Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ah Be Melek
Ah Be Melek

Ah Be Melek

Müge İplikçi

“Ah be dünya!” Gökyüzünde bir melek, ovaların, dağların, nehirlerin üzerinden geçiyor; kentleri dolduran insan kalabalığına takılıyor gözü. Yeryüzündeki melekleri seyrediyor, hüzünden deliliğe, delilikten hüzne…

“Ah be dünya!”

Gökyüzünde bir melek, ovaların, dağların, nehirlerin üzerinden geçiyor; kentleri dolduran insan kalabalığına takılıyor gözü. Yeryüzündeki melekleri seyrediyor, hüzünden deliliğe, delilikten hüzne giden bir seyri var kanatsız meleklerin hayatlarının. Her hikâye bir diğerine değiyor, nesneler ve insanlar hikâyeler arasında dolaşıyor. Meleğin yüzünde kimi zaman hınzır, kimi zaman şaşkın, kimi zaman acıklı bir gülümseme… Kanatlarının vuruşuyla hızlandırıyor dünyayı ve anlatıları.

Müge İplikçi, Ah Be Melek’te dünyaya hınzır bir meleğin bakışlarıyla bakıyor. İnsanların, nesnelerin, mekânların bir meleğin kanadında oradan oraya taşındığı bir büyük anlatıya dönüşüyor küçük anların ve küçük insanların öyküleri.

İçindekiler

İyilik Meleği………………………………………………………………………..13
Kanadı Kırık Melek……………………………………………………………..19
Fani Melek…………………………………………………………………………..23
Bir Canlı Kaç Kere? ……………………………………………………………..29
66. Sone……………………………………………………………………………….35
Üç Yaşın Yası ………………………………………………………………………41
Karadelik …………………………………………………………………………….47
Cennet Dediğin……………………………………………………………………53
Hayatlardan Hayat Beğen …………………………………………………..57
Karagöz Kaptan…………………………………………………………………..67
Hale, Jale ve Bütün Mahalle ………………………………………………..73
Hırsız ………………………………………………………………………………….77
İstibdat Günleri …………………………………………………………………..85
Salih ……………………………………………………………………………………93
Kalb-i Viranım Yanıyor……………………………………………………..101
Benim Halam Bir Melek…………………………………………………….109
Çamsakızı Çoban Armağanı ……………………………………………..117

Mia’ya…
Bir meleğin kanatlarına benzeyen dostluğu için.

“Kâinatın hikâyesini yakında
bir bütün olarak öğrenebilir, esrarını koruyan karadelikleri ve
nötron yıldızlarını daha iyi anlayabiliriz.”

Karadeliklere dair yapılan
bilimsel açıklamalardan biri.

İyilik Meleği

Tozlu bir yoldan geçip sana geliyorum.

Otuz beş yaşına henüz girdim. Geçen gün beş yıllık sevgilimi kardeşim deyip durduğu iş arkadaşıyla bastım. Şehirli ve kederliyim. Bahanem kaçmak. Mesleğim ne iş olsa yaparım cinsinden bir şey. Aslında psikoloğum ama mesleğimi yapmıyorum. İdealist ve öfkeliyim; üç dil biliyorum. Güzelce sayılırım, salaş bir bakımlılığı seven, kafası attı mı giden biriyim. Öykü denemelerim var. Şiiri de seviyorum. Az buçuk gitar çalıyorum. Babamla annem ben küçükken ayrılmışlar. Annem Alzheimer. Bakımevinde kalıyor. Beni tam olarak tanımıyor ya da tanımazdan geliyor. Bu farkı hiç bilemeyeceğim. Buraya bir sosyal hizmet memuru olan arkadaşım vasıtasıyla geldim.

Sense bu olup bitene, benim bu halde buralara gelişime aldırmıyor gibisin. Aklın çalı çırpı üzerinde saatlerdir pişirdiğin çayda. Dem böyle bir şey. Neredeyse durarak pişeceksin. Çaydanlık da çaydanlık ha. İs, ateşe değdiği emayesinin her yerini kara bir yazgı gibi sarmış. Zaman da böyle bir şey aslında. Durarak ilerliyor, durarak iz bırakıyor.

İşaretle anlaşıyoruz. Bana da ver bakalım o çaydan. Aldırmama halini sürdürerek yaşam izi ve çay dolu eski, kulpsuz bir fincanı elime tutuşturuyorsun. Sıcak. Tenekemsi fincanın içinde yüzen suratıma bakıyorum. Dünden beri on yaş yaşlanmış, eskimiş, tanımadığım bir surat bu. Dün dedim ya, dünden beri yoldayım.

Dün. Dün, zamanı aşan bir kelime. Çok eski bir yolculuk artığıyım sanki.

Sen?

Sen çocuksun.

Erkencecik büyümüş bir oğlan. Ellerinin toparlaklığı olmasa yaşlı, yapraksız, inatçı, kel bir ağaç olduğunu bile düşünebilirim.

O halde taşların üzerine çıkıp oturuyoruz.

Taşların arkasından yükselen keskin çiş kokusuna aldırmıyorsun. Ben de, mecburen.

Karşımızda bir çöl denizi. Arada kül rengi çadırların kukuletalarını hoplatıp duran geç yaz rüzgârı. Ateşli, tozlu, eski. Aramızda o ana değin hiçbir dil yok. Dil yok ve diğer kanıtlar da.

Sonra birden değişiyor kader!

Toz toprak içerisinde bir adam bu. Yanımıza tesadüfen gelen bir çevirmen de. Aynı zamanda bir fotoğrafçı da. De’ler ve da’larla yüklü biri (öyle oldu da, böyle dedi de…) Yorulmuş, dinlenecek, soluklanacak biraz.

On gündür buralardaymış. Bez bir mendil çıkarıyor cebinden, bu zamanda bez mendil ne iş be diye düşünüyorum. O ise terli ve tozlu alnını siliyor usul usul. Bunu fırsat bilip onun aracılığıyla konuşmaya başlıyorum kesik kesik, hızlı hızlı. “Çocuğa soracağım sorular var” diyorum. “Rahat mıymış, karnı tok muymuş, en çok neyi özlüyormuş?”

Kendim de inanamıyorum sesime. Bu ne hız! Bu ne “acar gazetecilik” halleri. Anlat bakalım… Ne hissediyorsun? Çok mu iyi hissediyorsun yoksa az mı iyi hissediyorsun; az iyi hissediyorsan neden az iyi hissediyorsun?

Bunları elbette sormuyorum. Bu soruların herhangi birinin benim tarafımdan sorulacak olması fikri bile beni dehşete düşürüyor. O zaman bana bakıyorsun. Her birine, sanki sormuşum gibi neredeyse aynı hızla cevap veriyorsun.

Nispet verircesine, oyun oynarcasına benimle.

Rahatmışsın.

Karnın tokmuş.

En çok evini özlüyormuşsun ama yaşıyormuşsun ya, bu da bir şeymiş. Bunları anlatırken büyüyorsun, hatta yaşlı biri oldun bile. Bu kadar çabuk mu büyünür?

Sonra hız bitiyor, birden susuyorsun. Bir bakıyorum, oh, çocuk olmuşsun yine. Deminki çaycı çocuk…

Dünya burada, bu mülteci kampının ortasındaki taşların üstünde durmuş sanki. Demiyorsun bunu ama birden susuşun bunu anlatıyor. Hafifçe öksürüyorsun. Dünyayı boşver dercesine bir öksürüş, bir mola bu, olsa olsa.

“Kaç yaşında?” diye soruyorum çevirmen adama.
“12.”
“Okula gidiyor mu?”
Şimdilik hayır.

Kış gelince belki gidecekmiş. Şimdilik yaz tatilindeymiş.
Ense yapıyormuş. Haylaz seni… Dalga geçiyor benimle.
Çevirmen hâlâ alnını siliyor.

Tangır tungur aramıza karışan Birleşmiş Milletler kamyonunun sesiyle irkiliyoruz sonra.

İlerideki büyük çadırın önünde uzayıp giden bir insan kuyruğunun yakınına kadar gidip küçülüyor kamyon. Üzerinde kocaman UN yazıyor. UN, UN, UN. Kuyrukta olmayan insanlar, ortalıkta kovalamaca oynayan yüzlerce çocuğa aldırmaksızın kamyonun oraya doğru koşmaya başlıyorlar.

Sen?
Onun her şeyi varmış. Baksanıza çayı bile.
Nereden buldun bunları?
Bir iyilik meleği varmış.
Mülteci kampında iyilik meleği. Neden olmasın diye düşünüyorum.

Çevirmen “İnsani yardım” diyor, kamyonun orayı göstererek eliyle. Şu ilerideki büyük çadırın içinde dağıtılıyormuş hepsi. “İzdiham var” diyor. “Her zaman olur zaten.” Gelen yardımlar yetmiyormuş.

Bu arada “Sahi” diyor, “çayı nereden buldunuz?”
“O yaptı” diyorum.
O kim sahi?
“Adı neymiş sorsana.”
Adı Ali’ymiş.
Kardeşi var mıymış?
Bir tane.
“Neredeler?”
Annesiyle birlikte cennetin oraya doğru uçup gitmişler. İki tavus kuşuymuşlar.
“Babası?”
Ooo, çok önce.
“Nasıl yani?” diyorum çevirmenin dağınık bakışlarına kilitlenerek.
Çevirmen cevap vermiyor. Başı önüne düşüyor.
“Ali?”
Soru işareti dolu Ali, ünlemli, üç noktalı Alilere dönüşüyor. Dönüşüyor dönüşmesine de cevap hep aynı.
O tek başına kalmış.
O en cesurumuz. Teneke çayını usul usul içmeye devam ediyor. Gözleri sadece çayında.
“İyilik meleği kim, onu bulsak hiç değilse.” Sesim iyice düşüyor.

Şu ilerideki çadırın önünde çamaşır yıkayan kadınmış.

“Ben gidip onunla konuşayım, Ali’nin öyküsünü ondan öğrenirsem sana da anlatırım” diyor çevirmen. De’li da’lı adam. Fotoğrafçı. Beyaz mendilli. Ya da sadece yorgun biri. Birkaç portre de çekermiş. Zaten şu konvoyun önünde biriken insanları da fotoğraflaması gerekiyormuş. İç geçiriyor. Bayıldı bayılacak. Ancak o hep böyle yaşayanlardan besbelli. “Durun bu arada sizi de çekeyim” diyor.

“Peki” diyoruz. Birazdan düşeceğimiz dilsizliğe bakarcasına, deklanşörü selamlıyoruz.

O fotoğrafı hiç görmeyeceğiz. Ben görsem de Ali görmeyecek besbelli.

Yine de vesikalık bir titizlikle poz veriyoruz. Yetmiyor, bir tane daha. Ee, haydi bir tane daha.

Arkamızda dünya, önümüzde dünya. Ama biz başka bir yerdeyiz. Çiş kokan taşların üzerinde öğle üzeri bir çay faslı bu.

Son dil, son görüntü bu olacak Ali’yle aramızdaki.

Bir fotoğraf dili. Bir fotoğrafa konuk olmuş görüntünün dili.

Boz renkli iki insan çay içiyor. Dünya akıyor, değişiyor.

Biz duruyoruz.

Öylece.

Hiç değişmeyen biz ve hep dönüşecek bir dünyanın karşısında; zamanlar, özneler, fiiller yer değiştirse de, biz, hep aynı.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Edebiyat Öykü
  • Kitap AdıAh Be Melek
  • Sayfa Sayısı120
  • YazarMüge İplikçi
  • ISBN9786256843646
  • Boyutlar, Kapak13.5x19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviDoğan Kitap / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Çok Özel İsimler Sözlüğü ~ Müge İplikçiÇok Özel İsimler Sözlüğü

    Çok Özel İsimler Sözlüğü

    Müge İplikçi

    Çağdaş edebiyatımızın önemli ve özgün yazarlarından Müge İplikçi, Çok Özel İsimler Sözlüğü’nde, bizleri kadınlara, çocuklara, gençlere ve tabii ki erkeklere doğru kısa mesafeli bir...

  2. Kül ve Yel ~ Müge İplikçiKül ve Yel

    Kül ve Yel

    Müge İplikçi

    Şerbetçi’de yangın mı çıkmış? Ama o çok eskidendi. Bir daha dönülemeyecek kadar eskiden. Bu odadaki koku da ne? Yangın… Çıldırmış bir haldeydim. Kaybetmenin eşiğine...

  3. Kalpten Seven İnsanlar ~ Müge İplikçiKalpten Seven İnsanlar

    Kalpten Seven İnsanlar

    Müge İplikçi

    “Soğuk bir kış günü, yaşamın bir cilvesi olarak 29 Şubat’ta doğdunuz. Dört yılda bir varsayılan bir insan oldunuz. Dahası da geldi başınıza. Artık yıllardan...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Perdeli Pencereler ~ Yahya TürkeliPerdeli Pencereler

    Perdeli Pencereler

    Yahya Türkeli

    Öykülerde yurdum insanının sosyal yaşamı doğrudan ve dolaylı anlatıldığı gibi göndermeler ve bezemeler yapılarak anlatılmaktadır. Gerçekle ön-seziyi birbirine yakınlaştırmakta; insana insanca bir yaklaşımı gözler...

  2. Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz ~ Raymond CarverAşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz

    Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz

    Raymond Carver

    Derken o cumartesi sabahı, durumu yinelediğimiz bir gecenin ardından uyandık. Gözlerimizi açtık ve yatakta dönüp birbirimize iyice baktık. İkimiz de o an anladık. Bir...

  3. Vathek ~ William BeckfordVathek

    Vathek

    William Beckford

    Vathek, Gotik edebiyatta silinmez izler bırakarak kendinden sonraki yazarları derinden etkileyen William Beckford’un başyapıtı. Vathek doğaüstü güçlere ve hiç kimsenin erişemediği bilgilere meraklı bir...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur