Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Güvercin
Güvercin

Güvercin

Patrick Süskind

Düzenli bir yaşam süren, içine kapanık, sıradan biri olan Jonathan Noel, yıllardır bir bankanın bekçiliğini yapmaktadır. Bütün işi banka müdürünü karşılayıp arabasının kapısını açmaktan…

Düzenli bir yaşam süren, içine kapanık, sıradan biri olan Jonathan Noel, yıllardır bir bankanın bekçiliğini yapmaktadır. Bütün işi banka müdürünü karşılayıp arabasının kapısını açmaktan ibarettir. Paris’te bir çatı katında yaşamakta, ileride bu katın sahibi olmayı hayal etmektedir. Ancak bir gün karşısına çıkan bir güvercin, bu sıradan insanın tekdüze yaşamını altüst edecektir.Patrick Süskind, dünyanın en çok satan romanları arasına giren Koku’nun ardından kaleme aldığı Güvercin adlı eserinde, bir şehir münzevisinin yaşamını konu alıyor. Koku’da canavar ruhlu bir dâhinin fantastik dünyasını gözler önüne seren Süskind, bu kez, bir güvercinin, son derece sakin ve tekdüze bir yaşamı nasıl kargaşaya dönüştürdüğünü işliyor.

Bir gün içinde hayatını allak bullak eden o güvercin işi başına geldiğinde Jonathan Noel, ellisini aşmış bulunuyordu, tam bir olaysızlık içinde geçen rahat yirmi yıllık bir süreyi gerisinde bırakmıştı ve artık karşısına, günün birinde gelecek olan ölümden başka, önemli herhangi bir şey çıkabileceği aklının ucundan bile geçmezdi. Bundan da çok hoşnuttu. Çünkü olayları sevmezdi, hele insanın iç dengesini sarsan, dış yaşam düzeniniyse karmakarışık eden olaylardan bayağı nefret ederdi. Böyle olayların çoğu Tanrı’ya şükür çok gerilerde, çocukluk ve gençlik yıllarının loşluğunda kalmıştı, bunları hatırlamayı hiç mi hiç sevmezdi, hatırlayacak olursa da derin bir rahatsızlık duyardı: Örneğin Charenton’da bir öğle sonrası, 1942 Haziranı’nda, balık tutmaktan eve döndüğü sıra –fırtına çıkmıştı o gün, yağmur yağmıştı, uzun süren bir sıcağın ardından, eve dönerken pabuçlarını çıkarmıştı, çıplak ayaklarıyla sıcak, ıslak asfaltta yürümüş, su birikintilerine dalmıştı…– evet, balık tutmaktan eve dönmüş, mutfağa koşmuştu, annesini orada yemek pişirirken bulacağını düşünerek, ama kadın orada değildi artık, yalnız önlüğüydü olan, sandalyenin arkalığına asılı.

Annen gitti, demişti babası, uzun bir süre için yolculuğa çıkması gerekti. Götürdüler, demişti komşu­lar, önce Vélodrome d’Hiver’e1 götürdüler, sonra Drancy’ deki kampa, sonra da doğuya yolculuk, oradansa kimse gelmez bir daha. Jonathan bu olaydan hiçbir şey anlamamıştı, hepten kafasını karıştırmıştı olay, birkaç gün sonraysa babası da kaybolmuştu, Jonathan ile küçük kız kardeşi birdenbire kendilerini güneye giden bir trende bulmuşlar, geceleyin hiç tanımadıkları birtakım adamlar tarafından bir çayırdan sürüklenip, sonra bir ormandan geçirilip yine, güneye giden başka bir trene bindirilmişler, çok, akıl almayacak kadar çok gitmişler, şimdiye kadar hiç görmedikleri bir amca, Cavillon’da kendilerini istasyondan alıp Duranc vadisindeki Puget köyüne yakın çiftliğine götürmüş, orada savaş bitene kadar saklamıştı. Sonra sebze tarlalarında çalıştırmıştı onları. Ellili yılların başlarında –Jonathan sürdüğü tarım işçisi yaşamından hoşlanmaya başlamıştı– amcası askere gitmek için başvurmasını istedi, Jonathan da söz dinleyerek üç yıllığına görev aldı.

İlk yıl bütün uğraşı, sürü ve kışla hayatının iğrençliklerine alışmak oldu. İkinci yıl gemiye bindirilip Çinhindi’ne gönderildi. Üçüncü yılın en büyük bölümünü ayağında bir silah yarası, bacağında bir silah yarası ve amipli dizanteriyle revirde geçirdi. 1954 baharında Puge’e döndüğünde kız kardeşi yok olmuştu, Kanada’ya göç etti, dendi. Amcası şimdi de, Jonathan’ın vakit geçirmeden evlenmesini istiyordu, hem de komşu köy olan Lauris’den, Marie Baccouche adlı bir kızla; kızın daha yüzünü bile görmemiş olan Jonathan ise uslu uslu ona söyleneni yaptı, hatta isteyerek yaptı, çünkü, her ne kadar evliliğin nasıl bir şey olduğunu ancak pek kaba çizgileriyle tasarlayabiliyor idiyse de, özlediği tek şey olan o tekdüze dinginliğe, olaysızlığa sonunda bu yoldan kavuşabileceğini umuyordu ya. Ama daha dört ay sonra Marie bir oğlan doğurdu, aynı yılın sonbaharında da, Marsilya’dan gelen Tunuslu bir sebzeciyle kaçtı. Jonathan Noel bütün bu olup bitenlerden, insanlara güvenilmeyeceği, huzur içinde yaşayabilmenin ancak onları kendinden uzak tutmakla olabileceği sonucunu çıkardı.

Üstelik şimdi bir de köyde alay konusu olduğundan –ki onu rahatsız eden alayın kendisi değil, bu nedenle herkesin dikkatini çekmesiydi– ömründe ilk olarak kendi başına bir karar verdi: Crédit Agricole’e1 gitti, biriktirdiği bütün parayı çekti, bavulunu toplayıp Paris’e yollandı. Sonra iki kere talihi yüzüne güldü. Sèvres Sokağı’ndaki bir bankada bekçilik işi buldu, bir de kalacak yer, Planche Sokağı’nda bir apartmanın altıncı katında, chambre de bonne2 denen türden bir barınak. Odaya avludan sonra dar servis merdiveninden çıkıp ince, tek bir pencerenin şöyle böyle aydınlattığı bir koridoru geçerek ulaşılıyordu. Kapıları gri boyalı, numaralanmış iki düzine odacık vardı bu koridora bakan, en sonda da 24 numara, Jonathan’ın odası. Uzunluğu üç metre kırk santim, genişliği iki yirmi, yüksekliği iki elli, tek konforu bir yatak, bir masa, bir sandalye, bir elektrik ampulü, bir de elbise askısı olan, başka hiçbir şeyi olmayan bir oda. Ancak altmışlı yıllarda elektrik hatları bir ocakla bir soba bağlanabilecek biçimde güçlendirildi, su boruları döşenerek her odaya ayrı bir lavaboyla elektrikli su ısıtıcısı kondu.

O zamana kadar çatı katının bütün sakinleri, eğer yasak dinlemeyip birer ispirto ocağı bulundurmuyor idiyseler, soğuk yemek yiyip soğuk odalarda uyur çoraplarını, birkaç parça kap kacaklarını ve kendilerini soğuk suyla, koridorda, ortak helanın yanındaki tek lavaboda yıkarlardı. Bütün bunlar Jonathan’a dokunmuyordu. Aradığı şey rahat değil, yalnız ve yalnız kendisinin olan, onu hayatın hoş olmayan sürprizlerinden koruyan ve içinden bir daha kimsenin kovamayacağı, güvenli bir barınaktı. 24 numaralı odaya ilk girdiğinde de hemen anlamıştı: Burası, hep istediğin yer aslında burasıymış, burada kalacaksın. (Tıpkı bazı erkeklerin, şimdiye kadar hiç görmedikleri bir kadının hayatlarının kadını, sahip olacakları ve ömürlerinin sonuna kadar yanında kalacakları kadın olduğunu sözümona yıldırım düşer gibi anlayıverdiklerini ileri sürdükleri, adına ilk bakışta âşık olmak denen o yaşantıları gibi.) Jonathan Noel, bu odayı ayda beş bin eski frank1 karşılığında tuttu, buradan her sabah yakındaki Sèvres Sokağı’na yürüdü, akşamları ekmek, sucuk, elma, peynirle buraya döndü, burada yemeğini yedi, uyudu ve mutlu oldu. Pazar günü hiç mi hiç terk etmedi odasını, temizledi, yatağına temiz çarşaflar yaydı.

Böylece sakin ve hoşnut bir hayat sürdü, yıllar yılları, onyıllar onyılları kovaladıkça. Belirli, dış nitelikte değişmeler oldu bu arada, örneğin kira olarak ödediği para, kiracıların cinsi. Ellilerde öbür odalarda daha birçok hizmetçi kız, yeni evli çiftler, birkaç da işçi emeklisi oturuyordu. Sonraları, İspanyolların, Portekizlilerin, Kuzey Afrikalıların gittikçe daha sık taşınıp sonra gene ayrıldıkları görülür oldu. Altmışların sonlarında öğrenciler çoğunluktaydı. En sonunda yirmi dört odanın hepsi kiraya verilemez oldu. Çoğu boş duruyor ya da alt katlardaki ekâbir dairelerinde oturan sahiplerince tavan arası ya da gerektikçe misafir yatak odası olarak kullanılıyordu. Jonathan’ın 24 numarası yıllar geçtikçe ötekilerden daha konforlu bir yuva haline geldi. Kendine yeni bir yatak almış, bir dolap yapmış, yedi buçuk metrekarelik döşemeyi gri bir halıyla döşemiş, pişirme-yıkama köşesini güzel, kırmızı, su geçirmez, cilalı bir duvar kâğıdıyla kaplamıştı.

Bir radyosu, televizyonu, bir de ütüsü vardı. Yiyeceklerini artık torba içinde pencereden sarkıtmıyor, lavabonun altındaki minicik buzdolabına koyuyordu, böylece artık en sıcak yazlarda bile ne tereyağı eriyor ne jambonu kuruyordu. Yatağın başucuna bir raf asmıştı, tastamam on beş kitap duruyordu burada, üç ciltlik bir tıp cep sözlüğü, Cromagnon insanı, Bronz Çağı’nda döküm tekniği, Eski Mısır, Etrüskler ve Fransız Devrimi üzerine resimli birkaç güzel kitap; bir yelkenli gemiler, bir bayraklar, bir tropik hayvanlar dünyası kitabı Baba Alexandre Dumas’nın iki kitabı, SaintSimon’un anıları, türlü yemekler üzerine bir yemek kitabı, “Küçük Larousse” ve “Bekçi ve Koruyucu Personel için Hizmet Tabancasının Kullanımıyla İlgili Hükümler Özellikle Göz Önünde Tutularak Hazırlanmış– Elkitabı”. Yatağın altında bir düzine şişe kırmızı şarap, aralarında 1998 yılındaki emeklilik günü için sakladığı bir şişe Château Cheval Blanc grand cru classé bulunuyordu.

İyice düşünülmüş bir elektrik ampulleri sistemi Jonathan’ ın, odasının üç ayrı yerinde –yatağının ayakucunda, başucunda ve küçük masasında– ışık gözünü kamaştırmadan ve gazetesine bir gölge düşmeden oturup okumasına olanak veriyordu. Tabii edindiği bu birçok eşyadan dolayı odası daha da küçülmüştü, hani içeriye doğru büyümüş denebilirdi, fazla sedef bağlamış bir midye gibi, hem de çeşitli düzenekleri donanımlarıyla, basit bir chambre de bonne’dan çok gemi kamarasına ya da lüks bir yataklı vagon kompartımanına benziyordu artık. Ama en temel niteliğini aradan geçen otuz yıl boyunca korumuştu: Oda, Jonathan’ın güvenli adasıydı bu güvensiz dünyada ve öyle kalmıştı, sıkı sıkı sarılabileceği tutamağı, sığınacağı köşe, sevgilisi olarak kalmıştı, evet sevgilisi, çünkü akşamları döndüğünde onu sevecenlikle sarmalıyordu bu sevgili; küçük odacığı, onu ısıtıp koruyor, bedenini de ruhunu da besliyordu, ihtiyaç duyduğunda hep oracıktaydı, bırakıp gitmiyordu.

Bu sevgili gerçekten, güvenilir olduğunu kanıtlamış tek şeydi hayatında. Bunun için de ondan ayrılmayı bir an bile olsun düşünmemişti, şimdi de, ellisini aştığı, ona ulaşmak için bir sürü merdiveni çıkmaktan zaman zaman azıcık yorgunluk duyduğu, üstelik aldığı maaşın ayrı mutfağı, ayrı helası, banyosu olan, doğru dürüst bir daire tutmasına elvereceği şu sıra bile düşünmüyordu. Sevgilisine sadık kalıyordu, hatta onu kendine, kendini ona daha da sıkı bağlamak üzereydi. İlişkilerini hiçbir zaman sarsılmayacak bir hale getirmek, yani onu satın almak istiyordu. Madam Lasalle, ev sahibi ile sözleşmeyi yapmıştı bile. Elli beş bin yeni franktı sevgilinin fiyatı. Kırk yedi binini ödemişti. Kalan sekiz bin frankın vadesi yıl sonundaydı. O zaman sonuçta kendisinin olacaktı sevgilisi ve artık dünyada hiçbir şey ayıramayacaktı onu, Jonathan’ı, ve sevgili odasını birbirinden, ölüm ayırana kadar. Buydu durum 1984 Ağustosu’nda, bir cuma sabahı, güvercin olayı olduğunda.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Bir Çatışma ~ Patrick SüskindBir Çatışma

    Bir Çatışma

    Patrick Süskind

    Paris’teki Lüksemburg Bahçeleri’nde usta yaşlı satranç oyuncusuyla kimsenin tanımadığı amatör genç oyuncunun girdiği heyecan ve gerilim dolu müsabaka giderek “bir çatışma”ya dönüşür. Oyunu kazanmak...

  2. Kontrbas ~ Patrick SüskindKontrbas

    Kontrbas

    Patrick Süskind

    Koku romanı kült bir eser haline gelen Patrick Süskind, bu defa notaların dünyasına girmiş; bir kontrbasçının öyküsünü, ses tonu giderek yükselen bir monolog biçiminde...

  3. Herr Sommer’in Öyküsü ~ Patrick SüskindHerr Sommer’in Öyküsü

    Herr Sommer’in Öyküsü

    Patrick Süskind

    Çağdaş Alman edebiyatının önde gelen yazarlarından Patrick Süskind, bu kitabında, büyümekte olan bir çocuğun gözüyle dünyanın ve insanlığın fotoğrafını çekiyor sanki. Bir çocuk, dünyayı...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Herkes Kadar ~ Behçet ÇelikHerkes Kadar

    Herkes Kadar

    Behçet Çelik

    Olmayacak şey, Ağbim aradı akşamüstü. “Akşam size geleceğiz,” dedi, evde miyiz, değil miyiz, sormadan. Niye geleceğini kestirdiğim için sesimi çıkartmadım. Sesi donuktu; hal hatır...

  2. Miras ~ Miguel BonnefoyMiras

    Miras

    Miguel Bonnefoy

    Fransa’daki bağları amansız bir salgınla kuruyup giden bir bağcı sağ kalan son asma kökünü cebine koyar ve onu California’ya taşımasını umduğu gemiye biner. Fakat...

  3. Ah Be Melek ~ Müge İplikçiAh Be Melek

    Ah Be Melek

    Müge İplikçi

    “Ah be dünya!” Gökyüzünde bir melek, ovaların, dağların, nehirlerin üzerinden geçiyor; kentleri dolduran insan kalabalığına takılıyor gözü. Yeryüzündeki melekleri seyrediyor, hüzünden deliliğe, delilikten hüzne...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur