Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kaçak Goril Sally Jones
Kaçak Goril Sally Jones

Kaçak Goril Sally Jones

Jakob Wegelius

Kaçak Goril Sally Jones Sally Jones sadık, zeki ve becerikli bir arkadaş.Bir geminin makine dairesinde de bir tamir dükkânında da harikalar yaratabilir. Üstelik sıra…

Kaçak Goril Sally Jones

Sally Jones sadık, zeki ve becerikli bir arkadaş.Bir geminin makine dairesinde de bir tamir dükkânında da harikalar yaratabilir. Üstelik sıra dışı biri. Kimi zaman bir çatı katında kimi zaman bir sarayın bahçesinde tek kelime etmeden ama konuşulanları gayet iyi anlayarak dolaşan bir goril.

O ve Şef bir kargo gemisinde birlikte çalışırlar.Çok iyi bir iş alır ve denize açılırlar.Ama anlaşmanın sonu bekledikleri gibi olmaz,her şey bir anda kontrolden çıkar ve Şef cinayetle suçlanır. Şef’in en yakını olduğu için Sally Jones da suçlamalardan nasibini alır.

İşte şimdi Sally Jones için yoluna çıkan engellere,ortaya dökülmemeye kararlı sırlara rağmen hem hayatta kalmaya çalışma hem de Şef’in adını temize çıkarmanın tam zamanı!

DAKTİLO

Şef bana geçen gün Underwood marka, 1908 No. 5 model eski bir daktilo verdi. Daktiloyu buradan, Lizbon limanındaki bir hurdacıdan almış. Birkaç tuşu kırılmıştı ve tuş kolu da eksikti ama Şef benim bozuk şeyleri tamir etmeyi sevdiğimi biliyor. Underwood No. 5’imi onarmam birkaç gecemi aldı ve şu anda ilk kez onunla bir şeyler yazıyorum. Bazı tuşlar hâlâ takılıyor ama bir kerpeten ve birkaç damla makine yağının yardımıyla yakında sorun kalmaz. Ama bu iş yarına kadar beklemek zorunda. Kamara penceremin ardındaki hava tamamen kararmış. Nehre demir atmış gemilerin ışıkları karanlık suya yansıyor. Astığım hamağıma tırmanmak üzereyim. Umarım bu gece yine o kâbusları görmem.

Yine akşam oldu. Şefle ben bugün şanslıydık. Her sabah erken vakitte, o gün bir iş bulmayı uman denizcilerin bekleştiği liman kafeteryasına giderdik. Genellikle pek bir iş çıkmazdı ama bugün şansımız yaver gitti. Şafaktan hava kararana dek çuval çuval kömür taşıdık. Yevmiyemiz azdı ama kazanabileceğimiz her kuruşa ihtiyacımız var. Sırtım ve kollarım ağrı içinde, üstelik kürküm de kömür tozundan ötürü kaşınıyor.

Diğer her şey bir yana, çok yorgunum. Dün gece iyi uyuyamadım. Kâbuslarla bölünmemiş, kesintisiz bir uyku çekmeyeli en az bir ay olmuştur herhalde. Aynı rüyalar zaman içinde dönüp dolaşıp geri geliyor. Bazı geceler Song of Limerick’in makine dairesine dönmüş buluyorum kendimi. Motor çalışır haldeyken birisi güçlü kollarıyla beni arkamdan yakalıyor ve gemi batıyor. Diğer geceler Başkomiser Garretta’yı görüyorum rüyamda. Hava karanlık ve nerede olduğumu bilmiyorum. Bir ihtimal Prazeres Mezarlığı’ndayım. Tek görebildiğim Garetta’nın şapkasının siperinin altındaki küçük, soğuk soğuk parlayan gözleri.

Tabancasından çıkan o keskin barut kokusu geliyor hâlâ, patlayan silahın sesi de kulaklarımda çınlıyor. Şef’le ilgili olan rüyaysa içlerinde en korkunç olanı. Yağmurda dikilmiş, yüksek duvarların arasındaki bir demir kapının önünde onu bekliyorum. Zaman geçiyor, soğuk iliklerime işliyor. Kendime kapının her an açılabileceğini telkin etmeye çalışıyorsam da aslında için için kendimi kandırmaya çalıştığımın da farkındayım. Kapı asla açılmayacak, Şef de sonsuza dek o duvarların ardında alıkonacak. Uykumda çığlık attığım geceler oluyor. Geçenlerde bir gece, elinde salladığı boru anahtarıyla telaşla kamarama giren Şef uyandırdı beni. Çığlıklarımı duyunca gemiye sızan birinin beni incittiğini düşünmüş. Gayet olası bir durumdu bu, sonuçta Lizbon’da tehlikeli düşmanlar edinmiştik. Şu anda yazmaya devam edemeyecek kadar yorgunum. Muhtemelen yarın yine yazarım. Underwood No. 5’imden öyle memnunum ki!

Bu gece hava sisli. Sis öğleden sonra boyunca Atlantik Okyanusu’ndan dalga dalga geldi. Hemen güverteye çıktım ama rıhtımda kısa bir mesafedeki vinçlerin ötesini göremedim. Arada sırada sis düdüğünün boğuk sesiyle gemilerin çaldığı çanların sesi geliyor nehirden. Hayaletleri anımsatan sesler. Bugün yine Şef’le beraber çuval çuval kömür taşıyoruz. Bu işleri yaparken Underwood No. 5’im üzerine düşünüyordum; şimdi ise onunla ne yapacağıma karar verdim. Daktilomu gerçekleri anlatmak için kullanacağım. Alphonse Morro’nun cinayeti hakkındaki gerçekleri anlatmak için. Böylece herkes gerçekte olan biteni öğrenmiş olacak. Hem belki yazmak, kâbuslarımdan kurtulmamı da sağlar.

BİRİNCİ KISIM

Ben.Şef ve Hudson Queen

Beni tanımayanlar için hakkımda söylemem gereken ilk şey şu ki ben bir insan değilim, insana benzeyen bir maymunum. Bilim insanlarından öğrendiğim kadarıyla goril familyasının alt türlerinden olan gorilla graueri cinsindenim. Türümün çoğu Afrika’da, Kongo Nehri boyunca uzanan sık ormanda yaşıyor, ben de muhtemelen aslen oralıyım. Nasıl olup da insanların arasına karıştığımı bilmiyorum, muhtemelen bunu asla bilemeyeceğim. Bu olay ben çok küçükken gerçekleşmiş olmalı. Belki de avcılar ya da yerliler tarafından yakalandım, sonra da satıldım.

Hatırlayabildiğim en eski anımda boynuma dolanmış bir zincirle soğuk bir taşın üstünde oturuyorum. Her ne kadar tam emin olamasam da bulunduğum yerin İstanbul olduğunu düşünüyorum. O zamandan beri insanların dünyasında yaşıyorum. Siz insanların nasıl düşündüğünüzü ve söylenenleri nasıl anladığınızı öğrendim. Okumayı ve yazmayı öğrendim. İnsanların nasıl çaldığını ve hile yaptığını öğrendim. Açgözlülüğü öğrendim. Ve zalimliği. Birçok sahibim oldu ama çoğunun bana nasıl davrandığını unutmayı tercih ederim. İsmimi bana hangi sahibimin verdiğini bilmiyorum. Ya da neden bu ismi verdiğini. Ama sonuçta benim adım bu işte; Sally Jones.

Birçok kişi Şef’in benim şimdiki sahibim olduğunu sanıyor, ama Şef, kimsenin sahibi olmak isteyecek birisi değil. Şef ve ben birbirimizin yoldaşı ve arkadaşıyız. Şef’in gerçek ismi Henry Koskela. Yıllar önce, ben Otago adlı bir şilepte kaçak olarak yolculuk yaparken tanıştık. Tayfalar beni bulmuştu ve geminin kaptanı da denize atılmamı emretmişti. Fakat geminin baş makinisti öne çıkarak hayatımı kurtardı. İşte o kişi Şef’in ta kendisiydi. Birkaç yıl sonra Singapur’un liman bölgesinde şans eseri yeniden karşılaştık. Ciddi şekilde hastaydım ve derme çatma bir barın önündeki bir direğe zincirlenmiştim. Şef beni tanıdı ve barın sahibinden satın aldı. Beni çalıştığı gemiye götürdü, bana yemek ve ilaç verdi. Bu, onun hayatımı ikinci kurtarışıydı. Nihayet sağlığıma kavuştuğumda, makine dairesinde Şef’in yanında bazı ufak tefek işlere yardım etmeme izin verildi. İşimi sevmiştim, Şef’in sayesinde görevimi iyi bir şekilde de yapar olmuştum.

Gemicilik ve geminin makine dairesi üzerine bildiğim her şeyi ondan öğrendim. Şef ve ben, o günlerden sonra bir daha hiç ayrılmadık. Güneydoğu Asya’dan Avustralya’ya doğru yol aldık. New York’ta kendi gemimizi, Hudson Queen’i satın aldık ve bu gemiyi taşıdığımız çeşitli yüklerle Afrika, Amerika ve Avrupa sahillerinde işlettik. Kendi kendimizin efendisiydik ve gemiyi iyi durumda tutacak kadar para kazanıyorduk. Hayatımız çok güzeldi, bundan daha güzelini hayal etmenin imkânı yoktu. Umarım bir gün her şey yine o kadar güzel olur.

Dört yıldan kısa bir süre önce her şey değişti. Talihsizliklerimizin başladığı zamandı. Şef’le birlikte bütün yaz Britanya sularında yol aldıktan sonra sonbaharın gelmesiyle birlikte, Kuzey Denizi’nin fırtınalarından kaçmak için dümeni sıcak sulara doğru kırdık. Londra’dan, Atlantik’in ortasındaki Azor Adaları’na bağlı takımadalara nakletmek üzere bir teneke kutu kargosu aldık.

Yolculuk başlangıçta iyi gitti. Hava güzel, rüzgâr hafifti ama sabah erken vakitte bir balinayla çarpmamızla şansımız döndü. Balina sağ kurtuldu ama ağır bir darbe alan Hudson Queen’in dümeni eğrildi. Biz hasarı gidermeye çalışırken hava döndü ve şiddetli bir fırtına patladı. Hudson Queen çaresizce sürüklendi, eğer demir atmış olmasaydık kaybolabilirdik. Ancak havanın yatışmasının ardından acil durum dümenimizi kullanabildik ve rotamızı Portekiz kıyılarına varmak üzere belirledikten sonra Lizbon’da sığınacağımız bir yer aradık.

Yükü boşalttıktan sonra Hudson Queen’i dümen onarımı için gemi tamir havuzuna almak zorunda kaldık. İki hafta süren bu işin maliyeti, tüm birikimlerimizi harcamamıza sebep oldu. Şef, yeni bir yük alabilmek için tüm deniz nakliyecilerini dolaştıysa da iş bulamadı. Rıhtımın yanındaki alan, kârlı günleri bekleyen, ambarları boşalmış yük gemileriyle kaplıydı. Haftalar geçti. Sahilde takılıp kalmak hiçbir zaman eğlenceli değildir ama yine de Lizbon’dan çok daha kötü limanlarda takılıp kalabilirdik.

Cumartesilerimizi şehirde tramvayla dolaşarak geçirirdik. Lizbon’dakinden daha gösterişli tramvayları dünyanın hiçbir yerinde, hatta San Francisco’da bile göremezsiniz. Limanda gemiyi bağladığımız yer Alfama bölgesindeydi, şehrin yoksul bir köşesi olan bu bölge gündüzleri hareketsiz, geceleriyse tehlikelerle doluydu. Hiç kimse Rua de São Pedro’da ayakkabı bağcığı satan Siyam ikizlerine ya da ay ışığı olmadığında en karanlık sokaklarda karşınıza çıkabilecek, Pepper Coast’lu Cehennem Dansçılarına yan gözle bakamazdı.

Alfama’da işçi tulumu giymiş bir maymuna bile yan gözle bakmazlardı, bu da tabii benim menfaatimeydi. Çoğu akşam O Pelicano’ya, denizcilerin Lizbon’a geldiklerinde buluşma noktası olan meyhaneye gittik. Rua de Salvador’daki bu mekân, güneş ışınlarının nadiren ulaştığı karanlık ve dar bir sokaktaydı. Mekânın sahibinin adı Senhor Baptista’ydı. Brezilya’ya giden gemilerde aşçı olarak çalışmış olan Senhor Baptista, müşterilerine her zaman yemekten önce aguardiente ikram ederdi. Aguardiente bir tür brendiydi, ama ben bunun yerine genellikle bir bardak süt içerdim. O Pelicano’da geçirdiğimiz akşamlara dair çok güzel anılarım var ama bir tane kötü anım da var. Çünkü Alphonse Morro’yla O Pelicano’da tanışmıştık.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

  1. Gerçeğe Aykırı Beyanlar ~ Aslıhan KocabalGerçeğe Aykırı Beyanlar

    Gerçeğe Aykırı Beyanlar

    Aslıhan Kocabal

    Sosyal medyaya bomba gibi düşen haberin ilk kaynağı, hale sebze taşıyan bir kamyon şoförüydü. Adamcağız kasabaya sabaha karşı girdiğini, meydandaki kavun heykelinin dibinde bir...

  2. Kraken Uyanıyor ~ John WyndhamKraken Uyanıyor

    Kraken Uyanıyor

    John Wyndham

    Tehlikeyi hiçe sayıp körü körüne felakete yürümek… Bilimkurgu türünün en edebi kalemlerinden John Wyndham, Kraken Uyanıyor’da kusursuz bir “yokoluş” tasviri çiziyor ve insanlığın karşı karşıya...

  3. 15 Saniye ~ Andrew Gross15 Saniye

    15 Saniye

    Andrew Gross

    Bütün hayatını elinden alması için 15 saniye yeterdi… Ancak ölüm kadar basit bir sonun peşinde değildi. Peşinde olduğu, hayatından çok daha fazlasıydı. Ne de...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur