Modern Japon öykücülüğünün mihenk taşı Ryūnosuke Akutagawa’nın Japon ve Çin kültür sembollerinin yanı sıra Avrupa sanatından, Rus edebiyatından, antik Yunan mitolojisinden beslendiği, yalın ve yer yer toplumsal taşlamalarla örülü otobiyografik öyküleri Bir Budalanın Yaşamı, dönemin sosyal ve siyasi yapısına yönelik çok sayıda göndermeyle I. Dünya Savaşı ve sonrasını kapsayan Taişo Dönemi Japonya’sının tam teşekküllü bir panoramasını çiziyor.
İnsan doğasının karanlık yönlerine, derin tutkularına, inançlarına ve çelişkilerine odaklanan Akutagawa, “intihar mektubu” niteliği taşıyan “Bir Budalanın Yaşamı” başlıklı öyküsü ve yazarın hayatına son vermeden önce bıraktığı intihar notu başta olmak üzere yaşamının son döneminde kaleme aldığı eserlerden derlenen bu seçkide toplumun buhranlı haleti ruhiyesine de ayna tutuyor.
BİR BUDALANIN YAŞAMI
Dostum Kume MASAO’ya, Bu metin yayınlansın mı kararı başta olmak üzere, yayın zamanı ve yayıncısının seçimini sana bırakıyorum. Metinde adı geçen çoğu kişiyi tanıyorsun. Fakat senden ricam şudur ki, eğer yayınlanacak olursa, onları tanıtacak bir dizin eklenmesin. Ben şu anda son derece mutsuz bir refah içinde yaşıyorum. Yine de gariptir ki hiçbir şekilde pişman değilim. Sadece benim gibi berbat eş, hayırsız evlat, kötü babaya sahip olan kişiler için çok üzülüyorum. Evet, artık veda vakti. Ben bu metni, en azından bilinçli olarak, kendimi savunmak niyetiyle yazmadım. Velhasıl, bu metni özellikle sana emanet etmem, senin beni muhtemelen en iyi tanıyan insan olduğunu düşünmemden ötürü. Umarım ki bu metinde (büründüğüm o “şehirli” kimliğini soyup çıkarabilirsen) nasıl da budala olduğumu görüp gülersin.
20 Haziran 1927 Ryūnosuke AKUTAGAWA
1. Devir
Bir kitapçının ikinci katıydı. Yirmi yaşındaki adam, kitaplığın raflarına yaslı duran Batı tarzı merdivene tırmanmış, yeni bir kitabı aramaktaydı. Maupassant, Baudelaire, Strindberg, Ibsen, Shaw, Tolstoy… Handiyse gün batacaktı. Ama o, hararetle kitapların sırtlarını okumaya devam ediyordu. Orada dizili olanlar kitaptan ziyade bir devrin sonunun ta kendisiydi. Nietzsche, Verlaine, Goncourt Kardeşler, Dostoyevski, Hauptmann, Flaubert… Genç adam loşlukla mücadele ederek isimleri saymayı sürdürüyordu. Ancak kitaplar kendiliğinden o kasvetli gölgelerin arasına gömülmeye başladı.
Sonunda sabrı tükenen adam merdivenden inmeye yeltendi. O esnada, gölgeliği bulunmayan bir ampul tam da genç adamın başının üzerinde birdenbire yanıverdi. Merdivenin üzerinde dikilerek, kitapların arasında hareket eden dükkân çalışanlarına ve müşterilere baktı tepeden. Garip bir şekilde ufacık görünüyorlardı. Hem de son derece hırpaniydiler. “Hayat Baudelaire’in bir mısrasıyla bile boy ölçüşemez.” Genç adam merdivenin tepesinden o insanları seyretti.
2. Anne
Delilerin hepsine tek tip koyu gri renkli kıyafetler giydirilmişti. Geniş oda bu yüzden daha da kasvetli görünüyordu. İçlerinden biri orga dönmüş, coşkuyla ilahiler çalıyordu. O sırada bir diğeri, odanın tam ortasında, dans etmekten ziyade zıplayıp duruyordu. Genç adam, kanlı canlı bir doktorla birlikte bu manzarayı seyrediyordu. Annesinin de on yıl önce buradakilerden en ufak bir farkı yoktu.
Hem de hiç! Genç adam gerçekten de onların pis kokusunda annesinin kokusunu duyuyordu. “Evet, gidelim mi?” Doktor genç adamın önüne geçti ve koridordaki bir odaya doğru gitti. Odanın bir köşesinde alkol doldurulmuş büyük cam kavanozların içinde beyinler duruyordu. Genç adam beyinlerden birinin üzerinde hafif beyaz bir şey gördü. Tıpkı yumurta akı damlatılmış gibi görünüyordu. Orada durmuş doktorla konuşurken bir kez daha annesini anımsadı.
“Bu beyin, …. Elektrik Şirketi’ndeki bir mühendise aitti. Hep kendisinin simsiyah parlayan, kocaman bir dinamo olduğunu düşünürdü.” Genç adam doktorla göz göze gelmemek için pencereden dışarıya doğru bakıyordu. Orada cam kakmalı tuğla bir duvar dışında bir şey yoktu. Yer yer soluk renkli yosunlarla belli belirsiz bir beyaza dönmüştü duvar.
3. Ev
Genç adam banliyöde ikinci katta bir dairede yatıp kalkıyordu. Binanın zemini pek de sağlam olmadığından, ikinci katı garip şekilde eğimli dururdu. Zaman zaman bu ikinci katta teyzesiyle kavga ederlerdi. Genç adamı evlat edinen ebeveyninin araya girdiği de yok değildi. Yine de genç adam herkesten çok bu teyzesini severdi.
Ömrü boyunca bekar yaşamış olan bu teyze, o yirmi yaşındayken altmış yaşına yaklaşmıştı. Genç adam banliyödeki o ikinci katta sık sık, birbirini seven insanların nasıl da birbirine acı çektirdiğini düşünürdü. O sırada ikinci katın eğimiyle içi ürpererek…
4. Tokyo
Sumida Nehri, üstüne çökmüş bulutlarla kasvetliydi. Genç adam, hareket halindeki küçük buharlı teknenin penceresinden Mukojima’daki* kiraz çiçeklerine bakıyordu. Çiçek açmış olan bu ağaçlar, gözüne bir paçavra yığını gibi melankolik görünüyordu. Ama o, oradaki kiraz çiçeklerinde, ta Edo döneminden beri Mukojima’da açan bu çiçeklerde, kendisini görüyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBir Budalanın Yaşamı
- Sayfa Sayısı120
- YazarRyunosuke Akutagawa
- ISBN9786256462045
- Boyutlar, Kapak13,5*21, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Her Yas On Sekiz Ay Sürer ~ Annie Hartnett
Her Yas On Sekiz Ay Sürer
Annie Hartnett
Elvis Babbitt’in bilimsel gerçeklerle arası iyi: Mesela sarının en fazla mutluluk veren renk olduğunu, sağlıklı bir zürafanın yaklaşık 1.300 kilo ağırlığında olduğunu ve çıplak...
- Huzursuz Ölüler ~ Simon Beckett
Huzursuz Ölüler
Simon Beckett
Hunter, bilirkişi sıfatıyla dahil olduğu son vakada yaşanan skandalların ardından bir süredir davalara çağırılmıyordu. Ancak Londra’ya çok da uzak olmayan küçük bir sahil kasabasında...
- Kanbağı ~ Richelle Mead
Kanbağı
Richelle Mead
KAN YALAN SÖYLEMEZ… Sydney’in en son isteyeceği şey, vampirlerle arkadaşlık etmekle suçlanmak. Ve şimdi bir vampirle aynı odada! “Sydney’e yeniden dövme yap,” dedi Stanton...