Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Harmattan
Harmattan

Harmattan

Gavin Weston

Gençlik yıllarında Batı Afrika’da öğretmenlik yapan Gavin Weston’un Nijer’de geçirdiği günlerden esinlenerek kaleme aldığı Harmattan’da küçük bir kız çocuğunun büyüme sancılarını anlatılıyor. Ve tabii…

Gençlik yıllarında Batı Afrika’da öğretmenlik yapan Gavin Weston’un Nijer’de geçirdiği günlerden esinlenerek kaleme aldığı Harmattan’da küçük bir kız çocuğunun büyüme sancılarını anlatılıyor. Ve tabii ki Afrika’nın sancıları…

Haoua, Nijer Cumhuriyeti’nin kuş uçmaz kervan geçmez köylerinden birinde yaşayan küçük bir kızdır. Annesi ve anneannesinin sevgisiyle sarılıp sarmalanarak büyümüş, meraklı ve zeki bir çocuktur. Basit bir köy yaşamı ekseninde akıp giden hayatı, çok uzaklardaki bir ailenin desteğiyle değişir. Okuma yazmayı öğrenen Haoua kendisine eğitim desteği veren İrlandalı ailenin ikiz kızları ve babasıyla mektuplaşmaya başlar. Artık dünyayı görmenin, başka ülkelere gitmenin hayalini kurmaktadır. Doktor mu olsun, öğretmen mi kararsızdır. Öğretmeni ve eğitim programının eğitim danışmanı bu öğrenmeye hevesli, zeki çocuğu takdir ve teşvik eder. Ne var ki ufukta kara bulutlar belirmiştir; fırtına kopmak üzeredir. Nijer Cumhuriyeti iç karışıklıklarla çalkalanmaktadır. Devlet, maaşları ve yükseköğrenim burslarını ödemeyi durdurmuş, bunun yarattığı hoşnutsuzluk, ülkenin pek çok yerinde isyanlarla kendini göstermeye başlamıştır. Aile, Abdelkrim’in güvenliği için endişelenirken, annenin sağlığı da hızla kötüleşir. Köyde, babasının ikinci bir eş almak istediği söylentileri dolaşmaktadır. Anne tedavi için başkente götürüldükten sonra, babanın tutumu iyiden iyiye değişmeye başlar.

Haoua eğitimini sürdürmeyi ve hayal ettiği gibi dünyayı görmeyi başarabilecek midir? Yoksa yaklaşan fırtına onu da önüne katıp bambaşka bir hayata mı sürükleyecektir?

Adını Sahra Çölü’nden Batı Afrika’ya doğru esen kuru ve tozlu rüzgârlardan alan Harmattan’da küçük bir kızın umutlarını gerçekleştirmek için verdiği büyük mücadeleyi çok canlı bir Afrika atmosferi yaratarak sergilemiş Weston.

Çevirmenin Notu

Harmattan’ı çevirirken ülkenin kültürüne ve gündelik yaşamdaki alışkanlıklara ilişkin bir gösterge olarak algıladığını için yazarın Fransızca yazmayı tercih ettiği kısımları olduğu gibi korumayı yeğledim,- anlamları sözlükte verilmiştir. Ancak Madam Matmazel ve Mösyö sözcüklerini, Türkçe’de de bu biçimde kullanılabildikleri için, Türkçe yazdım. Kitapta sık geçen compound” sözcüğüne karşılık olarak, çöldeki köy evlerinin içinde bulunduğu alan için kullanıldığında durumlarda “çevirme” şehirdeki evler söz konusu olduğunda “avlu” sözcüğünü kullandım. İkisi için de “bahçe” sözcüğünün kullanılması her iki durumda da yanıltıcı bir imge oluşturabilirdi. Kitapta sıkça kullanılan bir başka edim ise Türkçe’ye dişlerini emmek olarak çevrilebilirdi. Batı Afrika’da bizdeki cık cık etmeye karşılık gelen bu fiilde dil üst dişlerin arkasına dayanır, dişlerin arasından uzunca bir nefes çekilir ve sonra dil şaklatılır. Bu fiili Türkçe’deki “cık cık etmek” olarak çevirmeyi yeğledim. Romandaki kimi özel isimler Türkçe’de de bulunmalarına rağmen (Haoua/Havva, Adamou/Adem, Moussa/Musa vb.), bütün özel isimleri Türkçeleştirmek söz konusu olamayacağından, bütünlüğün korunması için orijinaldeki gibi yazılmışlardır.

Harmattan’ı. Sahra Çölü’nden Batı Afrika’ya doğru esen kuru ve tozlu rüzgâra verilen isim (Arapça yasak yahut mekruh sayılan şey anlamına gelen haram sözcüğünden türemiştir).

Dipnotlarda dil kısaltmaları aşağıdaki gibi kullanılmıştır:

Ar: Arapça Fr: Fransızca

Ng: Nijerce (Djerma, Hausa vd.)

Ramatou Hassane için

Önsöz

NİAMEY Ocak 2000

Ellerimin değdiği zemin serin. Keşke o serinliği yüzümde de (hissetseydim. Ama yanaklarım alev alev; döktüğüm sıcak gözyaşları ilkin yerde minik kraterler oluşturuyor, sonra toprak onları emiyor ve sonsuza kadar yok ediyor.

Gözyaşlarımın bir dev gibi yarattığı küçük yerşekillerinin üzerine çömeliyorum. Zonklayan sol kulağımın acısını dindirmek için sallanıyorum, öne, arkaya, öne, arkaya. Başımı bir yana eğiyorum, kulağımı avucumla kapatıp yerdeki minik vadi ve tepelerin üzerinde, tekrar tekrar, büyük ve parlak bir uçak gibi salınıp süzülüyorum.

Annem ve Fatima’yla yaptığım yürüyüşleri düşünüyorum, bu eve, bu şehre gelmeden önce.

Çıkar, Wadata’nın dışına, çalılıklara yürür ve atalarımızın mezarlarının olduğu platoya tırmanırdık.

Kimi zaman annem ağlardı. Fatima dönüş yolunda çoğu zaman yorulurdu, annemle nöbetleşe sırtımızda taşırdık. Neredeyse benim kadar ağırdı ama aldırmazdım. Annem Fatima düşmesin diye pagnemi* güzelce bağlardı.

“Sen iyi bir evlatsın Haoua” derdi, öyle gururlanırdım ki Platonun ötesinde, güçlü Sahel** rüzgârlarının önüne kattığı tozlar dalgalı bir kızıllık denizine taşınırdı.

Bu devasa kum dalgalarından birinin zirvesini aşmayı başarıp kuzeye doğru bakacak olsanız, bütün göreceğiniz birbiri ardına dizilmiş, baobab ağaçlarından bile yüksek, kızgın, kızıl kumullar olurdu. Çöl çok güzeldir ama bir gün okyanusu da görmek isterdim. Babam bana gerçekten de bir Kızıl Deniz var derdi eskiden ama artık ona inanmıyorum.

Doodi bana vurduğunda hâzinelerime bakıyordum. Sırtım kapıya dönük olduğundan geldiğini görmedim. Moussa’nın beni onunla ve Yola’yla tanıştırdığı ilk andan beri benden nefret ettiğini hissettim. Yola benden nefret etmiyor, bundan eminim ama Doodi’nin gözleri durgun kuyulara benziyor.

Güzelim fotoğraflarım paramparça, bumburuşuk dağılmış odaya. Çoğu parçalarını bir araya getirmeden ne fotoğrafı olduğu bile anlaşılamayacak kadar kötü durumda. Ötede, pencerenin yanında yırtık bir kartpostal parçasının üzerinde bir teknenin pruvasını seçebiliyorum. Beride, sevgili abim Aldelkrim’in bir şipşakçıda çekilmiş askeri üniformalı fotoğrafının ezilmiş kalıntıları, harap halde kapının yanında duruyor: Kafası kopmuş, görünürlerde yok. Minik fotoğraf kâğıdı parçaları sandalyenin, yatağın, hasırın üzerine saçılmış. O fotoğraf bana annemden yadigârdı.

Bir elimi dikkatle Moussa’nın sandalyesinin üzerine koyuyorum ve ötekiyle kaburgalarımı tutarak, yavaşça sırtımı dikleştiriyorum. Dar bir gün ışığı huzmesi yüzüme geliyor ve gözlerimi kaçırmak için başımı birden arkaya atınca, vücuduma yakıcı bir sancı saplanıyor.

Yola geliyor. Benden büyük, yirmilerinde olmalı ama Doodi’den çok genç. “Doodi burayı temizleyeyim diye yolladı” diyor. Gözleri sözlerinin soğukluğunu yalanlıyor ve bana yardım edebilmeyi dilediğini biliyorum. Ortalığı toplamak için zorla eğiliyor ve üç aydır burada olmama rağmen ancak o zaman Moussa’nın çocuğunu taşıdığını idrak ediyorum. Ortalığı toplayıp yatağın üzerine yırtık kâğıtlardan küçük bir yığın yapıyor. İşini bitirince yüzünde gülümsemeye çok yakın bir ifadeyle bir an bana bakıyor. Parçaları faraşa dolduruyor, odadan çıkmak üzere dönüyor, sonra duraklayarak kartpostalın büyük parçalarından birçoğunu ve abimin sadece bükülmüş gövdesinin kaldığı resmi bana uzatıyor. Bu küçük jesti için teşekkür etmek için ağzımı açıyorum ama kupkuru, hiç ses çıkmıyor. Yola’nın gidişini izlerken, Doodi’nin gazabını onun da hissettiğini anlıyorum.

Ortalık sakinleşince, sol dizimi oynatıyorum ve yerden parçaları toplanan fotoğraflarımın en değerlisini alıyorum. Sahip olduğum fotoğraflardan geriye hepi topu, yırtık bir kartpostal, abimin başsız gövdesinin görüntüsü ve sakladığım fotoğrafla birlikte, bu kaldı. Üzerindeki tozları üflemek için harap fotoğrafı ağzıma yaklaştırıyorum. Karşımda gülümseyen iki anasara* çocuğunun yüzü her nasılsa bana güç veriyor ve zar zor doğrulup sandalyeye oturuyorum. Çıplak ayağımla, ağabeyimin yüzünü bulur muyum diye beyhude bir çabayla, deli gibi toprağı tarıyorum. Ama Yola görevini layıkıyla yerine getirmiş, tek bir parça bile yok.

Biraz soluklanınca buruşturulmuş fotoğrafları ve parçaları dikkatle dizime koyuyor ve düzeltmeye çalışıyorum. Tanıdık pembemsi yüzler eski dostlar gibi; oysa bu çocukları aslında ne gördüm ne de konuştum onlarla. Katie ve Hope. Fotoğrafta bir tür bahçede duruyorlar. El örgüsü, parlak renkli şapkalarının altından tuhaf, neredeyse altın rengi saç tutamları çıkıyor ve verdikleri nefesin soğuk havada yarattığı hayaletimsi buhar, mutlu yüzlerini çevreliyor. Biri (Katie sanırım) eldivenli elini fotoğrafı çeken kişiye doğru uzatmış. Avucunda bir kartopu var! (Daha önce-okulumuzda Mösyö Boubacar’ın güzel kitaplarında-uzak yerlerdeki dağları örten, soğuk, temiz ve Solani’den* bile beyaz karların fotoğraflarını görmüştüm). Çocukların arkasındaki yüksek ve sık bir çitin üzerindeki girintilerde de kar birikmiş. Daha da geride, bir tepenin üzerinde, kuleli, gri, devasa bir taş bina var. Binanın yanında siluetleri neredeyse arkadaki beyaz renkli gökyüzüne düşmüş cılız ağaçlar. Yukarıda, sağ üst köşede, siyah bir kuş uçuyor.

Bina bana yine Mösyö Boubacar’ın kitaplarında gördüğüm Niamey ve Agadez’deki büyük camileri hatırlatıyor biraz. Okulumu, Mösyö Boubacar’ı ya da arkadaşım Miriam’ı düşünmemem gerek. Moussa artık bir kadın olduğuma göre bütün bunları geride bırakmam gerektiğini söylüyor.

Katie ve Hope’un fotoğrafını elimden geldiğince düzelttikten sonra, kartpostalı aldım. Doodi’nin gazabına uğramadan önce çok güzeldi. Anasara arkadaşlarım kartpostalın arkasına kendi harfleriyle resimdeki yerin adının Portaferry ve evlerine en yakın köy olduğunu yazmışlardı. Parçaları bir araya getirmeye başlayınca, resmin dörtte birinin eksik olduğunu anlıyorum. Yine de koyu mavi bir denizin üzerindeki parlak renkli ahşap tekneleri ayırt edebiliyorum. Büyük bir okyanustan ziyade epey küçük bir deniz olmalı çünkü ötesinde bir başka memleketin dağlarını görebiliyorum, Katie ve Hope’un fotoğrafındakinden çok daha mavi bir gökteki pofuduk beyaz bulutların altında mavi-yeşil dağlar uzanıyor.

Mösyö Boubacar, bir keresinde, bana Katie ve Hope’un yaşadığı İrlanda’nın haritasının da içinde bulunduğu harika bir kitap göstermişti.

İrlanda öyle küçük görünüyordu ki, orada birilerinin yaşadığına inanmakta zorlanmıştım. Başka bir sayfada, Afrika öylesine kocamandı -ve Nijer, Afrika kıyılarından öylesine uzak- ki günün birinde okyanusu görebileceğim konusunda kuşkuya düşmüştüm. Ama Mösyö Boubacar her şeyin mümkün olduğunu söylemişti. Kendisi çok gezmiş,- Benin’e, Burkina Faso’ya, Fildişi Sahili ne ve Liberya’ya gitmişti,- onun sözlerinden şüphe duymam için sebep yoktu.

Bütün bunlar on ikinci doğum günümden önceydi.

Bay N. Boyd                            Haoua Boureima

Üye No: 515820                      Çocuk referans no: NER 2726651832

Ballygowrie Co. Down      Vision Corps International

Kuzey İrlanda                           Tera Bölgesi Geliştirme Programı eliyle

PK 11504 Niamey

Nijer Cumhuriyeti Batı Afrika

10 Nisan 1995

Sevgili Destekçimiz,

Günaydın! Ben desteklediğiniz kız çocuğuyum ve yeni çocuğunuz olmaktan dolayı çok mutluyum. Annemle babam da bu sebeple size selam ve saygılarını yolluyorlar. Onlar da çok mutlu. Mektubunuzu ve güzel fotoğrafınızı almaktan çok mutlu oldum. Size ve ailenize çok teşekkür ederim.

Allah sizden razı olsun.

Biz bir köyde yaşıyoruz, adı Wadata. Briketten yapılmış bir evimiz var. Ülkemizde hava çok sıcaktır. Fatima adında, iki yaşında bir kız kardeşim, Adamou adında on yaşında bir erkek kardeşim ve Abdelkrim adında büyük bir abim var. Babam akdarı ve süpürge darısı yetiştirir. Annem ev kadınıdır. Bamya ve yerfıstığı yetiştirir.

Şimdi okula gidiyorum ama daha ilkokuldayım. Dünya arkadaşlarımız sayesinde döner.

Bazı arkadaşlarım ülkemizin (Nijer Cumhuriyeti) haritasını yapmak için bana yardım ettiler. Resim yapmayı çok seviyorum. Ailem de size selamlarını yolluyor. Bana bu mektubu yazmam için danışmanım Richard Houeto yardım etti.

Sevgilerimle,

Çocuğunuz Haoua (8 yaşında)

HARİTA + PARMAK İZLERİ!!!

Katie ve Hope’un adlarını ilk defa, Sushie adlı bir anasara  hemşire, günün birinde annemle babamı ziyarete geldiği zaman ‘duydum. Sekiz yaşıma yeni girmiştim ve daha önce hiç anasara görmemiştim. Sushie güçlü, uzun boylu ve şıktı, iri beyaz dişleri ve kahverengi dalgalı saçları vardı, saçlarını örmemiş, dağınık bir topuz halinde toplamıştı. Yüzünün solgunluğu ilkin beni rahatsız etse de çok geçmeden onu güzel bulmaya başladım.

Bana seslendiğinde evimizin önünde akdarı öğütüyordum. Djerma dilinde “Ira ma wichira bani” diye seslenmiş, “Annen burada mı?” diye sormuştu. Olduğum yere çakılıp kalmama sebep korku değil, karşımda duran yaratığın tuhaflığıydı.

Büyük beyaz dişleri güneşte ışıldayarak gülümsemiş ve halkımın “Eee, sonra?” demek istediklerinde kullandığı ve söze gerek bırakmayan bir el hareketi yapmıştı,- sağ elini ayası aşağı gelecek şekilde yavaşça sola doğru hareket ettirdikten sonra çevirmiş ve ayası dışa bakacak şekilde, kendi ağırlığıyla aşağı…

———————————————————————————–

1-      Fr. Vücuda sarılarak kullanılan bir tür giysi, (ç.n.)

2-    Ng. Afrika’nın Sahra Çölü ve savanlar arasında kalan yarı kurak bölgesi, (ç.n.)

3-   Ng. Yabancı/beyaz, (ç.n.)

4-   Ng. Bir süt ürünleri markası, (ç.n.)

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Aşk ve Gurur ~ Jane AustenAşk ve Gurur

    Aşk ve Gurur

    Jane Austen

    Kibir ve gururu dize getirebilecek tek gerçektir, AŞK… Klasik dönem romanları arasında önemli bir yere sahip olan Aşk ve Gurur, 18. yüzyıl İngiltere’sinde geçen...

  2. İmamın Öldürülüşü ~ Cardiff Marney/ Barney Desaiİmamın Öldürülüşü

    İmamın Öldürülüşü

    Cardiff Marney/ Barney Desai

    Güney Afrika ırkçı yönetimi tarafından öldürülen imam Abdullah Harun’un sürükleyici ve ibret verici romanı. “…Yaralarım sızlıyor, artık bu eza ve cefaya dayanasım kalmadı. Ey...

  3. İlk Gece ~ Marc Levyİlk Gece

    İlk Gece

    Marc Levy

    “Bellekler tablasını parçalara ayırdım, parçaları grupların etkili ve bilge kişilerine emanet ettim…” On beş yıl sonra karşılaştılar… İki eski sevgili Keira ve Adrian. İkisi...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur