur. Artık o adamın hayatındaki her şey bu yalanın etrafında dönmeye başlar. Herkesi inandırmış olsa bile yalanı onu asla terk edemez. Bilinçaltının bir yerinde hep bu yalanla yaşar. Ya bir gün ortaya çıkarsa… Ve çıkar da!
insanlık tarihi içinde Ermeni ulusu büyük bir ulus. Şairleriye yazarlarıyla, ressamlarıyla, bilim adamlarıyla, zanaatçılarıyla… İnsanlık kültürüne büyük katkılar koymuş bir ulus. Saroyan, Haçaturyan, belki Anadolu’nun küçük bir ilçesinde en az bu büyük sanatçılar kadar usta bir nalbant, Kevork usta ve binlercesi… Ve bu büyük ulusun kendi büyük tarihleri açısından bir âna denk, bir zaman dilimine saplanıp kalması ne kadar acı ve belki de daha da acısı bu büyük ulusun en kritik zamanlarında kendilerini geleceğe taşıyacak adımların olması gerektiği anda öngörüsüz, emperyalistere yanaşarak, onlardan dilenerek bir gelecek kurmayı düşünebilecek kadar “cüce” siyasetçiler çıkarması; Taşnakları, Hınçakları ve diğerleri. Bunları ilerde ayrıntılarıyla anlatacağım.
Oysa kendi iradesini kendi elleriyle almak cesaretini gösterenler “yalan” söyleyemezler. Hele ki tarihe hiç söyleyemezler! Çünkü onlar kendi geleceklerini başkalarının felaketine bağlayarak değil, hak ettiklerini kendileri almayı bilerek varolmuşlardır. Ve bu onurlu varoluşun üzerine titremek zorundadırlar.
Peki bugün biz bu onurlu varoluşun üzerine titriyor muyuz baba diye mi soruyorsun.’ Haklısın! Biz büyüklerinin bunu hakkıyla yaptıklarını söyleyemem. Ama işte bu satırları sana yazmak ve burada anlatacaklarımı herkese aktarmak ihtiyacımın başka bir nedeni de bu. Varoluşumuzun haklı temellerinde nelerin yaşandığını anlatmak.
”Belgelerle tarih yazılmaz” diyenlere ben değil bir arkeoloji profesörümüz yanıt versin: “Bugün çok yakın bildiğimiz çağların bile çok doğru olarak tarihini yazabiliyor muyuz? Yaşanan olaylarla ilgili belgeler ortaya dökülmeden, perde arkası oyunların içyüzünü bilmeden yakın tarihimizdeki gerçeklere ulaşmanın ne kadar zor olduğunu görüyorsak bunun çok eski dönemler için de geçerli olduğunu düşünmemiz gerekir. Anadolu’nun Türklerle başlayan döneminin tarihini doğru ve tam olarak yazabildiğimiz  söyleyebilir miyiz? Osmanlıcı 600 yıl ayakta tutan şeyi, kılıç kuvvetine bağlamak, kurduğu ekonomik ve idari devlet düzenini görmezden gelmek, fütuhat ile yaşamış bir devlet gibi değerlendirmek haksızlık olmaz mı? Anadolu’daki Türk kültürü bir Anadolu sentezidir. Kendinden Öncekilerin birikimlerini alan ve kendindeki öz ile birlikte Özümsemen ve yeni bir oluşumu ortaya koyan bir kültür özelliği taşır.” (Ümit Serdaroğlu, Arkeoloji, Sorunlar, Öneriler, Görüşler içinde, Arkeoloji ve Sanat Yayınlan, s. 42)
Tarih büyük bir “resmi” yalan değildir, hayır! Bunu kendin de görecek, yaşayacaksın! Sözü fazla mı uzattım? Yine haklısın!

Emmiye Söyle Cumaya Gitmesin…
Öyleyse işte acının acılı zamanların anlatıldığı ilk öykümüz:
Ellerinin arasındaki küçük başı özenle seviyordu. Allah günah yazmasa, kendi kızı kadar çok sevdiğini, herkese itiraf edebilirdi. Bayburt’ta, Anadolu’nun unutulmuş topraklarında, Allah’tan başka kimsenin hatırlamadığını sandıkları kurak, dağlık ve sert rüzgarların estiği bu köyde yokluğu, yoksulluğu birlikte yaşıyorlardı. Koca köy ortadan ikiye ayrılmıştı. Bir yanı Türk, diğer yanı Ermeniydi.
Ermeni kızını, ellerinin arasındaki bir kuşu severcesine sevdi kadın.
Saçlarını tararken canı yanmasın diye tarağı önce yerde duran Ermeni işi bakır hamam tasında özenle ıslatıyor, sonra tarıyordu; iki belik olarak başının iki yanına çok değerli taşları yerleştirircesine örüyordu. Kadın yerdeki su tasını döktü. Kız mutlu ve teşekkür eder bir gülümseme ile karşılık verdi.
Balam çok güzel oldun, dedi kadın.
Kız artık gitmesi gerektiğini iri siyah gözlerine yüklediği üzgün ifadeyle daha konuşmadan anlattı. Sonra kırık bir Türkçeyle, “Gidiyorum,” dedi. Kadın kızı kendine çekti, başından öptü:
Haydi güle güle balam, kendine iyi bak, anana selam et. Yarın gel birlikte ekmek pişirek, dedi.
Kızın eline pekmez kaplı cevizle yaptığı tatlı sucuktan tutuşturdu. “Datlı, datlıı git,” dedi. Kız koştu.
Bu Ermeni, Hıristiyan kız ile Türk, Müslüman kadın arasında neredeyse bir anne ile kızın arasındaki kadar büyük sevgi vardı.
Ertesi gün, tandırın başına oturmuş ekmek pişirmeye çalışıyorlardı. Kadın ne biliyorsa kıza öğretiyordu. Kız bir gün önce çok mutlu ayrılmıştı oysa bugün biraz donuktu. Gözleri dalıp dalıp gidiyordu. Kadın üstelemesine rağmen kız konuşmuyordu ama iri siyah gözlerindeki buğudan belliydi, bir derdi vardı. Yaş lı kadın işi erken bitirdi. “Hadi anam senin bugün keyfin yok, git de biraz oğlanlarla oyna,” dedi gülerek…
Kız omuzlarını silken. Kadın. Kadın cebinden çıkardığı tatlı sucuğu her zamanki gibi kızın eline tutuşturdu. Kızı kendine çekti öptü. “Anana selam söyle emi…”
Kız biriki adım ata, durdu, döndü:
Emmiye söyle yarın cuma namazına gitmesin…
Niye ki balam… Cumaya gitmemek olur mu hiç… Gitmeyip de ne olacak ki?
Yarın bizimkiler namaz vakti camiyi yakacaklar… Söyle gitmesin.
Anammmm, ne diyon giz… Anlat hele…
Kızın kolunu tutmuş sıkıyordu… Kız ağlamaya başladı. “Bizimkiler konuşuyordu,” diyebildi. Elini kurtardı, kaçtı. Kadın baka kaldı.
Kocasına olanları anlata. Adam köyün Türk tarafının aşiret reisiydi. Cuma namazını kılmak için camiye gidenleri silah landırdı. Dışarıda da pusu kurdular.
Köyün Ermenileri, tam da kızın dediği gibi, ellerindeki odun kümeleriyle cuma namazı sırasında cami cemaatini yakmaya geliyorlardı.
Önce silahlar patladı. Ermeniler yakmaya geldikleri Türklerin pususuna düşmüştü. Ne olduğunu anlayamadan öldüler.
Sonrası ise bir vahşetti. Türk mahallesinden akın akın galeyana gelen insanlar Ermeni tarafına saldırıyordu. Evlere girildi, çocuk, yaşlı, genç kim varsa evden çıkartıldı. Tek tek öldürüldü. Evler yağmalandı.
Öldürülen Ermeniler tek tek sayıldı. Geride kimse bırakılmayacaktı. Sayımda bir tek Ermeninin ele geçirilemediği görüldü. Aşiretin reisi hırsla evine doğru koşmaya başladı. Kayıp olan, Türklerin camide yakılacağını haber veren küçük kızdı.
Evinden içeri hışımla girdi. Kansını tandır başında korkuyla büzüşmüş buldu. Saçlarından tutup evin içinde sürüklemeye başladı. Kadını tekmeliyor, yumrukluyor hep aynı soruyu soruyordu:
Kız nerede? Nereye sakladın?
Kadın bilmiyorum diye ağlıyor, bırakması, dövmemesi için yalvarıyordu. Adam belindeki hançeri sıyırdı, karısını saçlarından tuttu, başını yukarı kaldırarak bağırdı:
Kelimei şahadet getir, seni öldüreceğim ya da kızın yerini
söyle…
Kadın bilmiyorum diye kısılan sesinin bütün gücüyle fısıldadı.
Adam elindeki hançeri kadının boğazına dayayıp hızla çekti.
Kadın kan içinde kalmışa. Adam “Söyle…” diye son kez bağırdı. Kadın başına gelecekleri anlamıştı:
Tamam…
Adam kadını yere bıraka, “Söyle!” diye bağırdı.
Tandır, tandırın içinde…
Kadın son sözlerini söyler gibi söyleyebilmişti kızın yerini. Yerde yan baygın, boğazındaki kesikten kanlar akarak, öylece yatıyordu. Ölecek gibi hissetti kendisini. Bıraka… Yattığı yerden olanları izliyordu. Kocaman kocaman olmuş gözlerinden yaş fışkırıyordu. Adam biraz önce karısının üstüne oturduğu tandırın kapağını kırar gibi kaldırdı. Küçük bir başı iki belikli saç örgülerinden amip havaya kaldırdı. Sonra hançerini salladı.
Kadın bayıldı.
Yıllar sonra torununa boğazındaki izi anlatırken, laflar düğüm düğüm oldu…
Küçük bir kız çocuğu için ağladı.
Mamako’nun Öyküsü
Nazlıcan’ım, bugün Anadolu’yu şöyle bir gezdiğimizde in…..

Eklendi: Yayım tarihi

“Yaraya Tuz Bastım / Ermeni Soykırımı” için 2 yanıt

  1. Ayrıca Tuncay Özkan kızına, Türklerin 1992’de Dağlık Karabağ’da ermeniler tarafından nasıl vahşice katledildiğini de anlatsın. Kadınlara nasıl işkence yapıldığını, çocukların ne şekilde öldürüldüğünü ve daha yazamayacağım pek çok olayı anlatsın. 1915 yılında topraklarımıza saldırıp insanlarımızı öldüren yine ermenilerdi. Bizler saldırı karşısında teslim mi olmalıydık? Akrabalarını kaybeden birçok azeri yurttaşımız var, ben de dahil olmak üzere. Hiçbir cümle ermenileri haklı çıkartmaz. Taraf olduğu yazısından besbelli.

  2. rus, türk, ermeni devletlerinin bütün resmi arşivleri açılmalıdır. düşmanlığın ötesi bu sorunu çözmektir. insanın insana yaptığını başka hiçbir varlık yapmaz. bitsin artık bu tür yararsız düşmanlıklar…. iki tarafın da günahları oldukça fazladır. ama bu bakış hiçbirşeyi çözmüyor.

Gülfem için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Aktüel Siyaset
  • Kitap AdıYaraya Tuz Bastım / Ermeni Soykırımı
  • Sayfa Sayısı485
  • YazarTuncay Özkan
  • ISBN9944314084
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviDetay Yayınları / 2007

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur