Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Sanık
Sanık

Sanık

John Grisham

Küçük avukat Theodore Boone’un nefes kesen maceraları tüm hızıyla sürüyor. Üstelik hayranlarının pek de alışık olmadığı bir rol dağılımıyla… Cevval avukatımız Theo, bu sefer…

Küçük avukat Theodore Boone’un nefes kesen maceraları tüm hızıyla sürüyor. Üstelik hayranlarının pek de alışık olmadığı bir rol dağılımıyla… Cevval avukatımız Theo, bu sefer “sanık” durumuna düşerken avukat dayısı Ike’ın yardımlarıyla kendi kendisinin hem avukatı hem dedektifi oluyor.

Kasaba, karısını öldürmekten yargılanan Pete Duffy’nin ansızın sırra kadem basması olayıyla çalkalanırken Theo’nun başına neler gelmiş olabilir? Bisikletinin lastiğini söndürenler, camına taş atanlar, okuldaki dolabını soyup çalıntı bilgisayarları oraya yerleştirenler, hırsız olduğunu tüm kasabaya internet marifetiyle duyuranlar ve daha neler…

Sevimli avukatımız Theodore Boone, bütün bu soruları tek tek yanıtlayacaktır kuşkusuz. Üstelik karıncaya bile zarar vermeden ve gönüllü avukatlık mesleğini aksatmadan…

***

Bölüm 1

Sanık, Pete Duffy adında zengin bir adamdı ve cinayetle suçlanıyordu. Polis ve savcıların iddiasına göre sanık, o gün tek başına oynadığı golf sahasının altıncı deliğinin yakınlarındaki güzel evinde sevimli karısını bozarak öldürmüştü. F.ğer suçlu bulunursa, ömür boyu hapis cezası alacaktı. Beraat ederse mahkemeden elini kolunu sallayarak çıkıp gidecekti. Jüri henüz hakkında bir karara varmış delildi.

Dava ikinci kez ele alınıyordu. İlk dava dört ay önce Yargıç Henry Gantrv’nin devam etmenin adaletsiz olacağına karar vermesiyle sona ermişti. Yargıç bir hata tespit etmiş ve herkesi evine yollamış, Pete Duffy kefaletle serbest bırakılmıştı. Çoğu cinayet davasında sanık, mahkemeyi beklerken kefalet parası bulamaz ve bu yüzden tahliye olamaz. Oysa Ray Duffy’nin bol parası ve güçlü avukatları vardı; polis karısının cesedini bulmuş, savcılık onu cinayetle suçlamış olsa da kuşlar kadar özgür kalabilmişti. Şehirde sağda solda görünüyor, en sevdiği lokantalarda yemek yiyor, Stratten Koleji’ndeki basketbol maçlarına gidiyor, kiliseye —eskisinden daha sık— uğruyor ve elbette bol bol golf oynuyordu. İlk duruşmayı beklerken, hapse girme olasılığıyla ve davanın nasıl sonuçlanacağıyla ilgilenmez görünüyordu. Savcılık tarafından yeni bir tanık getirilmesinin söz konusu olduğu şu günlerde ise Pete Duffy’nin çok endişeli olduğu söyleniyordu.

Yeni tanık Bobby Escobar, on dokuz yaşında kaçak bir göçmendi. Bayan Duffy’nin öldürüldüğü golf sahasında çalışıyordu. Bay Duffy’nin aşağı yukarı karısının öldüğü dakikalarda eve girdiğini, sonra aceleyle evden çıkıp golf sahasına dönüp oyununu tamamladığını görmüştü. Bobby, pek çok sebep yüzünden ilk dava sırasında tanık olarak ortaya çıkmamıştı. Yargıç Gantry, Boby’nin hikâyesini dinleyince, yargıda bir hata olduğuna karar vermişti. Bobby tanıklık etmeye karar verince, bu davayı yakından izleyen Strattenburg halkının büyük çoğunluğu Duffy’nin cinayetten yargılanacağını düşündü. Artık neredeyse Pete Duffy’nin karısını öldürmediğine inanan tek kişi kalmamıştı.

Duruşmayı izlemek istemeyen birine rastlamak da oldukça zordu. Strattenburg’da cinayet davası ender rastlanan bir olaydı. Zaten bu kasabada cinayet işlendiği de pek görülmezdi. Adliye kapıları sabah sekizde açıldığında, önünde büyük bir kalabalık toplanmıştı bile. Jüri üç gün önce seçilmişti. Artık duruşma salonundaki dramın başlama vakti gelmişti.

Saat 08:40’ta Bay Mount sekizinci sınıf öğrencilerini susturup yoklama yaptı. On altı erkek Öğrenci de oradaydı. Sınıf öğretmeninin dersi sadece on dakika sürüyordu, ardından çocuklar Bayan Monique’in İspanyolca dersine gidiyorlardı.

Bay Mount’un acelesi vardı. Çocuklara derste şunları söyledi: “Tamam çocuklar, buğun biliyorsunuz ki Pete Duffy’nin ikinci duruşmasının ilk günü. Birinci duruşmanın ilk gününde mahkemeyi izleme izni almıştık ama ikinci davayı izleme talebim kabul edilmedi.”

Çocuklar bunu ıslıkla ve bağırarak protesto ettiler.

Bay Mount ellerini havaya kaldırdı. “Yeter! Yine de sayın müdürümüz Bayan Gladwell, Theo’nun duruşmanın başını izlemesini ve bize anlatmasını kabul etti. Theo.”

Theodore Boone ayağa fırladı ve izleyip hayran kaldığı avukatlar gibi kararlılıkla kürsüye doğru ilerledi. Elinde avukatların kullandığı cinsten sarı bir bloknot tutuyordu. Bay Mount’un masasında durup, jüriye konuşma yapmaya hazırlanan bir avukat gibi sınıfı gözden geçirdi.

Strattenburg Ortaokulumdaki sınıf arkadaşları spor yapar, gitar dersi alır ve diğer on üç yaşındaki çocukların uğraştığı işlerle uğraşırken, Theo hemen hemen her gününü anne ve babasının avukatlık bürosunda geçiriyordu. Ayrıca hukuk konularını sevip, okuyup izleyerek öğrendiği, yalnızca hukuk üzerine konuştuğu için sınıf arkadaşları bu gibi konularda hep Theo ya başvururdu. Konu hukuksa Theo, en azından kendi sınıf arkadaşları arasında rakip tanımazdı.

Theo, “İlk duruşmayı dört ay önce izlemiştik, tarafları biliyorsunuz,” diye söze başladı. Avukatlar aynıydı. İddia aynıydı. Bay Duffy hâlâ aynı Bay Duffy idi. Yalnız jüri üyeleri değişmişti ve elbette bir de ilk duruşmada olmayan şu yeni tanık vardı.

“Sanık, suçlu!” diye bağırdı arka sıralarda oturan Woody. Birçok öğrenci ona bağırarak destek verdi.

“Peki, tamam,” dedi Theo. “El kaldırın o zaman. Pete Duffy suçlu diyenler?”

On dört, on beş el tereddütsüz havaya kalktı. Çoğunluğun görüşüne katılmamakla böbürlenen bilim düşkünü Chase Whipple kollarını kavuşturmuş oturuyordu.

Theo elini kaldırmadığı gibi kızgındı da üstelik. “Çok komik!” dedi. “Mahkeme başlamadan, tanıkların ne söyleyeceğini bilmeden, henüz hiçbir şey yapılmamışken adamın suçlu olduğuna nasıl karar verirsiniz? Masumiyet karinesi diye bir şeyden söz etmedik mi? Bizim hukuk sistemimizde, cinayetle suçlanan kişi suçluluğu kanıtlanana kadar masum kabul edilir. Pete Duffy bu sabah mahkeme salonuna tamamen masum bir kişi olarak girecek ve tüm tanıklar ifade verip kanıtlar jüriye sunulana kadar da öyle kabul edilecek. Buna masumiyet karinesi diyorduk, hatırladınız mı?”

Bay Mount bulunduğu köşede ayağa kalkmış, Theo’yu gururla izliyordu. Bu sahneyi daha önce çok görmüştü. Theo topluluk önünde konuşmakta doğuştan hünerliydi. Bay Mount’un danışman öğretmeni olduğu sekizinci sınıf münazara kolunun en parlak elemanıydı.

Theo sınıf arkadaşlarının yargıya varmaktaki aceleciliklerine kızmış görünerek sözlerine devam etti: “Makul ölçüde kuşkunun ötesinde elde kanıt olması gerektiğini hatırlamıyor musunuz? Size ne oldu böyle arkadaşlar?”

“Suçlu!” diye bağırdı Woody yine. Birkaç kişi ona güldü. Theo ne söylese faydasız olduğunu anlayınca “Tamam, tamam, artık gidebilir miyim?” dedi.

“Elbette,” diye karşılık verdi Bay Mount. Zilin yüksek perdeden çaldığı duyuldu. On altı çocuk birden kapıya koştu. Theo hızla koridoru geçip o sırada sekreter Bayan Gloria’nın telefonla konuştuğu büroya yöneldi. Theo’nun annesi sayesinde ilk eşinden boşanan Bayan Gloria, Theo’yu severdi. Kısa süre önce de Theo’dan, sarhoş araba kullanırken yakalanan kardeşi için hukuki yardım almıştı. Theo’ya Bayan Gladwell’in imzasını taşıyan sarı bir izin belgesi uzattı. Theo belgeyi alır almaz hızla yola koyuldu. Sekreter masasının arkasındaki saat tam 08:47’yi gösteriyordu.

Theo bahçedeki bayrak direğinin yanında zincirli duran bisikletinin kilidini açtı, zinciri gidona doladı ve bisikletine atladı. Eğer kurallara uyarak bisiklet yolundan giderse adliyenin önüne on beş dakikada varacaktı. Oysa her zaman kullandığı kestirme yollardan giderek, bir-iki sokakta lıız yaparak, kimi arka bahçelerden geçerek, en az iki kez kırmızı ışıkta durmayarak bu süreyi on dakikaya indirebiliyordu. Bugün hiç zamanı yoktu. Duruşma salonunun şimdiden tıklım tıklım dolduğunu tahmin edebiliyordu. Oturacak yer bulması bile şansa kalmıştı.

Bir sokaktan uçarcasına geçti, iki kez kestirme yol kullandı ve tanıdığı birinin arka bahçesine daldı. Bu adam üniforma giyer ve alt tarafı yarım gün güvenlik görevlisi olarak çalıştığı halde polis numarası yapardı. Buck Boland (ya da bazılarının dediği gibi Buck Balon) adındaki bu sevimsiz adamı Theo ara sıra adliye çevresinde dolaşırken görürdü. Theo adamın bahçesinden son sürat geçerken onun, “Defol bur’dan, yumurcak!” diye haykırdığını işitti. Sesin geldiği tarafa bakarken Bay Boland’ın ona bir taş fırlattığını fark etti. Taş hemen yakınına duştu ve Theo var gücüyle bisikletin pedallarına asıldı.

Paçayı zor kurtardım, diye düşündü Theo. Galiba kendisine başka bir yol bulması gerekiyordu artık.

Okuldan çıktıktan dokuz dakika sonra adliyenin önüne vardı ve bisikletini çabucak park yerine zincirledi. Hızla içeri girdi, yukarı çıktı ve Yargıç Gantry’nin duruşma salonunun kocaman kapısına vardı. Kapıda bir kalabalık vardı. Seyirciler kuyruk olmuş içeri girmeye çalışıyordu, televizyon kameraları güçlü ışıklarını yakmıştı ve asık suratlı görevliler düzeni sağlamaya çalışıyordu. Theo’nun Strattenburg’daki en sevmediği mübaşir yaşlı ve huysuz Gosett’ti. Şanssızlığa bakın ki Gossett, Theo’nun kalabalığı yarıp içeri girmeye çalıştığını görüverdi.

“Sen nereye gittiğini sanıyorsun Theo?” diye homurdanarak sordu Gossett.

Nereye gittiğim belli işte, diye içinden söylendi Theo. Kasabamızın tarihindeki en büyük cinayet davası başlamak üzereyken başka nereye gidebilirim ki? Ama böyle akıllı olmak sorunu çözmüyordu.

Theo okuldan aldığı izin kâğıdını çıkardı ve yumuşak bir sesle, “Müdürden davayı izlemek için izin aldım efendim,” dedi. Gossett izin kâğıdını kaptı ve eğer kâğıt usulüne uygun değilse Theo’yu dışarı atacağını belirtmek için kaşlarını çattı. Theo, isterseniz size okuyayım,’ demeyi düşündü ama dilini tuttu.

Gossett, “Bunu okuldan almışsın. Bu kâğıt buraya girme izni değil. Yargıç Gantry’den duruşma için izin aldın mı bakayım?” diye sordu.

“Evet, efendim,” dedi Theo.

“Görelim.”

“Yazılı değil. Yargıç Gantry bana sözlü olarak izin verdi.”

Gossett kaşlarını daha da bir çattı, başını iki yana salladı ve “Üzgünüm Theo. Salon tıklım tıklım dolu. Hiç yer yok. Gelenleri kapıdan çeviriyoruz,” dedi.

Theo izin kâğıdını geri aldı ve neredeyse ağlayacakmış gibi bir ifade takındı. Geri dönüp uzun koridorda uzaklaşmaya başladı. Gossett’in onu göremeyeceği bir yere gelince dar bir kapıdan geçip bir servis merdiveninden aşağı kata indi. Bu merdiven sadece teknisyenler ve mübaşirler tarafından kullanılıyordu. Birinci kattaki karanlık ve dar koridora girdi. Bu koridorun tam üstünde büyük duruşma salonu vardı. Burada adliye çalışanlarının aralarda toplanıp kahve içtikleri ve çene çaldıkları bir dinlenme odası yer alıyordu.

Cesaretini toplayıp odaya girdiğinde, “Merhaba Theo,” dedi biri. Bu Theo’nun tüm adliyede en sevdiği memur olan güzel Jenny’ydi.

Theo yürürken, “Merhaba Jenny,” dedi ve gülümseyerek odanın karşı köşesindeki bölmeye doğru gitti. Bu bölmeden yine gizli bir merdivene geçiliyordu. Burası geçmiş yıllarda tutukluların yargıç karşısına çıkarılmak üzere hapishaneden duruşma salonuna getirilmesi içindi ama artık nadiren kullanılıyordu. Her yanı dar geçitler ve merdivenlerle dolu eski adliye binası tam bir labirenti andırsa da Theo binanın her köşesini avucunun içi gibi biliyordu.

Duruşma salonuna jüri bölmesinin yanındaki kapıdan girdi. Salonu heyecanlı bir bekleyiş içindeki seyircilerin uğultusu kaplamıştı. Üniformalı güvenlik görevlileri ciddi yüzleriyle kendi aralarında konuşuyordu. Ana kapıda hâlâ içeri girmeye çalışanların oluşturduğu bir kalabalık vardı. Theo salonun sol tarafında savcı bölümünün arkasındaki üçüncü sırada tanıdık bir yüz olduğunu fark etti.

Bu, amcası Ike’tı ve yanında çok sevgili (ve biricik) yeğeni için yer ayırmıştı. Theo aralardan zorlukla geçerek amcasının yanına ulaştı ve daracık bir yere sıkıştı.

Bölüm 2

Ike Boone eskiden avııkattı. Bir zamanlar Theo’nun anne ve babasıyla ortak çalışıyordu. Boone ailesinden bu üç avukatın sorunlu ortaklığı, Ike yasadışı yollara sapıp başına büyük bir dert alıncaya kadar devam etti. Ike öyle büyük bir hata yapmıştı ki baro onun avukatlık yetkisini iptal etti. Ike artık muhasebecilikle geçiniyor ve Strattenburg’daki küçük işletmelere vergi danışmanlığı yapıyordu. Bir ailesi yoktu ve genelde mutsuz, yaşlı bir adamdı. Kendini münzevi, toplumdışı biri olarak görmek hoşuna gidiyordu; eski hippiler gibi giyinip uzun beyaz saçlarını at kuyruğu yapıyordu. Mahkemeye de hippi kılığında gelmişti. O gün de tipik Ike gibi giyinmişti. Sandaletti ayaklarında çorap yoktu, solmuş kot pantolonunun üzerine kırmızı tişört ile kareli, kolları yıpranmış bir spor ceket giymişti.

“Teşekkürler Ike,” diye fısıldadı Theo yerine otururken.

Ike gülümsedi ama hiçbir şey söylemedi. Theo’nun sağında Ike, solunda ise daha önce hiç görmediği orta yaşlı şık bir kadın oturuyordu.

Theo çevresine bakınırken seyirciler arasında pek çok avukatın yer aldığını fark etti. Annesiyle babası davayı seyretmekle vakit kaybedemeyecek kadar meşgul olduklarını söylemişlerdi. Oysa Theo bu davayla yakından ilgilendiklerini biliyordu. Annesi saygı duyulan, bol müşterili bir boşanma avukatıydı.

Babası ise emlak işlerine bakardı ve mahkemede pek işi olmazdı. Theo büyüyünce büyük bir avukat olmak istiyordu ama ne boşanmalarla ne de emlak işleriyle uğraşacaktı o. Belki Henry Gantry gibi büyük bir yargıç olurdu. Avukatlıkla yargıçlık arasında kararsızdı ama daha önünde çok zaman vardı. Henüz on üç yaşındaydı.

Jüri sıraları boştu. Theo daha önce pek çok duruşma izlediğinden jüri üyelerinin salona en son alındığını biliyordu. Yargıç kürsüsünün arkasında duran kare şeklindeki büyük duvar saati 08:59’u gösterirken savcılar, yüzlerinde her zamanki ciddi ifadeyle yan kapıdan aceleyle içeri girdiler. En önde yıllardır bu Strattenburg’da görev yapan tecrübeli savcı Jack Hogan vardı.

Dört ay önceki ilk duruşmada Theo onun mahkemedeki başarısından çok etkilenmişti. İşte aradan birkaç hafta geçmişti ve artık hayalleri arasında savcı olmak da vardı. Korkunç bir suç işlendiğinde herkesin dikkat kesildiği kişiydi savcı. Bay Hogan’ın çevresi genç yardımcılar ve dedektiflerle çevriliydi. Tam bir ekip görünümündeydiler.

Karşı sıralarda yer alan savunma bölümü henüz boştu. Sanık Pete Duffy’nin avukat ekibinden hiç kimse gelmemişti. Ancak savunma bölmesinin arkasındaki bir sırada Omar Cheepe’yi, onun yardakçısı Paco’yu ve araştırma yapmak için tutulmuş süsü verilse de asıl görevleri olay çıkarmak olan, savunma avukatları tarafından tutulmuş çeteyi seçebildi Theo. Saat ilerliyor, kalabalık artıyordu.

Buna rağmen avukatların bir bölümünün hâlâ görünmemesi Theo’ya garip geldi. Yargıç Gantry zamanlama konusundaki dikkatiyle bilinirdi. Sabah saat dokuzdan itibaren kalabalık gözünü saate dikti. Beş-on dakika, hiçbir gelişme olmadan geçti. Sonunda 09:l5’te savunma avukatları salona girdiler ve yerlerine oturdular. Başlarında tanınmış bir ceza avukatı olan Clifford Nance vardı. Nance’in yüzü solgun ve endişeli görünüyordu. Aradaki bölmeden uzanıp Omar Cheepe ve Paco’ya bir şeyler söyledi. Bir şeylerin yolunda gitmediği ortadaydı.

O sırada Clifford Nance’in yanında oturması gereken Pete Duffy de ortada yoktu.

Omar Cheepe ve Paco birden yerlerinden kalkıp dışarı çıktılar.

09:20’de bir mübaşir yüksek sesle herkesin ayağa kalkmasını istedi. Tam o sırada Yargıç Gantry siyah cüppesinin eteklerini yerlerde sürüyerek kürsüsünün arkasındaki kapıdan içeri girdi. Mübaşir devam ediyordu: “Sessiz olun lütfen. Onuncu Bölge Ceza Mahkemesi oturumu Sayın Yargıç Henry Gantry başkanlığında başlamıştır. Taraflar öne çıksın. Tanrı bu mahkemeyi korusun.”

“Lütfen oturun,” dedi Yargıç Gantry ve ayağa kalkmak üzere olan kalabalık apar topar yerine oturdu.

Yargıç Gantry Clifford, Nance’e kaşlarını çatarak baktıktan sonra derin bir iç geçirdi. Herkesin gözü üzerindeydi. Bay Nance daha da solgun görünüyordu. Sonunda Yargıç Gantry “Bay Nance,” dedi. “Sanık Peter Duffy nerede?”

Clifford Nance yavaşça ayağa kalktı. Öksürerek boğazını temizledi ve nihayet konuşmaya başladığında, güçlü sesi çatlak ve cılız çıktı:

“Bilmiyorum Sayın Yargıç. Bay Duffy’nin bu sabah yedide benim büromda olması gerekiyordu. Duruşma öncesi görüşecektik ama gelmedi. Ne telefonla aradı, ne faks, e-posta, cep mesajı yolladı. Ne bana ne de ekibime… Telefonunu defalarca aradık ama cevap vermedi. Evine gittik ama evinde de yoktu. Hâlâ kendisini aramaya devam ediyoruz ama sanki yer yarıldı da içine girdi.”

Mahkemedeki herkes gibi Theo da bu sözleri şaşkınlıkla dinliyordu. Bir görevli ayağa kalkıp, “Sayın Yargıç, izin verir misiniz?” dedi.

“Buyurun devam edin,” dedi yargıç.

“Bu durumu biz de şimdi öğreniyoruz. Önceden bilseydik biz de araştırma yapardık.”

“Hemen aramaya başlayın öyleyse,”dedi Yargıç Gantry öfkeyle. Pete Duffy’nin ortada olmayışına kızdığı belliydi. Tokmağını vurdu ve “Bir saat ara veriyoruz. Jüri üyelerine istirahat edebileceklerini bildirin,” dedi ve geldiği kapıdan çıkıp gitti.

Seyirciler bir an donup kaldılar. Sanki beklemeye devam ederlerse Pete Duffy hemen içeri girecekmiş gibi suskunluk içinde beklediler. Ardından fısıltılar ve alçak sesli konuşmalar başladı. Pek çoğu ayağa kalktı ve ileri geri yürümeye başladı. Ancak kimse salondan dışarı çıkmadı. Hiçbiri yerini kaybetmek istemiyordu.

Elbette Pete Duffy’nin her an gelebileceğini, geç kaldığı için belki özür dileyeceğini, kusurun arabanın lastiğinde filan olduğunu söyleyeceğini ve hemen duruşmanın başlayacağını düşünüyorlardı.

Aradan on dakika geçti. Theo avukatların yavaş yavaş gevşeyip mahkeme salonunun ortasında alçak sesle sohbete başladıklarını fark etti. Jack Hogan ve Clifford Nance kaşlarını çatarak baş başa vermiş bir şeyler konuşuyordu.

“Ne diyorsun bu işe Ike?” diye sordu Theo alçak sesle.

“Adam tüydü sanırım.”

“Ne demek bu?”

“Çok şey demek. Duffy serbest kalabilmek için bazı gayrimenkullerini kefalet göstermişti. Şimdi gayrimenkullerine el konacak ve o bunları kaybetmiş olacak. Elbette gerçekten kaçmışsa… Bundan sonra hayatı boyunca kaçak dolaşacağı için gayrimenkullerinin derdine düşemeyecek. Yakalanıncaya kadar bir kaçak olarak yaşayacak.”

“Yakalarlar mı dersin?”

“Genellikle yakalarlar. Her yerde —internet sitelerinde, ülkenin dört bir tarafındaki karakol ve postanelere asılacak ‘Aranıyor’ ilanlarında— fotoğrafı olacak. Yakayı ele vermemesi zor ama kaçağın asla yakalanamadığı kimi ünlü olaylar da yok değil. Onlar da genellikle ülke sınırları dışına çıkıp Güney Amerika’ya geçenler. Şaşırdım ben de. Pete Duffy’nin kaçma riskini göze alabileceğini sanmıyordum.”

“Göze almak mı?”

“Evet. Düşünsene Theo. Adam karısını Öldürüyor ama şansı yaver gidiyor ve ilk duruşmadan kısa sürede tahliye edilerek kurtuluyor. İkinci bir şansı olmadığının farkında, ömür boyu hapis cezası alabileceğini biliyor. Ben de olsam kaçmayı denerdim. Herhalde bir yerlere para stoklamıştır. Kendine yeni kimlik çıkarttırır, yeni bir isim edinir, belki ona yardım eden bir dostu da vardır. Duffy’yi tanıyorsam bu işin içinde genç bir de kadın vardır. Bana sorarsan çok zekice bir plan bu.”

Ike bunu tam bir macera gibi anlatmıştı ama Theo pek öyle düşünmüyordu. Saat l0:00’a yaklaşırken sanığın şimdilik boş duran sandalyesine baktı. Pete Duffy’nin kefaleti yakıp kasabadan kaçtığına ve bir kaçak hayatı yaşamaya hazırlandığına inanamıyordu.

Omar Cheepe ve Paco ortaya çıktı ve Clifford Nance ile görüşmeye başladılar. Başlarını silkmelerinden, hızlı fısıldaşmalarından ve çatık kaşlarından sorunun devam ettiği anlaşılıyordu. Pete Duffy bulunamamıştı.

Bir mübaşir avukatları toplayıp yeni bir toplantı için Yargıç Gantry’nin odasına götürdü. Jüri bölmesinin yanında görevliler toplanmış konuşup gülüşüyordu. Kalabalık sabırsızlanıp öfkelendikçe gürültü de artıyordu.

“Benim canım sıkılmaya başladı Theo,” dedi Ike. Birkaç seyirci salondan ayrılmıştı bile.

“Ben buralarda olacağım,” dedi Theo. Buradan ayrılırsa okula eli boş dönüp derslere girmek zorunda kalacaktı. Müdürün verdiği izin kâğıdında açık açık Theo’nun bugün için saat öğlen bire kadar izinli olduğu yazılıydı ve Theo duruşma olsun olmasın, birden önce kesinlikle okula dönmek istemiyordu.

“Öğleden sonra bana uğrayacak mısın?” diye sordu Ike. Günlerden pazartesiydi ve Boone ailesinin geleneklerine göre Theo her pazartesi öğleden sonra amcasının yanına uğrardı.

“Elbette,” dedi Theo.

Ike gülümsedi ve “Görüşürüz,” dedi.

Amcası gittikten sonra Theo durumu değerlendirmeye çalıştı. Strattenburg’daki gelmiş geçmiş en büyük ceza davasının erteleneceği, Jack Hogan ve Clifford Nance’in iki gladyatör gibi kavga etmelerini izleme şansının artık kalmadığı belliydi.

Öte yandan Bobby Escobar tanıklık yapmak ve Pete Duffy’yi suçlamak zorunda kalmayacaktı. Theo birinci duruşma sırasında Bobby’nin Yargıç Gantry’nin dikkatini çekmesinde önemli bir rol üstlenmişti. Theo Duffy’nin avukatlarının ve başta Omar Cheepe ve Paco olmak üzere adamlarının gözlerini onun üstünden ayırmadığını biliyordu. Dikkat çekmemek en iyisiydi.

Zaman ilerliyor, salondaki izleyiciler beklemeye devam ediyordu. Theo, Pete Duffy’nin aniden ortadan kayboluşunun en azından kendisi için iyiye işaret olduğuna karar verdi ve bu olaydan bencilce bir memnuniyet duydu.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıSanık
  • Sayfa Sayısı216
  • YazarJohn Grisham
  • ÇevirmenŞefika Kamcez
  • ISBN9789751415448
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,6, Karton Kapak
  • YayıneviRemzi Kitabevi / 2013

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Davacı ~ John GrishamDavacı

    Davacı

    John Grisham

    İki ortaklı Finley & Figg avukatlık bürosunda günler genellikle içkili araba kullananlarla, az hasarlı küçük çaplı trafik kazalarıyla ve hızlı boşanma davalarıyla geçiyordu. Yirmi...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Cebi Delik ~ Paul AusterCebi Delik

    Cebi Delik

    Paul Auster

    Paul Auster’ın eserlerinde, çağdaş insanı en çıplak durumuyla görür, onunla aramızda özdeşlikler, benzerlikler kurarız. Paul Aus­ter’ın yazdıklarının bu kadar beğenilmesinin, benimsenmesinin nedeni, belki de...

  2. Tears Of Love Shams-i Tabrizi ~ Sinan YağmurTears Of Love Shams-i Tabrizi

    Tears Of Love Shams-i Tabrizi

    Sinan Yağmur

    You will breathe in the climate of mysticism as you read the life story of Shams al-Tabrizi who exerted great efforts to train the...

  3. Bu Şehrin Mutfaklarında Bıçak Yok ~ Halid HalifeBu Şehrin Mutfaklarında Bıçak Yok

    Bu Şehrin Mutfaklarında Bıçak Yok

    Halid Halife

    “Şehirler de ölür, tıpkı insanlar gibi.” Arapça edebiyatın güçlü temsilcilerinden Halid Halife, Bu Şehrin Mutfaklarında Bıçak Yok kitabıyla politik, dinî ve cinsel zorbalığın gölgesi altında yaşayan...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur