Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İrade Eğitimi
İrade Eğitimi

İrade Eğitimi

Jules Payot

Jules Payot (1859-1940): Fransız pedagog, eğitimci, Cumhuriyet Dönemi Fransası’nın radikal düşünürlerinden. Eğitimin, bilgi sağlamanın yanı sıra akılcı bir iradenin oluşturulmasını gözetecek şekilde yenilenmesi için…

Jules Payot (1859-1940): Fransız pedagog, eğitimci, Cumhuriyet Dönemi Fransası’nın radikal düşünürlerinden. Eğitimin, bilgi sağlamanın yanı sıra akılcı bir iradenin oluşturulmasını gözetecek şekilde yenilenmesi için verdiği mücadeleyle dönemin eğitimcilerini derinden etkiledi. En ünlü eseri İrade Eğitimi yayımlandığında Fransız ve yabancı basında büyük bir ilgi uyandırdı ve kısa sürede pek çok dile çevrildi. Payot eserinde özellikle öğrencilerde, genel olarak da bütün entelektüel çalışanlardaki irade zayıflığının nedenlerini araştırır. İnsanı irade zayıflığından kurtaracak duyguları doğuracak veya güçlendirecek araçlarla, kendimize hâkim olmamızı engelleyen duyguları yok edecek veya bastıracak araçları tespit eder. Bu araçların nasıl kullanılacağını da dört yıllık inceleme ve düşünce çabasının sonucu olan İrade Eğitimi eserinde bütün öğrencilere, öğretmenlere, entelektüel çalışanlara örnekleriyle gösterir. Bilim insanının görevini “geleceğin bizim istediğimiz gibi olmasını sağlayabilecek duruma gelmek” olarak gören Payot’nun büyük bir tevazu ile eserinin önsözünde belirttiği gibi: Bu yolda daha atılacak çok adım var.

Ali Berktay (1960): Oyun yazarı, çevirmen. Kerbela adlı oyunu ile 1996’da Yunus Emre Oyun Yarışması Büyük Ödülü’nü kazandı. Bu oyun Ankara Devlet Tiyatrosu ve İstanbul Şehir Tiyatroları’nda Ayşe Emel Mesci tarafından sahneye kondu. Benim Meskenim Dağlardır adlı oyunu Ankara Sanat Tiyatrosu’nda sahneye kondu. Meyerhold’un tiyatro konusunda yazdıklarıyla, hakkında yayımlanmış yazıları ve belgeleri Tiyatroda Devrim ve Meyerhold’da bir araya getirdi. Edebiyat, tarih ve felsefe çevirileri arasında Mircea Eliade’ın Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, Georges Dumézil’in Mit ve Destan (3 cilt), André Malraux’nun İnsanlık Durumu, Amin Maalouf’un Semerkant, Doğu’dan Uzakta, Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, Uygarlıkların Batışı, Empedokles’in Dostları, Emile Durkheim’ın Sosyoloji Dersleri, Ivo Andriç’in Ömer Paşa, Charles Baudelaire’in Modern Hayatın Ressamı, Paul Lafargue’ın Tembellik Hakkı adlı eserleri yer alıyor.

*

Birinci Basımın Önsözü

“Hayret verici olan şu ki diğer tüm konularda öğretmene ve eğitime ihtiyaçları olduğunu kabul ediyorlar, bu konuları belli bir özen içinde çalışıyorlar; hiç öğrenmedikleri

ve hiç öğrenmek istemedikleri tek konu, yaşama ilmi.”

Nicole

Discours sur la nécessité de ne pas se conduire au hasard. (Davranışlarını rastlantıya bırakmama zorunluluğu üzerine.)

17. yüzyılda ve 18. yüzyılın bir bölümünde zihinlere tartışmasız bir şekilde din hükmediyordu: O sırada irade eğitimi sorunu en genel anlamıyla gündeme gelemezdi; benzersiz bir karakter terbiyecisi olan Katolik Kilisesi’nin sahip olduğu güçler, inananların hayatını ana hatlarıyla yönlendirmeye yetiyordu.

Ama günümüzde düşünen zihinlerin çoğunluğu açısından böyle bir yönetim yoktur ve yerine de hiçbir şey konmamıştır. Bu nedenle gazeteler, dergiler, kitaplar, hatta romanlar birbirleriyle yarışırcasına günümüzde iradenin çok düşük bir düzeyde seyretmesinden yakınmaktadırlar.

İradelerin yakalandığı bu genel hastalık ortaya birtakım doktorlar da çıkarmıştır. Ama hâkim psikolojik öğretiler ne yazık ki bu ruh doktorlarına nüfuz etmiş durumdadır. Onlar irade bahsinde akla başat bir önem atfederler. Eksiğimizin öteki dünya hakkında kanıtlanmış bir metafizik kuram olduğunu düşünürler.

Bu bilgisizlikleri mazur görülebilir. Tarımın her zaman en verimsiz ama işlenmesi en kolay alanlardan, en verimli ama işlenmesi en zahmetli alanlara doğru yöneldiği ekonomi politikte kabul edilmiş bir yasadır. Psikoloji bilimi sahasında da aynı şey söz konusudur. Önce en kolay, ama önemli sonuçlara varma bakımından da en verimsiz vakalar incelenmiş, sonra asal ama incelenmesi zor vakalara geçilmiştir. Karakterde düşüncenin (idea) ne kadar önemsiz olduğu ve eğilimlerin karmaşası içindeki yerinin nasıl iflah olmaz biçimde aşağılarda kaldığı ancak yeni yeni net bir şekilde görülmektedir. İrade duygusal bir güçtür ve onun üzerinde etkili olmak isteyen her düşünce kendini tutkuyla renklendirmek zorundadır.

İrade mekanizması yakından incelenseydi, metafizik kuramların pek önemli olmadıkları ve bilinçli olarak seçilmiş her duygunun, psikolojik kaynaklarımızın akıllıca kullanımıyla tüm hayatın yönetimini ele geçirebileceği anlaşılırdı. Bir cimri para aşkı yüzünden tüm bedensel tatminlerden vazgeçer, kötü beslenir, yerde yatar, arkadaşsız, tatminsiz yaşarken, siz daha üstün bir duygu seçip, bu duyguyu hayatın yönetimini ele geçirebilsin diye bilinçte yeterince güçlü kılmayı başarmak konusunda niçin umutsuzluğa kapılasınız? Eğer kapılıyorsanız, olmak istediğimizi olabilmemiz konusunda psikolojinin ne kadar çeşitli araçlar sunduğundan haberiniz yok demektir.

Ne yazık ki şu ana dek kaynaklarımızın bu açıdan incelenmesiyle çok az uğraşılmıştır. Nitekim, şu son otuz yıl boyunca Avrupa düşüncesine yön verenler irade eğitiminin mutlak yadsınması anlamına gelen iki kuram arasında bölünmüşlerdi. Bunlardan birincisi, karaktere üzerinde hiçbir tesirimiz bulunmayan, değişmez, yekpare bir kütle olarak bakar. Bu çocukça kuramı daha ileride ele alacağız.

İkincisi ise ilk bakışta irade eğitiminden yana gibi görünür. Bu, özgür irade kuramıdır. Bizzat Stuart Mill, bu öğretinin onu savunanlarda canlı bir “kişisel kültür” ortaya çıkardığını bile söyler. Öyle olsun diyelim ama bir deterministin ileri sürdüğü bu sava karşın, özgür irade kuramını benliğine hâkim olma konusunda en az bir önceki kuram kadar tehlikeli ve nihai olarak en az onun kadar cesaret kırıcı gördüğümüzü ifade etmekten de çekinmiyoruz. Nitekim bu ikinci kuram nedeniyle, çok uzun soluklu, büyük bir özen isteyen ve psikolojik kaynaklarımız hakkında çok doğru bilgiler gerektiren benliğin özgürleştirilmesi, kendiliğinden olacak kolay bir iş gibi değerlendirilebilmiştir.

Bu kuram sadece basitliği nedeniyle çok zeki, son derece kavrayıcı birçok zihni, iradenin koşullarının incelenmesinden uzaklaştırmıştır: Böylece psikolojiye ve adlı adınca söyleyelim, insanlığa telafisi zor bir zarar vermiştir.

Bu nedenle bu kitabı Bay Ribot’ya ithaf ediyoruz. Bu ithafın nedeni, onun eski hocamız, psikolojik inceleme zevkini borçlu bulunduğumuz insan olmasından ziyade, Fransa’da metafiziği psikolojiden kovan, bilinç hadiselerinin niteliğinin incelenmesini kararlı bir biçimde bir kenara bırakıp, entelektüel, iradi, vb hallerin öncüllerini ve bir koşula bağlı bulunmayan eşzamanlı etmenlerini bilim insanı tavrıyla incelemeyi gündeme getiren ilk kişi olmasıdır. Bu yöntemin metafiziği asla yadsımadığının altını çizelim: Bu yöntem psikolojiyi metafiziğin dışına çıkarmaz, sadece metafiziği psikolojinin dışına çıkarır ki bu da çok farklı bir şeydir.

Bu yöntemin esası, psikolojiyi bir bilim olarak ele almaktır. Oysaki bilim insanının amacı bilmek değil, yapabilmek için öngörmektir. Örneğin fizikçi için ışık hakkındaki dalga kuramının ispatlanamaz bir varsayım olması çok önemli değildir, yeter ki bu varsayım başarılı olsun; psikolog açısından da, sinirsel haller ile psikolojik haller arasında mutlak bir ilişki bulunduğu varsayımının ispatlanamamasının ne önemi olabilir? Yeter ki varsayım başarılı olsun… Başarmak, geleceği öngörebilecek, hadiseleri istediğimiz gibi değiştirebilecek ve sonuçta geleceğin bizim istediğimiz gibi olmasını sağlayabilecek duruma gelmek; işte bilim insanının, dolayısıyla psikoloğun rolü budur. En azından biz görevimizi böyle görüyoruz.

Günümüzdeki irade zayıflığının nedenlerini araştırmamız gerekiyordu. Bu zayıflığın tek çaresinin, ustaca geliştirilecek duygusal hallerde aranması gerektiğine inandık. Kurtarıcı duyguları doğuracak veya güçlendirecek araçlar, kendimize hâkim olmamızı engelleyen duyguları yok edecek veya bastıracak araçlar; okurlara sunduğumuz kitabın alt başlığı bu olabilirdi. Bu yolda daha atılacak çok adım var. Çok büyük öneme sahip bu çalışma alanına biz de kendi katkılarımızı sunmuş oluyoruz.

İrade eğitimini in abstracto [soyut olarak] ele almak yerine, ana konu olarak uzun ve sebatkâr entelektüel çalışmanın şart koştuğu irade eğitimini seçtik. Tüm üniversite öğrencilerinin ve genelde tüm entelektüel çalışanların bu kitapta çok faydalı bilgiler bulacaklarına inanıyoruz.

Birçok gencin, benliğine hâkim olmayı başarmak için bir yöntem bulunmadığından şikâyet ettiğini duydum. Bu konu hakkındaki dört yıllık inceleme ve düşünce çabasının sonuçlarını onlara sunuyorum.

Jules Payot

Chamonix, 8 Ağustos 1893

İkinci Basıma Önsöz

Fransız ve yabancı basın tarafından çok iyi karşılanması; okuyucuların ilk baskıyı birkaç hafta içinde tüketmesi bu kitabın tam zamanında çıktığını ve aydın okuyucunun derin bir ihtiyacına cevap verdiğini kanıtlıyor.

Bize yazan çok sayıda kişiye, özellikle de V. kitabın I. bölümünü destekleyen çok bol ve değerli belgeler gönderen hukuk ve tıp öğrencilerine teşekkür ediyoruz. Bazıları bizim “kötümserliğimize” karşı çıkıyorlar. Gençlik daha önce hiç bugünkü kadar harekete geçmekten ve eylemden söz etmemiştir, diyorlar. Heyhat! Harekete geçmek gerektiğinde bundan söz etmek, konuşmak yetmez. Bize öyle geliyor ki gençlerin çoğu gürültüyü ve ajite olmayı yaratıcı eylemle karıştırıyor. Bazıları, üstelik en yetkililerinden bazıları okullardaki gençliğin önemli bir bölümünün maymun iştahlılar ve asabilerden oluştuğunu düşünüyor. Halbuki maymun iştahlılık ve asabilik, iyileştirilmeye çalışılması gereken iki irade hastalığıdır.

İrade eğitiminin pratik bölümü sadece övgülerle karşılaştı. Ama III. (Kitap I) ve I. (Kitap II) bölümler için aynı şey söylenemez. Bu noktalarda bize karşı çıkılmasını bekliyorduk ama eleştirilerin çoğu sorunun özünü yakalayamamış gibi duruyor.

Öncelikle şunun iyice saptanması lazım ki biz hiçbir zaman düşüncenin irade üzerinde hiçbir etkisi olmadığını ileri sürmedik. İradelerimizin içinde içgüdüsel dürtülere ve alışkanlıklara çok geniş bir pay ayırdık. Savunduğumuz şu: Evet, bir yandan yüksek irade, eğilimlerimizi düşüncelere tabi kılmakla uğraşır, ama diğer yandan “söz dinlemez düşük seviyeli eğilimler güruhu” karşısında düşünce doğrudan ve derhal etki edecek hiçbir güce sahip değildir. Düşüncenin bu tarz hasımlar karşısında dolaylı bir gücü vardır: O gücü mevcut olduğu yerden, yani duygusal hallerden almak zorundadır, yoksa başarısızlığa uğrar.

İlginçtir ki özgürlük kuramımızın özgür irade savunucuları tarafından hararetle eleştirileceğini beklerken, daha çok karakterin değişmezliği taraftarlarının saldırısına uğradık. Özgür irade kuramının soyutlamalarla değil yaşayan gerçekliklerle uğraşan eğitimciler tarafından giderek terk edildiği anlaşılıyor. Bu arada, bu konularda büyük bir otoriteye sahip olan Bay Marion’un 1884-85 yılındaki derslerinde, özgür irade konusundaki metafizik varsayımın fiilen ne büyük zarara yol açtığını, gerçek ve zaten sınırlı özgürlüğün kendi çabalarımızla ele geçirilmesi gereken koşullarını incelememizi engellediğini nasıl heyecanla anlattığı da bana bildirildi. Bay Marion, ahlaki dayanışma hakkındaki tezinin önsözünde, Bay Fouillée’nin özgürlük düşüncemizin bizi özgür kıldığı şeklindeki ifadesinin karşısına, kendimizi çok özgür sanarak aslında özgürlük alanında ele geçirebileceklerimizi güvence altına almayı unuttuğumuz şeklinde, fiilen daha doğru ve yararlı bir görüş koymuştu. Bay Marion’un bu sözleri son derece doğru. Ancak özgürlüğümüzü büyük bir mücadeleyle ele geçirmeyi başarırsak özgür olabiliriz.

Yazara yöneltilen, doğuştan gelen karaktere yeterince yer ayırmadığı suçlamasına gelince, bunun karakterin ne olduğuna dair oldukça kusurlu bir anlayışa dayandığı kanaatindeyiz.

Karakter basit bir madde değildir. Eğilimlerin, düşüncelerin, vb. çok karmaşık bir bileşkesidir. Dolayısıyla bir karakterin doğuştan geldiğinden söz etmek, birçok saçmalığı öne sürmektir.

Birincisi, bir bileşkenin, ayrışık unsurların belli bir ölçüyle bir araya gelmiş halinin, bir kuvvet gruplaşması biçiminin doğuştan gelebileceğini ileri sürmek anlamına gelir: Bu anlaşılmaz bir şeydir.

İkincisi, doğuştan gelen unsurun mükemmel katıksızlık halinde ortaya konabileceğini, ortamdan, eğitimden kaynaklanan etkilerin çevrelediği kılıfından çıkarılabileceğini savunmak demektir: Bu da olanaksızdır. Bu olanaksızlık da bizi doğuştan gelen karakter özelliklerinin rolünü saptarken son derece ihtiyatlı davranmaya zorlamaktadır.

Son olarak da, karakterin doğuştan geldiğini ileri sürmek bütün içsel deneyimimizin, eğitimcilerin tüm tecrübesinin ve tüm insanlığın pratiğinin karşı çıkacağı bir iddiayı beraberinde getirmektedir: Karakterin temel unsurlarının, eğilimlerinin asla değiştirilemeyeceği! Kaldı ki biz burada hiç de böyle olmadığını (II, 111) ve bir duyguyu değiştirmenin, bastırmanın ya da güçlendirmenin mümkün olduğunu ispatlıyoruz. Zaten tüm insanlık bu kanaatte olmasaydı, çocukları yetiştirme zahmetine kimse katlanmazdı. Bu sorumluluğu değişmez yasalarıyla doğa üstlenirdi.

Bu kuramsal bakışlar karakterin doğuştan geldiği öğretisini çürütmeye yeter. Ayrıca, inancını pekiştirmek isteyen, karakter hakkındaki son çalışmaları okuyabilir. Özellikle Bay Paulhan’ın eserinin üçüncü bölümü okunduğunda, çoğunlukla aynı bireyde bir tipler çoğulluğu bulunduğu; yaşla birlikte gelişmenin eğilimleri yok ettiği ya da yenilerine yol açtığı; aynı kişide karakter ikamelerine sık sık rastlandığı görülmektedir. Tek karakterli bir insan kadar az bulunur bir şey olmadığı söylenebilir!

Çocuklar ezici çoğunluklarıyla bir eğilimler kargaşası sunarlar; zaten eğitimin de amacı bu karışıklığı bir düzene sokmak, istikrar ve birliği sağlamak değil midir? Hatta çoğunlukla, tam iş bitti sanılırken çıkagelen ergenlik krizi firtina gibi her şeyi altüst eder: Yeniden kargaşa çıkar ve artık tek başına olan genç adam ahlaki birleştirme işini kendi üstlenmez, kendi karakterini yaratmazsa, söz ettiğimiz o “kuklalar” dan birine dönüşür (s. 21).

Zaten karakter doğuştan gelseydi, herkes doğduğu gün ömrünün baştan kurulmuş birliğini mutlu bir hediye gibi hazır bulsaydı, etrafımızda çok çeşitli karakterlerle karşılaşmamız gerekirdi.

Nerede onlar?

Siyaset dünyası mı bize onları temin edecek? Orada, aradaki zıtlığı iyice acı verici hale getiren birkaç müstesna insan dışında, bütün ömrünü yüksek bir amaca adamış hiç kimseye rastlanmıyor: Düşünce ve duygu dağınıklığı öyle büyük, kuru laf kalabalığı öyle yaygın ve üretken eylem öyle nadir ki, bu dünyada çoğunlukla erkek bedenine girmiş çocuk ruhlarından başka bir şey görülmüyor.

Edebiyatta eli kalem tutanların hemen hepsinin 1870’teki feci kasırgadan sonra çabalarını insanın içindeki hayvanın yüceltilmesine hasrettikleri görülmedi mi? Bu da Manzoni’nin görüşünün3 ne kadar doğru olduğunu gösteriyor: Eksitasyonlar arttıkça doğum oranı düşer. Yazarlarımızın hemen hepsi içimizdeki en yüce ve en soylu yanları uyaracaklarına, aşağı, bayağı içgüdülerimize seslendiler: Bizi omurilik ve omurilik soğanına indirgenmiş gibi gördüler; bize bir düşünürler edebiyatı yerine bir kafasız kalmışlar edebiyatı sundular.

Örnekleri çoğaltmanın yararı ne? Eğer karakter birlik ve istikrar getiriyorsa, ayrıca daha yüksek amaçlara doğru bir yöneliş yaratıyorsa doğuştan gelemeyeceği aşikâr değil mi? Bizim doğal halimizdeki kargaşadan tiksinen bu birlik ve istikrarın yavaş yavaş edinilmesi gerekir. Bunda gözü olmayan veya olamayanlar aynı şekilde insan kişiliğinin yüceliğini oluşturan şeylerden, yani özgürlük ve benliğine hâkimiyetten de vazgeçmek zorunda kalacaklardır.

Bar-le-Duc, 20 Ocak 1894.

I

Teorik Kısım

1.Kitap

Girizgâh

1.Bölüm

Savaşılacak Hastalık: Üniversite Öğrencisi ve Entelektüel Çalışanda İrade Yokluğunun Çeşitli Biçimleri

Caligula, Romalıların hepsinin bir tek kafası olmasını diliyordu, o zaman bir vuruşta hepsinin kafasını kesebilecekti. Savaşacağımız düşmanlarımız için böyle dileklerde bulunmak gereksizdir: Hemen hemen tüm başarısızlıklarımızın, tüm mutsuzluklarımızın bir tek nedeni vardır, o da irademizin zayıflığıdır; çabadan, özellikle de sürekli çabadan dehşet duymamızdır. Edilgenliğimiz, düşüncesizliğimiz, çabuk dağılmamız, bunların hepsi, madde için ağırlık neyse, insan tabiati için de aynı manaya gelen evrensel tembellik özünü ifade eden kelimelerdir.

Sebatkâr iradenin gerçek karşıtının yine süreklilik gösteren bir kuvvet olacağı bellidir. Tutkular doğaları gereği geçicidir; ne kadar şiddetliyseler o kadar kısa sürerler: Bu kesintili halleri onları kendi içlerinde değerlendirmemize izin vermez; bu durumun ender görülen istisnaları, tutkuların gayretin sürekliliği önündeki hakiki engeller gibi, akıl bozukluğunun sınırına varan bir sabitlik ve güç kazandığı örneklerdir. Tutku nöbetleri arasına giren fasılalarda büyük bir çalışma miktarına yetecek yer bulunur. Ama kesinlikle etkisi sürekli olan temel bir ruh hali vardır ki ona gevşeklik, cansızlık, tembellik, avarelik adı verilir. Sık sık çabaları yenilemek, bu doğal hale karşı mücadeleyi yenilemekten başka bir anlama gelmez ve yine de ona karşı nihai zafer kazanılamaz.

Temel, doğal bir hal diyoruz: Bunun nedeni, uzun süre devam eden sürekli çabanın insan tarafından ancak zorunluluk baskısıyla kabul edilmesidir. Seyyahlar, medenileşmemiş halklarda kalıcı çaba gösterme yönünde mutlak bir yetersizlik bulunduğunu ittifakla açıklamaktadırlar. Bay Ribot pek yerinde bir tespitle, ilk gönüllü dikkat çabalarının, beyler dinlenip uyurken dayak yeme korkusuyla düzenli çalışmak zorunda kalan kadınlardan gelmiş olması gerektiğini belirtmiştir. Rahat rahat geçinmelerini sağlayacak düzenli bir iş yapmayı deneyeceklerine yok edilmeyi tercih eden Kızılderililerin gözlerimizin önünde bir şekilde kaybolup gittiklerini görmüyor muyuz?

Ama fazlasıyla bilinen örnekleri gidip bu kadar uzaklarda aramayalım; çocuğun düzenli çalışmaya ne kadar yavaş geçtiğini bilmiyor muyuz? Kendilerinden önce ve etraflarında yapılandan daha iyisini yapmaya çalışan köylülere ve işçilere çok az rastlanmaz mı? Spencer1 ile birlikte gün boyu kullandığınız nesneleri gözden geçirebilirsiniz: Hepsi de azıcık bir akıl çabasıyla kullanılma amacına daha iyi uyarlanabilir. O zaman siz de yazarla birlikte şu sonuca varabilirsiniz: “Aslında insanların çoğunun ömürlerini mümkün olduğunca az düşünce çabası harcayarak geçirmeyi amaç bildikleri anlaşılıyor.” Öğrencilik anılarımıza dönsek, arkadaşlarımızın arasından kaç çalışkan sayabiliriz? Hemen hepsi de sınavlarını geçmeye yetecek asgari çabayla yetinmiyorlar mıydı? Zaten ortaöğretimden itibaren kişisel çaba, düşünme çabası hepsine öyle zor gelir ki! Hepsi de -hem de her ülkede basit ezber gayretleriyle sınavlarından yüzlerinin akıyla çıkarlar! Bu nedenle idealleri çok yüksek değildir. İstediklerini, Bay Maneuvrier bizim ülkemiz için mükemmel bir şekilde ifade etmiştir: “Düşük ücretli, pek değer verilmeyen, geleceği, ufku olmayan, insanın bir iskemlede ömür çürüttüğü, her gün hemen hemen kısır bir uğraşın boşluğu içinde yeteneklerinin gerilemesine ve adım adım paslanmasına tanık olduğu, ama buna karşılık düşünmekten, istemekten ve eyleme geçmekten kurtarılmanın kelimelerle dile getirilmez sevincini bulduğu memurluk görevleri… Vesayetçi bir yönetmelik… insanın faaliyetini bir duvar saatinin düzenli hareketi içine sokar ve onu eyleme geçmenin ve yaşamanın yorucu onurundan muaf tutar.”

Zaten sadece memurları suçlamak yanlış olur. İstediği kadar yüksek olsun hiçbir meslek, hiçbir kariyer kişiliği, gücü ve enerjiyi korumaya yetmez. Zihin ilk yıllarda etkin bir biçimde çalışabilir. Ama çok geçmeden yeni düzenlemelerin sayısı, düşünme ve araştırma çabası gerektiren durumların sayısı ve ortaya çıkma olasılığı azalır. En üst düzey ve ilk bakışta güçlü zihinsel çabalar gerektiren işlerin yapılması tamamen alışkanlık meselesi haline gelir. Avukat, yargıç, doktor, öğretmen daha önceden edinilmiş ve artık ancak çok ağır veya nadiren gelişen bir zeminde yaşarlar. Çaba yıldan yıla azalır yıldan yıla zihnin üstün yeteneklerini kullanma fırsatları tükenir. Artık yol çizilmiştir, alıştırma yokluğundan ötürü zekâ, onunla birlikte de mantık yürütmenin ve düşünmenin gücü körelir. Eğer iş hayatının yanı sıra bir entelektüel uğraşlar düzeni oluşturulmazsa, enerjinin bu şekilde giderek paslanmasından kurtulmak mümkün değildir.

Eklendi: Yayım tarihi

“İrade Eğitimi” için 6 yanıt

  1. Birçok insanın yaşam pratiğinden elde ettiği bilgiyi akademikdille anlaşılır biçimde yazmış.Burada ki en önemli sorun bilgiyi gündelik hayata nasıl uygulayabileceğimiz.Bilmek ayrı,bildiğimzi yapabilmek ise başlı başına ayrı bir mesele..

  2. Günümüzün ve geleceğin bir hastaliğidır iradesizlik; gelecekte buna çare bulmaya çalışan insanın çoğalacağı gibi doktorları çoğalacaktır.günümüzde fazla modern yaşamla meşgul olmamak gerek biraz da ilkel yaşamın mucitliğini yaşamak lazim. yazmak kadar okumakta ilkel bir eylemdir, hadi okumaya o zaman

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur