Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kadınlar, Erkekler, Aşıklar
Kadınlar, Erkekler, Aşıklar

Kadınlar, Erkekler, Aşıklar

Erol Göka, Sema Göka

Ne Marslı ne Venüslü, hepimiz Dünyalıyız! Dünyanın en eski ama en çok merak edilen hikâyelerinden biri; kadınlar, erkekler ve bu iki cinsi birbirine bağlayan…

Ne Marslı ne Venüslü, hepimiz Dünyalıyız! Dünyanın en eski ama en çok merak edilen hikâyelerinden biri; kadınlar, erkekler ve bu iki cinsi birbirine bağlayan kuvvetli duygu aşk Erol Göka ve Sema Göka kadınları, erkekleri ve âşıkları anlattılar. Kadınlar ve erkekler arasında var olduğuna inanılan ´fark´a dayalı ´çağdaş önyargıları´, başta ´kadınlar Venüs´ten erkekler Mars´tan´ olmak üzere, bilimsel olduğu izlenimi verilen yanlış inanışları esprili bir dille ortaya seren yazarlar, aşka yeniden ve ´insanca´ bakmayı denediler. İndirgemeciliğin, kültürcü ve cinsiyetçi fanatizmin tuzaklarına düşmeden özgün bir bakış geliştirdiler. Belki de ilişkilerde yaşanan sorunların çözümü bu bakışta gizlidir. Kadınlar ve erkekler hakkındaki önyargılarımız neler? Toplumsal cinsiyet nasıl oluşur? Kadın ve erkek beyinleri arasında ne fark var? Kadınların ve erkeklerin duygu ve davranışları birbirinden ne kadar farklı? Farklı cinsler aşkı farklı biçimlerde mi yaşar? Aşkın aşamaları nelerdir? Aşk bitince ne başlar? Bir ömre kaç aşkı sığar? Nefretten aşk doğar mı? Aşkın büyüğü küçüğü olur mu?

***

İÇİNDEKİLER

Önsöz / 7

Birinci Bölüm

Kadınlar ve Erkekler /13

Şimdi Gerçekten Farklı Bir Dünyada Yaşıyoruz! / 15

Kadınlar ve Erkekler Hakkındaki Önyargılarımız / 29

Kadın Hareketinin Öğrettikleri / 45

Doğulan Cinsiyet, Olunan Cinsiyet / 53

Toplumsal Cinsiyet Nasıl Oluşur? / 59

Kadın ve Erkek Beyinleri Arasındaki Farklılıklar / 71

Cinsiyetler Arasındaki Duygu ve Davranış Farklılıkları / 85

Kadın ve Erkek Kıskançlıkları Farklı mı? / 105

Kadınlar ve Erkekler Farklı mı Âşık Olurlar? / 121

İkinci Bölüm

Aşk ve Âşıklar /131

Nedir Bu Aşk? / 133

Aşk da İnsan da Kimyadan İbaret Değildir / 151

Aşkın Felsefesi ve Psikolojisi / 165

Aşkı Nasıl Yaşarız? / 175

Aşkın Aşamaları / 189

Aşk Bitince Ne Başlar? / 197

Her Kişiliğin Aşkı Yaşaması Farklıdır, Bazısı Hastalıklıdır / 203

“Karşılıksız Aşk Sendromu” / 213

Aşk Hakkında Bitmeyen Sorular / 233

Sonsöz / 251

ÖNSÖZ

Birçok bakımdan oldukça ilginç ve insanlığın, tarihi boyunca ilk kez karşılaştığı olgularla dolu zamanlarda yaşıyoruz. Batıda üç yüzyıl önce başlayan değişim, son zamanlarda küreselleşme adı verilen süreçle birlikte hem çok süratlendi hem tüm dünyaya yayıldı. Biz insanlar için her zaman birinci önem sırasında yer almış olan kimliklerimiz ile aile, aşk ve mahremiyet ilişkileri de bu ilginçlikten ve değişikliklerden nasibini alıyor. “Eski” olanlar, inanılmaz bir hızda yerini “yeni”lere bırakıyor. Değişimin hızından öyle bir baş dönmesi yaşıyoruz ki, olup bitenlerin iyi mi kötü mü olduğunu değerlendirmeye, bırakın değerlendirmeyi sormaya bile vakit bulamıyoruz.

Bizim gibi kendine özgü bir modernleşme yolunda ilerleyen ülkelerde, değişim çok daha yıkıcı etkiler gösteriyor. Yüzlerce yıldır içinde nefes aldıkları geleneklerin birdenbire çöküşü, bazı insanları, gelenek sandıkları bazı unsurlara umutsuzca ve bağnazca sarılmaya itiyor, toplumda genel bir tedirginlik ve kararsızlık hakim. Ruhlarımızdaki “eski” ile hayatlarımızdaki “yeni” arasında kalakalmış vaziyetteyiz çoğumuz.

Yıllardır, ruhsal sıkıntılarını bize açma cesareti gösterebilen insanları dinliyor, elimizden geldiği ölçüde dertlerine deva olmaya çalışıyoruz. İnsanlarımızın kimliklerinde ve aile, aşk ve mahremiyet hayatlarında değişime zorlanmasının, iç-dünyalarında nasıl bir etkiye, ne gibi hasarlara yol açtığının birinci elden tanığıyız. Bir yandan da, hem çıplak gözle dünyamızda olup bitenleri, hem de zihinsel çabamızla akademide ve entelektüel dünyada yapılan değerlendirmeleri izlemeye çalışıyoruz. Elbette bizim bakışımız, çok-boyutlu olan modernleşme ve küreselleşme süreçlerinin daha ziyade insani, onun da daha çok psikolojik boyutuna odaklanıyor. Dinlediklerimizi, gördüklerimizi, okuduklarımızı, düşündüklerimizi bir araya getirince durumdan görev çıkararak size bunları iletmeye karar verdik. Doğrusunu söylemek gerekirse, şimdiye kadar kadın-erkek ilişkileri ve aşk yaşantıları hakkında yazılanların, söylenenlerin birkaç istisna dışında, kafa karışıklığını gidermek, yaraya merhem olmak, yeni bir şey söylemek gibi bir dertleri olmadığını; hatta tam tersine var olan kafa karışıklığını artırıcı etkilerini, zaten kulakları tırmalayan gürültüye bir de kendi bağırışlarını eklemek dışında bir niyet taşımadıklarını gördükçe, durumdan çıkardığımız göreve bir de “kaçınılmaz” sıfatı ekledik. Bu “kaçınılmaz görev” bize düşüyordu.

Yaşadığımız dünyanın özellikle insan ilişkileri açısından tam bir resmini anlatmaya çalışarak işe başladık. Kitabı “Kadınlar ve Erkekler” ve “Aşk ve Âşıklar” adlı iki ana bölüme ayırdık. Yaşadığımız dünyanın resminde en net görünen özelliklerden bir tanesi, kadın-erkek ilişkilerine hakim olan belirsizlik ve hatta “kriz” denebilecek durumdu. Kadınlar ve erkekler hakkında tarih boyunca süren önyargılarımızla birlikte, kadınların ve erkeklerin ayrı gezegenlerden gelecek kadar birbirlerinden farklı oldukları tezi üzerine inşa olan çağdaş önyargıları ele aldık. Oysa kadınlar Batı’da modernlikle birlikte çalışma dünyasına ve kamusal hayata katılmış, hemen ardından da haklı olarak eşitlik için ayağa kalkmışlardı. Dünya, uzunca bir süre, kadın hareketiyle birlikte ortaya çıkan bu değişikliklere ayak uydurmaya çalıştı. Kadın hareketi giderek eşitlik taleplerini yükseltiyor, insanlık kadın haklarının önemini anlamaya başlıyordu. Kadın hareketi, kadınların da eşit haklara sahip olduğunu söylüyor, biyolojik ve toplumsal cinsiyetin ayrı ayrı şeyler olduğunu, insanın doğduğu cinsiyetinin yanı sıra bir de toplum tarafından inşa edilen bir cinsiyet kimliği taşıdığını hepimize anlatmaya, öğretmeye çalışıyordu. Ama küreselleşme sürecinde nasıl olmuşsa, rüzgâr dönmüş, sular tersine akmaya başlamıştı. Eşitlik ideallerinin yerini “fark” almış, her alanda olduğu gibi, kadın ve erkek cinsiyet kimliği açısından da “fark”ın önemi çok daha fazla vurgulanır hale gelmişti. Bilimde ve tıpta da etkisini çok fazla hissettiren yeni anlayış; insanlara, kadın ve erkeklerin gerek beden gerek beyin yönünden birbirinden köklü farklılıklar gösterdikleri, bu nedenle farklı görev ve sorumlukları olması, birbirleriyle ilişkilerini, anlamaya çalışma esasına göre değil farklılıkları kabul etme esasına göre ayarlamaları gerektiğini dayatmaya başladı. Bu nedenle kadınlar ve erkekler hakkındaki önyargılarımızdan sonra, kadın hareketiyle birlikte ortaya çıkan değişiklikleri ve bu hareketten öğrendiklerimizi, doğulan ve olunan cinsiyetleri, toplumsal cinsiyetin nasıl oluştuğunu ele aldık.

Birinci bölümde daha sonra sıra, “fark”a dayalı çağdaş önyargıları değerlendirmeye geldi. Kadınlar ve erkeklerin beyinlerindeki, duygu ve davranışlarındaki farklılıkları, tamamen bilimsel bulgulardan yola çıkarak inceden sürmeye, göstermeye çalıştık. Ortaya çıktı ki, kadınlar ve erkekler, elbette biyolojik yapılarının bazı yansımalarının getirdiği farklılıklar olmakla birlikte, gerek beyin yapısı ve işleyişi, gerek duygu ve davranışları yönünden temel ve büyük bir farklılık göstermezler. Hem kadınların ve erkeklerin arasındaki farklılıklar konusunda en çok tevatür çıkarılan konular arasında oldukları için hem de kadın-erkek ilişkilerinde taşıdıkları önem nedeniyle “kıskançlık” ve “âşık olma” yönündeki farklılıkları ayrıca değerlendirdik. Bu konularda da esasa taalluk eden bir fark olmadığını bilimsel bulgularla ortaya koyduk.

Kadınlar ve erkekler âşık olma açısından da temelde farklı değillerdi ve işin ilginç yanı, modern zamanlardan bu yana, üç yüzyıldır ortaya çıkan tüm alt-üst oluşlara, değişikliklere, değiştirme çabalarına, hele hele son dönemde “fark”ı kışkırtma gayretlerine rağmen, “aşk” kadın-erkek ilişkilerinin temel gündemini oluşturmaya devam ediyordu. Aşk, “eski” ile “yeni”, “geçmiş” ile “gelecek” arasında bir köprü gibiydi adeta. Her şey değişiyor ama “aşk” neredeyse sabit kalıyordu. O halde kadın-erkek ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini konuşabilmek için en uygun yerden, aşktan işe koyulmak gerekiyordu. Öyle yaptık. Kitabın ikinci bölümünde enine boyuna aşk olgusunu ele aldık.

Aşk, hakkında çok konuşulduğu halde, üzerinde en az fikir birliği olan olgulardan biriydi. Son dönemde bilim çevreleri de işin içine girdi ama konuya netlik, kargaşaya durulma gelmesi yerine, ortalık arapsaçına döndü, içinden çıkılmaz hale geldi. Kadınların ve erkeklerin tamamen farklı olduklarına dair fikirlerin herkesin katıldığı bir önyargı haline dönüşmesi için çok uygun bir vasat ortaya çıktı. Sosyobiyolojinin ve evrimci psikolojinin yardımıyla, aşk olgusu hayvan modelleriyle açıklanmaya çalışıldı. “Âşığım” diyen insanların beyinlerinde olup bitenlerle “aşk”ın kendisi birbirine karıştırıldı. “Fark”çı önyargının değirmenine durmaksızın su taşındı. Elimizden geldiğince ortalığı düzenlemeye, malumat bombardımanından şaşkına çevrilmiş okuyucuya rehberlik etmeye çalıştık. Aşkın bir sevgi türü olduğunu ama alelade sevgiden çok farklı, oldukça özel, sevme becerisine sahip olan her insanın başına bir gün gelebilecek türden bir sevgi olduğunu anlatmaya çalıştık. Aşka nasıl gittiğimizi, aşk sırasında neler yaşandığını, aşkın hangi aşamalardan geçtiğini, aşk bitince ne olduğunu enine boyuna ele almaya uğraştık. Çünkü okuyucu aşkı iyice tanısın, kendisinin ve başkalarının yaşadıklarının aşk olup olmadığına rahatlıkla karar verebilsin istedik.

İnsanların büyük çoğunluğu âşık olma yeteneğini haizdi ama aşk güvercini herkesin başına konmuyordu. Çok ağır bir yaşantı olduğundan, aşk güvercini başına konan herkes de bu kutsi konuğun yükünü taşıyamıyor, hastalanıyor, daha doğrusu aşkı hastalıklı bir biçimde yaşıyordu. Aşkın ne zaman hastalıklı, hangi durumda sağlıklı yaşandığını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Günümüz dünyasına, medyaya ve med-yatik zihniyete eleştirel bir bakış fırlatmaktan kendimizi alıkoyamadık bu noktada. Medyatik değeri (!) nedeniyle, sessiz sedasız biçimde yaşanıp giden sağlıklı aşkları değil de, sürekli tribünlere oynanan, cazgırca reklamı yapılan hastalıklı aşkları gerçek aşkmış gibi sundukları için sitem ettik.

Bize göre hastalıklı aşkların ortak bir özelliği vardı. O da “karşılıksızlık” duygusuydu. Bir insan, şu veya bu şekilde aşkına karşılık alamadığını düşündüğünde ve buna yönelik tuhaf tepkiler vermeye başladığında aşk hastalığına yakalanıyordu. Bu nedenle, karşılıksızlık duygusunun ve gösterilen belirtilerin şiddetine göre aşk hastalıklarının bir spektrum içinde ele alınabileceğini düşündük ve aşk hastalıklarının hepsine “karşılıksız aşk sendromu” adını verdik. Birer birer örnekleriyle ele aldık “karşılıksız aşk sendromu” spektrumuna giren hastalıkları. Muradımız, hastalıklı âşıkların hallerinin ayan beyan görülmesi ve daha da önemlisi ruh sağlığı profesyonellerinden yardım istenmesiydi.

Son olarak, belki cevabını hazırlop isteyenler olabilir diye aşk hakkında hep sorulup duran soruları cevaplamaya çalıştık. Aslında kitap derli toplu okunduğunda okuyucumuz kendisi de bu sorulara cevap verebilirdi ama belki kitap boyunca söylediklerimizi biraz daha açık ve somut biçimde anlatabiliriz diye düşündük. Eski aşkların mı yoksa yenilerin mi daha makbul olduğunu, aşkın büyüğü küçüğü olup olamayacağını, evliliğin aşkı öldürüp öldürmeyeceğini, aşkın ömrünün ne kadar olduğunu, nefretle bir ilişkisi bulunup bulunmadığını aydınlatmaya gayret ettik.

Kitabın birinci bölümünde, kadın-erkek farklılıklarının değil insanlar arasındaki kişilik farklılıklarının önemli olduğunu, kadınları ve erkekleri tarih boyunca birbirine bağlayan aşktan başlarsak belki bu karışık dünyada yolumuzu bulabileceğimizi söylemiştik. İkinci bölümle birlikte de, aslında her aşktan medet ummamamız, günümüz aşklarının hastalıklı biçimlerini göstermememiz, aşka biraz adanma ve mahcubiyet katmamız, hatta aşkı ve kendimizi bu kadar da yüceltmememiz gerektiği ortaya çıktı.

Tüm bunlardan sonra elinizdeki kitap doğdu ama kitabın dili hakkında da bir şeyler söylemek zorundayız. Zor, sorumluluk isteyen bir işti başladığımız; bunu en uygun biçimde yapabilmek için en uygun dili bulmalıydık. Onlarca kitabın içinde inanılmaz sayıda bilgi vardı. Bu bilgilerden yola çıkarak en çok sayıda insana ulaşmasını istediğimiz bir tez oluşturmuştuk. Tüm bunları harmanlayıp, akademik dilin yavanlığından ve katı formatından kurtarıp söylemeliydik söyleyeceklerimizi. Kadınlardan, erkeklerden ve âşıklardan bahsederken, bilimsel ama arı duru, apaçık olmalıydık. Bilimsel ama gündelik dile yakın bir dil kullanmalıydık. Hiç değilse gündelik hayatta olduğu kadar edebiyat tadı olmalıydı yazdıklarımızın içinde. Hem derdi tarif ederken, hem derman gerektiğini anlatmaya çalışırken samimiyetimiz ve niyetimizin halisliği anlatımımıza sinmeliydi. Çok çalışıldığı belli olmalıydı. Umarız olmuştur.

Biz elimizden geleni yaptık. Şüphesiz daha iyisi olabilirdi. Bizimle birlikte çalışanlar da vardı. Her aşamada fikirlerini aldığımız dostlarımız ve Timaş Yayınları Editörü Seval Akbıyık olmasaydı, ne yapardık bilmiyoruz. Teşekkür ediyoruz tüm emeği geçenlere.

Birinci Bölüm

KADINLAR VE ERKEKLER

Şimdi Gerçekten Farklı Bir Dünyada Yaşıyoruz!

“Yirminci yüzyılın sonunda içinde yaşadığımız dünya, önceki çağlardan gerçekten farklı bir dünya mıdır ?” sorusuna “Evet, öyledir” diye cevap veren sosyolog Anthony Giddens, küreselleşmeyi ekonomik olduğu kadar siyasal, teknolojik ve kültürel açıdan çok boyutlu bir olgu olarak görüyor. Ona göre 1960’lardan sonra iletişim sisteminde görülen dev değişiklikler, küreselleşme sürecinin temelini oluşturuyor, onu tüm boyutlarıyla etkiliyor. Tarihte ilk defa, dünyanın bir yanıyla öbür yanı arasında anında iletişim kurma olanağı var artık. Anında elektronik iletişim, sadece haberlerin ya da bilgilerin daha çabuk aktarılmasını sağlayan bir yol değil, bu türlü iletişimin varlığı aynı zamanda, ister zengin ister yoksul olalım, yaşamlarımızın tüm dokusunun değişmesine neden oluyor.

Küreselleşmeyle birlikte, çok-kültürcülük söylemlerinin gölgesinde ve arkasında asıl gelişenin bir tek-kültürcülük, bir homojenleşme olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. İnsanların yaşam tarzları standartlaşıyor, ister Doğulu olalım ister Batılı fark etmiyor, hepimizin yaşayışı birbirine benziyor. Küreselleşme sürecinde, Batılı insanların davranış biçimleri, özellikle tüketim toplumu bireyine has davranışlar, dünyanın geri kalanı tarafından da içselleştiriliyor. İnternetin tüm dünyanın Kuzey Amerikalılar gibi yazıp düşünmesini sağlamayı amaçladığı şeklinde eleştiriler dile getiriliyor.

Enformasyon teknolojilerinin alt-yapısındaki muazzam değişimle birlikte, ekonominin sanayi ağırlıklı olmaktan çıkıp hizmet sektörüne odaklanması yaşamımız üzerinde belirgin bir etkiye sahip. Bilgi, eğlence, iletişim, elektronik ve finans alanındaki hizmetler ekonominin can damarı haline gelince yaşamlarımız da ona göre şekillenmeye başlıyor. Yalnızca dünya değil tüm yaşamımız değişiyor!

Çalışma yaşamından kaynaklanan bu değişikliklerin haricinde, enformasyon teknolojilerinin yaşamımızda yol açtığı yenilikler küreselleşmeyi, “orada” bizden uzaklarda olan bir şey değil, aynı zamanda “burada” yanı başımızda olan, yaşamlarımızın mahrem ve kişisel yönlerini de (cinsellik, evlilik, aile) derinden etkileyen bir olgu olarak görmemizi gerektiriyor. Bir süreden beri özellikle elit tabakanın ama giderek enformasyon teknolojilerini kullanan herkesin yaşamında “burası” ve “orası”, “iç” ve “dış”, “yakın” ve “uzak” ayrımlarının bir anlamı kalmadı. Dünyanın herhangi bir yerinde olan olay, dünyanın herhangi bir yerindeki insanın gündemine giriyor.

Ulaşım araçlarındaki gelişim de, dünyanın dört bir yanına daha çok hareket etmemize, coğrafyanın hayatımızdan silinmesine önemli bir katkı yapıyor. İlk bakışta olumlu görünen bu değişimin çok acıklı yanları da var, bu hızlı mekân değiştirmeler bazen çok can yakıcı olabiliyor. Ne kadar hızlı ve özensiz yemek yeniyorsa o kadar hızlı yaşanıyor Batı toplumunda ve küreselleşen dünyada. “Fast-food” çok güzel bir benzetme bugünkü hızlı yaşam tarzı için. Bazıları da galiba biraz da bu nedenle “dünya McDonaldlaşıyor” diyorlar.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. ”Gerçek” İnsanın Yüzünde Yazar mı? ~ Erol Göka;Murat Beyazyüz”Gerçek” İnsanın Yüzünde Yazar mı?

    ”Gerçek” İnsanın Yüzünde Yazar mı?

    Erol Göka;Murat Beyazyüz

    “Gerçek İnsanın Yüzünde Yazar mı?” sorusuna tarih boyunca cevap arayan bilim adamları ve eserleri Prof. Dr. Erol Göka ve Dr. Murat Beyazyüz tarafından masaya...

  2. Aşk Her Şeyi Affederse ~ Erol GökaAşk Her Şeyi Affederse

    Aşk Her Şeyi Affederse

    Erol Göka

    “Aşkın ahlakla bağlarının her geçen gün daha da koptuğu, ‘Aşk her şeyi affeder mi?’ diye şarkıların söylendiği, sadakatsizlikle aşkın aynı yerde olamayacağını bir türlü...

  3. Geçimsizler: Kişilikleri Tanıma ve Geçinmeyi Kolaylaştırma Kitabı ~ Erol Göka;Murat BeyazyüzGeçimsizler: Kişilikleri Tanıma ve Geçinmeyi Kolaylaştırma Kitabı

    Geçimsizler: Kişilikleri Tanıma ve Geçinmeyi Kolaylaştırma Kitabı

    Erol Göka;Murat Beyazyüz

    Kişilik kavramını anlamak, kişiliğin içinde barındırdıklarını ve oluşumunu keşfetmek, bazı kişilik özellikleri sebebiyle birlikte yaşamakta zorluk çektiğiniz insanlarla daha uyumlu bir hayat sürebilmek istiyorsanız...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur