Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İnsanın Huzur Arayışı
İnsanın Huzur Arayışı

İnsanın Huzur Arayışı

Ferhat Kardaş

Mutluluk üzerine yapılan araştırmalar son zamanlarda hiç olmadığı kadar çoğalmış durumda. İnsanlar her fırsatta mutluluk denilen şeyi tatmak ve bunu kalıcı hale getirmek istiyor….

Mutluluk üzerine yapılan araştırmalar son zamanlarda hiç olmadığı kadar çoğalmış durumda. İnsanlar her fırsatta mutluluk denilen şeyi tatmak ve bunu kalıcı hale getirmek istiyor. Çoğu insan da acıları, zorlukları, engelleri, olumsuzlukları hayatının dışında tutarak büyük mutluluk ödülüne ulaşmanın peşinde. Bütün bu çabaya rağmen mutlu değiliz ve ruhsal patolojilerimiz giderek çoğalıyor. Psikiyatri kitaplarına sürekli yeni psikolojik rahatsızlıklar ekleniyor. Depresyon, kaygı, yeme bozuklukları, intiharlar, bağımlılık, cinsel sorunlar, alkolizm, yalnızlık, düşük benlik saygısı, kumar bağımlılığı gibi sorunlar hiç olmadığı kadar fazla ve hızla artmaya devam ediyor. Mutluluk meselesi söz konusu olunca yanlış yerde yanlış şeyi aramak, insanın trajedisini derinleştiriyor sadece. Sahip olduğu hiçbir şeyle yetinmeyen insan can sıkıntısının, çaresizliğin, umutsuzluğun pençesine düşüyor.

Oysa bütün zorluklara, acı ve imtihanlara rağmen güzele ulaşmak, iyi hissetmek mümkün. İhtiyaç duyduğumuz, aradığımız şey hazza dayanan hedonik bir mutluluk değil; sakinliğe, dinginliğe, kabullenmeye dayanan bir iç huzurudur. Mutluluğu değil, huzuru aramamız gerekiyor aslında.

Doç. Dr. Ferhat Kardaş’tan alışılmış örneklerden farklı, mutluluk ve huzur arayışını odağına alan değerli bir çalışma İnsanın Huzur Arayışı…

MUTLULUĞUN ÖTESİ

Mutluluk araştırmaları son zamanlarda hiç olmadığı kadar çoğalmış durumda. İnsanlar bulabildikleri her türlü vesileyle mutluluk denilen şeyi tatmak ve bunu kalıcı hale getirmek istiyor. Çoğu insan da acıları, zorlukları, engelleri, olumsuzlukları hayatının dışında tutarak büyük mutluluk ödülünü elde etmenin telaşı içinde. Bunun için mutluluk pazarlayan her tezgâha müşteri çıkıyor. Bu yüzden “sen her şeyin en iyisine layıksın” sloganıyla narsisizmi okşayan kitaplar çok talep görüyor, “hiç kimseyi takma, her şeyi boş ver” mesajı kimilerinin yaşam mottosu haline geliyor, bilinçaltını formatlayarak bütün kötü şeyleri unutturacağı vaadinde bulunanlara inanılmaz rağbet oluyor, anlık haz veren uyuşturucularda teselli arayan insanlar çoğalıyor, gerçek dünyada bulamadığı değeri sanal dünyada türlü yollarla doyuma kavuşturmaya çalışanların sayısı hızla artıyor. Bazı ülkelerde uyuşturucu satışının yasal hale gelmesiyle ilgili düzenlemeler yapılıyor.

Farmakoloji alanı ruhsal mühendisliğe soyunarak rahatlatan, kaygıyı yok eden, kötü anlarda mutlu hissettiren ilaçlar pazarlıyor. Elizabeth Farrelly’in güzel tespitiyle “Yaşam şu anda son bulacak olsa modern yaşamın mezar taşına yazılacak slogan şu olurdu: eğer seni mutlu ediyorsa o kadar da kötü olamaz.” (Farrely, 2015).

Çoğu insanın aradığı şey pürüzsüz bir mutluluk: her şeyin yolunda gittiği, kimsenin kimseye zorluk çıkarmadığı, sevdiğimiz veya sevmediğiniz insanların tam da beklentilerimize uygun davrandığı, sürekli haz alabildiğimiz ve acılardan tamamen uzak olduğumuz hayali bir cennet. Eğer mutluluk gerçekten böyle bir şey olsaydı ve sadece iyi hissetme meselesi olsaydı uyuşturucu bağımlıları gezegendeki en mutlu insanlar olurdu (Harris, 2018). Bu yalın gerçeğe rağmen mutluluk endüstrisi harıl harıl yeni ürünler üretmeye ve pazarlamaya devam ediyor. Nerdeyse her gün yeni kişisel gelişim kitapları yayınlanmaya ve mutluluğun bin bir türlü yolunu göstermeye devam ediyor.

Bütün bu çabalara rağmen mutlu değiliz ve ruhsal patolojilerimiz giderek çoğalıyor. Psikiyatri tanı el kitaplarına sürekli yeni psikolojik rahatsızlıklar ekleniyor. Depresyon, kaygı, yeme bozuklukları, intiharlar, bağımlılık, cinsel sorunlar, alkolizm, yalnızlık, düşük benlik saygısı, kumar bağımlılığı gibi sorunlar hiç olmadığı kadar fazla ve hızla artmaya devam ediyor (Harris, 2018). Bu yüzden güçlü bir mutluluğun tuzağının içinde olduğumuzu ifade ediyor Russ Harris ve bu tuzağı mutluluğa ulaşmak için rahatsız edici duygulardan kaçınma ve onları bastırma çabasının zamanla bizi daha fazla mutsuz etmesi olarak tanımlıyor.

Başka bir deyişle; sıkıntılardan tamamen arındırılmış bir yaşam arayışı ve materyalist hazlarla yalancı bir cennet yaşama beklentisi çoğu zaman hayatın giderek daha sorunlu hale gelmesiyle ve bir cehenneme dönüşmesiyle sonuçlanıyor. Bir mutluluk yanılsaması içindeyiz ve az ileride duran ve bizi mutlu edeceğini düşündüğümüz şeylere doğru telaşla ve heyecanla koşuyoruz. Ancak oraya yaklaşınca bunun bir serap olduğunu fark ediyoruz. Mutluluk kısırdöngüsü bizi yormaya devam ediyor.

Mutluluk meselesi söz konusu olunca yanlış yerde yanlış şeyi aramak insanın sadece trajedisini derinleştiriyor. Büyük umutlarla çıkılan mutluluk arayışı çoğu zaman anlamsızlıkla,öğrenilmiş çaresizlikle, hayatın gerçeklerine sert bir çarpmayla, derin bir can sıkıntısıyla ve kimi zaman da ölüme kadar götüren bir bağımlılık süreciyle sonuçlanıyor. Hazzı artırma, acıyı, zorlukları ve engelleri ısrarla hayatın dışında tutma beklentisi insanı tatmin etmeye yetmiyor.

Hedonik adaptasyon süreciyle insan başta kendisine inanılmaz haz yaşatan şeye alışıyor ve ilk zamanlarda çok farklı hisler yaşatan nesneler bir süre sonra eski tadı vermemeye başlıyor. Haz eşiği yükseldikçe başka haz kaynakları veya başka haz düzeylerinin arayışı içine giriyor. Dozu arttırmak veya farklı kaynaklar aramak yine işe yaramıyor. Başladığı noktaya değil, o noktanın çok daha gerisine savruluyor.

Derin bir tatminsizlik hali yaşıyor. Sahip olduğu hiçbir şeyle yetinmemeye başlıyor. Can sıkıntısının, çaresizliğin, umutsuzluğun pençesine düşüyor. Kemal Sayar’ın Kaliforniya Benliği olarak ifade ettiği modern zaman benliği gelişiyor böylece: “Bu benlik modern bireyciliğin en içe dönük, en narsistik, en benmerkezci ve en kendini düşünen biçimini temsil eder. Bu benlik için yaşamanın temel amacı doğru seçimleri yapmak ve doğru şeyleri tüketmektir. Ne için? Hayattan alabildiğine çok almak, hazzı azamiye çıkarıp acıyı asgariye indirmek için. Kaliforniya Benliği duygusal adanmadan uzak, sadece kendi haz ve çıkarları peşindedir. Böylesi bir benliğin yapısının, yabancılaşma ve depresyonu tırmandırmasına şaşmamak gerek.” (Sayar, 2011).

İnsanların çoğunun mutluluğun kaynağı olarak düşündükleri şeylerin sürdürülebilir bir mutluluk getirmediğini hem araştırma sonuçları, hem de kişisel gözlem ve deneyimlerimiz ortaya koyuyor. Zenginlik sürdürülebilir mutluluk getirmiyor. Yapılan araştırmalar büyük ikramiyeyi kazanan kişilerin ilk zamanlarda aşırı şekilde mutlu olduklarını, sonra yavaş yavaş bu mutluluklarının tekrar azalmaya başladığını göstermektedir. Şöhret olmak, insanlar tarafından alkışlanmak, kariyer hedeflerimize ulaşmak, istediğimiz başarıyı yakalamak bize tek başına sürdürülebilir bir mutluluk getirmiyor.

Materyalist hazlara ilişkin bu sonu gelmeyen yolculuk günün sonunda kişiyi gittikçe yormaya ve yaşadığı anlamsızlığı derinleştirmeye başlar.

Araştırma sonuçları işten atılma veya terfi alma gibi önemli yaşam olaylarının mutluluğa etkisinin üç aydan kısa sürdüğünü, son 50 yılda farklı milletlerin gelir ve refah düzeyinde anlamlı bir yükseliş olmasına rağmen yaşamdan doyum alma düzeyinin sabit kaldığını, fiziksel güzelliğin mutluluk üzerinde anlamlı bir etkisinin olmadığını, nesnel sağlığın bile belli bir noktaya adar mutluluk üzerinde anlamlı etkisinin olmadığını ve önemli olanın bir dereceye kadar öznel sağlık algısı olduğunu, daha zeki olmanın daha fazla mutluluk getirmediğini, mutluluğun iklime göre anlamlı şekilde farklılaşmadığını ve mutlulukla en çok ilişkilendirdiğimiz birçok demografik değişkenin mutluluğun en fazla % 10-15 kısmını yordadığını ortaya koymaktadır (Seligman, 2021).

Bu gerçekler mutlulukla ilgili yanlış bir arayışa işaret ediyor. İhtiyaç duyduğumuz, aradığımız, peşinden koşturduğumuz şey hazza dayanan hedonik bir mutluluk değil, sakinliğe, dinginliğe, kabullenmeye dayanan bir iç huzurudur. Mutluluğu değil, huzuru aramamız gerekiyor aslında. Haz doyumuna dayanan bir mutluluk daha coşkulu, daha gürültülüdür ancak etkisi sınırlıdır ve çabuk geçer. Hedonik mutluluğu yakalamak için dışsal bir ödüle ihtiyaç duyarız ve bunu sürdürmek için de sürekli yeni pekiştireçlere ve daha üst düzey haz kaynaklarına ihtiyaç duyarız. Bu yönüyle sürekli dışa bağımlı olan ve çoğunlukla yüzeylerde yaşanan bir mutluluktur bu. İnsanın derinlerine inmez ve varlığının farklı alanlarına yayılmaz. Bu yüzden de saman alevi gibi sönüp geçer.

İçsel huzur hazza dayanan mutluluk anlayışına göre daha sessiz, daha derin, daha kalıcı olma eğilimi taşır. Huzuru yakalamak dış dünyadaki pekiştireçlerle değil, kendi iç dünyamızla kurduğumuz doğru temasla mümkün. Bunun için de dış dünyayla ilişkimizi doğru şekilde kurmaya ve zaman zaman bu ilişkiyi sınırlandırmaya ihtiyacımız vardır. İçsel huzur için dışsal pekiştireçlere, ödüllere ihtiyacımız yoktur. Huzurun en büyük ödülünü kendi iç dünyamıza yayılan o ferahlık hissiyle alırız. Hedonik mutluluk ilk engelde dağılır ve yok olur. Huzur ise engellere, zorluklara, trajedilere daha dirençlidir. Huzur insana esneklik, ölçü ve denge sağlar. İnsanın sadece kötü zamanlarında değil, güzel zamanlarında da ölçülü kalmasına yardım eder. Huzurlu insan sevincini de, heyecanını da doğru şekilde yaşar.

Bu tutum onu mutluluk sonrası dönemdeki hayal kırıklıklarından korur. Sevinci ölçülü şekilde karşıladığı ve misafir ettiği için, o sevinç kendisinden ayrıldığında da onu sakin bir halde yolcu etmeyi bilir. Bu da kişinin hayatını olağan dışı yaşantıların iniş ve çıkışlarıyla aşırı bir şekilde sarsılmaktan ve savrulmaktan korur. Daha tutarlı ve istikrarlı bir iç dünyası olur huzurlu bir insanın. Hedonik mutluluk tek kanatlıdır, o yüzden uzun süre uçamaz, bir yerde yorulur ve düşer. Huzur ise çok kanatlıdır ve uzun süre yoluna devam eder. Hedonik mutluluk kırılgandır, huzur ise dayanıklıdır ve daha zor sarsılır.

Huzurlu bir zihin yaşamın acı, trajik ve karanlık tarafıyla doğru bir ilişki kurar. Kurtulabileceği acılardan bilinçli bir farkındalıkla kurtulmaya çabalar, misafir etmesi gereken acı ları da kabullenmeyi öğrenir. Her zaman resmin bütününe odaklanır, bir ağaca ormanı görmesine engel olacak düzeyde yaklaşıp görüş açısını kapatmaz. Böylece ilk imtihanda, ilk zorlanmada, ilk düşüşte parçalanmaz ve dağılmaz. Her insan gibi yaşadığı bir trajedinin veya sınanmanın karşısında sarsılır, kimi zaman savrulur ve düşer. Her insan gibi arzular ve arzularının peşinden gider bazen. Ancak kısa sürede toparlanmayı, kısa sürede odağına geri dönmeyi ve kaldığı yerden yoluna devam etmeyi bilir. Huzurlu insan düştüğü yerden kalkar ve bunu çok geciktirmez. Hazzı artırmaya ve acıyı hayatın dışında tutmaya koşullanmış bir zihin ise sert düşüşler yaşar ve kolayca düştüğü yerden kalkamaz.

Sürekli doyum kaynaklarını çeşitlendirme ve yükseltme arayışı içindedir. Arzuları tarafından yönlendirilir. Yanlışı daha fazla yanlışla telafi etmeye çabalar. Böylece giderek arzularının kölesi haline gelir. Kimi zaman da acılarına narsistçe yapışıp kalır. Yaşadığı acılara sarılarak kendine bir konfor alanı inşa eder. Bu alanda sorumluluk alma ihtiyacı hissetmez ve varoluşunu ortaya koymamanın suçluluğuyla kendince baş etmeye çalışır.

Mutluluğa ilişkin doğru bir anlayış ve ölçülü bir beklenti bizi gerçekten iyi hissettirir. Yani huzurlu kılar. İhtiyacımız olan şey materyalist hazlarla tetiklenen, aniden yükselen ve benzer şekilde hızla dibe vuran bir geçici duygu hali değil, daha dengeli, daha istikrarlı ve daha ölçülü bir ruh halidir. Böyle bir yaşam hem daha anlamlı olur, hem de daha derin bir doyum sağlar. Bu yüzden mutluluğa değil, huzura ihtiyacımız var. Aradığımız mutluluk mümkün değil, ama içsel huzur mümkün. Üstelik mutluluk için ödemek zorunda kaldığımız bedelleri ödemek zorunda kalmadan.

Hedonik mutluluğun varsayımlarından birisi sürekli daha fazlasını istemektir. Daha çok dürtü tatmini sağlamak, daha çok şeye sahip olmak, daha çok görünmek, daha çok sevilmek… Ancak zamanla sahip olmak için çırpındığımız şeyler bize sahip olmaya başlar. Hayatımıza sahip olduğumuz şeyler yön verir. Kalıcı huzur ise daha fazlasıyla değil, daha azıyla mümkün. Arzuları çoğaltmakla ve sahip oluna şeyleri artırmakla değil, bunları sınırlamakla elde edilir. Bunun yansıması da şükran hissi duymaktır. Yaşam doyumu ve daha sürdürülebilir mutluluk sahip olmayı arzuladıklarımızla değil, şu an sahip olduklarımıza karşı takındığımız tutumla ilgili bir durum. Başka bir deyişle şükran, takdir ve memnuniyet hisleriyle ilgilidir.

Hazcı bir mutluluk anlayışı her şeyi kendi hakkı gibi görür, elinde olanla yetinmek yerine sürekli daha fazlasını arzular. Hazcı anlayış daha çok biriktirmeye ve daha fazlasına sahip olmaya odaklanır. Bu yüzden hiçbir zaman gerçek bir doyum yaşamaz. Kalbi hiçbir zaman tam anlamda mutmain olmaz.

Huzurun kaynaklarından birisi şükran hissimizi geliştirmektir. Şükran duymak yaşamdaki olumlu durumlara odaklanmak, küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek, kendi sahip olduklarımızın farkında olmak ve bunlar için şükretmek, şükran duygularımızı ifade etmek, diğer insanların bizim için yaptıklarının farkında olmak ve onlara teşekkür etmeyi bilmek, mahrumiyet ve eksiklik yerine sahip olduklarımızın kıymetini bilmek gibi boyutlardan oluşan genel bir yaşam yönelimidir (Kardaş, & Yalçın, 2019). Şükran duyan insan yaşamı her haliyle bir armağan gibi görür ve önce sahip oldukları için memnuniyet hisseder. Bu yüzden kişiler arası ilişkileri güçlüdür ve sosyal destek kaynakları sağlamdır. İnsanlara teşekkür etmeyi ve kendisine yapılan iyilikler için minnettar olmayı bilir. Son yıllarda pozitif psikoloji alanında yapılan birçok araştırma şükran hissini yaşamanın ve ifade etmenin sürdürülebilir iyi oluş için en güçlü kaynaklarından biri olduğunu ortaya koymaktadır (Kardaş & Yalçın, 2018). Şükran duymak yaşamdan daha derin doyum almayı, daha fazla memnuniyet içinde olmayı ve daha huzurlu olmayı sağlar.

Son zamanlarda insanın güçlü yönlerini, içsel kaynaklarını, iyi oluş ve mutluluk halini araştırmak üzere ortaya çıkan Pozitif Psikoloji alanının öncülerinden biri olan Sonja Lyubomirsky uzun yıllar yaptığı araştırmaların sonunda mutlulukla ilgili beklediğimizden daha farklı sonuçlar ortaya koydu. Bu çerçevede sürdürülebilir bir mutluluk modeli geliştirdi ve bunun genelde düşündüğümüz şeylerin aksine şükran duymak, nezaketli davranmak, iyilik yapmak, iyimser olmak, affedici olmak, anlamlı yaşam amaçlarına sahip olmak, manevi etkinliklerde bulunmak gibi konularla mümkün olduğunu ortaya koydu (Lyubomirsky, 2008). Yani iyi oluş halimiz daha fazla haz almakla ve daha fazla dünyalık kazanımla değil, yaşama küçük ve anlamlı dokunuşlarla mümkün. Bu da önemli ölçüde huzur kavramına karşılık gelir. Ancak mutluluk gibi aradığımız huzur da bizden çok uzaklarda görünüyor. Huzuru da doğru yerde ve doğru yöntemlerle aramaya ihtiyacımız var.

HUZURSUZLUĞUN ANATOMİSİ

Telaşla koşturan insanlar. Uykusunu alamamış gözler. Yorgun bedenler. Kalabalık metro istasyonları. Tıka basa dolu otobüsler. Hızla gelip geçen dolmuşlar. Sarı taksiler. Birbirine karışan korna sesleri. Caddede eksilmeyen insan seli. Şehrin onu gelmeyen koşturmacası, gürültüsü, yoğunluğu. Üst üste kutu gibi yığılmış evler. Nefes alamayan binalar. Çirkin binalar. Gözlerden kaybolan gökyüzü. Betona gömülen yaşam alanları. Yalnız kalan ağaçlar. Çöpleri kaldıran temizlik işçileri. Eski apartman daireleri. Dar ve kasvetli arka sokaklar. Durmadan yenilenen reklam panoları. Işıl ışıl parlayan vitrinler ve geceyi aydınlatan yalancı ışıklar. İnsan istilası altındaki AVM’ler. Gürültüyle ruhsal sancıları bastırmaya çalışan eğlence merkezleri. Stadyumlarda var güçleriyle bağıran taraftarlar. Plazalarda geç saatlere kadar yanmaya devam eden ışıklar. Masa başında stresle iş yetiştirmeye çalışan, proje için koşturan, kaygıyla sunum hazırlığı yapan beyaz yakalılar. Fabrikada, şantiyede, atölyede var gücüyle üretmeye çalışan mavi yakalılar. Derslere yarı istekli girmeye çalışan öğrenciler. Yarış atı gibi koşturulan çocuklar. Kafelerde günün yorgunluğunu atmaya çalışan insanlar. Evlerde eksik olmayan TV gürültüsü. Sürekli bağıran bir sunucu. Cinayet, gasp, hırsızlık, kaza, ekonomi, politika haberleri. Telefona dalıp giden aile bireyleri.

Dağınık sofralar, dağınık programlar, dağınık hayatlar. Sanal dünyada teselli arayan kalpler. Sanal kişilikler, sanal aşklar, sanal doyumlar, sanal hayatlar. Birbirine giderek yabancılaşan insanlar. Ötekine karşı duyarlığın kaybolmaya yüz tuttuğu zamanlar. Kaygıyla, anlamsızlıkla, huzursuzlukla boğuşan insanlar. Bizler. Huzurdan yoksun hayatlarımız.

Bizi mutsuz etmek üzere kurgulanmış bir çağda yaşıyoruz. Hem iç dünyamızda hem de dış dünyada hüküm süren bir telaş ve kaygı hali var. Hayatla ve içinde yaşadığımız dünya ile doğru bir ilişki kurmakta zorluk çekiyoruz. Aradığımız ritmi ve dengeyi bulamıyoruz bir türlü. Kendimizi, yıllarımızı, enerjimizi, sevdiğimiz insanları, içinde yaşadığımız gezegeni bilinçsizce tüketiyoruz. İç dünyamızda yorgunluğun, bitkinliğin ve huzursuzluk halinin belirgin izleri. Hep bir yerlere yetişme telaşı içinde yaşıyoruz. Hep bir şeylerden kaçıyoruz doludizgin. Bitirilmesi gereken işler bitmiyor ve yapılacaklar listemiz her gün uzamaya devam ediyor. Negatif duygular esir alıyor hayatlarımızı. Koşturmaktan, yetişmeye çalışmaktan, her an bir şeyleri toparlama çabasından yorgun düşüyor ruhlarımız. Bedenimiz zihnimizin hızına, ruhumuz bedenimizin ritmine ayak uydurmakta güçlük çekiyor.

Dinlenmenin, toparlanmanın ve daha sakin bir yaşam sürmenin yollarını arıyoruz bir yandan. Uzun süren uykular, kısa tatiller, ekran karşısında pasif bir halde geçirdiğimiz uzun saatler, derin bir sohbete dönüşmeyen monologlar dinlendirmiyor bizi, daha çok yoruyor. İsteklerimiz, beklentilerimiz, ihtiyaçlarımız giderek çeşitleniyor ve şiddetleniyor. Bazen tam dokunup tutacakken elimizden kayıp gidiyor yetişmeyi arzuladığımız şeyler. Tam “işte şimdi bitti” dediğimiz noktadayken yeni bir beklenti iç dünyamızı meşgul etmeye başlıyor. “Bunu da atlatırsam bitecek” dediğimiz her seferinde bitirilmesi gereken başka işler çıkıyor. Şanslıysak biraz dinlenmeye vaktimiz oluyor sadece. Sonra yeniden başladığımız noktaya geri dönüyoruz. Yine aynı soru işaretleriyle, aynı telaşla, aynı yoğunlukla ve aynı yorgunlukla…

Başladığımız yerdeyiz yine. Belki de sadece sınırlı bir daire içinde kendi kendimize aynı yörüngede dolanıp duruyoruz. Belki de aslında hep başa sarıp duruyoruz. Aynı sarmalın, aynı kısırdöngünün, aynı can sıkıntısının içinde yuvarlanıp duruyoruz.

Gittikçe artıyor yoğunluğumuz ve yorgunluğumuz. Ruhlarımız hırçın ve huzursuz bu yüzden. İçimizde derin bir boşluk hissiyle yaşamaya devam ediyoruz. Kendi varlığımızda nefes alıp vermeye devam eden başka biri gibi hissediyoruz kimi zaman. Kendimize, insanlara ve içinde yaşadığımız dünyaya yabancılaşıyoruz. Hep bir şeylerin eksikliğini hissediyoruz. Taşlar yerine oturmuyor bir türlü. Olmamamız gereken yerdeyiz ve dert edinmememiz gereken dertlerle boğuşuyoruz. Kaygıyla ve telaşla koşturuyoruz ama hiçbir yere yetişemiyoruz. Çoğu hikâyemiz yarım kalıyor. İyi bir şeyler için çabalıyoruz ama uğraşlarımız bizi arzuladığımız yere götürmüyor.

Ya istediğimiz yere ulaşmaya mecalimiz kalmıyor ya da ulaştığımız yerin aradığımız menzil olmadığını fark ediyoruz. Bir aidiyet yoksunluğu yaşıyoruz. Bir yabancı gibi hissetmeye başlıyoruz yaşadığımız her yerde. Beklentilerle, tezatlarla, belirsizliklerle, hayal kırıklıklarıyla ve can sıkıntısıyla boğuşuyoruz. Giderek artıyor öfkemiz. Giderek şiddetleniyor hırçınlığımız. Giderek derinleşiyor çaresizliğimiz. Dünya bize aradığımız o huzuru vermiyor bir türlü. Dengemiz sarsılmaya ve bozulmaya devam ediyor.

Belki de bu yüzden yaşadığımız dünya her geçen gün katlanılması ve tahammül edilmesi daha zor bir yer haline geliyor. Bu kadar da olmaz dediğimiz her şey bir şekilde oluyor artık. Şaşırma refleksimizi yitiriyor, gözümüzün önünde olup bitenler karşısında duyarsızlaşmaya başlıyoruz. Soru işaretleri, beklentiler, şaşkınlıklar, hayal kırıklıkları, yoğunluklar, bekleyişler, arayışlar, tükenmişlikler… Hayat bütün karmaşıklığı, bilinmezliği, düzensizliği ve gel-gitleri ile sürekli yanı başımızda. Onunla sonu gelmeyen bir kavga halindeyiz.

Dünya hızla dönmeye devam ediyor ve biz istesek de bir köşeye çekilemiyoruz. Dağılmadan, dökülmeden, tükenmeden ayakta kalabilmenin gayreti ve arayışı içindeyiz. Bunun için bulabildiğimiz her türlü vesileye sarılıyor, bize en küçük bir umut vaadinde bulunan her şeye sıkıca sarılıyoruz. Bu yüzden çok defa beklentilerimizin altında eziliyor, sık sık aldanıyor veya çok defalar hayal kırıklığı yaşıyoruz. Güvenmek istiyoruz ama her defasında güvenimiz boşa çıkarılıyor. Bin yerden yara alıyor güven hissimiz. Aynı delikten defalarca ısırılıyoruz. Günün sonunda kalbimiz acımaya başlıyor ve zihnimiz iyice yorgun düşüyor. Bir teselli arıyoruz ama aradığımız teselliyi baktığımız yerlerin hiçbirinde bulamıyoruz. Nice bilinmezliğin ortasında ve nice düşüşlerin ardından yaşamak yüküyle baş başa kalıyoruz yine. Korkmaya, tedirgin olmaya, can sıkıntısı yaşamaya, kaygıyla ve güvensizlik hissiyle boğuşmaya devam ediyoruz.

Bizi çepeçevre kuşatan, pençesine alan ve kendisiyle birlikte bir bilinmeze doğru sürükleyen güçlü bir akışın içinde yaşıyoruz. Kendimizle baş başa kalabileceğimiz kaliteli vakitler ve mekânlar giderek azalıyor. Her dakika dikkatimizi dağıtan türlü türlü uyaranlara maruz kalıyoruz. Hızla bir yerlere yetişmenin telaşı ve hep yapılacaklar listesini sıfırlamanın koşturmacası içindeyiz. Bitkin düşüyoruz ve yetişmesi gereken işler bitmiyor bir türlü. Tükeniyoruz. Dış dünyanın şiddetli dalgaları sürekli aklımızın, kalbimizin ve vicdanımızın kıyılarına çarpmaya devam ediyor.

Her gün bizi yaralayan haberlerin, görüntülerin, seslerin gölgeleri düşüyor hayatımızın üzerine. Bazen kendi sıcak evimizin penceresinden dışarıya bakarken dışarıdaki şiddetli fırtınada acı çeken ve fırtınayla boğuşan insanların çırpınışlarını izliyoruz. Bulunduğumuz yerde huzur içinde olmamız da yetmiyor, dış dünyadaki gerçeklerin o buz gibi soğuğu ruhumuza işliyor. Kendi yükümüze, kendi acılarımıza, kendi imtihanımıza öteki yükler, öteki acılar ve öteki imtihanlar ekleniyor.

Bir çare, biz çözüm, bir çıkış arıyoruz. Biraz daha rahat olmak, biraz daha sakinleşmek, kendimizle huzurlu bir şekilde biraz baş başa kalabilmek istiyoruz sadece. Aramaya devam ediyoruz. Bazen dengemizi kaybedip savrulup düşüyoruz. Düştüğümüz yerde çırpınmaya, battığımız yerde mücadele etmeye devam ediyoruz. Tutunduğumuz şeyler ayağa kalkmamıza, çözümü bulmamıza ve o halden kurtulmamıza yetmiyor bir türlü. Diken üstünde yaşamaya devam ediyoruz. Bir serçenin ürkekliği, tedirginliği, kararsızlığı içinde… Huzurdan yoksunlar hayatlar yaşıyoruz.

 

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Psikoloji
  • Kitap Adıİnsanın Huzur Arayışı
  • Sayfa Sayısı192
  • YazarFerhat Kardaş
  • ISBN9786050846546
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviTimaş / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Yürümeye Devam Et ~ Ferhat KardaşYürümeye Devam Et

    Yürümeye Devam Et

    Ferhat Kardaş

    İnsan en çok kendiyle konuşur. İnsan en çok kendini suçlar. İnsan en çok kendine öfkelenir. İnsan en çok kendiyle yüzleşmekten korkar. İnsan en çok...

  2. İrade Eğitimi ~ Ferhat Kardaşİrade Eğitimi

    İrade Eğitimi

    Ferhat Kardaş

    İnsan, doğası gereği hem yaşadığı döneme ayak uydurma hem sahip olduğu değerleri koruma hem de arzu ve sorumluluklarını kendi içinde dengeleme çabası içindedir. Buna...

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur