Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kayıp Tarihimiz
Kayıp Tarihimiz

Kayıp Tarihimiz

Ahmet Demirel, Ahmet Turan Alkan, Alev Coşkun, Altan Öymen, Cemil Koçak, İlber Ortaylı, İpek Çalışlar, Mustafa Armağan, Sacit Kutlu, Taha Akyol

Osmanlı Devleti’ne Hasta Adam yakıştırmasını yapan kimdi? Devlet-i Âliyye gerçekten Hasta Adam denilecek kadar kötü durumda mıvdı? Cevabını, Prof. Dr. İlber Ortaylı veriyor. İkinci Abdülhamit’in 31 Mart Vak’ası ile devrilmesinin perde arkasında neler vardı? Konunun uzmanları Ahmet Turan Alkan ve Sacit Kutlu anlatıyor.

Osmanlı Devleti’ne Hasta Adam yakıştırmasını yapan kimdi? Devlet-i Âliyye gerçekten Hasta Adam denilecek kadar kötü durumda mıvdı? Cevabını, Prof. Dr. İlber Ortaylı veriyor.

İkinci Abdülhamit’in 31 Mart Vak’ası ile devrilmesinin perde arkasında neler vardı? Konunun uzmanları Ahmet Turan Alkan ve Sacit Kutlu anlatıyor.

Mustafa Kemal Paşa ile Millî Mücadeleyi başlatan komutanların yolları neden aynldı? “Mustafa Kemal, İngilizlerden valilik istedi mi?” sorusunu Alev Coşkun ve Mustafa Armağan tartışıyor.

Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal’in yanında yer alan Halide Edip, sonraki dönemde neden yurt dışına, gönüllü sürgüne gitti? Kritik yılların perde arkasını İpek Çalışlar ve Prof. Dr. Cemil Koçak aralıyor.

Atatürk’ün yazdığı Nutuk’la Kazım Karabekir’in kaleme aldığı İstiklal Harbimiz neden birbirini doğrulamıyor? Atatürk ile İsmet İnönü’nün arasını açan sebepler nelerdi? Atatürk, İnönü’nün öldürülmesini istemiş miydi? İnönü, “Devlet içki sofralarından mı yönetilecek?” diye isyan etti mi? Doç. Dr. Ahmet Demirci ve deneyimli gazeteci Altan Öymen, tarihin kör noktalarını aydınlatıyor.

Osmanlı Devleti’nin son dönemi ve Cumhuriyet’in kuruluş hikâyesi Kayıp Tarihimiz’de tartışılıyor.

***

Değerli okurlar, son dönemde bölgemizde önemli gelişmeler yaşanıyor. Libya’da kırk yıldır devam eden diktatörlüğe karsı halk ayaklandı. Benzer olaylar Tunus’ta ve Mısır’da da yaşandı. Bu hadiselerin Ortadoğu’ya yayılacağı hatta İran’dan Çin’e kadar olan bölgeyi etkileyeceği düşünülüyor. Türkiye’de demokrasiye geçişte bu tür olaylar olmadı. Elbette demokrasiye geçen her ülkede olur ama Türkiye’nin farklılığını bugün herkes kabul ediyor. Türkiye hem modernleşme sürecinde Ortadoğu ülkelerinden daha ileride hem de demokrasi sürecinde Ortadoğu’dan daha ileride. Neden? Türkiye’nin İran’dan ve Arap ülkelerinden farklı olmasını sağlayan faktörler nelerdir, bunları konuşacağız. Tabii ister istemez gündeme Osmanlı modernleşmesi gelecek ve bu konuyu tarihçi, Sayın İlber Ortaylı ile değerlendireceğiz.

İlber Bey, Türkiye niye İran’a göre, Arap toplumlarına göre daha gelişmiş? Eğitimi daha iyi, demokrasisi onlara göre daha ileride? Nereden geliyor bu gelişmişlik?

Bu övünmemizde bir ölçü koymamız lazım, mütevazı olalım diye ahlak dersi vermiyorum; stratejik bir değerlendirme bu: Bir kere bazı eğitim kurumları açısından Türkiye’nin öbürlerine yani Mısır’a, Suriye’ye, Filistin’e üstün bir tarafı yoktur. Mesela Filistin’in Terra Sancta Koleji, Hıristiyan Arapların okuduğu kolej, o ülkenin matematik şampiyonudur. Araplar, Yahudi gençleri geçerler. Lübnan’ın eğitim kurumları ve tabii İran’ınki de küçümsenmemelidir. Mesela bizim seçkinlerle onların aristokrasisini karşılaştırdığınız zaman 1960’larda falan bizimkini katlıyorlardı. Böyle bir kaç dili bilen ve iyi bilen insanlardı. Bir kere iyi tercüme yaparlar. Türkiye’nin ebedi derdidir tercüme: tercümeyi yapanlar ne o dili bilir ne bizim dili bilir. Bunlar felsefe de bilir, edebiyat da bilir, dil de bilir, filolojiyi çok daha iyi bilir.

Arap, İranlı diye küçümsememek lazım.

Hele o İranlılar, İslam hukukunu da bilir, batı hukukunu da bilir. Bizimki kadar tatbik etmese de bir Ayetullah Müderrisi var mesela. The Mantle of Prophet, Peygamberin Hırkası romanının kahramanı odur. Adamın Roma Hukuku bilgisi İslam Hukuku kadar derindir.

Bizde de dünya çapında bir Roma hukuku uzmanı var.

Yok canım… Var ama mesela İslam Hukukunu o kadar bilmez. Biz mesela Romanize olduk, hukuk devrimi yaptık, ama Roma hukukçumuz sayılıdır. Neredeyse dersini bile kaldırdılar. Orada adamın öyle bir derdi yok. Türkiye batıya doğru ilerlemiş bir imparatorluğun mirasçısıdır.

Ne demek bu?

Bu demektir ki batılılarla kavga ediyoruz ve ayakta kalmak için onların savaş tekniklerini almak zorundayız. O savaş teknikleri yeniçağlarda bütün bir organizasyonu gerektirir, bütün bir bilimi gerektirir, bu çok önemlidir. Mühendislikten başlayarak veterinerliğe, tıbba kadar. Ama felsefe, sosyolojimiz İrranlılar kadar olmayabilir. Bütün örgütünü yenilemek zorundasın. İrranlılar ve Memlûklar seninle, bazen senden daha iyi savaşabiliyorlar, kılıç kalkanda. Mesele bu değil. Mühim olan sizin örgütünüz. Safevîler, Memlûklar henüz kabileler konfederasyonunda yaşıyorlar. Hâlbuki siz yeni bir teşkilatlanmaya gidiyorsunuz, öylesi bir bağı kırıyorsunuz. Ona göre bir ordunuz ortaya çıkıyor, ona göre bir idareniz çıkıyor.

Ona göre Adliye Teşkilatı çıkıyor.

En iyi hukukçu sizde olmayabilir ama Adliye Teşkilatı en iyisi ile çıkıyor. Kadılık falan önemli bir şey ve bu, Türkiye’yi ileriye götürüyor, Türkiye üretiyor. Çünkü bu ülke ayakta kalmak için batı dünyasına karşı, askeri alanda da sivil alanda da üretmek zorunda. Bu üretim çok önemli ve her türlü teşkilatı değiştiriyor. Demokrasi falan da bunların sonucudur aslında. Yoksa bizim de diğerleri gibi öyle çok ideal demokrasimiz olmadı. Bilhassa ideal demokrasiyi besleyecek aydın takımının gayet kuşça fikirler beslediği, hiç de öyle yüz ağartıcı teoriler ortaya koyamadığı, teşkilatlanmalara gidemediği açıktır. Bakın kaç yıldır siyasi partilerimiz var. Bunların arkasında doğru dürüst bir felsefe ve bir siyasi teşkilatlanma bile yok. Var diyen yalan söyler, yok! Böyle bir şey olabilir mi? Çok önemli bir konu bu. Evet, arada kapatıldı falan diyorlar ama kadrolar yerinde duruyor, siz gerekeni kuramıyorsunuz. Ama şurası gerçektir: bu ülke üretir ve bu ülke ayakta durmak için modern dünyayla savaşmak zorunda. Onun için de ordusu daha mükemmeldir. Her türlü reform bazılarının canını acıtır ama bir yerden bir yere gidersiniz, çok önemlidir.

İran da mesela 18. yüzyılın sonundan başlayarak hem Rusya’yla hem de İngilizlerle uğraşmak zorunda kalmış. Onlarda niye böyle bir dönüşüm olmamış peki?

Olmaz olur mu? İran’ın meşrutiyeti bizim meşrutiyetten çok daha önce…

Bugün geldiğimiz nokta açısından bakıyorum.

Gelemezsin işte, çünkü adamlar 1905 Devrimini yapıyor. Bizim 1908 gibi de değil; daha ciddi. Tıpkı bizim Niyazi Bey’e benzeyen bir Mizrak Küçükhan var. Sonunda silahı bırakıyor, Meclisin karşısında.

İran, İngiltere ile Rusya’nın paylaştığı bir alan ve düşününüz I. Cihan Harbinde güya neutraldi bu ülke. Topraklarının üzerinde Ruslarla Türkler savaşıyordu. Böyle bir neutralite olabilir mi? Bir takım şeyler çok zor, coğrafyasından dolayı, üretiminden dolayı.

Niye Hindistan’ı Nadirşah idare edemiyor? Babürilerin ülkesini… İngilizleri bekliyorlar zavallılar sömürülmek için. Çünkü idare edemezsin, bu bir örgüt işidir, bu bir üretim işidir. Yani bunların izah edilmesi kolay değil.

Şöyle mi diyoruz: Osmanlı asırlarının bıraktığı en büyük miras, teşkilat ve müesseselerdir.

Teşkilat ve müesseslerdir tabii ki.

Roger Owen’ın Şevket Pamuk ile birlikte yazdığı Ortadoğu İktisat Tarihi isimli kitabı var. Türkiye ile Mısır’ın Cumhuriyet döneminde ekonomik gelişmesini inceliyor. Türkiye daha ileride çünkü Türkiye’de ekonomiyi yönetecek bir bürokrasi var, bir müessese, bir devlet, bir hükümet kurumu var. Sizin dediğinizi doğruluyor bu.

Evet, doğru söylüyor. Roger Owen’ın bölümleri çok enteresandır: mesela Suudi Arabistan’ın teşekkülünü anlatıyor, Mısır’ın teşekkülünü anlatıyor. Tamam, emperyalizm falan etkili ama atılımın ne kadar ilkel olduğunu, örgüt için nasıl dışarıdan yardıma muhtaç olduğunu görüyorsunuz. Roger Owen’ın yarı popüler tarzda yazdığı bölümleri ben Ortadoğu tarihçiliğinin son zamanlardaki en önemli eserlerinden biri bulurum.

16. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu yüzyılı. Muhteşem Yüzyıl deniliyor. Hatta Fransız yazarları kendilerinde kan gövdeyi götürdüğü için Kanuni Sultan Süleyman’ın rejimine özeniyorlar. “Bak ne güzel, harp yok, darp yok, kavga yok, mezhep kavgaları yok” falan diyorlar. Cihan İmparatorluğu, 16. Yüzyılda, adı üzerinde dünyaya hâkim ama 19. yüzyılda “hasta adam”. Niye bu çöküş?

Vallahi “hasta adam” tabiri hem kendi döneminde hem sonra sembolik isimler… Bu ismi veren de yani Allahlık, Rus I. Nikolay!

Onlar daha sağlıklı değildi, diyorsunuz…

Ben size I. Nikolay Rusya’sının bir şeklini çizsem, hatta daha sonrasını bile anlatsam şapkanız uçar. Çeyrek At hikâyesi mesela. Elli sene sonra bile her bir Rus çiftçi ailesine bir at değil, dörtte bir at düşüyor, çeyrek at düşüyor. Peki, öbür üçü ne yapıyor? Kadın önden ipi çekiyor, öbürü arkadan…

At gibi kendileri koşuluyor.

O verimden ne gelir, sen düşünebiliyor musun? O bereketli toprakta 19. yüzyılda açlık oldu. Kıtlıktan insanlar öldüler ve işin garibi bu toprakların üzerinde merkezî Rusya ölürken Ukrayna daha müreffehti. Şimdi sen bunun yaratacağı eşitsizliği düşün. Mesela Kırım güya koloni veya Kafkasya koloni veya Orta Asya koloni… Koloni demiyorlar tabii onlar, eyalet sistemi… Oralarda ahalinin durumu daha iyi. Halbuki bu durum Osmanlı İmparatorluğu için geçerli değil. Hangi cemiyetin ne kadar hasta olduğu tartışılır.

Yani 16. yüzyılda güçlü, 19. yüzyılda zayıf…

Bu “hasta adam” lafını bir kere yapıştırdılar ya bunu herkesten evvel benimseyen bizim ortaokul tarihçileri oldu. Bu o kadar bayat bir görüş ki hepimizi etkiledi. Neresi hasta bunun yahu? Adam teşkilatını modernleştiriyor, hukuk sistemini Romanize etmeye başlıyor, mâliyesini merkezileştiriyor, ordusunu yeniliyor, kurmay sistemini kuruyor ve ona yönelik bazı mali tedbirler almaya başlıyor. Bunun sonunda 20. yüzyılın başında birçok ülkenin hayal edemeyeceği, Cavit Bey’inki gibi bir maliye sistemi geliyor. Sonra efendim okullar kuruyor mesela; Galatasaray gibi okulu Rusya ve Osmanlı kurar. Prensip şu: Frenkleşeceksek biz Frenkleşelim. Bunu çoğu ülkenin maarifi yapamaz. Bunlara bakacaksınız ve bu toplum nasıl değişiyor, nasıl modernleşiyor, nasıl dünyaya uyuyor göreceksiniz. Tabii ki 19’uncu yüzyıl Osmanlı ülkesi Kanuni devri değildir ama büyük devletlerdendir. Büyük devletlerin hiçbiri zaten eşit derecede büyük değildir. İngiltere istemediği hiçbir şeyi yaptırmaz ama her istediğini de yaptırtamaz. Fransa ise her istediğini yaptırtamadığı gibi çoğu zaman istemediklerini de bazen yaparlar. Avusturya Macaristan’ın esamesi okunmaz vesaire.

16. yüzyılda dünyaya hâkim olan Osmanlı devleti, hasta adam değil ama 19. yüzyılda neden güç kaybetmişti? Bunun sebeplerini konuşalım. Mesela sanayi inkılâbı olmamıştı.

Bakınız mühim olan şudur: burası sanayileşmeye geç başlayan bir memleket, hiç başlamamış değil! Mühendislik eğitimi var, ustalık eğitimi var. Bugünkü mühendisleri biz 1960‘da ODTÜ’yü kurunca yetiştirmedik. Sen gidip sorsan bazı mühendislik hocalarına dünyanın İTÜ’yle, ODTÜ’yle başladığını söylerler. Doğrudur ama İTÜ’nün temeline inmeleri lazım. İki asırlık bir geçmişe gitmeleri lazım. Herhalde son otuz senede hekim olmadık! Hekimlik Hacettepe’lerle organize edildi ama yağ ile bal ortadaydı; mühim olan onları kaba dökmekti. Geçmişte de çok iyiydi hekimlik falan, bunların üzerinde durmak lazım. Bir kadro vardı her şeye rağmen. Bakınız kimse övünmesin: o gün olmayan kadro bugün de yok; görüyorsunuz hukuk reformu yaptık ama henüz istediğimiz hukukçu kadroları yetiştiremedik. Bu hukukçularla memleketin selamete gideceğine dair benim ciddi şüphelerim vardır. Sağ ile sol hikâyesi değil bu. Hukukçularımız tabiplerin, mühendislerin, veterinerlerin ve bazı askerlerin başarısına ve düzeyine sahip değil.

Bir önemli nokta daha var, katılır mısınız bilmiyorum: 16. yüzyılı da herhalde çok idealize etmemek lazım çünkü Sultan Süleyman döneminde de Anadolu’da isyanlar var.

Artık kıtlık başlamış, enflasyon başlamış.

Sarayda fraksiyonlar var…

Saray fraksiyonsuz olmaz.

18. yüzyılın başında da Osmanlı’da müthiş bir hayatiyet var. Hint Okyanusuna açılıyor.

Bu toplumda bir dinamizm var. Henüz birkaç asır evvel Asya’nın steplerinden gelmişler fakat sonra birdenbire Akdeniz’e açılıyorlar, açılabiliyorlar.

Doğu Akdeniz’in hâkimi oluyorlar.

Hepsini alamasalar da işte mesela Girit’i alıyor. Girit’in alınması kılıç kalkan işi değil, müthiş bir mühendislik, teknoloji işi. Çünkü karşıdaki Venedik savunma sistemi, çok enteresan bir şey. Bütün bunların üzerinde durmak lazım, bir dinamizm olduğunu söylemek lazım. Bu toplumun dinamizmi bugüne kadar devam ediyor, bugün de var. Bu asrın Türkiye’si bir sürü yönleriyle 19. asırdakinden daha mükemmel, bir sürü yönleriyle de o asırdan daha geri.

Mesela?

En geri olduğu kısım edebiyat, sanat, felsefe… ve tabii Türkçe! Bugün Türkçe diye bir şey konuşulmuyor, öyle programlar var ki, öyle paneller düzenleniyor ki İstanbul Türkçesi duymuyorsun. Ne kadar feci! Bu asırda çocuk olmak ne kadar zor bir şey, duydukları Türkçe İstanbul Türkçesi değil. Bunun üzerinde durulması lazım.

Sarı Selim ile başlayan Duraklama Döneminde, sancağa çıkma uygulamasının bitişinin de etkisi var mı? Böylece sancakta saha eğitimi alan başarılı şehzadelerden oluşan padişahlar artık gelmemiş ve duraklama dönemine girişteki etkenlerden birisi bu olmuştur, denilebilir mi?

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Türk-Osmanlı
  • Kitap AdıKayıp Tarihimiz
  • Sayfa Sayısı176
  • YazarTaha Akyol, Alev Coşkun, Mustafa Armağan, Ahmet Demirel, Cemil Koçak, Prof. Dr. İlber Ortaylı, İpek Çalışlar, Ahmet Turan Alkan, Altan Öymen, Sacit Kutlu
  • ISBN6055535292
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviYakın Plan Yayınları / 2011

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek ~ İlber OrtaylıOsmanlı’yı Yeniden Keşfetmek

    Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek

    İlber Ortaylı

    “Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek kitabının kaleme alınmasındaki en önemli nedenlerden birisi okuyucunun moda olan filmlerden, dizilerden, macera romanlarından edindiği bilgiyi gerçek zannetmesiydi. Sahne ve gösteri...

  2. Kızıl Pençe – Karabekir’in Gözüyle Kuruluş Yılları (1922-1933) ~ Mustafa ArmağanKızıl Pençe – Karabekir’in Gözüyle Kuruluş Yılları (1922-1933)

    Kızıl Pençe – Karabekir’in Gözüyle Kuruluş Yılları (1922-1933)

    Mustafa Armağan

    Kâzım Karabekir'in yazdıkları, resmi tarihin şekerlemelerine fazla alıştırılan okuru şoke ederken, aynı zamanda Ulrich Beck'in "düşmansız demokrasi" dediği bir akımın tarihimizdeki öncülüğünü yapıyor. Hatıralarında İstiklal Savaşı yıllarındaki Mustafa Kemal Paşa'ya duyduğu saygıyı sık sık vurgulayan Karabekir Paşa, onun Lozan'la birlikte 'asalaklar' dediği türedi bir grup tarafından kuşatıldığını ve en büyük hatasının bu gruba dayanarak iktidar sürme karşılığında milletten ve özgürlük mücadelesinden kopmak olduğunu cesaretle ileri sürüyor.

  3. Kazım Karabekir’in Gözüyle Yakın Tarihimiz İstiklal Savaşı’nın İçyüzü ~ Mustafa ArmağanKazım Karabekir’in Gözüyle Yakın Tarihimiz İstiklal Savaşı’nın İçyüzü

    Kazım Karabekir’in Gözüyle Yakın Tarihimiz İstiklal Savaşı’nın İçyüzü

    Mustafa Armağan

    “19 Nisan 1919’da Trabzon’a çıktım…” Kazım Karabekir Paşa İstiklal Savaşı’nın bugüne kadar göz ardı edilen, gösterilmeyen, yazılmayan taraflarını inceliyor. Tarihe yeni bir gözle bakmak...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur