Bak ne anlatacağım, diyorum karşımdaymışsın gibi ve sen gülmeye –yok lıkırdamaya– hazır bir yüzle bakıyormuşsun gibi. Belki de kuşkuyla bakacaksın çünkü son günlerde pek keyfin yoktu, beni dinliyormuş gibi yapıyordun ama aklın başka yerdeydi. Senin eski halini, her şeye boş veren, dünya umurunda değilmiş gibi lıkır lıkır gülüşünü, saçma sapan sorularını ve gölgeli muhabbetlerimizi çok özledim. Bu zorlama olacak, biliyorum, yine de denemek istiyorum.
1983’te yayımlanan ilk kitabı Pazar Güneşi’nden beri bize en olmayacak yerlerden, hiç beklemediğimiz zamanlardan, asla ummadığımız kişilerden bulup çıkarıverdiği öyküleri anlatan Cemil Kavukçu, Gölgeli Muhabbetler’de de hikâyesine kaldığı yerden devam ediyor.
Tek başına da ayakta duran ama birbirine sataşmadan da edemeyen, sonuna gelindiğinde okuyanı bir dostla vedalaşmış gibi hüzünlendiren öyküler bunlar.
Cemil Kavukçu, on yıllardır yazdıklarıyla genç yazarlara önemli bir ders veriyor: Öykü çok da uzakta değil.
CEMİL KAVUKÇU, 1951’de İnegöl’de doğdu. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü’nü bitirdi. Öyküleri, 1980’den bu yana çeşitli dergilerde yayımlandı. Patika adlı eseriyle 1987’de Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü, 1996’da Uzak Noktalara Doğru adlı öykü kitabıyla Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, 2009’da Angelacoma’nın Duvarları adlı anlatısıyla Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü, 2013’te de Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nü kazandı.
***
Meral, Melih, Aslı, Deniz için
***
İÇİNDEKİLER
GÖLGELİ MUHABBETLER
Berber ………………………………………………………………..15
Gölgeli ……………………………………………………………….21
Makasçı Kâmil …………………………………………………….29
Simitçi ……………………………………………………………….35
Vesikalık Fotoğraf ………………………………………………..41
Keşke …………………………………………………………………45
GEÇMİŞ GÜNLERDEN BİR TESELLİ
Boğazova …………………………………………………………….55
Dasbets Buluşması ……………………………………………….73
BERBER
Böyle antika tipler hep seni mi bulur, diyor gülmekten yaşaran gözlerini avuç içleriyle silerken. Bilmem, belki de ben onları buluyorumdur, diyorum. Laf olsun diye, düşünmeden söylüyorum bunu, yoksa kimse beni bulmadığı gibi ben de kimseyi aramıyorum. Anlattıklarımın inandırıcı olup olmaması umurunda değil, hikâyelerimin ya da anlatım biçimimin hoşuna gittiğini sanıyorum; ben de yiyecek bekleyen ağzı açık kuş yavrusuna dönüşen arkadaşımın bu halinin keyfini çıkarmak için sözü döndürüp dolaştırıyor, giriş taksimini uzun tutuyorum. Beni dinlerken Avcılar Atıcılar Kulübü’ndeymiş gibi hissettiğini söylemişti bir keresinde. Bu şu demekti: Atıyorsun ama dinletiyorsun. Doğrudan söylememişti de söylemiş gibi bakmıştı. Evet evet, onları sen buluyorsun, yani uyduruyorsun. Yanılıyor, uydurduklarım tek tük; örneğin “site içerisinde köpek dolaştırmak yasaktır” yazısını gördüğümde onun için bir değişiklik yapıp sırf güldürmek için, çünkü sürahiden bardağa su doldururken çıkan sese benzer biçimde lıkır lıkır gülmesi hoşuma gidiyor, “site içerisinde köpek gibi dolaşmak yasaktır” olarak değiştirmiştim. Bunun gerçekliğini sorgulamamış, böyle bir tabela varmış gibi uzun uzun lıkırdamıştı; inandığından değil, hoşuna gittiğinden. Bazen de şaşırtmayı seviyorum.
Ali Zaymer’i bilir misin, demiştim bir keresinde. O kim ya, demişti, önemli biri mi? Bir insan değil Ali Zaymer. Ne o zaman? Marka mı, firma mı? Başımı iki yana sallayıp hayır dedikçe daha da meraklanmıştı. Ama asla pes etmezdi. Buldum, demişti sonunda, bir ilaç! Babaannemin bir zamanlar içtiği Nevrol Cemal gibi ruh şurubu. Yaklaştın, demiştim, ilaç değil ama bir hastalık; herifin biri duvara ne yazmış biliyor musun: “Bir gülüşü var, ali zaymer olsam unutmam.” Süper, deyip lıkırdamış, kilolüfer gibi demişti. O ne lan? O da bir duvarda görmüş, eğik ve kötü bir yazıyla “kilolüfer tamircisi” yazıyormuş, altında da telefon numarası. Sözde bana anlatmış ama kendi daha çok gülmüştü: Kaç kilo lüfer abi?
Şimdiyse –gülmesine gülmüştü de– anlattığımı inandırıcı bulmamış, abartı dozunu kaçırmışım gibi bakıyordu. Oysa bu kez ne uydurmuş ne abartmış, her şeyi olduğu gibi anlatmıştım. Berbere gitmeyi sevmediğimi, hele sıra beklemekten nefret ettiğimi, saçım her uzadığında dükkânında müşterisi olmayan bir berber bulmak için dolaştığımı biliyor; bu nedenle de her tıraş sonrası ona anlatacağım, bire bin katacağım ya da uyduracağım hikâyelerim oluyor. Saatler olsun derken (“sıhhatler olsun”u böyle söylüyor) yüzünde dinleyeceklerine gülmeye hazır bir ifade oluşurdu hemen.
Bilirsin, berber dediğin geveze, biraz da palavracı olur, bazıları ise gevezenin gevezesi olur ki makastan çok çeneleri çalışır. Bir başka kusurları da kedi kadar meraklı olmaları. Özel hayatına sızmak için kırk takla atarlar; ne işlerine yarayacaksa, nereli olduğunu, ne iş yaptığını, evli olup olmadığını, kaç çocuğun olduğunu öğrenmek isterler; böylelerine yalan söylerim, bir keresinde kiralık katilim demeyi bile düşünmüştüm ama demedim tabii; tıraşını beğensem de böylelerine bir daha gitmem. Bu seferki gençten biri. Dükkânın önündeki taburede bir mucize bekliyormuş gibi oturan beyaz önlüklü, bezgin yüzlü, orta yaşlardaki adam patron ya da usta olmalıydı. Dükkâna geldiğimi, müşteri olduğumu anlayınca yerinden şöyle bir kıpırdanıp, ayağa kalkmak için değil, saygıdan da değil, ayıp olmasın diye kıpırdanıp, Buyurun, dedi. Hani lisedeyken öğretmen sınıfa girdiğinde ya da bir şey sorduğunda sıradan kalkmak ile kalkmamak arası zoraki doğrulurduk ya, öyle işte. Beni tıraş etmeye hiç hevesli değil. İçeride, ayna karşısında ayakta dikilmiş, eliyle saçlarına biçim vermeye çalışan genç kalfaya havale etti işi; öyle ya, dükkânına ilk kez geliyorum, onun devamlı müşterilerinden biri değilim. İyi de oldu, herifi hiç gözüm tutmamıştı; ulan esnaf mısın keyif pezevengi misin… Belki de her şeyden çok yorulmuş, kimseyi tıraş etmiyor, gün boyu kapının önünde o taburede oturuyor. Hoş geldin abi, deyip dönerli berber koltuğunu oturabilmem için hafif yana çevirdi genç kalfa. Tezgâhın altındaki dolaptan beyaz bir örtü çıkarıp halı silker gibi dükkânın ortasına doğru pat pat salladı. Bunlar racon bile değil, berber şablonu. Aynada göz göze geldik. Nasıl olsun abi? dedi. “Nasıl olsun?” der, sen tarif edersin ama o bildiğini okur. Kısalt, dedim. Tek sözcükle karşılık vermek bir mesajdı aslında, anlayana tabii. İlk izlenimim geveze biri olmadığıydı, hatta belki konuşkan bile değildi. Seçimimden ötürü kendimi kutladım. Bir sprey şişesinden başıma hafifçe su sıkıp parmak uçlarıyla masaj yapıyormuş gibi saçlarımı karıştırması, makası ve tarağı tutuşu yaşına göre hiç de acemi olmadığını gösteriyordu. Beni de müşterileri arasına dahil etmek için özenle çalışmaya başladı. Berber aynaları korkunçtur, bilirsin; baksan bir türlü bakmasan bir türlü. Genellikle kendimi ve berberi görmeyecek biçimde bakışlarımı sonsuza odaklayıp aynanın içinde kaybolurum. Saç kesimini bitirdikten sonra küçük bir aynayı başımın arkasına tutup ense tıraşımı göstermek isterler.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıGölgeli Muhabbetler
- Sayfa Sayısı96
- YazarCemil Kavukçu
- ISBN9789750762857
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Dağların Adamı Barnabo ~ Dino Buzzati
Dağların Adamı Barnabo
Dino Buzzati
İnsanın yalnızlıkla imtihanı Gazeteci, ressam ve hepsinin ötesinde ünlü romancı Dino Buzzatinin ilk romanı Dağların Adamı Barnabo ilk kez Türkçede Yazar, sembollerle dolu gerçeküstü...
- Hasret – Hasret En Büyük Esarettir ~ Canan Tan
Hasret – Hasret En Büyük Esarettir
Canan Tan
Gittin… Bir yemin kaldı aramızda Yarısı senin Yarısı benim… Hasret, izleri Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet öncesi döneme uzanan, gerçek yaşamdan alınmış kırık bir aşkın...
- Yaz Ortasında Ölüm ~ Yukio Mişima
Yaz Ortasında Ölüm
Yukio Mişima
Çocukluğun sımsıkı mühürlenmiş bir sandığı vardır. Genç insan bir gayret o sandığı açmaya çalışır. Kapağı açtığında içinin boş olduğunu görür. Bunun üzerine anlar ki,...