Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Andrés Fava’nın Güncesi
Andrés Fava’nın Güncesi

Andrés Fava’nın Güncesi

Julio Cortázar

Yasanın bir çiçek dürbünü olduğu o korkunç ülke, düşlerin ülkesi. Bir gece boyunca sokakta ya da ortak takıldığımız yerlerde hep rastladığım ve sevdiğim birinin…

Yasanın bir çiçek dürbünü olduğu o korkunç ülke, düşlerin ülkesi. Bir gece boyunca sokakta ya da ortak takıldığımız yerlerde hep rastladığım ve sevdiğim birinin yüzünde, bedeninde, duyarlığında yaşıyorum. Ertesi düşümde yine geri geliyor aynı kişi; haftalar boyu kendi yaşamındaki soğuk huzursuzluğuyla benim düşümde hüküm sürüyor. Andrés Fava’nın Güncesi’ni oluşturan rüyalar, notlar, diyaloglar, öyküler ve alıntıları Cortázar 1950’de, Andrés Fava’nın da karakterleri arasında bulunduğu Sınav’ın bir parçası olarak kaleme alsa da daha sonraları bu metni Sınav’dan ayırmaya karar vermişti. Yazarın sembol ve gizem merakına ışık tuttuğu kadar kendine has mizahını da açığa çıkaran Andrés Fava’nın Güncesi, Cortázar’ın yaşam ve edebiyat yaklaşımının temellerine ilişkin benzersiz bir kaynak.

Giriş

Andrés Fava, 1950’de yazılmış olan, 1986’da Buenos Aires’te Sudamericana Yayınevi’nce, 1987’de Madrid’de Alfaguara Yayınevi’nce basılmış olan Sınav adlı yapıtın kahramanlarından biridir. 1950 tarihli Andrés Fava’nın Günlüğü’nde, romandaki kişilerle olaylara küçük göndermeler olmakla birlikte bu metin, okuru Cortázar’ın Continuiad de los pargues [Koruların Sürekliliği] gibi daha sonraki çalışmalarına hazırlar. Özyaşamöyküsel göndermelerle, Cortázar’ın yaşam boyu peşini bırakmayan birtakım törel, güzelduyusal, yazınsal düşüncelerin gülmece ve kasvet yüklü dışavurumlarıyla dolu bir metin. Günlük, Sınav romanının asıl metni dışında bırakıldı ama Cortázar, “tamamlandığını” ve her an basılabilecek durumda olduğunu düşündüğü tüm metinler gibi bu metni de özenle korudu.

Kafamın salgıladığı bu salya ve sümük çıldırtıyor beni. Japonlar da kâğıda sümkürür. “Yaşamın Günlüğü”, günlük yaşam. Gariban gönlüm, gazeteci ağzıyla konuşacaksın sonunda. Daha şimdiden zaman zaman yapıyorsun ya. Yüreklendirici bir tangocuk: Seguí no te parés, Sabé disimular…1 Bir de, Eduardo Lozano’nun şu dizesi: Yüreğim, yosun misali. “Klasik” deyince söylemek istediğimiz, hep gerçeğin güzelliğe kurban verilerek elde edilen türden bir üründür. Chacarita’da otobüs beklerken. Fırtına; gök yere inmiş, gömütlüğün üzerine çökmüş. Sırada beklerken bana kalan zamanı, gömütlüğü saran sütunların önündeki ağaçların tepelerine bakıp oyalanarak geçiriyorum. Ağaçların tepeleri kesintisiz bir çizgiyle (kurşuni göğe gömülen ve göğün arındırdığı bir çizgi) tıpkı bulutların kenarları gibi incelikli bir salatalanmayla dalgalanıyor. Sütunların tepesinden koca bir melek ağaçların karaltısı arasına tünemiş, sanki ayaklarını yapraklara basmış gibi duruyor. Kusursuz bir güzellik ânı, sonra birden çığlıklar, itiş kakış, otobüse tırmanış, arkaya, arkaya yürüyelim, onluk ya da on beşlik bilet, yaşam. Hoşça kalın güzeller, bir gün gelecek beni şu otobüsten sonsuza dek koruyacak bu zarif dantelden parmaklıkla sarmalanmış dinleneceğim. (Bazı sözlerin şu hoş aptallığı yok mu. Sözlerle iç çekmek gibi.)

Bir tek ilkel olanlarla kendi çağdaşlarım ilgilendiriyor beni. Simone Martini ve Gischia, Guillaume de Machault ve Alban Berg. Bana öyle geliyor ki 16. yüzyıldan 19. yüzyıla değin sanat ne yeterince canlı ne de ölü oldu. Rimbaud, “gezici” ozan. Yorgunluk: bir an oluşan aydınlığın sıçrayıp yeniden yerli yerine yerleşmesi için gerekli itki. Miskinlik miskinliğin mayasıdır, vb. Dün 168’le döndüm eve, her tip insan her türlü koku dört bir yandan sıkıştırıyordu. Birden bir duyarlık, bağrıma saplanan mutluluk. Sözcüksüz bir şiiri duyumsamak içimde, baştan sona kurgulanmış, pusuda; bunu bilmek. Ne izleği belli ne sözleri, yine de var olduğunu bilmek. Tek, kusursuz bir dize: Bir kırlangıç sanki, ermişlik.

Ama pek az kez bu dizeyi işittiğim akşamüstünden bu yana (ertesi gün de iki tane daha eklendi), sağır bir saydamsızlık, kendimi canlı maddeyle dolu duyumsamak, kendine dönük, doygun geviş getirerek. Ot gibi yerimde rahatım, gidip dönerim, okumalara sığınırım. Eliot, Chandler, Colette, Priestley, Connolly… Bir kez daha Laurence Olivier’nin sesinden V. Henry’ yi dinliyorum. Hep ölüm zamanıdır, ama zamanın dışına çıkan sarmallarıyla bu plaklar sonsuzluktan bir ânı yakalar, saklarlar. Sözcükte değil iş, ne Will’dir tam olarak ne Larry; ne de Walton’un müziğine kattığı mutluluk. Sonsuz, insanoğlunun eyleminde biçim kazanır. Bunların hepsi gerekliydi, ve Olivier’nin bu işe atılması ve ardında İngiltere, sinema, o an, savaş, iklim that did affright the air at Agincourt1 — Sonra birden, sanki ana rahmine düşüş gibi, ya da bir şiirde tutuşan iki sözcüğün buluşması gibi, sonsuzluk: Bir davranış, bir beden devinimi and he babbled o’er green fields2 ve polis memuru ve şu çocuk mırıldanıyordu: some crying, some swearing, some calling for a surgeon3 – Her şey var; yedi rengin yedisi de hep birbirini silsin de kusursuzlukta beyazı bulsun diye, uncoloured color, Eternity4 içinde. Aydın olunmayınca düşüncelerin tutarsızlığı ve yoksulluğu, yazılıp çizilen her şeyin (bir şiir, belki bir öykü dışında) boşa ve rezilce kalacağı korkusunu salıyor.

Düşünceler, yani ilişkilerin kurulması, köprübaşları, köprüler. Kitaplarla çevrelenmiş masama bırakılmış bir çiçeğe eğiliyorum. Yarı saydam kör gözbebeği bana dikilmiş; gerçekten bana bakabilecek olsa beni göremeyecek bence. Belki de böyle günlük tutmak Arjantinlilerin işi; kahve gibi yaşamın ağızdan tutulan günlüğü, ardı ardına ilmeklenen kadınlar, kolay iş, güç ve hüzünlü yığınlar. Başı sonu belli, tutarlı, bir düzeni, bir biçemi olan bütünlüklü bir yapı oluşturmak ne de zor görünüyor. Üstelik bir günlük tutabilmek için onu hak etmek gerek. Gide gibi, T.E. Lawrence gibi. Günlük, kaynayan şurubun üstünü bağlayan incecik dantel. Köpürmek, evet ama boş sahanların üstünü tutmaz köpük. İyi yaşadıysam, iyi öldüysem, dolanıp durduğum yer sağlam zemin olabildiyse, bayılarak yediğim kendi kendine acıma jölesi olmadıysa, köpük de tutar; söylenmeden kalan şeyler sözcüklere dökülebilir, köpük artıkları, kavgadan artakalanlar. “Along the Santa Fe Trail” [Santa Fe Yollarında] Bing Crosby söylüyor şarkıyı, dinlerken birden İngilizce ya da Fransızca tümce kuruluşu içerisine yerleştirilmiş İspanyolca sözcükler beni yeniden şaşırtıyor. Birden, yalıtlanmış bir an, sözcüğü olanca erdenliğiyle fark etmek; sonra o an kayıp geçer, sözcük tanıdık hale gelir (ya da bilmediğim, yalnızca kullandığım bir sözcük olur).

Keyfi kaçmış bir arkadaşa rastlıyorum, işindeki bir sorundan dolayı canından bezmiş. Dışarıdan, yazı masasının kıyısından, bana göre hava hoş, ona kişisel olarak ilişmeyen bir konuda kaygılanmasını saçma bulmak kolay. (Birinin sorununu vekâleten, ikinci elden yaşamak: çalışkan işçinin, dürüst yöneticinin kara yazgısı.) Kendime soruyorum bazen, kozmik ölçüyle karşılaştırdığında işin saçmalığı kafasına dank ediyor mu, bazen şöyle bir adım geri atınca gözünün önündeki koskoca canavar birden havada uçan sineğe dönüşüyor mu? Tekniği bilirsen ötesi kolay.

Baruch Spinoza, ne domuzdur o. Biri öldüğünde, vurdumduymazın biri dedi ki: “Böyle durumlarda olan bitenin beni etkilemesine izin vermem; hemen fizikötesine sığınırım.” “Herhalde ölen sevgiliniz değildi,” diye yanıtladım. Bir olabilse… Laforgue’un o kesin, yok eden evrensel oran duygusuna hep bayılmışımdır. Gerçekliğe gezegensel bir ölçekte bakan tek Fransız ozan. Kaçan tren, lekelenen bir takım elbise karşısında bütünlük bilincini hiç yitirmemek, olup biteni hiçe, hiçten de azına indirgemek. Belli ki ölen sevgiliniz değildi. Ah Andrés, başın da ciğerin de ağrımaya başladı, bu önemsizlik karartıyor her şeyini senin, il sole e l’altre stelle1 . Bir yaşam kayıyor elinden, öteki öldürülenler gibi, evrenin filan canı cehenneme. Benlik tek başına, ödünsüz duruyor öylece, kanını emiyor dünyanın tek gözüyle hiçbir şey görmeden.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıAndrés Fava’nın Güncesi
  • Sayfa Sayısı112
  • YazarJulio Cortázar
  • ISBN9789750737459
  • Boyutlar, Kapak 13,5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2018

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Buluşma ~ Julio CortázarBuluşma

    Buluşma

    Julio Cortázar

    Çocuğumu düşünüyorum ama o uzaklarda, kilometrelerce uzakta, hâlâ güne yataklarda uyanılan bir ülkede; imgesi bana gerçek değilmiş gibi geliyor, gittikçe silikleşiyor ve ağacın yaprakları...

  2. Seksek ~ Julio CortázarSeksek

    Seksek

    Julio Cortázar

    Seksek oyunu, ayağın ucuyla itilen bir taşla oynanır. Oyun elemanları şunlar: kaldırım, irice bir çakıltaşı, ayakkabı ve tebeşirle çizilmiş güzel bir çizgi, renkli tebeşir...

  3. Hayvan Hikâyeleri ~ Julio CortázarHayvan Hikâyeleri

    Hayvan Hikâyeleri

    Julio Cortázar

    Evlerinde yalnız olmadıklarını fark eden iki kardeş. Şiddetli ve tuhaf bir hastalık nöbetiyle aksayan bir mektup. Ölümden bir anlığına dönen sevgili. Bir evin bahçesini...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. 15 Saniye ~ Andrew Gross15 Saniye

    15 Saniye

    Andrew Gross

    Bütün hayatını elinden alması için 15 saniye yeterdi… Ancak ölüm kadar basit bir sonun peşinde değildi. Peşinde olduğu, hayatından çok daha fazlasıydı. Ne de...

  2. Küçük Arı ~ Chris CleaveKüçük Arı

    Küçük Arı

    Chris Cleave

    Size bu kitapta ne olduğunu anlatmak istemiyoruz; çünkü gerçekten çok özel bir hikâye ve biz onu bozmak istemiyoruz. Yine de bu kitabı almanıza yetecek...

  3. İklimler ~ Andre Mauroisİklimler

    İklimler

    Andre Maurois

    Sahaflarda buldum bu romanın eski bir baskısını. Varlık Yayınları’ndan çıkmıştı. 1967 yılında, Tahsin Yücel çevirisiyle. Sayfalarını karıştırırken bir ithafla karşılaştım, şöyle diyordu: “Sevgilim, bu...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur