Zamanının meşhur, şimdilerde gözden düşmüş bir Hollywood barında çalışan bir barmen. Çevresindeki çürümeyi, müşterilerin her gece hiçliğe tekrar tekrar yuvarlanışını hastalıklı bir keyifle izlerken, romanı için notlar alır. Sırlarını duymak, gayelerini anlamak için birbirinden arızalı müdavimlerle yakınlaşır ve yakınlaştıkça kendi bardağına müşterilerine verdiğinden fazlasını doldurmaya başlar. Evliliğini, amacını ve sonunda kendini yitirir. Bağımlılık ve yalnızlığın kıskacında, kurtuluş için bir plan yapar: feci ama gerekli bir plan.
Arınmalar okuru bara, tezgâhın arkasına, dibin de dibine ve bilindik öykü anlatımının ötesine sürüklüyor.
BİR
Müdavimler. Bir araya toplanmış çirkin kuşlar gibi dizilirler; gözleri alkolden sulanmıştır. Bardaklarına fısıldarlar ve sinsice bir şeylere seviniyor gibidirler; neye sevindiklerini asla bilemezsin. Kiminin işi, çocukları, eşleri, arabaları ve ev kredisi borçları varken, diğerleri ebeveynleriyle birlikte ya da geçici motellerde yaşar ve devlet yardımıyla geçinirler: Hollywood’un spot ışıklarından ve hayallerinden yoksun bölgelerine özgü, tuhaf bir sınıf dengesi. Bazen barın önündeki kaldırımda limuzinler oluyor; başka gecelerde ise polis arabaları, ambulanslar ve kötü sokak senaryoları rol alıyor. Barın iç dekorasyonu 1900’lerin batmış lüks yolcu gemilerini andırıyor: maun ve pirinç, toz ve kül kaplı siyah-bordo deri. Kaç kez el değiştirdiğini bilmek olanaksız. Müdavimler birbirleriyle samimiler fakat genellikle yalnız gelir ve yalnız giderler ve görebildiğin kadarıyla birbirlerinin evlerine hiç gitmemişlerdi.
Bu durum sana yalnızlık hissettiriyor ve dünyanın kalpleri soğuk ve tamahkâr görünüyor ve aklına, çocukken sende yere uzanıp “öldürülme” arzusu uyandırmış “her koyun kendi bacağından asılır” deyimini getiriyor. Sözcüğün Kuzey Amerika’daki tanımı doğrultusunda pek dikkate almıyorsun fakat bu insanların alkolik olduklarını varsayıyorsun. Senden hazzediyorlar ya da en azından sana alışıklar ve yanlarından geçtiğinde kumarda şans getiren bir totemmişsin gibi uzanıp sana dokunuyorlar. Bir zamanlar bunu itici bulur ve etli kırmızı ellerin oluşturduğu bir örgü- nün içinden geçmektense barın etrafından sırtını duvara da- yayarak dolanmayı yeğlerdin fakat artık sana gösterilen bu ilgiyle uzlaştın ve senin için aşikâr, hatta haz duyduğun bir şeye dönüştü. Taciz ediliyormuş gibi değil, övgü alıyormuş, işinin zorluğu takdir ediliyormuş gibi hissediyorsun kendini ve eller seni belinden kavrar, sırtını ve göbeğini tokatlarken başını sal- layıp gülümsüyorsun. Barın yan girişindeki yerinden barın arkasındaki aynada kendilerini seyredişlerini seyrediyorsun. Yalanarak, gagalaya- rak, aynadaki yansımalarından hoşnut; ne buluyorlar kasvetli siluetlerinde? Burayı mesken edinmeden önceki hayatlarını merak ediyorsun. Tuhaf gelebilir ama muhtemelen bir başka Hollywood barının müdavimiydiler. Ama orayı terk etmişler- dir ya da artık oraya gelmemeleri söylenmiştir. Kendilerine yeni bir sığınak aramışlar, ikram edilen ilk bedava bira ya da duydukları ilk tatlı sözle, barmenin tekinin tekrar tekrar an- latılmaktan tanınmaz hale gelmiş yetersiz fıkrasıyla bir yere yerleşmişlerdir. Ve müdavimler dönüp fıkrayı bir kez daha anlatırlar.
Şimdiki hayatlarını da merak ediyorsun fakat soruşturmanın anlamı yok; müdavimler olağanüstü yalancılar. Fakat varoluşlarındaki, onları her gece aynı binada bulunmanın ötesinde aynı bar taburesinde, aynı içkiyi içmeye iten şeyin ne olduğunu bilmek istiyorsun. Ve barmen bir müdavimin her zamanki içkisinin ne olduğunu unuttuğunda müdavim biraz eksilir, gözleri yitik bir ıstırapla dolar. Neden mi? Gerçeğin kendiliğinden ortaya çıkmayacağını bilmek seni rahatsız ediyor ve ipuçları elde etmek için tetiktesin. Barda ilk çalışmaya başladığında Claymore içiyordun: en az pahalı ya da mesleki tabirle kasa arkası viskisi. Dışarıda, dünyadayken markan buydu ve nihayet elinin altında asla tükenmeyecek bir ikram stoku bulmaktan ötürü mutlusun. Barda iki yıldır çalışıyorsun ve barın idarecisi Simon sana neden daha kaliteli içkilerden içmediğini soruncaya dek büyük miktarlarda Claymore içiyordun.
Bazen sek, bazen zencefil gazozu ya da kolayla. “Hayatın olumlu yanları fazla değildir fakat içkinin en iyisini içerim.” Böylece her gece farklı bir skoç ya da viski denemeye başladın. Kırk beşten fazla skoç ve viski çeşidi var ve arayışının sonuna geldiğinde çok yorgundun fakat nihayet Simon’ın sözünü ettiği kaliteli içkiyi bulmuştun. Hayatının büyük kısmını içki şişelerinin arasında geçiren biri olarak insanlar sana sıklıkla ne içtiğini soruyorlar ve artık omuz silkmiyor ya da öksürmüyor; başını kaldırıp doğrudan, “Ben John Jameson içiyorum, en iyi İrlanda viskisi,” diyorsun. Jameson İrlanda viskisine âşık oluyorsun. Eskiden elinde bir içki şişesi tuttuğunda içeriğinin kısıtlı dünya görüşünü aynı anda körelteceğini ve genişleteceğini bilmekten kaynaklanan bir rahatlama duygusu yaşar fakat hiçbir zaman şişenin kendisini, şimdi Jameson şişesini umursadığın gibi umursamaz, elini kabartma harflerin üstünde gezdirip zarif yazıyı incelemezdin.
Bir gece barın arkasında tek başına bunu yapıyorsun şişe ellerinin arasında ve büyük bir mutlulukla yazının alt kısmındaki süslü kıvrımları inceliyorsun– ve John Jameson adı aklına çocuk şarkısı “John Jacob Jingleheimer Schmidt”i getiriyor. Şarkıyı kendi kendine söylerken Simon, Jameson viskisini keşfetmenden sorumlu olan adam, yüksek sesle aynı şarkıyı söyleyerek içeri giriyor. Sana el sallayarak yanından geçip barın ön kısmına yürüyor ve sen ona şaşkınlıkla bakakalıyorsun çünkü bu denli tuhaf bir rastlantıyı izah etmenin bir yolu yok ve çok güçlü bir alametle karşı karşıya olduğunu hissediyorsun.
Belki iyi, belki kötü, bilmiyorsun. Bekleyip görmekten başka yapılacak bir şey yok. Şarkıya bir grup sarhoş da katıldı şimdi. Hep bir ağızdan, adeta sirkten kaçmış bir devin ağzından söylüyorlar. Tekila şişelerinin yanında dolanan hayalet kadın. Bütün katledilmiş hayaletler gibi olanaksız bir yardıma muhtaç. Bar tezgâhı boyunca uzanan bir ayna var ve akşamın hazırlıklarını yaparken omzunun üzerinde ve gözlük camlarının yansımasında sinsi ışık hareketleri görüyor ya da gördüğüne inanıyorsun. Bunu daha önce yüzlerce kez yaşadığın için kanıksamışsın fakat bir gece barda yalnızken hayalet seni omuzlarının ortasına odaklanan soğuk bir güçle olduğun yerde durduruyor.
Ciğerlerindeki ve ağzındaki bütün havanın çekilip alındığını hissediyorsun ve ne soluk alabiliyor ne de verebiliyorsun ve tekrar öne doğru hamle yaptığında bu kez o korkunç gücü hissetmiyorsun fakat yanlarından geçerken tekila şişeleri zangırdıyor. Barı sahipsiz bırakamazsın ve sana yardım edecek birinin gelmesine henüz bir saat var ve asıl ihtiyaç duyduğun, büyük bir bardak Jameson viskisi fakat tekila şişelerinin önünden geçip viski bölümüne gitmeye bir türlü cesaret edemiyorsun. O zangırtıyı bir daha duyacak olursan, diyorsun kendi kendine, başını lavabonun metal kenarına çarpıp bayılacaksın ve zihninde kendini, barın arkasındaki lastik paspasların üzerinde baygın yatarken canlandırıyorsun. Hayalet bütünüyle biçimlenmiş ve üzerinde sana zarar verecekmiş gibi asılı duruyor fakat sen baygınsın ve hayalet bu yüzden çözülüyor ve gönülsüzce tekila şişelerinin yanına gidiyor. Dişlerin kötü ve nefesin nahoş. Dolayısıyla bahşişlerin de kötü ve ağzında pıhtılaşmış kan var ve püre ya da pilav gibi yumuşak şeyler yerken dişlerinden küçük parçalar yitiriyorsun. Bar sahibinin karısıyla konuşurken azı dişlerinden biri olduğu gibi yerinden çıkıyor ve dilinin üstünde ağırlık yapıyor.
Dişinin yerinden çıktığını gizlemeye çalışıyorsun fakat tuhaf konuşmaktasın ve başını hayretle yana eğmişsin. Terlemeye başlıyor ve kadının sorunun ne olduğunu sormaması için dua ediyorsun fakat ağzını açıyor ve tam da onu yapıyor. Azı dişini yutuyor ve hiçbir şey gizlemediğini göstermek için avuçlarını açıyorsun. Temiz ve umut dolu bir kalbe sahip, dürüst bir adamsın. İşe başladığının üçüncü gecesinde kazayla adamın tekinin başparmağını koparan kapı görevlisi Antony. Antony ilk raunt nakavtları ve acı hissetmemesiyle ünlü, yetenekli bir dövüş sanatları uzmanı. Geçimini sağlamak için bar mesaisi yapmak zorunda kalmaktan ötürü buruk ve menajerliğini yapan ekibin ondan alışılagelmişten çok daha fazla para götürdüğünden kuşkulanıyor. Onu ilginç buluyor ve sana sadece West Coast hip-hop dinlediğini söylediğinde önyargısından etkileniyorsun. Kaliforniya sınırları dışında yazılmış ya da yapılmış hiçbir şeye ilgi duymuyor; bu kaideyi bozan tek istisna dahi yok. Çok zayıf ve beyaz olduğun için Antony sana ilgi duyuyor.
Antony Porto Rikolu ve senin ayyaş hayatını merak ediyor. Sana günde sadece bir Cheetos mu yediğini soruyor; bazen çok aç olduğunda iki tane yediğini söylüyorsun. Antrenman yapacak birine ihtiyaç duyarsa salı ve pazar günleri müsait olduğunu söylüyorsun. Işıklar yanıyor ve Antony herkese barı terk etmeleri için bağırıyor. İnsanların her şeyden çok gitmemeyi istediklerini ve hazırda pek çok mazeret bulundurduklarını öğreniyor fakat şimdi mazeretleri giderek azalıyor ve Antony’nin tepesi atıyor. Herkesi kapı dışarı ettikten sonra ağır çelik kapıya doğru yürürken Simon sesleniyor ve Antony dönüyor. Simon ile konuşurken bir yandan da kapıyı kapatmaya çalışıyor fakat kapı sıkışmış; kapıyı var gücüyle üç kez çarptıktan sonra kilidi nihayet kapanıyor ve uzaklaşırken dışarıdan gelen iniltileri duyuyor ve gözetleme deliğinden baktığında başparmağı kopmuş bir adamın fırıldak gibi dönmekte ve elinin kanamakta olduğunu görüyor ve bir şeyin üzerine basıyor.
Daha sonra bir puro izmaritinin üstüne bastığını sandığını söyleyecek. Başparmak temizlenip buzla sarılıyor ve başparmağını yitirmiş olan adamın arkadaşına veriliyor ve ikisi birlikte son sürat hastaneye gidiyorlar ve sen, beyazların başparmaklarını koparmayı amaçlayan korkunç bir ırkçı olduğunu söyleyerek Antony’ye takılıyorsun. Gözlerini kaldırıp sana bakıyor ve yaptığından ötürü gerçekten üzgün olduğunu görüyorsun. “İnsanın ellerinin ne kadar önemli olduğunu bilirim,” diyor. Omuzları sarsılmakta ve bar çalışanlarından hiçbiri tek kelime etmiyor.
İşte o anda Antony’ye platonik olarak âşık oluyorsun. Uyuduğunda sıkıcı insanların göreceği türden düşler görüyorsun: Küllükleri parlatıyor, buz kutularını dolduruyorsun; bir şişeyi almak için uzanıyorsun, bazen orada, bazen değil; sana aşina gelen müşterilere adlarını sorup onlarla şakalaşıyorsun. Bu senaryolar bir çıkrıkta dönüp duruyor ve yapı olarak senin sarhoş anılarından farksızlar. Bu yüzden gerçekle düşsel olanı ayırt etmekte zorlanıyor ve sürekli olarak daha önce tek kelime bile etmediğin insanlarla aranda geçen konuşmalara atıfta bulunuyor ya da emin olamadığın için daha önce yaptığın konuşmaları dikkate almıyorsun. Dolayısıyla insanlar senin hakkında fikir ayrılığı yaşıyorlar; kimine göre aptalsın, kimine göre kaba. Malzeme odasında saat yedide aldığın haplar ve bir bar taburesinde etkilerinin gelmesini bekleyişin. Ön kapının altındatebeşirle çizilmiş izlenimi uyandıran silik bir gün ışığı çizgisi var ve iki müşteri sana bakıyor.
Bardakları boş ve sana seslenmek istiyorlar fakat onları tedirgin ediyorsun. Bu adam neden gülümsüyor, diye geçiriyorlar içlerinden. Bar sessiz ve aldığın haplar, boş koridorlarda toplanan tembel öğrenciler misali parmak uçlarında toplanıyorlar. Dolunayın hafta sonu müşterilerinin üstündeki etkisi ve gökyüzünün kenarına sıkışmış dolunayı gördüğünde hissettiğin dehşet duygusu. Beline kadar soyunuk ve dövüşmeye can atan kısa boylu vücut geliştirmeci. Kendinden daha iri bir adamın başında şişe kırınca kapı görevlisi adamı kavrıyor. Vücut geliştirmeci mekânı terk etmek için acele etmiyor ve nihayet kapıya ulaştığında kaldırımda onu öfkeli bir kalabalık bekliyor. İzlemek için kapıya gidiyorsun çünkü dünya kavga etmeye can atan kısa boylu vücut geliştirmecilerle dolu ve birinin yaralandığını ya da öldürüldüğünü görmeyi umuyorsun. Vücut geliştirmeci, iki kapı görevlisinin arasında durup kaldırımdaki insanlara küfürlü tehditler savuruyor; kalabalığın önünde, kan içindeki yüzüyle mağrur, başından yara almış adam var.
Aldığı yara, içindeki büyüklüğü uyandırmıştır: Kanını yalıyor ve gözleri çılgın ve harikulade ve dediğini yapacak gibi. Vücut geliştirmeciyi öldürecek. Kapı görevlileri için tehlike söz konusu değil fakat kötü birini korumak zorunda kalmaktan hoşnut değiller ve vücut geliştirmeci çenesini kapatmayı reddedince sonunda onu linççilere teslim ediyorlar. Vücut geliştirmeci sırtını binanın duvarına veriyor ve son ana kadar muzaffer çıkacağından emin ve yirmi kişiden oluşankalabalığa önce kimin geleceğini soruyor ve yanıt yüzüne inen korkunç bir yumruk biçiminde geliyor. Yumruğun sahibi başından yara alan adam ve çıkardığı yumruktan son derece hoşnut: bir kahramanlık düşü gibi. Vücut geliştirmeci yere yığılıyor ve kalabalık, bir açıklık arayışıyla üzerine üşüşüyor. Polis fetişi olan kederli siyahi müdavim Curtis. Motosikletli polislerin giydiği kabarık deri ceketlerden giyiyor, aynalı güneş gözlüğü ve içi boş, deri tabanca kılıfı takıyor.
Belinde Zippo çakmağı için ikinci bir kılıf var; çakmakla yapılabilecek bir sürü numara biliyor ve sigara içmese de numaralarını sergileyebilmek için insanlara sürekli sigara ikram ediyor. Vitiligo hastalığından mustarip ve parmakları, boğumlardan uçlarına kadar yer yer, derisi soyulmuş pembe lekelerle kaplı. Müzik kutusunda tekrar tekrar Rolling Stones’un “Memory Hotel”ini çalar. Bir zamanlar sevdiğin fakat onun senin için zehirlediği bir parça. Parçaya bütün sözlerini bildiğini göstermeye istekli bir biçimde eşlik eder ve dili ağzından bir dokunaç gibi dökülür, diş etleri kirli mor perdeleri andırır. Saçları kısa kesilmiş, bir kısmı başının yan tarafına doğru tıraş edilmiştir; üzerine yumurta kokan bir krem sürdüğü madeni para büyüklüğünde bir keli var ve varlığından genellikle o kokuyla haberdar olursun. İçerken başı iyice öne eğilir ve boynu karamela gibi uzar. Pek çok sinir bozucu alışkanlığı var. Senin içtiğin marka viski içmesi gibi.
Sen sonunda Jameson viskisine geçtiğinde Curtis de Jameson’a geçmişti. Karaciğerin ağrımaya başlayınca viskine zencefil gazozu katıp ardından yaban mersini suyuiçme alışkanlığı edindiğinde Curtis de aynı şeyi yapmaya başlamıştı. Bu içten bir yalakalık biçimi olabilir fakat senin bilinçaltına kafa dengi olduğunuza dair tiksinç bir düşünce işlemek de planının bir parçası muhtemelen. Ayrıca bu taklit etme huyu kendine bir içki koymak üzere şişelere doğru yürüdüğünü gördüğünde sana seslenip iki tane koymanı söylemesini kolaylaştırıyor. İçki gırtlağından aşağı indikten sonra yaptığın her küçük espriye kahkahayla gülüp sana övgüler yağdırıyor fakat bunu arkadaşlık arayışıyla yaptığı söylenemez, bütün derdi bedava viski.
Ona bedava içki vermeye devam ediyorsun çünkü yıllardan beri bedava içki içiyor ve alternatifi, konuşup bunun böyle devam edemeyeceğini söylemek. Oysa viski sana ait değil ve her geceni göz göze bile gelmemeye çalışarak geçirdiğin biriyle bu denli kişisel bir konuşma yapmaktansa viskiyi bedava vermeyi yeğliyorsun. Hep böyle değildi Curtis. Bara ilk geldiğinde örnek bir müşteriydi. İyi bahşiş verir, herkese içki ısmarlar, gecenin sonunda temizliğe ya da biraların stoklanmasına yardım eder ve ona teşekkür ettiğinde mahcup olurdu. Hiçbir zaman aşırı sarhoş olmazdı; kadınlara asılmaz, nadiren konuşur ve hiçbir zaman kendinden söz etmez, aynalı güneş gözlüğünü asla içeride takmazdı. Sen dâhil herkes ondan hoşlanırdı ve ona sevgi ve minnet gösterir, bedava içki ikram ederdin.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıArınmalar
- Sayfa Sayısı184
- YazarPatrick deWitt
- ISBN9786051981055
- Boyutlar, KapakKarton Kapak,
- YayıneviDomingo Yayınevi / 2019
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İşsizler Okulu ~ Joachim Zelter
İşsizler Okulu
Joachim Zelter
Yakın bir gelecekte Almanya. Bir grup yolcu kendilerini bekleyen otobüse binerek işsizlere yönelik bir tür yatılı okul olan Sphericon’a doğru yola çıkar. Otobüs, Federal...
- Kelebek ~ Kathryn Harvey
Kelebek
Kathryn Harvey
Beverly Hills’te, seçkin bir erkek giyim mağazasının üst katında bulunan Kelebek adında özel bir kulüp. Orada tüm bilgiler gizli. Yalnızca en cesur olanlar üye...
- Tanrı Tavşanken ~ Sarah Winman
Tanrı Tavşanken
Sarah Winman
1968. Paris’in sokaklara döküldüğü yıl. Martin Luther King’in bir hayal uğruna hayatını kaybettiği yıl. Eleanor Maud Portman’ın doğduğu yıl. Elly’nin dünyası, dengesiz ilişkilerden dolayı...