Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

93 Harbi: Tuna’da Son Osmanlı Yahudileri
93 Harbi: Tuna’da Son Osmanlı Yahudileri

93 Harbi: Tuna’da Son Osmanlı Yahudileri

Erol Haker

Osmanlının Balkanlardaki hâkimiyeti boyunca, yönetenler ile tebaaları arasında karşılıklı uyum hâkim olmuştur. Osmanlı idaresi altındaki Yarımada, yine bir siyasi yapıya dâhil edilmiştir. Rumeli, Osmanlı…

Osmanlının Balkanlardaki hâkimiyeti boyunca, yönetenler ile tebaaları arasında karşılıklı uyum hâkim olmuştur. Osmanlı idaresi altındaki Yarımada, yine bir siyasi yapıya dâhil edilmiştir. Rumeli, Osmanlı İmparatorluğunun bu düzensiz, çalkantılı bölgeye hükmetme hakkını elinde tuttuğunu kanıtladığı bir laboratuvar işlevi görmüştür. Bulgar Tarihçisi Prof. Dr. Rossitsa Gradeva 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı hakkında birçok kitap ve makale yazılmasına rağmen, savaş sırasında ve sonrasında Osmanlı bünyesinde birleşen milletlerin bu savaştan nasıl etkilendikleri ve devamında hayatlarını ne şekilde devam ettirdikleri hususunda çok az birincil kaynak bulunmaktadır. Araştırmacı yazar Erol Haker, Prof. Dr. Kemal Karpatın danışmanlığında, mensup olduğu cemaatin bu serüvenini, Balkanlarda birçok eziyete, kırıma maruz kalmış Osmanlı İmparatorluğu tebaasının bugüne kadar gözardı edilmiş tarihini, ailesinden, arşiv belgelerinden ve bu konuda yazılmış bütün kaynaklardan derleyerek emsaline ender rastlayacağımız 93 Harbi kitabını yazmıştır. Millet Sistemi Osmanlı İmparatorluğunun devamı ve bekasının en önemli unsuru olarak kabul edilir. Erol Haker, bu kitabında belirli bir coğrafî, etnograf ik ve dönemsel sınır içinde, bu sistemin işleyişini Tuna Vilayetine yerleştirilmiş İspanya Yahudileri örneğiyle çok güzel sunmuş ve literatüre kazandırmıştır. Bu kitap, yarı biyografi, yarı bir dinî ya da etnik cemaatin yaşam hikâyesidir.

EROLHAKER

1930 yılında İstanbul’da doğan Erol Haker, 1950 yılında İstanbul Robert Koleji’nin Pozitif Bilimler bölümünden mezun oldu. Sosyal Bilimler lisans diplomasını 1951 yılında Stockholm Üniversitesi’nden, İktisadi Bilimler lisans diplomasını (B.Sc.Econ) 1954 yılında London School of Economics’ten ve İşletme yüksek lisans diplomasını (MBA) 1964 yılında Kudüs İbrani Üniversitesi’nden almış olan Haker’in konuştuğu diller Türkçe, İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve İbranice.

Erol Haker, yetişkin hayatının 1956 sonrasını kapsayan kısmında çoğunlukla İsrail’de yaşadı. Taşıma Ekonomisti ve Planlamacısı kariyerini sürdürdüğü kırk senelik çalışma hayatının neredeyse yarısını, gelişmekte olan ülkelerde, başta Dünya Bankası olmak üzere birçok uluslar arası bölgesel kuruluş ve iki taraflı yardım ajansı adına çalışarak geçirdi.

Emekliye ayrıldığından beri vaktinin büyük bir kısmını kendi ailesinin ve bu ailenin de bir parçası olduğu Kırklareli Yahudilerinin ve hatta diğer Trakya illerinde yaşayan Yahu-dilerin tarihini araştırarak geçiren Erol Haker, üç kitap yazdı: “Bir Zamanlar Kırklareli’de Yahudiler Yaşardı, Kırklarelili Adato Ailesi’nin Öyküsü 1800-1934” (Once upon a time Jews lived in Kırklareli, the story of the Adato family 1800-1934), “İstanbul’dan Kudüs’e Bir Kimlik Arayışı” (From Istanbul to Jerusalem, the Itinerary of a Young Turkish Jew) ve “Edirne Yahudi Cemaati ve Alyans Okulları,1867-1937”(Edirne, itsJewish Community and Alliance Schools, 1867-1937). İlk ikisi 2003 ve üçüncüsü 2006 yıllarında olmak üzere, her üç kitap da İsis Press İstanbul tarafından yayınlandı. Kitapların Türkçe çevirileri ise ilki 2002 yılında İletişim Yayıncılık, ikincisi 2004 yılında Kitap Yayınevi ve üçüncüsü 2007 yılında Gözlem Gazetecilik ve Basın tarafından olmak üzere İstanbul’da yayınlandı.

CEREN ELİTEZ

1984 yılında İstanbul’da doğdu. Sırasıyla Sainte Pulcherie Fransız Kız Ortaokulunu, Galatasaray Lisesi’ni ve Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Şu anda mülteciler, göçmenler ve bu konuların özellikle tarihsel boyutları üzerine araştırmalarını sürdürüyor.

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ / 9

I.    KISIM

OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA DURUM

GİRİŞ /17

1.    BÖLÜM / OSMANLI İMPARATORLUĞU:

TARİHSEL BAKIş AÇISI / 23

2.    BÖLÜM / 19. YÜZYILDA TUNA VİLAYETİ VE PRENSLİK BÖLGESİ / 57

3.    BÖLÜM / MİTHAT PAşA: TUNA VİLAYETİ’NİN ISLAHATÇI VALİSİ / 73

4.    BÖLÜM / 93 HARBİ VE YOL AÇTIĞI TÜRK VE YAHUDİ MÜLTECİ HAREKETİ / 81

II.    KISIM YAHUDİ ÖYKÜSÜ

5.    BÖLÜM / PRENSLİK BÖLGESİ’NDE YAHUDİ CEMAATİ / 91

6.    BÖLÜM / GÜNLÜK YAŞAM, EĞİTİM VE KÜLTÜR / 104

7.    BÖLÜM / GÜNLÜK YAŞAMDA BİLGİ KAYNAĞI OLARAK RESPONSA KAYITLARI / 120

8.    BÖLÜM / TÜRKÇE’NİN LADİNO ÜZERİNDEKİ ETKİSİ VE KÜLTÜREL SONUÇLARI / 143

9.    BÖLÜM / YAHUDİ CEMAATİ İLE OSMANLI MAKAMLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER / 156

10.    BÖLÜM / OSMANLI MAKAMLARI İLE BULGARLAR ARASINDAKİ İLİŞKİLER / 169

11.    BÖLÜM / BULGAR VE YAHUDİ ETNİK GRUPLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER / 180

12.    BÖLÜM / 93 HARBİ’NDE YAHUDİLER MÜLTECİ AKIŞLARI / 188

III. KISIM

GERİDE KALAN BULGARİSTAN YAHUDİLERİ: SON SÖZ

13.    BÖLÜM / YENİ BULGARİSTAN’IN İLK YILLARINDA YAHUDİLERİN DURUMU / 203

14.    BÖLÜM / YENİ BULGARİSTAN KRALLIĞI,

1894-1940 / 214

15.    BÖLÜM / HOLOKOST VE BULGARİSTAN YAHUDİLERİNİN SONU, 1940-1949 / 221

EKLER, HARİTALAR, FOTOĞRAFLAR / 229

KAYNAKÇA/300

İNDEKS / 311

Kemal Karpat’a

ÖNSÖZ

Bu kitabı yazma fikri, aslında yazmaya niyetlendiğimden farklı bir konuyla ilgili olarak gelişen ve önceden öngörülmesi mümkün olmayan bir süreç sonucunda, tesadüfen ortaya çıktı. Başlangıçta, bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bulunan bugünün Balkan ülkelerine yerleşmek üzere göç etmiş olan İspanya Yahudilerinin nüfusbilimsel tarihlerini incelemeye koyuldum. Hazırlık çalışmalarını tamamladığımda ise, kitabın konusunu günümüz Bulgaristan’ıyla yani Balkan ülkeleri arasında, verilerin ulaşılabilirliği bakımından, incelenmesi diğerlerine oranla en az zorluk arz edeniyle sınırlamaya karar verdim.

Sonraları, Bulgar Yahudileri hakkında daha çok bilgi sahibi oldukça, bu cemaatin 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) hatıralarına dair yazılı kaynağın ne kadar az olduğunu fark ettim. Benzer şekilde, Yahudi nüfusun kırk katı büyüklükte olmasına rağmen, bölgenin Türk nüfusunun söz konusu savaştaki tanıklıklarının belgelenmesi konusunda da -Türk yayınları haricinde- büyük bir eksiklik göze çarpıyordu. Her iki topluluk da kutsal mekanlarının, kamu kurumlarının ve evlerinin, kundakçılıkla ve yağmayla toplu halde imha edilişine, yaşadıkları gölgeden sürgüne ve hatta tecavüz de dahil olmak üzere farklı türlerde fiziksel şiddete maruz kaldılar; kimi zaman, çatışmaya karışmayan erkek, kadın, çocuk ve yaşlıların dahi dosdoğru katledildiğine tanık oldular.

Her ne kadar bugün Bulgaristan’da yer alan söz konusu topraklarda yaşamış olan Türk ve Yahudilere karşı 93 Harbi’nde ve sonrasında yapılmış hataların boyutuna dair Türk Dünyası dışında kalan alanda büyük bir bilgi eksikliği söz konusu olsa da, çalışmalarım esnasında öğrendiklerim benim için çok yeni haberler değildi. Bir önceki araştırmalarımda, Bulgar Yahudilerinin 93 Harbi boyunca yaşadıkları kimi deneyimlere ve diğerine göre daha kalabalık olan Türk cemaatinin başına gelenlere dair belli bir ölçüde bilgi toplamıştım. Ancak bu bilgiler henüz bulanık bir tablo çiziyordu; olayları tam olarak ve detaylı bir şekilde resmetmekten henüz uzaktım.

Bu kitap yarı biyografi, yarı aile hatırası ve yarı “bir dini ya da etnik grup cemaatinin yaşam hikâyesi”dir. Baba tarafımdan ailemin kökleri beş nesli aşkındır Kırklareli’ne ve bunun da öncesinde Edirne’ye dayanır. Anne tarafımdan atalarımın kökleri ise Babaeski’ye, evvelinde Kırklareli’ne ve günümüzden dört nesil öncesine kadar da bugünün Bulgaristan’ında yer alan Eskizağra’ya (Stara Zagora) uzanır. Eskizağra ile Kırklareli arasındaki uzaklık kuş uçuşu 150 kilometredir. Ancak 1877’de bu mesafeyi insanları ve eşyalarını taşıyan at arabalarıyla kat etmek yirmi ila otuz saat sürmekte ve bu süre, diğer şart ve koşullara göre üç ila dört takvim gününe dek çıkabilmekteydi.

1877 sonbaharında, annemin ailesi, yaklaşan Rus Ordusu’nun önünden kaçarak telaşlı bir şekilde Eskizağra’dan Kırklareli’ne doğru yol alıyordu. Yolun yarısını ancak tamamlamışlardı ki, at arabası, içinde insanlar ve eşyalar olmasına rağmen devrildi. O sırada hamile olan anne tarafımdan büyükbabamın büyükannesi (yani anne tarafımdan büyük büyük büyükannem) bu kazada bebeğini düşürdü ve öyle çok kan kaybetti ki neredeyse hayatından oluyordu.

O zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasıyken günümüzde Bulgaristan sınırları içinde kalan topraklarda yaşayan birçok Türk ve Yahudiler arasında çok daha kötü deneyimler yaşayanlar mevcuttu. Eskizağra’yı terk eden atalarım, artık Bulgaristan olan bu topraklara geri dönmeyi asla düşünmediler. Bunun yerine, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı kalmaya devam eden ve ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin parçası olan Kırklareli’nde kendilerine yeni bir gelecek kurdular.

clOc

Şimdiye kadar yayınlanmış kaynaklardaki bilgilerin, ailemin bana aktardığı hatıralardakilere kıyasla ne kadar zayıf kaldığını fark ettiğimde, artık “93 Harbi: Tunada Son Osmanlı Yahudileri” adlı bilgilendirici ve dengeli bir rapor hazırlamanın zamanının geldiğine kanaat getirdim. Umuyorum ki bu sayede, bu cemaatin Osmanlı yönetimi altında nasıl yaşadığını ve savaş sonrasında neden aralarından bu kadar büyük bir kısmının Osmanlı İmparatorluğu’ndan geri kalan topraklarda yeni bir yaşam kurmaya karar verdiğini açıklayabileceğim.

Winsconsin-Madison Üniversitesi Emeritus Profesörü Kemal Karpat’a, çalışmamın ilerleyişine gösterdiği sürekli ilgi, bazı önemli bilgi kaynaklarının tespitinde gösterdiği değerli yardımlar ve verdiği destek için minnettarım. Profesör Karpat’ın kitabın bazı bölümlerinin ilk ve sonraki taslaklarını inceleyerek, özellikle Osmanlı arka planına ve kitabın bölümlerinin düzenlenmesine yönelik olarak paylaştığı ayrıntılı yorumlarından, bu son taslağı hazırlarken sıkça yararlandım. Kendisi aynı zamanda bu son taslağı da değerlendirdi ve yorumlarını iletti. Kısacası, bu kitabın arkasındaki yol gösterici, esin kaynağı Kemal Karpat oldu.

1935, Sofya doğumlu Dr Zvi Keren’e, Tuna Vilayeti’nin başkenti olan Rusçuk’un ve Rusçuk Yahudi cemaatinin tarihini kapsayan eserlerini, Vidin ve Niğbolu’ya dair makalelerini, resim ve litografi koleksiyonunu benimle paylaştığı için müteşekkirim. Dr. Keren, bu taslağın daha önceki bir taslağını inceledi ve kitabın Bulgarları ele alan yanlarına dair yorumlarını esirgemedi. Ayrıca, Kudüs İbrani Üniversitesi İslam ve Orta Doğu Çalışmaları Bölümü üyesi Dr. Eyal Ginio’ya da, bilgi kaynaklarının tespitindeki yardımları ve araştırmamın genel gidişatı üzerine sunduğu yararlı yorumları için teşekkürlerimi sunmak isterim.

Harita ve resimlerden oluşan eklerin teknik olarak şekillendirilmesinde büyük bir titizlikle çalışan Ari Aronson’a teşekkür ederim. Son olarak en az diğerleri kadar büyük bir teşekkürü de çalışmamı en başından beri takip eden ve konunun sunumuna dair faydalı önerilerini benden esirgemeyen eşim Yael Aronson’a

-He

borçluyum. Yael’in, özellikle “Türkçe’nin Ladino dili üzerindeki etkisi ve Kültürel Sonuçları” hakkındaki 8. Bölümün hazırlanmasında bana katıldığını belirtmeliyim.

Son olarak, kitabın Türkçeye tercümesini Ceren Elitez’in titiz çalışmasına borçluyum. Ayrıca Timaş Yayınları tarih kitaplığı proje yönetmeni Adem Koçal’a ve kitabın hazırlanmasında ona yardım eden diğer personellere teşekkürlerimi sunarım.

METİNDE GEÇEN YABANCI KÖKENLİ VEYA ESKİ KELİMELERİN TÜRKÇE ANLAMLARI

Adliye Nezareti Alyans

Ayan

Başıbozuk

Causus belli Cemaat-i Yahudiyan Cenup Ordusu Cizye

Dâhiliye Nezareti Divan-ı Hümayun Garp Ordusu Getto

Hatt-ı Hümayun Hahambaşı Hariciye Nezareti Hospodar Kaşrut

Kantor

Kolel Koşer Ladino Lingua franca

Adalet Bakanlığı

Yahudi Alyans Cemiyeti (Alliance Israelite Üniverselle – AIU)

İllerin yönetiminde yetki kazanmış kişiler, derebeyi

Savaşa gönüllü katılan yerel birlikler ve

milisler

Savaş sebebi

Yahudi Cemaati

Güney Ordusu

Kelle başına ödenen vergi

İçişleri Bakanlığı

İmparatorluğun bakanlar kurulu

Batı Ordusu

Yahudi Mahallesi

Padişah emri

Baş haham

Dışişleri Bakanlığı

Slav prenslerine verilen unvan; Voyvoda Musevilikte yiyeceklere dair dinî kural ve standartlar

Musevilikte İslam’daki müezzine denk gelen din görevlisi; hazan.

Dinî eğitim veren Yahudi yüksekokulu Musevi inançlarına göre helal yiyecek Yahudi İspanyolcası

Toplumdaki farklı dillerden insanların birbirleriyle konuşurlarken kullandıkları (Ortak dil)

İlahi bestekârlarını bir araya getiren Yahudi koro müziği

Osmanlı’da en yüksek danışma meclisi

Maftirim

Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye Mukataa

Mültezim

Müşir

Nizam-ı Cedit

Nizamname

Nomokanon

Reaya

Responsa

Sadrazam Sancak Sarı Lira

Sbor

Sefaradlar Sefir-i kebir Serdar-ı Ekrem

Serasker

Sipahi

Şark Ordusu Şeyhülislam

Ulema

Yeniçeri

Zimmî

Ayanın iltizam usulüyle vergi topladığı zirai arazi

İltizam usulünde vergi toplama görev ve yetkisi verilen kişi.

Mareşal

Osmanlı İmparatorluğu’nda 1789 ile 1839

tarihleri arasındaki ıslahatlar

Tüzük

Hıristiyanlıkta ruhanî emirname Gayrimüslim tebaa, (kelimenin asıl anlamıyla “bir kimsenin emri altındakiler”) Hahamların Yahudilerin karşılaştıkları problemlerle ilgili sorulara verdikleri cevaplardan oluşan derlemeler Başbakan

Bir eyalet veya vilayetin idarî alt birimi

Osmanlı Altın Lirası

Yahudi Millet Meclisi

1492’de İspanya’dan sürülen Yahudiler

Büyükelçi

Padişahın katılmadığı savaşta başkomutanlık yapan sadrazama verilen unvan Başkomutan

Osmanlı İmparatorluğu süvari ordusu Doğu Ordusu

Din kurumlarının başında olan en yüksek

müderris

İslam bilginleri

Osmanlı İmparatorluğu piyade ordusu Reaya içinde özel haklara sahip olan zümre

i. kisim

osmanli İmparatorluğu’nda durum

GİRİŞ

Bu çalışmanın konusu olan dönemi ve ortamı, aşağıdaki alıntı en iyi biçimde tanımlamaktadır:

Osmanlı İmparatorluğunda, tek kültürlü ve tek uluslu devlet anlayışına dayanan Batı tipi milliyetçilik, siyasi ortama yıkıcı bir şekilde gireli yalnızca bir buçuk yüzyıl geçmişti. Milliyetçi ideoloji kapıyı çaldığı sırada Osmanlı İmparatorluğu, içinde yaşayan farklı milletlerin yalnızca coğrafi açıdan değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik anlamda da iç içe geçmiş oldukları karmaşık bir yapıya sahipti. Bu yapı, birçok farklı dilin, bir sebze çorbasını veya meyve salatasını oluştururcasına karışarak bir araya gelmesine benziyordu. İşte böyle bir Osmanlı İmparatorluğunda, Batılı tarzda bir millet anlayışıyla kurulmuş eyaletlerin oluşturulması, ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kullanılmış olan barbarca yöntemlerle mümkün olabilirdi. Bu tür yöntemler batıda Südet’ten doğuda Bengal’e dek uzanan geniş bir coğrafyada kullanıldıklarında yıkıcı sonuçlar doğurdu. 1

Bu kitapta, yukarıdaki alıntıda bahsedilen sürecin belli bir aşaması, belirli bir coğrafi, etnografik ve dönemsel sınır içinde ele alınarak konu edilmektedir. Bu incelemenin merkezinde, Osmanlı Devleti’nin Tuna Vilayeti’nde yaşamış olan Yahudi cemaati yer almaktadır; ele alınan dönem ise 1864 ila 1893 arasındaki yılları kapsamaktadır. Bundan böyle 93 Harbi olarak bahsedilecek olan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, söz konusu dönemin ortasında gerçekleşmişti. Bu savaş, Osmanlı yönetimi altındaki Yahudi nüfusun yaşadığı çok geniş bir bölgeyi etkilemesi açısından bir ilk oldu. Çoğunluğu İspanyol kökenli olan ve sayıları 26.500’ü bulan Tuna Vilayeti Yahudileri, Osmanlı yönetimi altında yaşarken hem gelişmeyi, hem de Osmanlı kültürüne uyum sağlamayı başarmış, gayrimüslim bir gruptu.

Savaşın sonuna dek, Osmanlı’nın Balkanlar’daki topraklarının göbeğinde yer alan Tuna Vilayeti, Rus ordusunun ve Bulgar milislerinin istilasına uğradı. 1878’de imzalanan nihai barış antlaşmasında, Vilayet’in Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılmasına ve büyük bir kısmının (bundan böyle Prenslik Bölgesi olarak bahsedilecek olan) Bulgaristan Prensliği adı altında, günümüzün Bulgaristan devletinin nüvesi olarak tahsis edilmesine karar verildi.

Bu çalışma kapsamında incelenmiş olan 29 farklı dönem, üç temel döneme ayrılmıştır: (i) 1864’ten 1876’ya, (ii) 1877’den 1879’a ve (iii) 1880’den 1893’e kadar olan dönemler. 1864 yılı, Osmanlı Devleti’nin önde gelen ıslahatçılarından Mithat Paşa’nın, ıslahat hareketini yönetmek üzere, Tuna Vilayeti Valisi olarak atandığı senedir. Bu atama, Osmanlı yönetiminde gerçekleştirilecek ıslahatların yöntem ve araçlarının deneneceği ve İmparatorluğun diğer vilayetleri için örnek teşkil edeceği bir pilot bölge olarak Tuna Vilayeti’nin seçilmesiyle kesişmiştir. 1876 ise Tuna Vilayeti’inde barışın az çok hüküm sürdüğü son senedir. İkinci alt dönemde ise savaşın kendisi, ateşkesle sonuçlanan müzakereler, iki barış antlaşması, bu iki antlaşma arasında düzenlenen uluslararası bir kongre ve yeni Bulgaristan Prensliği bölgenin kontrolünü eline alırken, Rus ordusunun Tuna Vilayeti’nden geri çekilişi yer almaktadır. 1893’te sona eren üçüncü alt dönem yeni Bulgaristan Prensliği’nin örgütlenme, ülkeyi yönetme, yönetimde kullanacağı kanunları yapma ve bu kanunları uygulama alanlarında tam özgürlüğe sahip olduğu ilk yılları kapsamaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Bulgaristan Krallığı’na dönüşen eski topraklarında yaşayan Yahudilerin neden büyük kitleler hâlinde Osmanlı yönetimi altında kalan topraklara göç ettiklerini açıklayabilmek için, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi hakkında genel bilgi vermek icap etmektedir. Binaenaleyh, bu kitabın içeriğinin, 93 Harbi’nde Tuna Vilayeti’nden kaçan, oranı büyük Yahudi kitlesinin ekonomik, sosyal ve siyasi geçmişi ile bu ilticayı doğuran sebepler arasında bir bağlantı kurulup kurulamayacağını incelemek üzere genişletilmesi gerekmiştir. Bu amaçla, kitapta (i) Tuna Vilayeti’nin ekonomik olarak nasıl geliştiğine ve bölge Yahudilerinin yaşamlarını nasıl kazandıklarına, (ii) Türk ve Yahudi cemaatleri arasındaki ilişkilerin yanısıra Bulgar ve Yahudi cemaatleri arasındaki ilişkilere, (iii) Osmanlı yetkilileri ile Bulgarlar ve Yahudiler arasındaki ilişkilere ve (iv) Tuna Vilayeti Yahudilerinin Osmanlı kültürüne nasıl uyum sağladığına odaklanılmıştır.

Konunun bu şekilde genişletilmesi, kitabın ele aldığı coğrafyanın ve zaman diliminin genişletilmesini de beraberinde getirmiştir. Bunların ilkine, 1877 öncesi sınırları (Berlin Kongresi’ni takiben 1878 yılı sonunda imzalanan barış antlaşması ile kurulmuş olan) Edirne Vilayeti’nin kuzey sınırlarının üçte birini oluşturan Doğu Rumeli Özerk Vilayeti’nin de eklenmesi icap etmiştir. Doğu Rumeli Vilayeti, yukarıda bahsi geçen barış antlaşmasıyla kurulmuş olan Bulgaristan Prensliği tarafından 1885 yılında ilhak edilmiştir. Bu kitap, Osman İmparatorluğu’nun 19. yüzyıl tarihini, Balkan vilayetlerine vurgu yapacak şekilde incelemek ve genel anlamda Osmanlı’nın Balkanlar’daki fetihlerini ele almak üzere genişletilmiştir. Sonuç olarak kitap, 15. yüzyılın sonları ila 16. yüzyıl arasında Osmanlı İmparatorluğu topraklarına yerleşmeye başlayan İspanyol kökenli Balkan Yahudilerinin izini sürmektedir.

Bu çalışma, itici güçlerin etkinleşmesiyle beraber Tuna Vilayeti Yahudilerinin büyük bir kısmının doğal tepkisinin, tek milletli bir devlet ideolojisi güden Bulgaristan Krallığı’nın bir parçası olmaktansa Osmanlı tebaası olarak kalmayı tercih etmek ve Osmanlı yönetimi altında kalan topraklara yerleşmek olduğunu gösterecektir.

Savaş boyunca, Osmanlı ordularının geri çekilmesinin hemen ardından, Prenslik Bölgesi’nde yaşayan Yahudilerin yarısından fazlasının Osmanlı yönetimi altında kalan bölgelere sığındığı ve barış antlaşmasının imzalanmasıyla birlikte bunların dörtte birinden daha azının Prenslik Bölgesi’ne döndüğü anlaşılacaktır. Bu oranlar, mevcut nüfusbilimsel verilerin en katı ve tutucu bir şekilde yorumlanması hâlinde dahi sabit kalmaktadır; aslen, Yahudi muhacir sayısının geri dönenlere oranla belirgin bir fazlalık arz etmesi kuvvetle muhtemeldir.

Tuna Vilayeti nüfusu, birçok etnik grup, din ve anadili barındırması açısından çok etnikli bir imparatorluk olan Osmanlı’nın standartlarında dahi az rastlanır bir karmaşıklığa sahipti. Toynbee’nin verdiği tanıma bundan daha uygun bir bölge bulmak zordur. Küçük bir örnek vermek gerekirse, kitapta Tuna Vilayeti’ndeki şehir ve coğrafi şekilleri anlatıren hangi dilde isimlerin kullanılacağına karar vermek dahi önemli bir sorun teşkil etmiştir. Her şehrin biri Türkçe, biri Bulgarca ve (birçok örnekte) diğeri Yunanca olmak üzere üç farklı ismi vardır. Binaenaleyh, coğrafi isimlerle ilgili olarak aşağıdaki kurallara uyulmasına karar verilmiştir: Şehir, akarsu, dağ, vadi, vilayet isimleri ve vilayetlerin idarî alt birimlerine verilen isimler 1877’ye dek yürürlükte kalan Türkçe isimler arasından kullanılacak ve Bulgarca karşılıkları, metin içinde ilk defa kullanıldıkları esnada, parantez içinde verilecektir. Buna ek olarak, Ek B’de şehir ve sancakların tam listesi, günümüzdeki karşılıklarıyla beraber sunulmuştur.

Bu noktada, çalışma konusunun söz konusu şehirlerin yaklaşık 450 yıldır Osmanlı Devleti sınırlarında bulunduğu bir zamanı kapsıyor oluşu ve aralarından birçoğunun Osmanlı yönetimi altında kurulmuş oldukları göz önüne alınmıştır. Bunların büyük kısmı, bazı durumlarda nüfusun mutlak çoğunluğunu oluşturan Türk veya Müslüman etnik grupları ihtiva etmekteydi. Mamafih, üzerinde az sayıda Türk’ün yaşadığı Prenslik Bölgesi 130 yılı aşkın süredir Bulgar yönetimi altındadır. Bu sebeple, bir Türkçe isme alternatif olarak genelde karşımıza Bulgarca isim çıkmakta, Yunanca isimlere ise Selanik’in karşılığı olan Salonika örneğindeki gibi, istisnai olarak, tarihsel nedenlerle rastlanmaktadır.

Coğrafi isimlere dair son not olarak, metinde sıklıkla kullanılan şu üç terimden bahsetmek icap etmektedir: “Tuna Vilayeti”, “Prenslik Bölgesi” ve “günümüz Bulgaristan’ına ait topraklar.” Tuna Vilayeti, İmparatorluğun 1864 yılında kurulan idarî bir birimidir. 1878 itibariyle Rus ordusu tarafından fethedilmiş ve bir daha Osmanlı Devleti’ne geri verilmemiştir. Kısa ve öz bir anlatım kullanmak amacıyla, “1864 öncesinde Tuna Vilayeti sınırları içinde kalan topraklar” ifadesi yerine kısaca “Tuna Vilayeti” terimi kullanılacaktır. 1864 senesinde kurulurken, Tuna Vilayeti yedi sancaktan oluşmaktaydı. Bu çalışmada, 1878’de Sırbistan’a katılan Niş Sancağı dışarıda bırakılarak yalnızca diğer altı sancağa değinilmektedir. Niş Sancağı’nın nüfusunda, az sayıda Bulgar haricinde, Sırpların çoğunlukta olduğu bilinmektedir; fakat 93 Harbi dolaylarında veya

1878 sonrasında sahip olduğu nüfusa dair ayrıntılı bir bilgiye ulaşılamamaktadır. Bu kitabın nüfusbilimsel bilgilere ulaşmakta temel kaynak olarak benimsediği 1866 Tuna Vilayeti Nüfus Yoklaması’nda Niş Sancağı’na dair hiçbir kayıt bulunamamıştır.

Prenslik Bölgesi, Tuna Vilayeti’nin (Niş Sancağı’nı dışarıda bırakarak yeniden tanımladığımız) altı sancağı içinden beşini kapsamaktadır. 1878’de Romanya’ya katılan Tulça (Tulcea) Sancağı haricindeki beş sancak, nüfusunun büyük kısmı Türk olmasına rağmen 1878 yılında “Bulgaristan Krallığı”na dönüşmüştür. Bu noktadan sonra, Tulça nüfusuna dair rakamlar tamamen ortadan kaybolmuş durumdadır. Kısa ve öz bir anlatım kullanmak adına, “Prenslik Bölgesi” terimi, 1878 öncesinde beş sancakta yaşanan olaylara gönderme yapacaktır. Keza, “günümüz Bulgaristan’ına ait topraklar” veya “günümüz Bulgaristan’ında bulunan topraklar” dendiğinde, Bulgaristan’ın 1946 sonrasında oluşmuş olan bugünkü sınırları içinde kalan tarihi sınırlardan bahsedildiği anlaşılmalıdır.

1. BÖLÜM OSMANLI İMPARATORLUĞU: TARİHSEL BAKIş AÇISI

AVRUPA’YA GİRİşİNDEN EN PARLAK DÖNEMİNE OSMANLI DEVLETİ

1299 yılında kurulan Osmanlı Devleti’nin orduları, Bizans ile ittifakın sağlanmasının ardından, koşulların değişken olduğu ve karmaşıklığın hüküm sürdüğü 1338 yılında ilk defa Balkanlar’a girdiler. Biri Bulgar ve diğeri Sırp olmak üzere iki eski imparatorluğun kalıntıları, bu dönemde varlıklarını sürdürüyordu. Bulgar devleti, çoğu zaman birbirleriyle savaş hâlinde olan üç farklı krallıktan oluşurken, Sırp İmparatorluğu’nda şartlar çok daha kaotikti. Gerçekten de Balkanlar, genel olarak, zayıf iktidarlarca yönetilen ve birbiriyle sürekli çatışma hâlinde bulunan büyüklü küçüklü prensliklerden meydana geliyordu.

Osmanlılar, Bulgar ve Sırp imparatorluklarının ve bunların Macar veya diğer milletlerden müttefiklerinin ordularını beş büyük çarpışmada kesin bir şekilde alt ettiler. Kosova’daki (Kossovo) savaşların ikincisi ve beş çarpışmanın sonuncusu olan muharebe, 1448’de gerçekleşti. Bulgar ve Sırp imparatorluklarının kalıntılarını ortadan kaldıran savaşlarla örülü bu fetih dönemini tamamladıktan sonra, Osmanlılar, dört koldan ilerleyerek Balkan Yarımadası’nı baştan sona ele geçirmeyi iki yüzyıl içinde başardılar. Bütün bunlara ek olarak, Balkanlar’ın ötesinde Avrupa’ya ve Asya’ya uzanan, büyüklüğü Yarımada’nınkinin üç katı olan Orta Doğu ve Kuzey Afrika topraklarını aldılar. Böylelikle, Osmanlılar, dönemin Avrupa imparatorlukları içinde en genişlerinden birine dönüşerek, diğerleri tarafından saygı gören ve korkulan bir devlet hâline geldi.

Yönetici ve askerî kadroları incelenecek olursa, Osmanlı İmparatorluğu’nun, terfilerin genel olarak liyakat sistemiyle gerçekleştirildiği, şaşırtıcı derecede açık bir toplum modeli geliştirmiş olduğu görülmektedir. İmparatorluğun gücü, fethetmek ve yönetmek için ihtiyaç duyduğu personeli sağlama metotlarında yatmaktaydı. Eğitimi yapacak olan subaylar, İmparatorluk sınırları içindeki Hıristiyan cemaatlerinden onlu yaşların başlarındaki erkek çocukları toplardı. Bu çocuklar İslam’a döndürülür ve Yeniçeri askerleri olarak yetiştirilirdi. Bunlar arasından zekâ ve yetenekleriyle sivrilenler ise, İstanbul’daki Enderun mektebinde eğitilerek yönetimde ve askeriyede üst düzey kademelere yükselmeye hazırlanırdı.

15. yüzyılın ilk yarısında Sultan II. Murat tarafından kurulan ve İslamî bilimlerin yanısıra Türkçe, Arapça, Farsça, dilbilgisi, şiir, coğrafya, matematik, mantık ilmi, saray gelenekleri, resmî nezaket kuralları ve imparatorluk bürokrasisi gibi konularda eğitim veren bu okul, 1908 yılına dek varlığını sürdürdü.

Sancakbeyi derecesiyle mezun olan öğrenciler orduda, vilayet veya saray bürokrasisinde çeşitli görevlere atanırlardı. Akabinde, rütbeleri hızla yükselirken, aralarından bazıları Sadrazamlığa kadar ulaşabilirdi. İmparatorluğun en yüksek kademelerine -uygun görüldükleri takdirde- Avrupa milletlerinden erişkin Hıristiyanların atanması da mümkün olabiliyordu. Bu kişilerin kabulünde aranan tek şart olan İslam’a dönme koşulu tıbbî, mali veya ekonomik danışmanlar ve sefir-i kebirler söz konusu olduğunda göz ardı edilebiliyordu. Sonuç olarak, bu tür kademelerin, İmparatorluğun Rum, Ermeni veya Yahudi tebaalarına mensup kişilerce doldurulması sık rastlanan bir durumdu.

Osmanlı Türklerinin başlangıçtaki nüfuslarının görece azlığı dikkate alındığında, ulaştıkları başarı azımsanmayacak kadar büyüktü. Bu başarı, iki temel sebebe dayanmaktaydı. İlk olarak, Osmanlı Ordusu, sayıca az olmasından kaynaklanan zayıflığına karşın üstün bir eğitim, disiplin, güdüleme, çağdaş silahlar ve savaş taktikleri kullanıyordu. Bu iki yüzyıl boyunca, Osmanlı orduları, Balkanlar’da ve Avrupa’nın kuzey ve doğusunda girdikleri hiçbir savaşta yenilgiye uğramadılar. İkinci ve daha önemli bir sebep, Osmanlıların, İmparatorluğu yönetmekteki örgütlenme yöntemleri ve bu yöntemlerin altında yatan gerçekçi, çok etnikliliğe dayanan felsefeydi. Sonuç olarak, Balkanlar’ı fethetmek amacıyla her bir kilometre kare için savaşmaları gerekmedi. Sırpların ve Hıristiyan Bogomil mezhebinin yaşadığı iki bağımsız prenslik olan Bosna (Bosnia) ve Hersek (Herzegovina), Osmanlı ordularına kapılarını açtı ve tıpkı günümüz Bulgaristan’ının güney bölgesinde yaşayan Pomak etnik grubu gibi, bu halklar da toplu halde Müslümanlığa geçtiler. Bu üç örneğin hiçbirinde toplu din değiştirmelerin zorlama sonucu gerçekleştiğine dair herhangi bir kanıt bulunmamaktadır.

Keza, Eflâk (Wallachia), Boğdan (Moldova), Transilvanya ve Bucak (Bessarabia) prensliklerini ele geçirirken, Osmanlılar, günümüzde Romanya’yı oluşturan ilk üçü arasından yalnızca Transilvanya’da savaşmak zorunda kaldılar. En nihayetinde, her dördü de kendilerini Osmanlı tebaası, Osmanlı İmparatorluğu’nu da beylik olarak tanıdıklarının bir ifadesi olarak Osmanlı hazinesine yıllık vergi ödemeye başladılar. Bunun dışında, Osmanlı, içişlerini kendi kraliyet hanedanları aracılığıyla yönetmeleri için beylikleri tamamen serbest bırakmıştı. (Daha ayrıntılı bilgi için Ek C’ye bakınız).Günü-müzün Bulgar tarihçilerinden Rossitsa Gradeva’nın kelimeleriyle anlatmak gerekirse:

Osmanlı’nın Balkanlar’daki hâkimiyeti boyunca, yönetenler ile tebaaları arasında karşılıklı uyum hâkim olmuştur. Osmanlı idaresi altındaki Yarımada, yine bir siyasi yapıya dâhil edilmiştir. Rumeli (Rumların Diyarı), Osmanlı İmparatorluğunun bu düzensiz, çalkantılı bölgeye hükmetme hakkını elinde tuttuğunu kanıtladığı bir laboratuvar işlevi görmüştür. Osmanlılar, tarihi deneyimlerden dersler çıkarmayı bilmiş ve Roma örneğini yakından takip etmişlerdir. Onların yönetimindeki geniş topraklarda, yalnızca uzak bölgeler arasında daha iyi bir iletişim sağlamaya değil, bölgeler arası ticarete ve en önemlisi, Osmanlı otoritesinin söz konusu topraklardaki kontrolünü arttırmaya olanak tanıyan yol ağları genişletilerek, dağların en yüksek tepelerinden dahi yollar geçirilmiştir. Osmanlı Devleti, yönetimini kurarken, yerel gelenekleri, coğrafi farklılıkları ve tabii ki kendi ihtiyaçlarını göz önünde bulundurduğu karmaşık bir yaklaşım benimsemiştir.

Osmanlı yöneticileri, dinlerinin dünyanın diğer tüm dinlerden kesin bir üstünlükle ayırt edilmiş olduğuna inanan Müslümanlardan oluşuyordu. Bu nedenle, Müslüman olmayan kişiler “kâfir” olarak niteleniyor ve bu gayrimüslimler, resmî olarak Müslümanlardan farklı kabul ediliyorlardı. Binaenaleyh, Osmanlı İmparatorluğu’nda tebaa iki farklı sınıfa ayrılıyordu. Bunlardan ilki, Müslüman etnik grupları kapsarken, “reaya” adı verilen ikincisinde Müslüman olmayan gruplar bulunuyordu. İkinci sınıf grupların, alt sınıfların birleşmesinden oluşan karışık bir çehresi vardı.

Mamafih, Osmanlılar, dindar Müslümanlar olmalarının -karşılıklı fayda sağlayacak durumlarda- Gayrimüslimler ile işbirliği yapmalarına engel olmayacağını bilecek kadar zeki ve özgüven sahibiydiler. Üstelik Gayrimüslimlerin bu işbirliklerinden yarar sağlamasını engellemeye çalışmadılar. Binaenaleyh, Osmanlı yönetimi altındaki topraklarda yaşayan Ortodoks Hıristiyanlar, yüzyıllar boyunca, dinlerinin gereklerini özgürce yerine getirme hakkına sahip olduklarından, Avrupa ülkelerinin çok daha az hoşgörülü yönetimleri altına girmeye pek de hevesli olmadılar. 3

Müslümanlar ile Gayrimüslimler arasındaki ortak yaşamanın doruk noktası, İspanya’dan Osmanlı İmparatorluğu’na yeni bir hayat kurmak için göç eden Yahudiler ile Sultan II. Beyazıt arasındaki ilişkileri ifade etmektedir ve bu konu 5. Bölüm’de ve 12’de etraflıca tartışılacaktır. Yine de İspanya’dan sürülen Yahudilere Osmanlı topraklarına sığınma hakkı tanıyan Sultan II. Beyazıt tarafından yayınlanan fermandan alıntılanan şu sözleri not etmekte yarar

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur