Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Defterimden Portreler; Tarihten ve Günümüzden
Defterimden Portreler; Tarihten ve Günümüzden

Defterimden Portreler; Tarihten ve Günümüzden

İlber Ortaylı

Tarihten… Sezar, İmparator Augustus, Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, V. Şarl, Kanuni ve Hürrem, Mimar Sinan, Evliya Çelebi, Beethoven, Kösem Sultan, III. Selim,…

Tarihten…
Sezar, İmparator Augustus, Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, V. Şarl, Kanuni ve Hürrem, Mimar Sinan, Evliya Çelebi, Beethoven, Kösem Sultan, III. Selim, Çariçe II. Katerina, Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Tolstoy, Puşkin, II. Abdülhamid…

Günümüzden…
Latife Hanım, Kazım Karabekir, Osman Ertuğrul Efendi, Neslişah Sultan, Mehmed Akif Ersoy, Bülent Ecevit, Cemil Meriç, Halil İnalcık, İsmail Cem, Recep Yazıcıoğlu, Yahya Kemal, Attilâ İlhan, Hüseyin Hatemi, Yılmaz Öztuna, Reşad Ekrem Koçu, Irene Melikoff, Oktay Aslanapa, Özdemir İnce, Sureyya Faruki…

Türkiye’nin önde gelen tarihçilerinden İlber Ortaylı bu sefer defterini okurlarıyla paylaşıyor. Okuduklarını, tanıdıklarını, hocalarını kendi gözünden okuyucularıyla paylaşıyor. Tarihe yön veren kişiler, günümüzün tanınan, tartışılan, konuşulan isimleri Ortaylı’nın kaleminden yeniden canlanıyor.

“Her zaman portre kaleme almayı sevdim. Portre çizmek başlı başına bir sanattır. Ayrıntılı bilgilerle çizilen büyük tarihi portreler bizde mevcut değil. Sebebi açık, sanatçı değiliz. Bir tarihi kişiliği çizmek için her şeyden evvel edebiyatçı olmak, öyle bir gelenekten gelmek lazım. Bu nedenle benim girişimim bir eskizdir, okuyucunun tepkisini ve ilgisini bekliyorum.”
-İlber Ortaylı-

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ / 9

I. BÖLÜM / TARİHTEN PORTRELER

JULIUS CAESAR (SEZAR) Temmuz Ayının Sahibi / 13

İMPARATOR AUGUSTUS Ağustos Ayının Sahibi / 17

FATİH SULTAN MEHMED İki Kıtanın Hükümdarı / 22

YAVUZ SULTAN SELİM VE V. KARL 1520’lerin İki Hükümdarı / 29

V. KARL Kanuni’nin Başağrısı / 33

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN Bir Cihan Padişahı / 36

MİMAR SİNAN VE DEVRİ İmparatorluğun Başmimarı / 40

EVLİYA ÇELEBİ Seyyah-ı Âlem / 47

KÖSEM SULTAN Osmanlı’da Bir Kadın Sultan / 53

PRENS EUGEN Osmanlı’yı Yenen Tek Avusturyalı / 58

III. SELİM Reformcu Padişah / 61

LUDWIG VAN BEETHOVEN Beethoven’in Dünyası / 65

ÇARİÇE II. KATERİNA Büyük Katerina / 68

KAVALALI MEHMET ALİ PAŞA Modern Mısır’ı Kuran Diktatör / 72

ŞAİR PUŞKİN Düello ve İntihar Sonucu Ölüm / 75

AMADEO PREZIOSI Renkli Bir Ressam / 78

LEO TOLSTOY Anarşistlerin Babası / 82

II. ABDÜLHAMİD Taht Uğruna Çatışmaya Girmedi / 92

V. MEHMED REŞAD Hazin Sona Doğru / 100

GRİGORİ RASPUTİN Rusya’nın Ölümü / 108

II. BÖLÜM / ÇAĞDAŞ TÜRKİYE’DEN PORTRELER

KAZIM KARABEKİR Aydın Bir Subay, Parlak Bir Komutan / 115

MEHMET AKİF ERSOY Millî Şairimiz / 117

OSMAN ERTUĞRUL EFENDİ Prenslik Şahsi Meziyetiydi / 120

NESLİŞAH SULTAN Prenseslik Zor Meslek / 124

İHSAN DOĞRAMACI Önemli İşler Yapmıştı / 128

SEMİHA BERKSOY Kuşağının En Yaratıcı Sanatçılarından Biriydi / 132

SEVİL YURDAKUL Herkesin Özlediği Nadir İnsanlardandı / 136

BÜLENT ECEVİT Türkiye’nin Özlediği Politikacı / 139

NEJAT GÖYÜNÇ Tarihçi Hoca / 145

OKTAY ASLANAPA Çalışma Heyecanını Bir Gün Bile Kaybetmedi / 147

HALİL İNALCIK Türkiye’nin Hocası / 151

EKREM AKURGAL Arkeolojinin Büyük Hocası / 157

SÜREYYA FARUKİ Örnek Hoca / 160

LATİFE UŞAKLIGİL Bir Sır Perdesi / 163

KEVORK PAMUKCİYAN İstanbul’un Efendi Hemşehrisi / 167

AYLA ERDURAN Mütevazi Virtüöz / 170

RECEP YAZICIOĞLU Çalışkan Bir Valiydi / 173

SEVGİ GÖNÜL Özel Müzeciliğin Öncüsüydü / 176

CLAUDE CAHEN Büyük Şarkiyatçı / 179

YAHYA KEMAL Şair ve Fikir Adamı / 183

ANDREAS TIETZE Türkolojinin Kaybı / 186

FİLİZ ÇAĞMAN O Sadece Bir Müze Müdürü Değildi / 189

SALİM ŞENGİL Birçok İlke İmza Attı/ 194

ATTİLÂ İLHAN Aramızdan Bir Aydın Geçti / 198

HÜSEYİN HATEMİ Renkli Bir Alim / 201

CEMİL MERİÇ Saygıyla Anıyoruz / 204

OMELYAN PRİTSAK Ukraynalı Bilgin / 208

YILMAZ ÖZTUNA Tarihi Kitlelere Sevdiriyor / 212

MÜBAHAT S. KÜTÜKOĞLU 200 Bin Belgeyi Gözden Geçirdi / 215

İSMAİL CEM Tanımakta Geç Kaldım / 218

MÜBECCEL BELİK KIRAY Sosyolojiye Bir Kuşak Yetiştirdi / 221

IRENE MELIKOFF Gerçek bir Âlime / 224

SEDAT ALP Hitit bilimin Babası / 227

REŞAD EKREM KOÇU Bir Devrin Romancısı / 230

NURHAN ATASOY Osmanlı Sanat Tarihçimiz / 233

GAZNE SOYSAL Hariciye’nin Sessiz Centilmeni / 236

SEVGİ GÖNÜL Bir Müzecinin Portresi / 239

ALİ ALPARSLAN Hattat Hoca / 242

ÖZDEMİR NUTKU Hırstan Uzak Bir Tiyatro Adamı / 245

NERMİN ABADAN UNAT Türklüğü Seçen Nermin Hoca / 248

FÜSUN AKATLI Filozof Arkadaşımız / 251

NAZAN ÖLÇER Sarayın “Kethüda Hanımı” / 254

ÖNSÖZ

Öyle zannediyorum ki çok genç yaşlarımdan beri Türk toplumunun birçok önde gelen şahsiyetini tanıma fırsatım oldu. Birçoklarının yanında uzun süreli öğrencilik yaşadım, kimileriyle zaman zaman dostluğum oldu, kimileriyle de geleneksel terbiye ölçüleri içinde saygı ve bağlılık bildirmek için yaptığım ziyaretlerle seneler geçti. Bazılarını ise basından tanıdım, sonra dost oldum.

Basında her zaman tarih portreleri kaleme almayı sevdim. Daha doğrusu bunu yapabileceğim tek yer bu alan oldu. Bu kitapta yer alan portrelerden bazıları daha evvelki yazılarımın ışığında yeniden kaleme alınmıştır, bazıları ise tamamen bu kitap içindir.

Portre çizmek başlı başına bir sanat ayrıntılı bilgilerle çizilen büyük tarihi portreler bizim tarihçiliğimizde mevcut değil. Sebebi açık, sanatçı değiliz. Bir tarihi kişiliği çizmek için her şeyden evvel edebiyatçı olmak, öyle bir gelenekten gelmek lazım. Bu nedenle benim girişimim bir eskiz çalışması olarak görülmelidir. Devam etmek için okuyucunun tepkisini bekliyorum. Ona göre daha ayrıntılı portre çizimine girişebilirim. Tarihte insanlar büyük veya küçük birbirleriyle uyumlu, onları mazide ve halde incelemeyi tercih edeceğim. Toplumsal kurgu onların etkinliğiyle oluşuyor. Tarihselleşmek günümüz iktidar sahibi ile iktidarın kıyısında kalan aydını ve sanatçıyı aynı teraziye koyuyor ve kimin ağır geldiğine karar vermemiz lazım.

Kitabın basımında ve düzenlenmesinde yardımcı olan Ti-maş Yayınları’na ve editörüm Adem Koçal’a teşekkür ederim.

İlber Ortaylı Topkapı Sarayı Müzesi Nisan 2011

I. BÖLÜM TARİHTEN PORTRELER

JULIUS CAESAR (SEZAR) Temmuz Ayının Sahibi

M.Ö. 100 yılının 12 Temmuzu’nda Caesar doğdu; tabii bu onun kendi zamanında ıslah ettiği ve 1582 yılında Papa Gregorius tarafından yeniden düzenlenen takvime kadar geçerli olan tarihtir. Yeni takvime göre bu doğum 12 gün oynar. Julius Caesar’ın Roma’nın bütün patrici (soylu) aileleri gibi Troyalı kahraman Aeneis’in soyundan geldiği iddia edilirdi. Roma’nın kurucu ailelerinin hepsi Troyalı olarak düşünülür ve onların yarı tanrısal olduklarına inanılır. Caesar her halükârda patricilerin cumhuriyetini sarsan bir tarihî dehadır. Siyasi hayatında Pompei ile birlikte yürüdü, aynı zamanda Pompei’nin kaynatasıydı. Nihayet birbirlerine rakip oldular fakat o tek adam olarak kalmayı başardı (“Romada ikinci olmaktansa Tiber Nehri kıyısındaki köyde birinci olmak evladır”, sözü onun tarafından söylenmiştir). Adı hükmeden anlamında kullanıldı. “Aut Caesar aut nihil/Ya Sezar olunur ya hiçbir şey” diye çevirmeyelim. Osmanlı ananesinde karşılığı var; “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” denir.

İktidar mücadelesinde kuzeyden Roma’ya yürürken Rubi-con Irmağı’nı geçti. “Halea iacta est/Zarlar atıldı” diye çevirmeye lüzum yok, “ok yaydan çıktı” denir. Dönüşü olmayan ani ve çılgın kararların sahibi bir strateji ustası olarak bilinir. Öyle mi dersiniz, aslında pek de öyle değil. Galya Savaşları sırasında ilerleyen Roma lejyonlarının komutanları, karşılarında açıkta hedef teşkil eden Galyalı kabileleri görünce; “Sezar şunlara bak, derhal yok edelim” dediler. Tarih biliyordu, yazılı ve sözlü ananeye sahipti. O da Romalı ataları gibi yaptı, bu sefer ananeye itaat etti, ihtiyatı elden bırakmadı; önce “Castra-Ordugahı kurun, etrafını hendek ve çukurlarla çevirin” dedi. Romalı, sığınacağı ahşap ordugahı kurmadan hücuma geçmez. Çünkü hücumun ricatla biteceğini de hesaba katar. Bu taktiği Caesar’dan öğrenmişlerdir. Nitekim ortadaki Galyalıların bir tuzak teşkil ettiği, onların birkaç mislinin etraftaki ormanlarda saklandığı anlaşıldı. Yüz sene sonra zavallı Quinctilius Varus, kuzeyde Germanya topraklarında Heruskların başbuğu Ar-minius (Herman) karşısında aynı feraseti gösteremediğinden tuzağa düştü ve bütün lejyonları mahvoldu.

Strateji Uzmanıydı

Maharetli komutan Caesar, sadece Galyalıları savaşta yenmedi; “Galya Savaşları” adlı eseriyle tarihyazımının da parlak bir örneğini verdi. Kuzeyin barbarlarını, Avrupalıların atalarını tarihe takdim etti. Roma, kuzeye uygarlığı götürdü. Ama aynı Romalılar ve aynı Caesar Akdeniz’in güneyinden de uygarlığı aldı ve Roma’yı gerçek bir devlet yapmayı başardı. Caesar, Mısır’a girip Roma maliyesinde arazi ölçümünü ve vergilendirme sistemlerini oluşturana kadar, devlet maliyesi bir alt safhadaydı. Mısır alındıktan sonra yeniden düzenlenen Roma maliyesi ve iaşe sistemi gerçek bir devleti ortaya çıkardı. Diğer bir deyişle, Roma’nın Caesar’ı sadece Kleopatra’ya âşık olmadı. Romalılar da bu gerçek medeniyeti; yaşam biçimine, hatta kağıdı (papirus) öğrenip edebiyata dökmeyi öğrendiler. Romalılar Doğu’nun dinlerini de aldılar. Anadolu’da Kybele kültü, Mısır’ın İsis kültü, çok sonraları İranlıların Mitra dini, Romalıların da yer yer mensub olduğu, benimsediği Doğulu inançlardı.

Caesar strateji uzmanıydı, devlet adamıydı. Çünkü ordusuna ve askerlerine sahip çıkardı. Tarihte bazı toplumlar askerî medeniyeti kurma vasfına sahiptir. Romalılar da bu toplumlardan biridir. Askerliklerinin bilincinde oldukları sürece diğer uygarlıkların da gerekli unsurlarını benimsemeyi bilmişlerdir. Bu özelliklerinden uzaklaştıkları zamanda da 1000 yıllık imparatorluk çöküntüye uğramıştır. Galiba Roma tarihinin ikinci safhası olan Bizans’ın mahiyet değiştirmesi, Ayasofya’nın yaptırıcısı Justinianus’tan sonraki dönemde başlar. Caesar İtalya topraklarını savunan ordunun nimetlerini toplayan patricilere karşıydı. Rakibi Pompei gibi ama daha etkili biçimde, bilhassa Roma’nın yeni fethettiği toprakları askerlerine dağıttı. Panonya (yani bugünkü Macaristan), Galya’nın bazı bölgeleri bu sayede Latinleşti. Küçük Asya’da ise bu Latinleştirmeyi beceremedi. Kendinden önce Küçük Asya’ya yerleştirilen on binlerce İtalyan Latini ünlü Kral Mith-ridates katletmişti. Caesar’ın onun üstüne yürüyüp “Geldim, gördüm, yendim” diye ifade ettiği ünlü zaferin nedeni buydu. Ama Caesar’ın Anadolu’ya yerleştirdiği kolonizatör Latinler de, kendisinden sonraki bir asırda yerlilerin itelemesine uğradılar. Dolayısıyla Anadolu’nun tarihinde Latin dili sadece kitabelerde kaldı. Atalarımız 12’nci asırda buraya ulaştıklarında bu dil artık çoktan ölmüştü. Zaferleri ve dayandığı geniş halk kitleleri onu bir çeşit popülizme sürükledi. Ve halk kitlelerine dayanarak patriciler sınıfının temsilcisi olan Senato ile çatışmaya düştü. Tarihteki örneklerinin en etkilisi olan bu suikastın intikamını haleflerinden Octavianus (Augustus) aldı. Uzun bir iç savaş sonucunda Romada ömür boyu diktatörlük kurdu. Bu sebeple imparator 3’üncü asra kadar irsî bir hükümdarın hukuki unvanından çok ömür boyu bir diktatörlük anlamında kullanıldı.

Türkçede Temmuz Yeraltı Tanrısı Dammuz’dan gelir

Caesar unvanını Alman imparatorları kullandı, Rus çarları kullandı; dahası Türklerin imparatoru dahi kullandı. Fatih’in unvanlarından biri Kayzer-i Rum’dur. Tarihte Caesar kadar kurnaz, onun kadar dahi bir diktatör görülmez. Ve onun kadar kalıcı bir siyasi portre de pek azdır. Takvim değişse de Temmuz ayı onun adıyla (Julius), July diye anılıyor. Doğduğu ayın adı kalıcı oldu. Şark dillerinde, İbranca ve Türkçede ise bu ay Yeraltı Tanrısının adı olan Dammuz’u taşır.

İMPARATOR AUGUSTUS Ağustos Ayının Sahibi

M.Ö. 63’te Roma’da bile değil, bir taşra kenti olan Velletri’de doğdu. Baba tarafı normal vatandaş sınıfından gelen; hizmette liyakat, tarım ve ticaretle zenginleşen, “equester” yani şövalye sınıfına yükselen kimselerdi.

Ne var ki büyükbaba Roma aristokrasisinin efsanevi ailesi Julian’lardan Julius Caesar’ın kardeşi Julia ile evlenmişti. Bu nedenle bu zeki yeğen, genç yaşlarda tarihin ünlü Julius Caesar’ının dikkatini çekti. Sezar’ın o vakte kadar oğlu yoktu. Yeğenini evlat ve mirasçı edindi. Roma’da evlat edinilenin, edinenden doğanla kanun ve cemiyet adetleri önünde pek farkı yoktur.

Çocuk elhak talihin ve tarihin ona verdiklerini iyi kullandı. 19 yaşında bu dünya devletinin başına geçti. Kamu hayatında olmayacak bir yasa ve protokol kurnazlığı yaptı; kendini Roma’nın asiller meclisi sayılan Senato’nun başkanı yani “princeps senatus” seçtirdi. Herkes ona “principe” diye hitap ederdi ve dönemine de bu sebeple “principatus” deniyor.

Dünya tarihinde senato emsali kurullar çok vardı; bütün Yunan şehirleri, hatta Fenike şehri ve onun ardılı Kartacalıların senatoları vardı. Ama hiçbirinin başkanı yoktu. Senato başkanlığını o icat etti ve devamlı diktatoryayı böylece kurumsallaştırıp yasalaştırdı. Roma 3’üncü asrın sonuna kadar irsî bir monarşi değildi; ama bir Bizans imparatorundan, bir Rus çarından, bir Osmanlı sultanından daha yetkili, üstelik bu yetkilerini kanunlaştıran bir başkan vardı. Bu, Augustus’un Romalı aklının eseridir.

İnsanlar Mutlu ve Doymuş Değildi

Augustus, Roma’yı, akranlarının oyun oynadığı çağda bir iç harbin ortasında buldu. Sezar’ın intikamını arayanlarla işbirliğine girdi. Marcus Antonius müttefikiydi; Brutus ve cumhuriyetçi oligarşi taraftarlarını Philipi’de yendiler. Cicero da kurbanlar arasındaydı. Galiba genç Augustus’u bir yönüyle doğru, bir yönüyle yanlış en iyi o tarif etmiştir: “Bu gence rütbeler, unvanlar verin ve sonra alaşağı edin.”

Edemediler; gerçekçi ve pragmatikti. Kleopatra ve Antonius’u Roma’nın düşmanı ilan etti ve Actium Deniz Savaşı’nda onları yendi. Sezar’ın aşık olduğu ve Antonius’un taptığı kadını tereddütsüz sildi; Mısır zaten imparatorluğundu, Roma’nın bereketli tahıl kaynağını imparatorluğa daha sert biçimde rabtetti.

Sezar bugünkü Fransa’yı, Güney Almanya’yı, bugünkü Macaristan’ı, İspanya’yı, Balkanlar’ı, Karadeniz sahillerini, Anadolu’nun merkezi ve batısını, Suriye, Filistin ve Mısır’ı ve Kuzey Afrika’nın bir kısmını bu imparatorluğa bağlamıştı. Bugünkü Korinth Adası, Anadolu’da İzmir ve Efesos ve

Karadeniz’de Sinop, Sezar’ın Romalı kolonileri yerleştirip Latinleştirdiği yerlerdi. Buna bugünkü Çanakkale, Balıkesir yani Alexandria Troas ve Yunanistan’da Nauplion’u (Osmanlı’nın Anabolu veya Mora Yenişehri), Suriye’de Tire ve Hama’yı da katmak gerekir. Ama Mısır, Helenizmin merkezi halindeydi; bir yanda eski Mısır’ın Kıpt medeniyeti, bir yanda Helenizm direnç halindeydi. Filistin ise Aramca konuşuyordu.

Dünya devletinin bu kesiminde her taraf kurtarıcı mesihlerle doluydu. Augustus’un saltanatının sonunda Hz. İsa doğdu. Tabii henüz ne Filistinlilerin ne de Augustus’un bundan haberi vardı.

Ankara Ona Çok Şey Borçlu

Roma diktatörü kuvvetliydi, imparator başrahipti ve ilah-laştırılmıştı. O, Roma’ya hükmediyordu, karısı Livia da ona. Roma’nın büyük sanatçıları onun zamanında çıktı; tesadüf değildir. Dostu ve danışmanı Maecenas, Virgilius ve Horatius gibi büyük şairleri onun çevresine soktu; Augustus’un iltifatı kendi isminin de Virgilius’un “Aeneid” denen bu ölümsüz eserinde yer almasına neden oldu. Her tiyatro oyununun müdavimiydi, müzisyenleri ve şairleri dinleyecek vakti mutlaka bulurdu.

Damadı Marcus Agrippa onun tarafından fevkalade yetkili Roma İmar Müdürü (consul) olarak tayin edildi. Bugün dahi hayranlıkla izlediğimiz Palatin tepelerindeki Apollon mabedi kalıntıları, Pantheon, Marcellinus Tiyatrosu, Consul Agrippa’nın zamanında yapıldı.

Augustus yarı yarıya sefil bir şehri mermerleştirmiştir; sadece Roma’ya değil bütün imparatorluk coğrafyasına kendi imzasını atmıştı. Galatya’nın başkenti “Ancyra” yani bugünkü Ankara her şeyini ona borçludur. Büyük tiyatrosu ve Frigyadan kalma büyük tapınağın üzerine inşa ettirdiği Augustus Mabedi ile Anadolu’nun tarihi orada yaşıyor. Mabet 5’inci asırdan sonra Bizans kilisesiydi, sonra 15’inci asırda bitişiğine Hacı Bayram Camii yapıldı. 18’inci asrın sonunda mabedi Avusturya Arkeoloji Heyeti Reisi Lonboronski dünyaya tanıttı.

Augustus’un ünlü “Nutuk”u veya klasik dünyanın “Testamentum Ancyranum” diye tanıdığı metin o duvarlarda kazılıdır; “res gestae divi Augusti-ilahi Augustus’un tarihi” diye başlar; savaşları, av partileri, Roma İmparatorluğu için yaptıkları övünçle sıralanır. Bu imtiyazlı metni taşıyan mabedin girişinin karşı duvarında da Yunancası vardır. Binanın da “monumentum Ancyranum-Ankara Anıtı” diye tanınmasının nedeni bu metindir. Augustus’un bu yazıtı buraya kazdırmasının nedeni açıktır; burası, Anadolu’yu geçen orduların uğrak yeriydi ve şehir az nüfuslu da olsa bu yüzden her zaman mühim olarak kaldı. İspanya seferi sonunda ölümünden evvel dikilen Romadaki “Ara Pacis-Barış Sunağı”nın frizleri de onun hayatını resmeder.

Yönetim Konusunda Bir Dahi

Augustus genç yaşta inanılmaz kurnazlıklarla Roma tarihinin çakallarını ve aslanlarını atlatmayı bildi. Yeri geldi kendisi de yırtıcı bir kaplan oldu, yeri geldi sırtlanlar gibi başkasının devirdiğine son darbeyi vurdu. Talih yardımcısıydı ama ak bahtı kara bahta da dönebilirdi. Sezar’ın akıbetine uğramamak için devletin imkanlarını da, kanunları da iyi kullanmayı bildi. Eski çağlarda tarihin kaydetmediği, ancak efsanevi hükümdarlar için söz konusu olacak kadar uzun 58 yıllık bir hükümranlık yaşadı. Roma üst sınıfının mutfağına iltifat etmediği açıktı, yoksa erkenden ölürdü.

Devlet ancak dahilerin kurabileceği bir mimari eserdir. Ne Sezar veya İskender gibi büyük bir komutandı, ne de en büyük kanun koyucuydu. Ama bu özellikleri şahsında yeterince birleştiren tarihin iyi tersim ettiği bir dahiydi. Senato sevdiği bu diktatöre Sezar’a da yaptığı gibi yılın bir ayının adını tahsis etti: Augustus.

FATİH SULTAN MEHMED İki Kıtanın Hükümdarı

29 Mayıs 1453 tarihinin son yıllarda tarih edebiyatımızda münakaşa konusu olduğu görülüyor. Bazı yazarlar fethin gerçek bir kuşatma ve zafer olmadığını, Konstantinopolis’in savunmasının çok yetersiz olduğunu, hatta çocuk ve kadınlara kaldığını bile söylüyorlar. Bu arada karadan gemi yürütme olayını tamamen reddediyorlar. Her şeyi bilenler (!) bu konuda sadece ve sadece okul tarih kitaplarındaki bilgileri ele alıp sözde çürütmeyle meşguller. Fransız’ın tabiriyle “bu açık kapıları omuzlamak” beş buçuk asır evvelki tarihin anlaşılması için hiçbir katkı sağlamaz.

Güya tabu düşünceyi değiştirecek olanlar ne tarih yazımını, ne 15’inci asır vesikalarını, ne Türk ne Ceneviz ne Papalık arşivlerini ve ne de Bizans Helen tarih yazımı kaynaklarını inceleyecek durumdadır. Hatta bu kaynakların modern örneklerini bile takip edemezler.

İkincisi; dönemin Osmanlı kaynakları üzerinde bilgi edinecek durumda değiller. Hatta bu yazarlardan birinin tamamen modern Türkçe kitaplar ve ecnebilerin çevirilerine dayandığını gördüm. Mesela kuşatma günlükleri ve gemilerin karadan çekilmesi gibi konularda Runciman ve Schlumberger gibi Türk milliyetçi ekolünü beslemeye niyeti olmayan, hatta fetih karşıtı Avrupalı yazarları bile pek kullanmadıklarına şahit oldum. Tabuları yıkma gibi işlem tarih yazıcılıkta çok zordur; devamlı tetkik ve muhakeme gerektirir. Moda diye yapılacak iş ve izlenecek yöntem değildir.

Fatih 1432 doğumludur; Türkiye’de bu padişahın annesinin kim olduğu tartışılıyor. Osmanlı resmî tarihlerinin verdiği isimler arasında İsfendiyaroğullarından Huma ismi ağırlık kazanıyor. Öbür delillerin kuvvetli olmaktan çok Fatih’e Batılı bir akrabalık kazandırma niyetine dayandığı anlaşılıyor. Bu boştur; Osmanlı hanedanı aslında Sultan Orhan Gazi’den beri Romalılarla akrabadır. Malum; Halofera (Nilüfer Hatun) İmparator İoannis Kantakuzinos’un kızıydı. II. Murad’ın eşi ise Sırp kralının kızı olup çocuksuzdu ve padişahın ölümünden sonra ülkesine geri döndü. Dolayısıyla Fatih’in annesi olmadığı açıktır (Üvey analarına da padişah “valide” der).

Fatih’in Hıristiyanlığından söz ediliyor. Hıristiyanların arzu ettiği bir yakıştırma… Ünlü Franz Babinger biraz kolaycı bir sansasyon anlayışıyla Vatikan arşivlerinde bulunan Papa II. Pius’un Fatih’e yazdığı davetnameden söz etti. Bunun gönderilmeyen bir müsvedde olduğunu çok sonraları Vatikan’ın gayretli oryantalistlerinden Peder Vincenzo Poggi açıkça ortaya koymuştur.

Fatih Hurufilere yakındı; katiyyen oğlu ve halefi II. Ba-yezid gibi değildi ama öyle din dışı bir portre de çizilemez. Kendisinde bir sofu karakteri arayanlar, olağanüstü askerî ve entelektüel yetenekleri üzerinde durmaz. Çapraz okumayı sevmeyen bütün okuyucu kitleleri gibi maalesef standart okuyucu kitlemiz bağnaz ve cüretkâr ifadelere bayılır. Bu her görüşe mensup olanlar için geçerli bir kuraldır.

Rönesans’ın Renkli Aydını

Fatih 21 yaşında İstanbul’u Rönesans tekniğinde savaşan bir ordu ile aldı. Ateşli silahları, o ve kurmayları kadar etkili biçimde kullanan yoktu. Ne olursa olsun İstanbul savunması küçümsenecek bir savunma değildir, gayet tabii Bizans’la müttefiklerinin de muvaffak olması muhtemeldi.

Fatih askerî bir gelenekten ve örgütlenme alışkanlığından geliyordu. Savaşçı bir ananeden geldi ve o ananeyi devam ettirdi. İzleyen yıllarda Mora Yarımadası, Arnavutluk, Bosna, Eflak-Boğdan ve ahidname ile antlaşmalı olarak alınsa da Kırım Hanlığı, vira ile teslim alınsa da Trabzon Pontus İmparatorluğu, Kuzey Ege Adalarının fethi ve Otlukbeli Savaşı’ndaki zafer bunu göstermektedir.

Zehirlenerek öldürüldüğü zaman sadece 49 yaşındaydı. Hiç şüphesiz ki büyük bir mareşaldi; ne o, ne oğlu, ne torunu, ne de torununun çocuğu Muhteşem Süleyman saraydaki yataklarında ölebildiler.

Bütün Rönesans döneminin doğu-batı medeniyetine hâkim en renkli münevveriydi. Yunanca okur ve dinlerdi. Kusursuz bildiğini ne biz söylüyoruz, ne de kendi söylüyordu. Muasır İtalyan ve Rumlardan, bir de Topkapı Sarayı’nın Yazmalar Kitaplığı’ndaki “İliada” adlı yazmanın üzerindeki notlarından Yunancasının düzeyi anlaşılıyor. İtalyanca konuşuyordu, Farsça ve Arapça kalem sahibiydi.

Bu sadece bir gerçektir. Bazı safdillerin akıllarınca bu gerçeğe hücum eden tarihçilik anlayışının kabulü bir yana, bu gibi tezlerin küçümsenmeden ele alınması mümkün değildir.

Her şey zamanı içinde gözlenmelidir; tabii gözlenebilirse…

15’inci asrın en büyük Türk hükümdarını ve entelektüelini anmak durumundayız. Türkiye’de milliyetçi olmadığını iddia eden düşünce sahipleri bile aslında üniversal tarih anlayışını kavramaktan çok uzak, yerel kafalı ve saplantılı kimselerdir.

* * *

1481’in 3 Mayısı’nda bütün zamanların en entelektüel mareşali ve hiç şüphesiz Rönesans döneminin en bilgin hükümdarı Fatih Sultan Mehmed Gebze sahrasında öldü. Öldüğü zaman hekimlerin ilk yaptıkları, görkemli fatihin nefes alması için kaftanını kesip çıkarmak oldu (Yakası yırtık kaftan Topkapı Sarayı Müzesi 13/ 27 envanter numarası ile saklıdır).

Son nefesini verişi, torunlarından Kanuni Sultan Süleyman’ın şiirine hak verdirir: “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”. Cihan padişahı son nefesini zor aldı. İtalyan hekime Venediklilerin rüşvet vererek kendisini zehirlettiği söylendi. Yeniçerilerin sevmediği fakat geniş halk kitlelerinin, medreseler ve tarikat ehlinin bayıldığı Şehzade Bayezid’in adamlarının bu işi yaptırdığı söylendi. Hünkarın ölümü bir sır; deniz mahsullerine çok düşkün olduğu için bir türlü gerekli perhizi uygulamadığı gut (nekris) hastalığı dışında ani öldürücü bir hastalığı yoktu.

Ölümüyle, Osmanlı hanedanının ve devletlilerin 3,5 asır boyu kabusu olan korkunç bir iç savaş gelip çattı. Şehzade Bayezid’i Amasya’dan tahta çağıranlarla Karamanda sancak beyi olan Cem Sultan’ı tutanlar birbirine girdi. Kul taifesi tahta geçecek ak bahtlıyı ve geçemeyecek kara bahtlıyı tayin için desisenin sınırlarını aştı, millet birbirine girdi. Büyük adamın naaşı günlerce ortada kaldı.

Sonunda tarihimizin en trajik bir başka portresi Cem Sultan ortaya çıktı. Kardeşi Sultan II. Bayezid’e yenildi ve Rodos’un St. Jean Şövalyeleri’ne sığındı. Fransa kralı VIII. Şarl da Cem Sultan’ı kendine istedi. Osmanlı’ya karşı en mühim kozu elinde tutmak istiyordu, bir de tabii Bayezid’in altınlarını.

Papazlar Cem’i Fransa’ya vermemek için Sultan Bayezid’in talimatıyla onu zehirlediler. Cem Sultan menfada yavaş yavaş eridi. Ölüsünün bile orada olması mahzurlu görüldü. Önemli bir para karşılığı Bursa’ya getirildi. Ama çocukları ve gelecekteki torunları orada kaldı ve tabii vaftiz edildi. Kanuni, Rodos’u fethettiğinde torunlarının bazıları Rodos Kalesi’ndeydi. İçerideki şövalyeleri ve savunmacıları vira ile (sözleşerek) serbest bıraktı; kalede bulunan Cem’in torunları hariç, onlar hanedanın bağrında çıban sayılıyorlardı. Şövalyeler de teslim etti, Cem’in soyuna son ihanetleri buydu. Padişah tanassur edenlerin çocuklarını ve torunlarını katlettirdi.

Cem Sultan soyundan İtalya’da kalıp Avrupa’da yaşayanlardan biri dedelerinin hanedanına müracaat etmiş; merhum hanedan reisi Osman Ertuğrul Efendi soylarının Osmanlı olduğunu ama aile üyesi kabul edilemeyeceklerini bildirmiş. Usul ve kanun budur.

Peki bugünün insanları için bütün zamanların en hayran olunacak tarihî portresi Fatih Sultan Mehmed Han kendi…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Avrupa ve Biz-Seçme Eserler- I ~ İlber OrtaylıAvrupa ve Biz-Seçme Eserler- I

    Avrupa ve Biz-Seçme Eserler- I

    İlber Ortaylı

    “Türkiye Avrupa’ya ilk defa yanaşmıyor. Türkiye Avrupa ile ilk defa bir macera yaşamıyor. Türkiye’nin dokuz yüz yıllık tarihi Avrupa ile beraberdir; bunu kimse unutmasın.”...

  2. Tarihin Sınırlarına Yolculuk ~ İlber OrtaylıTarihin Sınırlarına Yolculuk

    Tarihin Sınırlarına Yolculuk

    İlber Ortaylı

    Kitap “İlber Ortaylı ile Tarihin Sınırlarına Yolculuk-Mustafa Armağan” adıyla da yayımlanmıştır. “Resmi tarih dediğimiz de, alternatif tarih dediğimiz de, övgümüz de, sövgümüz de, ilkelliklerimiz...

  3. Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu ~ İlber OrtaylıOsmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu

    Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu

    İlber Ortaylı

    Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı dünyasına açılış çağında, Cermen kültürünün özel bir yeri olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nda, iki imparatorluğun da çöküşünü hazırlayan kader birliği yolunda, yalnızca...

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur