Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Osmanlı- Türk Modernleşmesi 1900- 1930
Osmanlı- Türk Modernleşmesi 1900- 1930

Osmanlı- Türk Modernleşmesi 1900- 1930

François Georgeon

Bir ulusun asıl doğuş anı nasıl tespit edilebilir? François Georgeon, Osmanlı-Türk Modernleşmesi’nden bu soruyu cevaplıyor: Osmanlı’nın son, Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıç dönemine odaklanıyor, Türk milliyetçiliğinin…

Bir ulusun asıl doğuş anı nasıl tespit edilebilir? François Georgeon, Osmanlı-Türk Modernleşmesi’nden bu soruyu cevaplıyor: Osmanlı’nın son, Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıç dönemine odaklanıyor, Türk milliyetçiliğinin gelişimini ve ulusal Türk Devleti’nin kuruluşunu inceleniyor. Georgeon’un makalelerinden oluşan bu doğum belgesi, okuru 19. ve 20. yüzyılın dönemecinde, bir avuç insanın ulus’un varlığını açıkladığı ve heyecanla bunu kanıtlamaya giriştiği an’a götürüyor..

İÇİNDEKİLER
Önsöz •
Bir Kimlik Arayışı: Türk Milliyetçiliği •
Osmanlı Devletinde Türk Milliyetçiliğinin Yükselişi (19081914) •
Kemalist Dönemde Türk Ocakları (19231932) •
Pantürkist Düşler •
Ulusal Hareketin İki Lideri: Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura •
Azerbaycanlı Bir Aydının İlk Adımları: Ahmed Ağaoğlu Fransa’da (18881894) •
Aydınlanma ve Fransız Devrimi Hayranı Bir Türk Aydını •
20. Yüzyıl Başında Bir Türk Aydınının Gözünden İran •
Ahmed Midhat’a Göre EkonomiPolitik
Harp Maliyesi ve Milli İktisat: 1918 Osmanlı iç istikrazı •
Tütün Rejisi’nden Tekel’e, Cumhuriyet’in ilk Yıllannda Tütün Sorunu •
Kurtuluş Savaşı Sonrasında Türkiye’nin Sanayileşme Sorunu (19231932) •
Dizin •

ÖNSÖZ
Okuyucu bu kitapta 1980 ile 1994 yıllan arasında yayımladığım bir düzine makaleyi toplu halde bulacak. Söz konusu olan. bir kısmı genelleyici bir kısmı ise daha birikime dayalı, ama hepsi de aynı dönemi Osmanlı İmparatorluğumun sonu, Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıç dönemi ve aynı konuyu Türk milliyetçiliğinin gelişimi ve ulusal Türk Devleti’nin kuruluşu içeren çeşitli makaleler.
Bu makalelerin ilki yirmi beş yıl önce, sonuncusu ise altı yıl önce yayımlandı. Bunlar çift yönlü bir araştırma deneyiminin sonucudur: 1970’li yılların sonunda İstanbul Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nde (1FEA) öğrenci olduğum ve Yusuf Akçura hakkındaki tezimi hazırlarken üç buçuk sene Türkiye’de yaşama şansını elde ettiğim dönemde edindiklerim ve Paris’te Centre National de la Recherche Scientifıque’deki araştirmalanmın ilk yılları süresince olgunlaşanlar. Makaleler. 19701980’li yılların tüm izlerini taşıyor; doğal olarak da eskimeleri kaçınılmaz.
Yayımlandıklarından bu yana, içinde yaşadığımız dünyada ne çok değişimler oldu! Bizzat Türkiye’ye bakarak dahi bu kanıya varılabilir: 1980 darbesi, Önce ekonomide, sonra daha yavaş bir biçimde politik yaşamda yaşanan liberalleşme; medyanın yaygınlaşması; Kürt milliyetçiliğinin ortaya çıkışı, Ermeni sorununun tekrar gündeme gelişi; politik Islamın ve Islamiyeti talep eden partilerin yükselişi; politik alanda sesini duyurmaya başlayan çokseslilik; tüketim toplumunun gelişmesi; Avrupa Birliği’ne girmek için yapılan girişimler… Tüm bu çalkantıların ortasında zaman zaman tartışma konusu edilse de, Mustafa Kemal Atatürk’ün koruyucu imajı tahtta kalmaya devam ediyor.

Türkiye’nin etrafında, jeopolitik çevresinde de çok çalkantılar yaşandı! önce komşularda yaşanan savaşların etkileri. IranIrak Savaşı, Körfez Savaşı. Balkanlardaki çanşmalar. Irak’ın işgali, S.S.C.B.’nin dağılması ve Türkiye çevresindeki yogim sonuçları: Orta Asya ve Kafkaslarda kardeş” cumhuriyetlerin kurulması. Karadeniz’in ticarete açılması. Balkan ülkelerine giriş serbestliği.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonundan beri ilk kez büyük bir imparatorluğun parçalanmasına tanıklık ettik. S.S.CB.’nin kalıntıları üzerinde birbiriyle az çok bağıntılı ve yapay sınırları olan bir dizi “ulus devlet” ortaya çıktı. Gerçek bir imparatorluk ulusu olan Rusya bile Çeçen milliyetçiliğinin sertligiyle karşı karşıya buldu kendini. Öte yandan, çokuluslu Yugoslavya şiddetli milliyetçiliğin patlamasıyla hızla parçalandı. Aynı zamanda, küreselleşmenin yeni bağlamında. Avnıpa Birliği örneğinde olduğu gibi eski ulus devletlerin sınırlannı geride bırakma isteği de kendini gösterdi. Kısacası, iki karşıt anlayışla ilerliyor gibi görünen bir yakın tarihle yüz yüzeyiz: Bir yanda ulus devletin ve ulusçuluğun her zaman yaşayacak olan modeli ile birlikte kendi içine kapanma; diğer yanda göçlerin, işgücünün yer değiştirmesinin, ticari değiş tokuşların, kültürel ilişkilerin, dünya turizminin uluslararası etkileri ve küreselleşmeyle birlikte dışa açılma.
İmparatorluklardan kopuş ve ulusçuluğun ortaya çıkmasıyla ilgilenenler için bu yakın tarihin sağladığı ne çok ders var! Ulus olgusunu kavrayışımız da bundan zorunlu olarak etkilenmiş durumda; her şeyden önce ulusçuluk tarihini okuyuşumuz bulanıklaştı. Geçmişin coşku dolu ve yakın zamanın parlak ulusal destanlan yerlerini şüphe ve sorulara bıraktı. Ulusçuluğun topluluklara uygulanan bir zor kullanım olduğu gayet açık. Birileri için bir ulus devlete ait olma kıvancı varsa, ulusçuluk diğerlerine ister birey ister topluluk olsun birçok mensubiyete sahip olanları kendilerini tek bir kimlikte tanımlamalarını ve taraflarını seçmelerini buyuruyor. Kendilerini tek bir tarih, bir kavim, bir din, bir dil. bir yun vb ile özdeşleştirmelerine karar vermeleri gerekecektir. Bundan dolayı, ulusçuluk ötekine karşı kuşku ve güvensizlik çağını başlatır: Artık kilisede, sinagogda ya da camide sık sık görüştüğümüz komşumuzun, arkadaşımızın, kardeşimizin, dindaşımızın ya da kahve köşelerinde sohbet ettiğimiz arkadaşlarımızın sadakatinden emin değiliz. Ya o göründüğü gibi biri değilse? Ya o bir düşmansa  şu meşhur “içerdeki düşman”? Ulusçuluk harita üstünde kabaca sınırlar çizmezden önce, bireyler arasında görünmez ve acı verici sınırlar çizer. Buna bir de. özellikle eski sömürge imparatorluklarından doğmuş olan genç devletlerin durumunda, “ulusa! düş kınklığı” eklenir: yakın bir zamana kadar ulusal bağımsızlığın uyandırdığı düşler ve umutlarla karşılaştırıldığında şimdinin gerçekliklerine bağlı bir hayal kırıklığı duygusu. İster sömürgeciliğin mirası olsun ister imparatorlukların parçalanmasıyla oluşsun, ulus devlet modelinin hiçbir vaadini gerçekleştirmediğini kabul etmek gerekir. Kısacası. Freud’a öykünerek “ulus devletin huzursuzluğu”ndan söz edebiliriz.
Ulusçuluğu algılayışımızı değişikliğe uğratan yalnızca bu çağcıl tarih değil; ama aynı zamanda yirmi yıldan bu yana ulus olgusu üzerine ileri sürülen yeni düşüncelerdir. İçlerinden yalnızca en önemlilerini anmak amacıyla. Benedict Anderson,2 Ernst Gcllner.5 Eric Hobsbawm,’1 Michael Billig5 ve daha yakın zamanda. AnneMarie Thiesse’in6 yapıtlarını sayacağım. Ulusçuluk vizyonumuz artık değişti: Vurgu, daha çok ulusçu hayaller, kafa yapılan, toplumsal dönüşümler, dinin yeri, temsiller, özellikle de ulusun yerinin haritadaki temsilleri, miras kavramı, sembolik olan, “banal” bir ulusçuluğun günlük gazetelere sızması (Michael Billig) üzerine. Bu çalışmalar bize ulusun “doğal” değil, “kültürel”; ulusçuluğun ise bir yapılanma olduğunu hatırlatıyor: Eğer ulusçuluk süreklilikler üzerine dayanıyorsa, onları dönüştürmekte; eğer geleneklere başvuruyorsa, onları keşfetmektedir.
AnneMarie Thiesse. La creation des identites nationates’de “Bir ulusun asıl doğuşu, bir avuç insanın onun mevcut olduğunu açıkladığı ve bunu kanıtlamaya giriştiği andır”7 diye yazar. Okuyacağınız bu makaleler eğer bir önem arz ediyorlarsa, bunun nedeni Türk ulusunun bu “asıl doguşu”nun “an”ı üzerinde yoğunlaşmalarıdır. Bu an ne 8. yüzyılda Moğolistan’ın kuzeyinde Türk dilinde yazılmış olan Orhun Yazıtlan’nın o uzak çağları, ne de Mustafa Kemal’in Anadolu’da yürüttüğü (19201922) Kurtuluş Savaşı yıllandır; 19. ve 20. yüzyılların dönemecinde “bir avuç insan”ın “ulusça” düşünmeye başladığı andır. Burada bu kişilerden, pek de az olmayan birkaçıyla karşılaşacağız: Ahmed Midhat, Yusuf Akçura. Ahmed Agaoglu, Ziya Gökalp. Aynı zamanda bu yeni sözcülerin bildirilerini daha etkili kılmak üzere dergiler etrafında, kulüplerde, komitelerde nasıl toplanıp örgütlendiklerini; gelişmekte olan fikirlerini ve düşlerini, özellikle de bu yeni ulus projesinin ekonomi düzleminde harekete geçirilmesini göreceğiz.
Demek ki Türk ulusçuluğu üzerine bakış açılan çok değişti. Olgunun tarihi bugün hafizay\& karmakarışık bir halde. Aşın yüklenmiş bir hafıza: Durum gereği “eski rejim” haline gelen Osmanlı imparatorluğumdan kalan içe atılmış anılar yerini çok yönlü bir nostaljiye bıraktı. Bir köken, bir başlangıç noktası ve anımsama mekânları” ihtiyacına cevap vermek için. aynm gözetmeksizin Tanzimat. Jön Türk ve Cumhuriyet dönemlerine başvuruldu. Eski sararmış fotoğraflar, resimler, aile evrakı sandık köşelerinden çıkarıldı; hatıra kitaplan kitapçılann vitrinlerini süsledi; biblolar ve elyazmalan açık anırmalarda ateş pahasına kapışıldı; 1850’li ya da I930’lu yıllardan kalma eski yapılar özenli restorasyonlann konusu oldu. Geçmişe duyulan bu bitmek bilmeyen tutku, hangi geçmiş olursa olsun, tarihi “ideolojisizleştirme”ye katkıda bulunuyor. “Önceki tarih” ile “sonraki tarih” arasındaki kopuşun reddini dile getiren bu tutku, aynı zamanda ulusun oluşum gerekçesi içinde görev almaktadır.
Türk ulusçuluğunu kavrayış biçimimizdeki değişimleri görmek için, bu konuya aynlmış bin sayfalık Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce* adlı büyük bir kolektif cildin sayfalannı karıştırmak yeterlidir. Hiçbir şekilde çizgisel olmayan, aksine dolambaçlı, karmaşık ve sancılı bir yol çıkar karşımıza; savaşlann rolü. Ermeni tehciri, nüfus mübadeleleri, azınlıklann kaderi gibi acı dolu sayfalar yeniden açılır. Türk milliyetçilik tarihinin özgünlüğü, diğerlerine göre daha yeni bir anlayışta, gözlerimizin önünde birkaç biçimde boy gösterir. Eski atalann araşnnlması. tarihsel ve dilbilimsel tezlerin üretilmesi, folklorun kullanımı AnneMarie Thiesse’in ifadesine yeniden dönecek olursak, Avrupa ulusçuluğu söz konusu olduğunda uzun bir sürece yayılan bu “özel liste”, burada yalnızca birkaç yıl içinde toplandı. Her ulusun tarihe gömülmüş mitleri vardır. Türkiye’nin durumunda ise örneğin. Hititleri Türklerin atası sayan 1930’lann tarih tezini düşünelim büyülenmiş bir şekilde sanki bir kimya laboratuvanndaymışçasına kökenlerin yeni bir çözümünün yeni bir açıklamasının hazırlanmasına ve gün ışığına çıkmasına tanık oluyoruz.
Sonunda, milliyetçiliğin tarihi üzerine bu yeni bakış açılan ki ulusu tarihsel bir yapılanma olarak ele alır Osmanlı imparatorluğu tarihini algılayışımızı değişikliğe uğrattı. Bu tarih, milliyetçi bakış açısı tarafından saptırılmıştır ve sapünlmaya devam etmektedir. Millet, en yetkin ulus; din, milliyetçi geleneğin koruyucusu; kültür, ulusal kültür; halklar ise ulusalcılık postu altında uyuşukluktan uyandınlmayı bekleyen pasif ve hareketsiz yığınlar olarak kabul edilmiştir. Türk ulusçuluğu üzerine sürdürdüğüm bu yapıtta örnekleri bulunacak olan ilk çalışmalarım sonrası Osmanlı Imparatorluğu’nun son on yıllık dönemine yoğunlaşarak, kendimi Osmanlı tarihinin bu kısıtlayıcı görünümünden kurtarmaya, ulus devletin ötesinde bir tarihi düşünmeye, bireylerin ve toplulukların çoğulcu bir dünyada yaşadıktan bir çağ hayal etmeye çabaladım. Ulusun ürünü olan bizler için küreselleşmenin yan ürünü olmayı beklerkendüşünülmesi son derece güç bir dünya…

François Georgeon Saıgny sur Orge, Fransa. Aralık 2005

BİR KİMLİK ARAYIŞI: TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ
Türk milliyetçiliği yarım yüzyıldır, Doğu Akdeniz, Balkanlar ve Ortadoğu’nun kavşak noktasında, hesaba katılması gereken bir güç oluşturuyor. Türkiye’nin günümüzdeki sınırlannın oluşrurduğu dörtgen içinde bir Türk ulusunun varlığı inkâr edilemez. Türk milliyetçiliği dünyanın gözüne, özellikle Kıbns’la, Ege sorunuyla ya da Balkanlardaki Türklerle ilgili krizler yaşandığında çarpıyor. Ama Türkiye’yi tanıyanlar, ulusal duygunun ne kadar güçlü olduğunu iyi bilirler: Bu duygu kendini özellikle Türklerin devletlerine, dillerine ve tarihlerine karşı besledikleri tutkulu bağlılıkta gösterir. Türkiye’nin komşuları, kuşku verici olarak niteledikleri bu milliyetçiliğin gücünü kimi zaman kaygıyla izlerler.
Türk milliyetçiliği bugünün bir gerçekliği olmakla birlikte, geçmişi çok gerilere uzanmaz; ortaya çıkışı 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasındaki eşiğe tarihlendirilebilir. Aynca şaşırtıcı bir hızla gelişmiş bir oluntu söz konusudur: Türk milliyetçiliğinin ilk formülasyonlan İle 1923’tc ulusal bir Türk devleti kurulması arasında çeyrek yüzyıldan az bir zaman geçmiştir. Bu nedenle, bugünkü Türk milliyetçiliğini anlamak için, Osmanlı imparatorluğu’nun yıkılışının ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşunun damgasını taşıyan bu ilk oluşum dönemi üzerine düşünmek ilginç olabilir.
Milliyet Sorunu
19. yüzyılın başından itibaren, Osmanlı İmparatorluğu da. Doğu Avrupa’nın diğer büyük imparatorlukları gibi, “milliyetler” sorunuyla karşı karşıya kalır. Balkanların Hıristiyan halkları giderek “milliyet”lerinin bilincine varır ve Osmanlı devletinin temsil ettiği merkezi otoriteye karşı ayaklanmaya başlarlar. İmparatorlukta ilk isyan bayrağını Yunanlılar ve Sırplar açar; önce özerkliklerini, sonra da bagımsızlıklarını kazanırlar. Onların ardından, yüzyılın ortasına doğru, Bulgar. Makedon, Ermeni milliyetçilikleri sökün eder. Bütünü içinde bakıldığında, bu ulusal hareketlerin çarpıcı ortak özellikleri vardır: Kendi tarihi ve milliyeriyle ilgili bilincini korumuş bir etnik çekirdeğin (özellikle köylülük içinde gözlemlenen bu çekirdek varlığını bir ölçüde de Kilise’ye borçludur) ve Avrupalı düşüncelerden etkilenen bir ulusal burjuvazinin varlığına dayanırlar; önderliği ise kültürel özerklik ya da bağımsızlık talep eden ulusal burjuvazi üstlenir. 19. yüzyılın sonuna doğru, milliyetçi hummaya yakalanma sırası bu kez imparatorluğun Müslüman halklanna gelir: Önce Arnavutlar, sonra Araplar ve Kürtler, en sonunda da Türkler.
Demek ki soruna zamandizinsel sıralanışı içinde bakıldığında, Türkler, deyim yerindeyse, imparatorluğun milliyetçilik etkisine girmiş en son halkı olarak gozükmekredir. Türk milliyetçiliğini de. Batı’dan Dogu’ya doğru yayılan ve sırayla Osmanlı Imparatortugu’nun bütün halklanna bulaşan Avrupa türü bir genel milliyetçilik oluntusunun yeni bir uygulaması olarak görmek çekici bir varsayım sayılmaz mı? O zaman Türk milliyetçiliğinin de. genelde “Balkan türü” olarak nitelenebilecek milliyetçiliklerle birlikte sınıflandınlması gerekmez mi? Tek fark, Türk milliyetçiliğinin daha geç ortaya çıkmasıdır. Bu zaman farkının kaynağı nedir? İmparatorluğun Hıristiyan toplumlan kadar iç farklılaşmaya uğramamış Türk toplumunun geç kalmışlığıdır. 1908’de Türkler arasında da bir burjuvazi filizlenince milliyetçilik vücut bulmaya başlar. Demek ki bir geç kalma söz konusu olsa bile, aynı türde bir oluntu yaşanmaktadır. O halde, Türk ulusal devleti, kendi ulusal hareketlerinden çıkan Sırp ya da Bulgar devleti gibi. bir Türk milliyeti oluşmasının doğrudan ürünüdür.
Ama soruna başka türlü yaklaşmak gerektiği ortadadır, imparatorluğun içinde Türk milliyetinin ortaya çıkmasını geciktiren neydi? Uyanışını belirleyen etmenler nelerdi? Kısacası. Osmanlı İmparatorluğu içinde Türk ulusal sorununu nasıl koymak gerekir? Öncelikle Türklerin Müslüman bir halk olduğunu unutmamalıyız, bu da bizi daha genel bir çerçevede, İslam’da milliyetçiliklerin ortaya çıkışı sorunuyla karşı karşıya getirmektedir. Osmanlı İmparatorluğumda kalıcı aynmlar dini niteliktedir: Nüfus, yanözerk dini ve kültürel cemaatler olan mitfcfcr halinde sınıflandınlmışür.’ Bu şekilde ayırt edilen milletler, Ortodoks milleti, Yahudi milleti ve Müslüman milletidir. Bir Türk kendini öncelikle Müslüman milletinin bir parçası olarak görür ve bu anlamda onu gayrimüslimlerden ayıran dindir. Demek ki Hıristiyan/Müslüman zıtlığı Türk kimliğinin temel bir unsurudur. Türkiye’de yarım yüzyılı aşkın bir süredir devam eden ulusal ve Batıcı propaganda bu boyutu tamamen silmeyi hâlâ başaramamıştır.
Türk milliyetinin ortaya çıkışı sorunu. Arapların, Amavuüan. Kürtleri ve Türkleri aynı kanun çerçevesinde bir araya geüren Müslüman milleti bünyesinde gündeme gelir. İmparatorluğun Müslüman halklan kanun karşısında eşitti. Onlann aynı millet içinde bütünleştikleri, vergi sistemi, tapu tahrirleri ya da nüfus sayımlan aracılığıyla saptanabilir. Bu sayımlarda. Hıristiyan halklar dışındaki mevcut tek kategori “Müslüman”dır. Aynca imparatorluğun Müslümanlan, Muhammed’in İslam’ı vazetmesiyle başlayan. Abbasi altın çağı. Selçuklular dönemi ve Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatıyla süren ortak bir tarihi de paylaşırlar. Türk milliyetinin yavaş yavaş ortaya çıkışı Müslüman milleti bünyesinde gerçekleşecektir.3
Öncelikle, deyim yerindeyse, nesnel bir farklılaştıncı unsur vardır: Dil. Türkler İslam’ı benimseseler de kendi dillerini korumuşlardır, idare ve saray dili olan Osmanlıca’da bol miktarda Arapça ve Farsça sözcükler kullanılmakla birlikte, yine de söz konusu olan, Arapça’yla kanşunlamayacak bir Türk dilidir. Anadolu köylüsü ise, yabancı söz dağarcıklanndan daha az etkilenen ve göreli olarak daha an bir Türkçe konuşur. Türkler ile Araplar arasındaki farklılaşmanın ana unsuru olan dil, Türk milliyetçiliğinde çok önemli bir yer işgal eder. Bir anlamda “dil” milliyetçiliği henüz tamamlanmamışor: Türkiye’de Arapça sözcük avı bugün bile sürmektedir.
Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nun Türklerinde, özellikle de seyyah, tüccar. memur, asker olarak Osmanlı vilayetlerini dolaşanlarda ilkel bir einisite duygusu vardır; bu kişiler, kullandıklan dil, giysiler, töreler, vb aracılığıyla bir farklılık duygusuna erişirler. Bu Türk kimliği duygusu 19. yüzyıl boyunca iletişim araçlanndaki gelişmeyle (basın, yollar, demiryollan. vb) birlikte daha da artmış. Türkoloji incelemelerinin katkısıyla imparatorluğun entelektüel ve siyasi sınıflan arasında da güçlenmişti. Türk halklannın geçmişi konusunda Avrupa’da yapılmış çalışmalar 19. yüzyılda Türkiye’de de hızlı bir şekilde öğrenildi. Türk halklannın tarihi ve diliyle ilişkili olan Türkoloji hem Türk kültürünün eskiliğini (özellikle de 8. yüzyılda yazılmış Orhun yazıtlannın çözülmesi sayesinde), hem de Balkanlar’dan, Orta Asya’ya ve Sibirya’ya kadar yayılmış durumdaki Türkdil” halklar arasındaki kültür beraberliğini gözler Önüne serdi. Böylelikle Türkoloji Türk halklannın tarihindeki İslam öncesi dönemin Önemini ortaya koyarken, önemli bir sonuca da yol açtı: Türk halklannın tarihi içinde, islam artık diğerlerinden farklı olmayan birge….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Araştırma/İnceleme
  • Kitap AdıOsmanlı- Türk Modernleşmesi 1900- 1930
  • Sayfa Sayısı206
  • YazarFrançois Georgeon
  • ISBN9789750810534
  • Boyutlar, Kapak16,5x24 cm, Karton Kapak
  • YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2009

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri – Yusuf Akçura (1876-1935) ~ François GeorgeonTürk Milliyetçiliğinin Kökenleri – Yusuf Akçura (1876-1935)

    Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri – Yusuf Akçura (1876-1935)

    François Georgeon

    François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri-Yusuf Akçura’da yalnızca bir biyografi sunmuyor, Türk Derneği’nin kurucuları arasında yer alan, Türk Yurdu dergisinin de yöneticiliğini yapmış Akçura’nın düşünce...

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur