Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kelile ve Dimne
Kelile ve Dimne

Kelile ve Dimne

Faruk Duman

Doğu’nun masal geleneğinden eşsiz bir örnek! Eski Hint bilgesi Beydeba’nın bir şaheseri olan Kelile ve Dimne, adını iki çakaldan alıyor. Bu çakallardan Kelile dürüstlüğü,…

Doğu’nun masal geleneğinden eşsiz bir örnek!

Eski Hint bilgesi Beydeba’nın bir şaheseri olan Kelile ve Dimne, adını iki çakaldan alıyor.

Bu çakallardan Kelile dürüstlüğü, Dimne ise hilebazlığı simgeliyor.

Hangisinin sonu nasıl oluyor derseniz, bunu “Aslan ile Öküz” masalını okuyunca zaten öğreneceksiniz.

İçindekiler
Beydeba’nın Kelile ve Dimne’sinden Masallar 7
Aslan ile Öküz • 11
Sıkı Dostlar • 44
Karga Ağacı • 55
Kekliğe Öykünen Karga • 70
Maymun Kalbi • 71
Zavallı Samur • 77
Aslan ile Çakal • 79
İki Güvercin • 84

Beydeba’nın Kelile ve Dimne’sinden Masallar

Eski Hint bilgesi, şair-filozof Beydeba, Hindistan Kralı Debşelim’in huzuruna çağrılır. Kral, bu alçakgönüllü ve yetenekli filozofa hayran olur. Tam zamanında tanışmıştır onunla. Çünkü ülkesinde işler yolunda gitmemekte, Debşelim, halkıyla arasında sarsılan güven duygusunu nasıl sağaltacağını düşünmektedir. Sarayda Beydeba’yı karşısına alır, ona sorular sorar. Eşitlik, adalet, vicdan, acıma, hile, öfke, sevgi… Beydeba bütün bu konularda hayvan masalları anlatarak öğütler verir Debşelim’e. Bir kral, halkına nasıl davranmalıdır? Adalet nedir? Olayların içyüzü nasıl anlaşılır, dikkatsizlik nelere yol açar? Bütün bunlar, hayvan yaşamından örneklerle açıklanır.

Doğu’nun eşsiz masal geleneğinin dünyada Binbir Gece Masalları’ndan sonra belki de en ünlü örneği Kelile ve Dimne. Adını, masallardan birinin kahramanları olan iki çakaldan alıyor. Kelile dürüstlüğü, Dimne hilebazlığı simgeliyor. Hangisinin sonu nasıl oluyor, bunu “Aslan ile Öküz” masalını okuyunca göreceksiniz.

Eski sözlü kültürün yarattığı bir insanlık mirası Kelile ve Dimne. Bu masalların verdiği hak ve adalet öğütleri binlerce yıl önemini, güncelliğini hiç kaybetmedi. Çünkü insanlığın ortak toplumsal tarihinden süzüldü. Bakın şu kısa tarlakuşu öyküsü nasıl da bugünün dünyasına ait:

Bir fil, bir tarlakuşunun yuvasını ezmiş. Tarlakuşu, “Neden yaptın bunu?” diye sormuş. “Komşunum ben. Yoksa küçük olduğum için beni hakir mi gördün?” “Evet,” demiş Fil, “aynen öyle.”

Kuş, öfkelenerek sürüsünün yanına gitmiş. “Ne yapabiliriz ki,” demiş öbür kuşlar, “küçüğüz biz, Fil nere, biz nere?” Tarlakuşu, “Yaparız,” demiş, “hele bir birlik olalım. Hiç olmadı gider Fil’in gözlerini oyarız.” Dediği gibi olmuş. Fil gözsüz kalmış. Ve su bulmak umuduyla yürürken bir uçurumdan aşağıya yuvarlanmış…

Bu çalışmayı yaparken masalların özünü, Beydeba’nın anlatım özelliklerini korumaya ama dilin de bugünün dünyasına yakın durmasına özen gösterdim. Eski Doğu geleneğinin masalları, kanımca her çağda yeniden yorumlanmalı ve her yeni kuşakta yeniden okunmalıdır. Günümüzün tarlakuşlarına, severek okumalarını dileyerek…

Aslan ile Öküz

Hint Kralı Debşelim ile bilge Beydeba konuşuyorlardı. Kral, Beydeba’nın sonsuz yaşam bilgisinden ve anlatacağı birbirinden özlü öykülerden yararlanmak istiyordu. Ne de olsa, her öykü bir yaşam dersidir; kral ilk olarak arabozuculuk üzerine bir öykü istedi Beydeba’dan:

“Beydeba,” dedi, “hadi bana birbirini seven iki insanın arasını açan yalancı ve hilekârlarla ilgili bir öykü anlat, can kulağıyla dinliyorum seni.”

Ve Beydeba başladı:

“Birbirini seven iki insan, kralım, aralarına bir yalancı, bir hilekâr girmeyegörsün, çok geçmeden ayrılırlar, yüz çevirirler birbirlerine:

Zamanın birinde yaşlı bir adam vardı. Üç oğul yetiştirmişti. Büyüdüklerinde babalarının tüm zenginliğini har vurup harman savurmaya başlayan bu oğullar hiçbir işle uğraşmıyor, kendilerini hiçbir alanda yetiştirmiyorlardı. Ne yapsın yaşlı adam, oğullarını karşısına aldı ve onlara şu öğüdü verdi:

“Evlatlarım! İnsan üç şey için yaşar dünyada: Rahatlık, saygınlık ve dürüstlük. Bunları elde etmeninse dört yolu vardır: Doğru yollardan para kazanmak, bu parayı akıllıca işleterek kâr etmek, bu sayede geçimini sağlamak ve ailesiyle çevresindeki insanları mutlu etmek.

İnsan, evlatlarım, elde ettiği zenginliği uygun bir biçimde harcamak yerine gereksiz yere sarf ederse kısa zamanda her şeyini kaybeder. Tutumlu olmak, kuşkusuz ki mala mülke dokunmadan yan gelip yatmak değildir. Kişi hem ölçülü, mantıklı biçimde elde ettiği zenginliği geçimi için harcamalı hem de çalışkan olmalıdır. Yoksa elbette ağzına kadar suyla dolu olan bir depo da elbet bir gün bir yerinden damlaya damlaya bir de bakmışsın boşalıvermiş.”

Çocuklar bu öğüdü dinledikten sonra akıllarını başlarına toplayarak kendilerine çekidüzen vermişler. Kısa zamanda yoluna koymuşlar işlerini.

Bir gün büyük kardeş, iş gereği bir yolculuğa çıkmış. Meyyun adlı bir yere gidiyormuş. Gide gide, yolu üstünde bir öküz arabasına rastlamış. İki öküz çekiyormuş arabayı. Bu öküzlerden birinin adı Şetrebe, öbürününki Bendebe imiş. Şetrebe dizlerine kadar çamura gömülünce sahipleri ve yanında bulunanlar onu kurtarmak için çaba harcamış ama başarılı olamamışlar. Çaresiz terk etmişler onu. Yalnız, başına birini dikmişler. Hani, bir mucize olur da hayvan çamurdan çıkarsa alır peşimizden gelirsin, demişler.

Zavallı Şetrebe’nin başındaki adam, sıkılmış bir süre sonra. “Canım,” diye düşünmüş, “öküz öldü deyiveririm, nereden bilecekler?”

Varmış yetişmiş kervana. Üzgün bir yüzle seslenmiş sonra arkadaşına: “Öldü öküzün dostum” demiş.

“Ama ne yaparsın, bir kere ecel kapıyı çaldı mı, kurtuluş olmaz ondan, çırpınıp durmak da fayda etmez. Şu öyküde anlatıldığı gibi tıpkı:

Önünde Sonunda Ölen Adamın Öyküsü

Vaktiyle, kendi halinde, işiyle gücüyle uğraşıp duran bir adam varmış. Yırtıcı hayvanlardan ölesiye korkan bu adam, bir gün bir yolculuğa çıkmış. Elinde dengesini sağlamaya yarayan upuzun bir sopa, ayaklarında sağlam çarıklar varmış. Yol şartlarına dayansın diye, sağlam, iğne geçmez kumaşlardan elbiseler giymişmiş. Yalnız bu elbiselerin bir amacı daha varmış: Yırtıcı hayvanlardan korkuyormuş ya bu adam, öyle elbiseler giymiş ki işte, hani kurdun dişi bile geçmesin istiyormuş.

Neyse, ne kadar sakınsa da yolda giderken adamın karşısına bir kurt çıkmış. Ödü kopmuş adamın; hemen kaçmış oradan, sağa sola telaşla koşmuş. Sığınacak bir yer aramış. Derken, ileride bir köy görmüş. Ama derenin karşı yakasındaymış bu köy. Adamcağız can havliyle kendini suya atmış. Korkudan, yüzme bilmediğini bile unutmuş… Neyse ki köylüler kurtarmış onu. Kolundan tutup yiyecek azık, içecek sıcak bir şeyler vermişler de adam biraz kendine gelmiş. Üstü başı kuruyunca kalkıp yoluna devam etmiş.

Sonra ıssız bir köşede bir kulübe çıkmış karşısına. Hani kurttan kaçayım, canımı kurtarayım derken bitkin düşmüş adam, kimsesiz kulübeyi görünce şurada biraz dinlensem iyi olur, diye düşünmüş. Girmiş içeri.

Meğer boş değilmiş kulübe. İçeride eşkıya varmış ve soyguncular, o sırada iş üstündelermiş: Yolunu kestikleri ve bağlayıp dertop ederek getirdikleri bir tüccar varmış yanlarında. Onun mallarını paylaşıyorlarmış aralarında. Kurttan korkan adam bu manzarayı görünce yeniden, can havliyle köye doğru koşmaya başlamış. Durup dinlemeden öyle hızlı koşmuş ki –gerçi izini kısa zamanda kaybettirmiş ama– bir yandan da yorgunluktan ciğerleri patlayacak gibi olmuş. Sırtını bir duvara vermiş. Ve ne olmuş olabilir? Çürük bir duvarmış bu. Bizimki işte bu duvarın altında kalarak can vermiş.”

* * *

Bu arada, bataklığa saplanıp kalan Şetrebe, kurtulmuş oradan. Emeğin, yaşam sevgisinin karşısında bir bataklık nedir ki? Şetrebe o çamur deryasından kurtulunca önce yemyeşil bir çayıra varmış, orada karnını doyurmuş bir güzel. Sonra keyifle böğürmüş.

O sırada, ormanda hayvanlar toplantısı yapılıyormuş. Ormanın zalim kralı Aslan, Şetrebe’nin görkemli böğürtüsünü duyunca şaşırmış. Bilmiyormuş çünkü bir öküz nedir ve nasıl bağırır.

“Bu da neydi böyle?” diye sormuş yardımcılarına. Yardımcıları boş boş bakmışlar krallarının yüzüne.

Aslan, gerçekten dediğim dedik ve zorba bir hükümdarmış. Kimsenin düşüncesini dikkate almaz, düşüncesini söyleyecek, bırakın söylemeyi, azıcık çıtlatacak olanı bile hemen hapse gönderir, yoksul halkı ezer, kalabalıkları zengin azınlığın hizmetinde köleler gibi çalıştırarak bundan zevk alırmış. Zorba hiç yalnız olur mu? Huzurunda hep bir yalakalar kalabalığı bulunurmuş kralın. Yabanıllıkta aslandan geri kalmayan kurtlar, çakallar, kaplan, pars, tilki… Bunlar elbirliği ile ülkenin işte bu şekilde yönetilmesini sağlarlarmış.

Aslan Kral’ın huzurundaki hayvanların içinde, iki çakal bulunurmuş. Kurnaz, güngörmüş iki çakal. Birinin adı Kelile, öbürününki Dimne imiş bunların. Toplantı sırasında Dimne, kardeşi Kelile’ye şöyle demiş:

“Ne olacak kardeşim böyle bu Aslan’ın hali? Baksana kalkmıyor oturduğu yerden, bu şekilde geçer mi hayat, söyle bana?”

“Sana ne bundan?” diye yanıt vermiş Kelile. “Biz onun hizmetkârıyız sadece, böyle şeyler düşünmeyiz bile. Hem kendisini ilgilendirmeyen işlere burnunu sokanların başına neler gelir biliyor musun? Bu konuda maymunun başına gelenleri duymadın herhalde.”

Dimne, bunu duyunca meraklanmış:

“Anlatsana kardeşim,” diye bağırmış, “nasıldır o öykü?”

Kelile de anlatmış öyküsünü:

Eklendi: Yayım tarihi
  • Kategori(ler) Sanat
  • Kitap AdıKelile ve Dimne
  • Sayfa Sayısı88
  • YazarFaruk Duman
  • ISBN9789750863059
  • Boyutlar, Kapak13,5 x 19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur