Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bostan ve Gülistan
Bostan ve Gülistan

Bostan ve Gülistan

Şirazlı Şeyh Sadi

Bostan ve Gülistan sadece doğu edebiyatın değil tüm dünya edebiyatlarının ölmez yapıtları arasında göstrilen iki şaheserdir.Şiraz´lı Sadi´nin kaleme aldığı her iki eserde de evrensel…

Bostan ve Gülistan sadece doğu edebiyatın değil tüm dünya edebiyatlarının ölmez yapıtları arasında göstrilen iki şaheserdir.Şiraz´lı Sadi´nin kaleme aldığı her iki eserde de evrensel temalara yer verilmiş olup insanoğlunu mutluluğa ve huzura kavuşturacak reçeteler sunulmuştur.

***

İçindekiler

İlk Söz, 7
Sadi Şirâzî, 9
Eserleri, 9

Bostan

Münacat, 13
Na’t-ı Şerif, 16
Çâryâr-ı Güzîn, 17
Eserin Yazılış Gerekçesi, 18
Eserin Yazılış Tarihi, 20
İslam Sultanı Sa’d Oğlu Atabek Bekir’e Övgü, 21
İslam Halifesi Atabek Sa’d Oğlu Mehemmed’e Övgü, 24

Birinci Bölüm
Adalet ve Hükümdarlık, 25

İkinci Bölüm
Cömertlik, 71

Üçüncü Bölüm
Aşk, Tarikat ve Muhabbet, 95

Dördüncü Bölüm
Alçakgönüllülük, 113

Beşinci Bölüm
Rıza, 137

Altıncı Bölüm
Kanaat, 147

Yedinci Bölüm
Terbiye, 157

Sekizinci Bölüm
Şükür, 179

Dokuzuncu Bölüm
Tövbe, 193

Onuncu Bölüm
Münacat ve Kitabın Sonu, 209

Gülistan
İlk Söz, 217
Giriş, 219
İslâm Sultanının Güzel Sıfatlan, 222
Kitabın Yazılış Nedeni, 224
Büyük Emir Ebu Nâsır Oğlu Fahreddin’in Vasıflan, 228
Hizmette Kusurdan Dolayı Bir Köşeye Çekilmenin Sebebi, 230

Birinci Bölüm
Sultanlann Âdetleri, 233

İkinci Bölüm
Dervişlerin Ahlakı, 271

Üçünü Bölüm
Kanaatkârlığın Faziletleri, 303

Dördüncü Bölüm
Sükutun Faydalan, 325

Beşinci Bölüm
Aşk ve Gençlik, 331

Altıncı Bölüm
Düşkünlük ve İhtiyarlık, 351

Yedinci Bölüm
Terbiyenin Önemi, 357

Ara Bölüm
Zenginlik ve Yoksulluk, 369

Sekizinci Bölüm
Sohbet Âdâbı, 377
Kitabın Sonu, 399

Bostan ve Gülistan sadece doğu edebiyatının değil tüm dünya edebiyatlarının ölmez yapıtları arasında gösterilen iki şaheserdir. Şiraz’lı Sadî’nin kaleme aldığı her iki eserde de evrensel temalara yer verilmiş olup insanoğlunu mut­luluğa ve huzura kavuşturacak reçeteler sunulmuştur.

Gülistan manzum ve mensur, Bostan ise tamamen manzumdur. Herhan­gi bir karışıklılığa mahal vermemek için Gülistan’da yer alan nesir parçalarını düzyazıyla, nazım bölümleri ise yatıkyazıyla gösterdik.

Her iki kitapta da yer alan ana bölümleri ve bu bölümleri oluşturan ara bölmeleri orijinal nüshalanndaki yerlerine göre sıraladık.

Eserleri, günümüz okurlarının ilgi ve bilgileri doğrultusunda güzelim Türkçemizin imkânlarını da kullanarak edebi bir dille düzenlemeye gayret et­tik. Bunu yaparken de tedavülden kalkan kimi sözcüklerin yerine yenilerini seçtik ve yalnız İran düşüncesini aksettiren betim ve benzetmelerin anlaşıla­bilmesi için gerekli gördüğümüz kısa dipnotlar verdik. Bu tekniği aynı zaman­da önemli tarihi hadise, olay, yer ve kişiler için de kullandık.

Gerek taşıdığı dille kullanılan üslup ve gerekse aktanlan anlatıyla mistik temalar açısından büyük bir dikkat isteyen metinlerdi bunlar. Her iki eserde de dini, sosyal, siyasi, kültürel ve edebi formlar iç içe geçmiş haldeydi. Bu yüz­den sabırla, azami çabayla çalışmamız gerektiğini biliyorduk. Bu bilince özel­likle dikkat ettik.

Her şeye rağmen kusur ve hatalarımız olabilir. Zira kusursuz ve hatasız olan yalnız Allah’tır. Bu noktalarda engin hoşgörünüze sığınarak sizleri dünya klasikleri arasına giren Boslan ve Gülistan ile baş başa bırakıyoruz.

Osman KOCA İstanbul, 2008

Münacat

Kudretiyle can, hikmetiyle söz yaratan Yüce Allah’ın adıyla başlıyorum. O; kullannı esirgeyen, düşenlerin elinden tutan, özürleri kabul eden, kerem sahibidir. Kapısından baş çevirenlerin bir başka kapıda izzet bulamayacağı ka­dar yücedir. Boynu büyük padişahlann başı, kapısında ondan yardım isteye­cek derece çaresizdir. Emrine karşı gelenleri anında cezalandırmaz, kendisin­den özür dileyenleri dışlamaz. Günahkâr kullannı görür, tövbelerini kabul eder, onları bağışlar. Kötü davranışlarından dolayı kuluna hemen gazap et­mez, tövbesini bekler, tövbe edince de tüm günahlanna kalem çeker.

Birisi, babasına karşı gelse; babası kuşkusuz, oğluna çok kızar. Eşinden dostundan memnun olmayan biri, hoş karşılanmaz. Köle kendisine verilen emri derhal yerine getirmezse efendisi tarafından hakarete uğrar. Arkadaşlarına şefkatle yaklaşmazsan senden habire kaçarlar. Vazifesini yapmayan asker, komutanı tarafından cezaya çarptırılır. Ancak Allah öyle mi? Tabi ki hayır! Yerlerle göklerin sahibi olan yaratıcı, rızık kapılarını kimsenin yüzüne kapatmaz. Onun ilim denizi karşısında; iki cihan, bir damla gibidir. Bütün günahları bi­lir, görür de yine de kullarına sabır ve anlayışla yaklaşır.

Yeryüzü onun nimetlerinin sofrasından başka bir şey değildir. Üstelik bu sofrada inananlann dışında inanmayanlara da yer verilir. Cömertlik sofrası o derece yayılmıştır ki, ta Kaf Dağı’ndaki Simurg’a kadar uzanır. Yılanlarla karın çaların -sözün özü- elsiz, ayaksız, takatsiz tüm canlıların sofrasını hazırlayan­dır. Kullanna iyilik diler, güç işlerinde onlara yardım eder.

Mülkü, ezeli ve ebedi; zatı, eşsiz ve birdir. O, her bir şeyden farklıdır; in­sanlar ve cinler, ona itaat etmek için yaratılmıştır. İnsanlar, kuşlar, kanncalar, sinekler yani her varlık, onun emrine amadedir.

Birinin başına devlet tacı giydirirken, diğerini tahtından edip kara topra­ğa girdirir. İyilik külahını birinin başına geçirirken, kötülük giysisini ötekinin sırtına geçirir. Hz. İbrahim’e ateşi, gül bahçesi eder. Zalim Firavun askerlerini ise Nil denizine gömer. Yani necip İbrahim nesline lütufta bulunup sefil Firavn hanedanını yerle bir eden O’dur.

Perde gerisinde işlenen günahlan görse de, o perdenin üstüne temiz bir perde çekerek kullan arınsın ister. Şayet “celal” sıfatıyla yaklaşacak olursa, me­lekler bile korkulanndan sağır ve dilsiz kalıp tir tir titrer. Öte yandan “cemal” namıyla bağışlayacak olursa, şeytan bile yüzsüzlük edip o lütuftan kendisine pay diler.

Onun büyüklüğü karşısında büyükler, yücelik ne anlama gelir, unutur gi­derler. Oysa düşkünlere rahmetiyle muamele eder. Kendisine dua edenlere ise anında icabet eder. Henüz olmamışları gören ve yine henüz söylenmemişle­ri duyan odur. Göklerle yerleri bir arada tutar, hesap günü tek hakimi olaca­ğı divanı kurar.

Herkes ona itaat için vardır. Hiç kimse sözünün bir harfine bile dil uzata- maz. İyiliği isteyip güzelliği teşvik eder. Kaza ve kader kalemiyle rahimdekilere ruh çizer. Denizde seyreden bir gemi gibi, ayla güneşi doğudan batıya sevk eder. Uluların seccadesi gibi, yeryüzünü su üzerine bina eder. Yeri yarattığın­da dünya sarsılmaktan sıkıntı duydu. Titremesin için eteklerine çivi vazifesi gören dağlar vuruldu.

Bir damla suya peri gibi hayat bahşetmiştir. Söyleyin dostlar, suya başka kim can vermiştir! Taşın bağnndan inci ve firuzeler çıkarmış, yemyeşil dalları kırmızı güllerle donatmıştır. Bir damla suyu buluttan denize düşürür gibi, erkekten alıp kadın rahmine düşürmüştür. O sudan parlak bir inci gibi servi boylu can vücuda gelmiştir.

Onu bilmeyen varlık yoktur, huzurunda açık-gizli aynı tondur. “Ol” em­riyle evren oluverdi. Evet uçsuz-bucaksız evreni, o yoktan var etti. Kudretiyle var’ı tekrar yok eder, alıp mahşerde buyur eder. Cümle âlem ilahlığında hem­fikirdir ve fakat onun mahiyetini bilmekte çaresizdir. Ne insanlar, büyüklüğü­nü; ne de gözler, vasıflarını anlayabilir! Ne Anka kuşu, zatının semasında uça­bilir; ne de akıl, zatının özünü açıklayabilir. Girdabında binlerce gemi batmış, ne ki hiçbirinin tek tahtası bile kıyıya vurmamıştır.

Gece-gündüz onun hakkında derin düşüncelere daldım. Bir ara dehşet kolumdan yakalayıp; “Kendine gel, evreni kuşatan bu yüce varlığı küçücük akimla nasıl anlayacaksın!” deyip beni uyardı. Evet anladım ki, zatını yine an­cak kendi bilir ve bu mahalde akla asla geçit yoktur.

Güzel söz söylemede Sehban’a yetişmek pekâlâ mümkün. Ancak eşsiz Sübhan’ın künhüne vakıf olmak ne mümkün! Nice büyükler; bu vadide epey at sürdü ve fakat en sonunda çaresiz düşüp dizginleri çekmek zorunda kaldı. Her yerde at süremezsin arkadaş! Kimi zaman kalkanı alıp kaçmak icap eder. Bu yolda giden kişi, sırra mahrem oldu mu, onu açığa vurması doğru olmaz. Zira mecliste sır kadehini alanın, aklı gider.

İki doğan vardır. Birinin gözleri dikili, diğerininse açık ve fakat kanatlan yanmıştır. Karun’un hâzinesine girenler bir daha çıkamamıştır. Akıllı insan, bu kan denizinden çekinir. Çünkü hiç kimse gemisini karaya çıkartamamıştır.

Her şeye rağmen ey bu yolda yürümek isteyen kişi! Önce seni geri getire­cek akıl atının sinirlerini tamamen çekiver. Sonra gönül aynasına sık sık bak ve her türlü dilekten adım adım ann! Kimbilir belki bu sayede ilahi aşkın ko­kusu seni kendinden geçirir ve elest bezmindeki yerini ararsın. İsteğince yü­rür, makamlan kat eder, muhabbet kanadıyla uçarsın. İşte tam da o makam­da sana “yakın” görünür. Böylece hayal perdeleri çekilir. Yüce Yaratıcıyla aran­da “celal” perdesi kalır. Akıl atma dur demenin vaktidir artık. Dur deyip onu dizginleyense hayrettir.

Bu birlik denizinde ancak dileyip çalışan kimse amacına ulaşır. Önderi ol­mayan ise yolunu şaşırıp kaybolur. Nitekim bu yoldan sapıp gidenler hep ze­lil ve perişan olmuşlardır. Hz. Peygamber’e muhalefet edenler, bu hain erekle­rine asla ulaşamayacaklardır.

Ey Sadî! Hz. Mustafa’nın izini sürmekten başka mutluluk yoluna girmek kesinlikle mümkün değildir!

Hz. Muhammed iyi huylu, güzel yaratılışlıdır. Kainatın kutlu nebisi, in­sanlara şefaatçidir. Peygamberlerin önderi, hak yolun rehberi, Cebrail’in va­hiy indirdiği güvenilir elçidir. İnsanlann şefaatçisi, kıyamet gününün efendisi­dir. Göklerin çemberi onun Tur’u olmuş, bütün nurlann kaynağı onda toplan­mıştır. Kuran ona inmiştir, bütün milletlerin kütüphanelerini bertaraf etmiştir. Tüm dünyayı güzel sözleriyle uyarmış, kılıcıyla ayı ikiye bölmüştür. Şöhreti tüm dünyayı sardı, Kisra’nın sarayları bir bir parçalandı. Kelime-i Tevhidin ilk harfi olan “lâ” deyip yüce dinini şerefli kıldı, Uzza putunu yıktı. Lat ile Uzza putlarını yıkmakla kalmadı, Tevrat’la İncil’in de hükmünü ortadan kaldırdı.

Bir gece Burak atma bindi, felekleri geçti, şan ve şerefte melekleri arka­sında bıraktı. Yüce Allah’ın göklerinde öyle hızlı at sürdü ki, Cebrail ancak Sidre’ye kadar varabildi. Peygamberimiz, Cebrail’in orada durduğunu görün­ce; “Ey güzel dost, niçin benimle gelmiyorsun?” diye sordu. Cebrail yumuşak bir dille; “Ya Muhammed, artık mecalim kalmadı. Bir adım daha gidersem ka­natlanın kül olacak. Buradan öteye geçemem artık ben. Senden başka geçeni de görmedim.” diye cevap verdi.

Böyle mübarek bir zatın ümmeti, ileride umarım isyanları yüzünden ce­henneme girmeyecektir. Zira Yüce Allah onu övmüş, yerlerle gökleri hizmeti­ne sunmuştur.

Ey Muhammed! Âdem balçıkta iken, sen vardın. Sen ki tüm yaratılmışların baş tacıydın. Ey tüm insanlığın kutlu elçisi hiçbir söz seni övmeye yetmez. Ey kainatın resulü, sana selam olsun. Uygun davranışlann ve güzel ahlakınla herkese rehber iken, bazılannın kıskançlıkları sana zarar vermez. Ben seni na­sıl öveyim ya Muhammed! Sen kâinatın gülüsün. Şerefine “Levlak” nidası, de­ğerine “Taha ile Yasin” sureleri yeter.

Bütün salat ve selam üzerine olsun.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Gülistan ~ Şirazlı Şeyh SadiGülistan

    Gülistan

    Şirazlı Şeyh Sadi

    Gülistan, şiirle nesrin ve öğütle iç konuşmanın iç içe geçtiği, şiirsel bir anlam bahçesidir. Sadinin tüm eserlerinde olduğu gibi Gülistanda da toplumcu ve ahlakçı...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur