Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Cydonia
Cydonia

Cydonia

Sercan LEYLEK

OLANLARI AZ KİŞİ DUYDU, GERÇEĞE BİR TEK KİŞİ İNANIYOR. RAFIK Rafik Lübnan’ın en büyük sanat galerisinde çalışan bir güvenlik görevlisidir. Daha önceden hiç bir…

OLANLARI AZ KİŞİ DUYDU, GERÇEĞE BİR TEK KİŞİ İNANIYOR.

RAFIK

Rafik Lübnan’ın en büyük sanat galerisinde çalışan bir güvenlik görevlisidir. Daha önceden hiç bir tecrübeye sahip olmamasına rağmen, kısa sürede tüm galerinin vardiya amiri olur.

Galeri civarındaki bir çok insan yeni binayla ilgili bazı hikayeler anlatmaktadırlar. Oldukça rasyonel ve akıllı bir delikanlı olan Rafik bu söylenenlere pek kulak asmaz, ta ki güvenlik kamerasındaki hayaletin görüntüsüne şahitlik edene kadar. Merak duygusu kendisini ve en yakın arkadaşlarını heyecanlı olayların peşinden sürükler.

STIAN

Stian bir zamanlar Norveç’te kayak şampiyonu olmuş orta yaşlarında bir adamdır. Bir turnuva esnasında geçirdiği kaza sonucu bir kaç yıl önce felç geçirmiştir. -Doktorlar dahil- O’nu tanıyan herkes kendisinin bitkisel hayattan uyanamayacağına inanmaktadırlar. Fakat bilinci uzun süredir açıktır ve mahkum olduğu vücudunda attığı çığlıkları kimse duymamaktadır.

Yıllar sonra, beklenmedik bir ses kendisine dost olur ve Stian’a sınır tanımayan yeteneklere sahip yep yeni bir hayat bağışlar.

SEAN

Sean, NASA’da çalışan hırslı bir astronottur. Kurumun geri kalanından saklı yürütülen bazı operasyonların farkındadır.

Genç astronotlar önemli bir göreve dahil edilmek yerine, yıllardır zorlu eğitimlere tabi tutulmaktadırlar ve yöneticiler tüm bütçelerini Mars’a gönderilecek bir başka robot için kullanmaktadırlar.

Sean’ın sabrının tükenmesine ramak kala, uzun zamandır tanınan bölgede bir giriş bulunmuştur.
Bölge adı: CYDONIA

***

Modern Mevlana

Eowyn tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. Ortamın serinliğinden ellerini kolları üzerinde gezdiriyordu. Hala gözlerini açmamıştı. Parmak uçlarının tenine dokunabildiğini hissetti. Üşüyordu.

Kendine geldiği anda irkilerek açtı gözlerini. Korkuyla doğruldu yerinden. O’nun uyanmasıyla bulunduğu yer daha da aydınlandı. Yuvarlak beyaz bir masanın üzerine bırakılmıştı ve çırılçıplaktı. Seri bir şekilde vücudunu yokladı. Yaralandığını hatırlamıyordu ve vücudunda bir çizik dahi yoktu.

“Neredeyim ben! Çıkarın beni! ” diye bağırmaya başladı. Doğrusu sesini yükseltmeye de korkuyordu.

İçinden – Acaba öldüm mü? – diye sordu kendisine. Bir çeşit camdan yapılmış beyaz masadan uzaklaştı. Adımını attığı yüzey de masa kadar soğuktu.

Sanki odanın keskin olmayan aydınlatması Eowyn’in üzerindeydi. Nereye gitse peşinden geliyordu. Çok fazla yürümeden içinde bulunduğu odanın duvarlarını görebildi. Bir çeşit hücreye hapsedildiğini fark etti. Odanın soğuk duvarlarına dokundu. Sanki camdan yapılmıştı, ama bir taş gibi görünüyordu. Dokunduğu duvarın, içine salındıkları tünelin çeperlerine ne kadar benzediğini fark etti.

Bir kere daha seslenmeye cesaret etmeye çalışırken birkaç söz yankılandı: “Sağ kurtulanlara mı aitsin? ”

Eowyn kollarını bağladı ve korkuyla duvarın yamacına çömeldi:  “Bizler araştırmacılarız. Hiçbir şeye zarar vermek için yollanmadık. ”

Ses odanın içerisinde tekrar duyuldu: “Savaştan geriye kalanlardan mısınız? Yoksa başka bir ajan mı? ”

Dehşete kapılan Eowyn “Hangi savaştan bahsediyorsunuz? ” diye sordu ve aklına bir anda platform üzerinde bıraktığı Sean geldi. Yaşlı gözlerle  “Sean nerede? Ejder O’nu da kurtarabildi mi? ” diye sordu.

“Ağlıyorsun. Demek ki sen gerçekten de sağ kurtulanlardan birisin. ” dedi ses ilk önce. Eowyn diz çöktüğü köşede hıçkırarak ağlamaya devam ediyordu ve ses tekrar konuştu “Uyandığın masaya tekrar yat. Sana yardım edilecek. ”

Eowyn’in fikir sahibi olmadığı otoriteyle uzlaşmaktan başka bir çaresi bulunmuyordu. Aynı zamanda güçlü bir kadındı, bu yüzden bu göreve getirilmişti. Gözyaşlarını silip ayağa kalktı ve söylenileni yaparak masaya geri döndü.

Genç kadın nereye hapsedildiği hakkında en ufak bir fikre bile sahip değildi. Masaya uzandığı sırada bir an tüneldeki düşüşleri esnasında öldüğünü düşündü. Aklına yıllar önce Tanrı’nın varlığına kendisini inandırmaya çalışan koyu Hıristiyan bir arkadaşının anlattıkları geliverdi. Arkadaşının o günkü sözleri zihninde yankılanıyordu…Biliyorsun benim işim bilgisayar programları hazırlamak. Eğer bir doktorsan, müşterilerin hasta insanlar olur. Eğer bir programcıysan, müşterilerin sorunları olan insanlar olur. Bu mesleğe alıştıktan sonra ister istemez insanların sorunlarını onlar sana bildirmeseler de görmeye başlıyorsun. İnsanların bazı şeyleri tekrar tekrar yapmak zorunda kaldıklarını gördüğünde, beynin kendiliğinden çözüm yolları aramaya başlıyor.

Üç gün kadar önce doğum günümdü. Şirketin yeni sekreteri Sophie bana güzel bir tebrik mesajı göndermişti. Doğrusu böyle bir şey beklemiyordum ve bu hoşluk beni baya mutlu etmişti. Kendisine teşekkür etmeye gittiğimde O’na 150 çalışanın bulunduğu bir ofiste her gün nasıl doğum günü mailleri attığını sordum.

Sophie her pazartesi sabahı haftalık kontrol yapıyordu. Bütün çalışanların doğum günleri elindeki bir dosyada kayıtlıydı ve her pazartesi sabahı kendisine o haftanın raporunu çıkarıyordu.

Bunun çok sıkıcı olduğunu düşündüm, neyse ki O bu işi severek yaptığını söylüyordu. Her hafta masasına benim gibi birkaç kişinin teşekkür etmek amacıyla uğraması O’nu neşelendiriyormuş.

Aynı günün akşamı evimde duş alıyordum. Sophie’nin inceliğine karşılık kendisine bir iyilik yapabileceğimi düşündüm. Yaptığı işi kolaylaştırmak için basit bir program yazabilirdim. İnsanların doğum günlerini bir veritabanına yüklerdik ve program her sabah aynı saatte Sophie’yi uyarırdı. O da daha sonra insanlara mail atmaya başlardı. Bu sekreter kız için büyük bir kolaylık olacaktı.

Daha sonradan daha iyi bir programın yapılabileceğini düşündüm. Neden Sophie her sabah mail göndermek zorunda kalsın ki?

Bütün işlemleri otomatikleştirebiliriz. Önceden hazırlanmış bir şablon yazıya insanların ismini ekleyebilirdik. Daha sonra program her sabah kendiliğinden çalışır ve günü gelen insanlara önceden hazırlanmış olan mailleri atmaya başlardı. Böylece Sophie tebrik yazısı gönderme işiyle bir daha hiç uğraşmak zorunda kalmazdı.

Bir başka sorunu çözmüş olmanın verdiği tatlı mutlulukla tebessüm ediyordum. Banyodan çıkmak için adım attığımda beynime yıldırım gibi bir fikir düştü.
Peki ya bu çaba aracılığıyla hayat bulan ruha ne olacaktı?

İnsanlar kendilerine gönderilen mesajın bir bilgisayar tarafından üretildiğini rahatlıkla fark edeceklerdi. Kimse ne sekreter kıza, ne de bir başkasına teşekkür etmek için kahve ikram etmeyi düşünmeyecekti. Kendisine emredileni yapmaktan başka bir seçeneği bulunmayan duygusuz bir makine tebrik kartları göndermeye başlayacaktı ve kimse aldığı mail yüzünden mutlu olmayacaktı. Bu işteki bütün anlam yok olacaktı.

İşte O gün Tanrı’nın tam olarak bizi neden yarattığını anladım. Tanrı tüm kutsal kitaplarda insanoğlundan önce melekleri yarattığını söylüyordu. Onların akıllarında kötülük, zekâ, arzu, hırs, unutkanlık, nefret, sabır ve zevk gibi unsurlar bulunmuyordu.

Melekler Tanrı’ya sadece saygı göstermeye programlanmışlardı. Başka bir tercih hakları yoktu ve yaratan da onların bu iradenin dışına çıkamayacağını biliyordu. İşte bu yüzden Tanrı bize bir ruh verdi ve bizler Dünya’da sarf ettiğimiz çabayla anlam kazanıyoruz. O’nu tek başımıza kendi irademizle bulmamızı bekliyor. Doğum günü geldiğinde hatırlanmak istiyor.

*****

Suikast

Phuong, her gün yapmış olduğu gibi çalışma saatinin ortasında kendisine bir mola verdi. Eline aldığı gazete ve fincanında kaynayan çayı ile Stian’ın başucuna geldi. Gazete ve çayı yavaşça sehpanın üzerine bıraktı.

Bitkisel hayattaki adamın gözlerinin içine bir anne şefkati ile bakıyor ve sol eliyle başını okşuyordu. Stian, Phuong’un kendisine acıdığını düşünüyordu.

Çok geçmeden sandalyesine yönelip eline gazeteyi aldı ve “Bay Stian, bugün size kütüphaneden bulduğum bir arşiv haberi okumak istiyorum. Belki ikimizin de anıları canlanır veya yaşananlardan ders çıkarmış oluruz. ” dedi ve gazetenin manşetindeki haberi okumaya başladı…

26 Haziran 1981

Ortadoğu dün akşamüzeri Lübnan’daki korkunç saldırıyla sarsıldı. Beyrut’un batı yakasında gerçekleşen saldırı İsrail yanlısı Hıristiyan politikacıyı hedef aldı. Başarısızlıkla sonuçlanan suikastın hedefi onlarca masum sivil oldu. Ortadoğu yeni bir savaşa daha sürükleniyor…

Beyrut’ta sular bir türlü durulmuyor. Patlayıcı yüklü bir araç, politik konvoya yaklaşık 20 metre uzaklıkta patladı. İsrail yanlısı politikacı Hüseyin Ahmed saldırıdan şans eseri kurtuldu.

Tüm dünyada büyük infal uyandıran saldırıya Norveç hükümeti de dehşete düştüğünü belirterek, “Lübnan’ın ve bölgenin huzur ve istikrarını bölmeye yönelik bu saldırıyı kınıyoruz.” açıklamasını çok geçmeden yaptı. Suikastın ülkedeki gerilimi tırmandıracağı ve İsrail’in bundan sonra olaylara seyirci kalmayacağı yorumu yapılıyor.

Hıristiyan Falanj Partisi üyesi olan Hüseyin Ahmed’e yapılan saldırı haberinin yerel basın tarafından şehre yayılması Hıristiyan mahallelerinde protestoların başlamasına sebep oldu. Protestolarda Hizbullah ve Irak karşıtı sloganlar atıldı. Gelişmelerden huzursuz olan Beyrutlular erken saatlerde şehrin sokaklarını boşalttı. Birçok sokağın kontrolü tekrar askerlere teslim edildi.

Uzmanlarca yapılan araştırmalara rağmen, bomba yüklü olduğu sanılan araçta ne tür bir patlayıcının kullanılmış olduğu hala bir muamma. Cevaplanamayan sorulara birlikte, saldırının bir araçla yapılmış olması Hizbullah’ı işaret ediyor. Suikasttan sorumlu tutulan Hizbullah ve Irak ise saldırıyı kınaması akıllarda soru işaretleri uyandırdı.

Gazetecilerin sorularını, basın karşısında demeç vermekten kaçınan Hüseyin Ahmed yerine, politikacının büyük oğlu Piyer yanıtladı. Piyer, “Artık bıçak kemiğe dayandı. Lübnan kendisine yetemiyor. Dış güçlerin duruma el koymasını zorunlu kılacak bir noktaya doğru hep beraber ilerliyoruz. Hizbullah, tırmandırılan gerilimle daha fazla şiddetten başka bir yere varamayacağımızı öğrenmeli. ” dedi.

Bu açıklamanın karşısında Hizbullah yanlısı bir muhabirin “İlk önce çocukları öldürmeye başlayan Hizbullah mıydı yoksa İsrail miydi küçük siyasetçi Bey?” sorusu şiddetli bir arbedenin yaşanmasına sebep oldu.

1970’lere kadar güçlü ve istikrarlı bir ekonomiye sahip olan Lübnan, son 20 yıldır benzer suikast olaylarıyla çalkalanıyor. İsrail-Arap savaşının ardından Hizbullah militanlarının karargahlarını Beyrut’a kaydırmasıyla birlikte olaylar alevlenmeye başladı.

Diğer yandan Müslümanlar, demografik olarak üstünlüğü ele geçirmiş bulunuyorlar ve yaşanan saldırı olaylarıyla ülkenin yönetimi Hıristiyanlardan alınmaya başlandı. Son gelişmelerden en çok rahatsızlık duyan ülke ise İsrail oldu. Ortadoğu uzmanlarına göre İsrail’in Lübnan’a müdahalesi artık an meselesi.

25 Haziran günü gerçekleşen olayda 3’ü koruma görevlisi, 14’ü sivil, toplamda 17 kişi hayatını kaybetti. Onlarca hafif yaralının yanı sıra, pazaryerinde çalışan Beyrutlu bir vatandaş da patlama esnasında gözünü kaybetti. Polis, durumu kritik olan vatandaşın yaralılar arasında patlamaya en yakın kişi olduğunu düşünüyor. Saldırıyla ilgili soruşturmalar hala devam ediyor.

Phuong haberin son cümlesini de okuduktan sonra yerinden kalkıp tekrar Stian’a yöneldi. Kendisine bir cevap verilmesini beklercesine gözlerini bir süre ziyaret etti. Stian, kendisinin bir gün duyulacağı ümidini yıllar önce kaybetmişti ve artık kimseye seslenmeyi denemiyordu bile.

Yaşlı kadın yüzündeki ciddi gülümsemeyle: “Yaşananlar ne kadar da kötü değil mi? Belki yıllar önce birileri daha dikkatli olmuş olsaydı, bu saldırı bu şekilde sonlanmazdı. ” dedi. Söylediği bu sözler Stian’ın kafasını allak bullak etmişti. Duyduklarına hiçbir anlam veremiyordu. Her geçen gün biraz daha Phuong’un şaşırtıcı derecede entelektüel bir kadın olduğunu düşünüyordu.

Ayrıca Stian, dinlediği bu haberi bir öncekine nazaran çok daha ilginç bulmuştu. Aslında bu haberi ilk kez duymuyordu. Üniversitede Ortadoğu kültür ve politikası üzerine eğitim gördüğü yıllarda Lübnan iç savaşıyla ilgili ayrıntılı çalışmalar içerisine girmişti. Ayrıntılarını her ne kadar unutmuş olsa da 1981 yılında gerçekleşmiş olan bu olayın sonrasında olanları iyi biliyordu.

Suikast girişiminin başarıyla sonuçlanması İsrail’in işgal harekatını bir yıl daha hızlandırabilirdi. Ama teröristler politikacıya zarar vermeyi başaramamışlardı. Bu saldırıdan istediği sonucu elde edemeyen Hizbullah, düşmanıyla yüzleşebilmek için Londra’daki İsrail Büyükelçisi Shlomo Argov’a üç tetikçisiyle suikast düzenlemişti. Adamlardan biri arabasına yaklaşan büyükelçinin kafasına ateş etti. 3 ay komada yatan Argov, hayatının geri kalanını felç hastası olarak geçirmek zorunda kaldı. Başarılı sayılabilecek bu suikast 6 Haziran 1982’de başlayan Lübnan savaşının ateşlenmesinde katalizör görevi yapmış ve bu saldırıya karşılık vermek isteyen İsrail, güney Lübnan’ı işgal etmişti.

Eklendi: Yayım tarihi

“Cydonia” için 3 yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur