Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Seçilmiş Şampiyon – Girdap Günlükleri İkinci Kitap
Seçilmiş Şampiyon – Girdap Günlükleri İkinci Kitap

Seçilmiş Şampiyon – Girdap Günlükleri İkinci Kitap

Ece Yücesoy, Elise Kova

Kaderine Koşan Bir Prenses Herkesi Tehdit Eden Bir Karanlık Zamanını Bekleyen Düşmanlar Vi Solaris, hayatı boyunca hasretini çektiği ne varsa elde etmek üzereydi. Ailesine,…

Kaderine Koşan Bir Prenses
Herkesi Tehdit Eden Bir Karanlık
Zamanını Bekleyen Düşmanlar

Vi Solaris, hayatı boyunca hasretini çektiği ne varsa elde etmek üzereydi. Ailesine, evine, tahtına kavuşmasına çok az kalmıştı ama dünyanın kaderi ellerindeyken sadece kendini düşünemezdi.

Herkesin gözünde o Veliaht Prenses’ti. Oysa Vi’nin önünde bambaşka bir yol uzanıyordu. Ana Kıta’nın çok ötesinde onun görülerini çözebilecek ve dünyayı kasıp kavuran kadim kötülüğü alt etmenin anahtarını elinde tutan bir adam vardı. Fakat Vi, ona ulaşmak için tahtın düşmanlarıyla, hiç ummadığı bir aşkla, büyücü korsanlarla ve affedilmez bir ihanetle mücadele etmek zorunda kalacaktı.

Kimi kötülüklerin asla ölmediğini, yalnızca pusuda beklediğini zor yoldan öğrenecekti.

“Yasak aşkları ve unutulmaz kadın kahramanları sevenler için muhteşem bir kitap.” Cassandra Carpio

“Bu eşsiz ve heyecan verici fantastik seride sizi soluksuz okuyacağınız bir roman daha bekliyor.” MorrBooks

Seçilmiş Şampiyon nefes kesiciydi! Elise Kova’nın bu heyecan verici devam kitabında kendinizi kaybetmeye hazır olun!” Michelle Fritz PA

“Sayfaları hızla çevirecek ve devam kitapları için sabırsızlanacaksınız.” —Emmie Scharf

“Aşk, büyü ve sürprizlerle dolu sürükleyici bir hikâye. Fantastik bir romandan isteyebileceğiniz her şey bu kitapta var.” Just a Bookworm

BİRİNCİ BÖLÜM

Gecenin karanlığında hareket eden elleri, peşlerinde ışık şeritleri bıraktı. Vi Solaris sadece solan büyü kalıntılarının ve dövüş çukurunun kaba duvarlarına vuran kıvılcımların ışığında görülebiliyordu. Işıklar karanlığı parlak şeritler hâlinde bölüyorlardı – hepsi birbirine dolanan eşmerkezli daireler, üçgenler ve noktalar. Her işaretin, Vi’nin bilgisi ve iradesiyle şekillendirilmiş bir anlamı vardı ve karmaşık seslerin dile getirilmesiyle hayat buluyorlardı. “Juth starys,” derken Vi’nin sağ eli havaya kalktı. Sol eli ise yan tarafında sımsıkı bir yumruk hâlini almıştı ve orada sağlam bir glif tamamen farklı bir büyüyü tutarak bileğini sarıyordu. “Juth mariy,” dedi karşısındaki adam inanılmaz bir hızla. Semboller etrafında ani bir parlaklıkla belirip Vi’nin önünde havada salındılar. Glif, adamın söylediği kelimelerin –Tanrıça Yargen’in kelamının– somutlaşmış hâliydi. Vi’nin henüz oluşmakta olan glifine çarptı ve onu ânında söndürdü. “Elini kaldırma. Hareketlerini ele veriyorsun.” “Annemin de böyle bir problemi vardı, biliyor musun?” “Hiç şaşırtıcı değil o zaman.” Taavin, kızın üzerine atıldı. “Mysst siti larrk!” Işık kıvılcım saçtı ve o hareket ederken öne uzattığı kolundan aşağı hızla indi. Açık avucunda yoğunlaşarak ondan uzağa doğru fırlayıp bir kısa kılıç oluşturdu.

“Mysst xieh,” dedi Vi aceleyle, kelimenin ağzından çıkışından daha da hızlı kaçarak. Taavin’in kılıcı Vi’nin kalkan olarak kullandığı gliften sekti. Taavin parmaklarını açarak kılıcın ivmeyle elinden fırlamasına izin verdi. Avucunu terk ettiğinde, normal bir kılıçtan farklı görünmüyordu. Ama silah yere çarpamadan, binlerce ışık yivine ayrılıp yok oldu. Diğer elinde çoktan yeni bir büyü toplanmaya başlamıştı bile. Vi, adam daha kelimeleri söylemeden taşıdığı anlamı idrak etmeye başlamıştı. Glifleri çalışmaya başlayalı aylar olmuştu. Hem şekilleri hem de kelimeleriyle antrenman yapıyordu. Büyü toplanırken Vi adamın neyi çağırmak üzere olduğunu biliyordu. Ama çok geç kalmıştı. “Loft dorh.” Vi, “Jut–” diye başladı ama bir araya geldiklerinde büyüyü yok etmek anlamına gelen iki kelimeyi tamamlayamadan Taavin’in glifi oluşmuştu bile. Vi’nin bedeni kaskatı kesildi ve hareketsiz kaldı. Loft, güçsüz kılmak için kullanılan üst düzey bir büyüydü. Dorh ise hareketsizleştirmeye yarayan ikincil kelimesi. Vi onu tutan görünmez zincirlere karşı savaştı ama çok güçlülerdi. Ne kadar çabalarsa çabalasın bir milim bile kımıldayamadı. Ağzı bile juth kelimesinin ortasında öylece açık kalmıştı. Taavin ona baktı. Glif hâlâ parmak uçlarını sarıyordu. Adamın büyüsü zarifti, özenle oluşturulmuştu ve Vi’ninkinin iki katı kadar parlaktı. Kız buna hayranlık duydu, tıpkı büyünün ışıltısının Taavin’in koyu mor saçlarını ve çene hattını vurgulamasına duyduğu gibi; zaten şu hâliyle yapabileceği fazla bir şey yoktu. Nihayetinde Taavin elini indirdi. Glif kaybolduğu anda Vi tekrar hareket edebilmeye başladı. Öne doğru tökezledi, dengesini buldu ve Taavin’e döndü. “Buna karşı nasıl savaşırım?”

“Juth mariy doğru seçimdi. Sadece yeterince hızlı değildin.” Taavin elini dağınık saçlarından geçirdi. Saçlarını geriye doğru ittiği esnada sivri kulakları göründü. Vi onları ne zaman görse, adama duyduğu yakınlığı, fiziksel olaraksa hiç yakın olmadığını hatırlıyordu. O elfin’di, Solaris İmparatorluğu için var olmayan bir ırktandı ve denizin karşı tarafında, Meru kıtasında bulunan Risen’da yaşıyordu. Bu, Vi’nin doğru dürüst algılayamadığı bir mesafeydi ve daha birkaç ay öncesine kadar öyle bir yerin varlığından bile haberi yoktu.

Taavin’e ulaşmak için o mesafeyi aşmanın bir yolunu bulmak zorundaydı. Büyü öğretmeni, arkadaşı ve sırdaşı aslında orada değildi. Vi onu görebiliyor, duyabiliyor ve hissedebiliyordu ama varlığı sadece Vi’yle sınırlıydı. Vi’nin sol bileğine tutturduğu büyü onu çağırmıştı ve Tanrıça’nın ona bir kader zirvesinde bahşettiği güç sayesinde Taavin’i büyüsünü tüketmeden istediği kadar uzun süre yanında tutabilirdi. “Yani hareketsiz kılma büyüsünü bozamazsam hapsolmuşum demektir, öyle mi?” Bu epey adaletsiz bir büyü gibiydi. “Büyücü glifi muhafaza ettiği sürece.” “Biri beni sonsuza kadar hapsedebilir mi yani?” Gerçi Vi zaten hâlihazırda hapis hayatı sürüyor gibiydi. Kaleden en son çıkışının üzerinden haftalar geçmişti. Beyaz Ölüm’ün en son ve en fena varyantı Soricium’u esir aldığından beri içerideydi. “Kimse o kelimeyi sonsuza dek tutamaz. Loft epey enerji tüketir çünkü bir insanı tamamen hareketsiz tutmak çok zordur. Büyücünün dikkatinin dağıldığı ya da büyüsünün bocaladığı an serbest kalırsın.” Vi onu şüpheyle süzdü. Antrenman yapmak için her zamanki ağır ve işlemeli paltosunu çıkarmıştı. Şimdi üzerine tam oturan, kaslı göğsünü pek gizlemeyen uzun kollu bir gömlek giyiyordu ve uçlarını bol bir pantolonun içine sokmuştu. Kumaşın tek bir yeri bile terden vücuduna yapışmamıştı. “Çok enerji harcamış gibi durmuyorsun.”

“Görünüş aldatıcı olabilir.” Dudakları ufak bir sırıtışla kıvrıldı. “Ayrıca ben Ses’im.” Yargen’in Sesi. Bu, Vi’nin henüz tam anlamıyla kavrayamadığı bir unvandı. Bunun Taavin’in önemli biri olduğu anlamına geldiğini ve Tanrıça’nın gücünün dünyadaki son kalıntısı olduğu söylenen sonsuz ateşi koruduğunu biliyordu… Bir de, hayatı boyunca Risen şehrinin tepesinde kilit altında tutulup tecrit edildiğini. Vi’nin durumuna çok benzerdi. “Güçsüz kılmanın başka bir formuyla başlamak isteyebilirsin. Loft not – uyumak. Loft dorh kadar etkili değil çünkü kişiyi herhangi bir şey uyandırabilir ve bu da büyüyü bozar. Ama muhafaza etmesi daha kolaydır. Bu glifi tutarken hareket de edebilirsin aslında.” “Eh, ben Şampiyon’um… yani loft dorh’u da kısa zaman içinde zorlanmadan yapabilmeliyim.” En azından öyle umuyordu. Ama Vi’nin Yargen’in Sesi olmaktan daha az bildiği bir şey varsa o da Tanrıça’nın Şampiyonu olmaktı. “Sözde unvanlarımızdan bahsetmişken… Kader zirveleri konusunda gelişme katettin mi?” Vi çukurun merdivenlerinden çıkmaya başladı, Taavin de arkasından sadakatle takip ediyordu. Vi omzunun üzerinden ona baktı ve aralarındaki sessizlik uzamaya devam edince durdu. Taavin’in parlak zümrüt yeşili gözleri çukurun karşısına dikilmişti, onunla göz göze gelmemeye çalışıyordu. “Bu evet demek.” Vi uzun örgüsünü omzunun üzerine atıp ucuyla oynadı. “Ne oldu?” “Tam olarak emin değilim.” Vi üstüne gitmek yerine adamın doğru kelimeleri bulmasını bekledi. “Odaya dair görü belirip duruyor.” “Oda…” Vi’nin aklı onun zirvelerin muhtemel konumlarını listelediği zamana gitti. “Taç odası mı? Yoksa iki kadının olduğundan bahsettiğin mi?” “İkincisi.” “Farklı bir şey gördün mü?”

“Olay da bu ya… Her gördüğümde farklılaşıyor.” Taavin başını kaldırıp ona baktı. “Hepsi anlık görüntüler… Bazen içinde farklı objeleri barındıran kavanozlarla dolup taşan raflara odaklanıyor – kaotik görünecek derecede istiflenmiş ıvır zıvırlar. Bazen insanlar var bazen yok. Ateşin üzerine asılı duvar kilimleri isten kararmış. Onları ellerinde bir şeyler tutarken görüyorum ve…” “Ellerindekileri aleve mi atıyorlar?” diye bitirdi Vi onun yerine. Taavin’in dudakları oradan çıkmaya fırsat bulamayan kelimelerle hafifçe ayrık kaldı. Yeni bir cümleyi toparlayabilene kadar kısa bir süreliğine ağzını kapadı. “Bunu nereden bildin?”

“Bir meraklar dükkânına benziyor.” Vi gözlerini dövüş çukurunun tepesine çevirip ufuk çizgisine baktı. Ya da ormandan görebileceği kadarına. Gökyüzü hâlâ karanlıktı, yani odasına gitmek için koşturmasına gerek yoktu. Bu, Vi’nin kısa kesmek istemediği bir konuşmaydı. “Tabii kendim hiç görmedim…” Vi bütün hayatını bu kalede, şehre ve en fazla hemen yakınlarındaki bölgeye hapsolmuş hâlde geçirmişti. Bunların hepsi yakında değişecekti. “Ama kitaplarda okuduğum tasvirlerine benziyor – yakılacak çeşitli objeler, insanların önce orada olup sonra bulunmaması. Hepsi tutuyor.” “O zaman meraklar dükkânı olamaz.” Taavin başını iki yana sallayıp bu esnada zaten dağınık olan saçlarını iyice dağıttı. Vi bir an için o buklelerin göründükleri kadar yumuşak olup olmadıklarını merak etti. Ama başıboş bir tutamı sivri kulaklarının arkasına sıkıştırma dürtüsüyle savaştı. “Neden?” “Çünkü en sonuncu rüyamda ben…” Sesi kayboldu ve dikkati bir kez daha Vi’ye çevrildi. “Sen… ne?” Vi basamakta kıpırdandı. Pek alan olmadığından, Taavin’in bakışlarına onun içine geçmeden karşılık vermesinin bir yolu yoktu. “Seni alevlere bakarken gördüğümü sandım.” Taavin’in yanakları kızarmış mıydı yoksa üzerinde dolanan büyülü ışığın yarattığı bir yanılsama mıydı bu? “Bence alelade bir rüyaydı; kaderle, bizimle ya da zirvelerle alakası yoktu.”

Taavin onunla ilgili “alelade” bir rüya mı görmüştü? Vi, kalbi kulaklarında çılgınca atmasın diye yutkundu. Ahmakça davranıyordu. Taavin hayatı boyunca Vi’nin ona rüyalarında işkence ettiğini söylemişti. Ama o rüyalar kader zirveleriyle alakalı olmaz mıydı? Onu daha öncekinden farklı bir şekilde mi görmüştü rüyasında? “Neden…” Vi boğazını temizledi. “Neden ben olamazmışım?” “Sen geleceği zirvelerde görüyorsun ama benim görülerimle rüyalarım geçmişe bakıyor gibi duruyor. Kaderin değiştirildiği noktalara, değiştirileceği değil.” “Eh, o zaman ben olamam, ne de olsa hep burada kapalıydım.” Vi omuz silkip tekrar merdivenden çıkmaya koyuldu ve onu rüyasında gördüğü imasının peşine düşme fırsatını görmezden geldi. Bunu kabul ederse, onun da Taavin’i gördüğünü itiraf etmesi gerekecekti ve… Yeni bir düşünceyle çukurun tepesinde durdu. Etrafından dolanıp yan tarafına geçerken Taavin elini hafifçe beline koydu. “Ne oldu?” diye sordu, Vi’nin yüzündeki ifadeyi görür görmez büyük bir ciddiyete bürünmüştü. “Belki de bendim ama ben değildim,” diye fısıldadı Vi, kış gündönümü pazarındaki Batılı kadınla olan garip konuşması zihninde canlanırken Taavin’e boş gözlerle bakıyordu. “Bu nasıl mümkün olabilir?” “Sen kaderin ipliklerinin bükülüp hizalandığı geçmişe dair rüyalar görüyorsan, belki de sana işkence eden hiçbir zaman ben olmamışımdır.” “Seni gördüm.” Taavin ona doğru küçük bir adım attı. “Senin yüzünü hangi dünyada olsa tanırım.” “Belki de… yüzüm benim değil de yeniden doğmuş bir prensesin yüzüdür,” diye fısıldadı Vi. “Ne?” Vi bir kez daha gözlerini ufka çevirdi. Hâlâ vakti olmalıydı. Acele ederse hâlâ vakti vardı.

“Vi, yeniden doğum diye bir şey…” “Ne kadar iyi bakabildin?” Vi ona dönüp ellerini kendi ellerinin arasına aldı. Avuçlarında sıcacıktılar, sanki Taavin ebediyen güneşin alnında dinlenmeye çekilmiş gibi. “Ben olduğuma kesin emin misin? Hiç şüphesiz?” “Hiçbir konu hakkında hiç şüphesiz diyemem.” Taavin derin derin iç geçirdi. “Rüyalarım kullanma talimatlarıyla gelmiyorlar.” “İyi, çünkü sanırım bunca zamanadır gördüğünün kim olduğunu biliyorum.” Vi dövüş çukurlarını ayıran sert toprakta ilerlemeye başladı. Yüzlerce kat yüksekliğinde uzun ağaçlara doğrudan inşa edilmiş Soricium Kalesi’ne dövüş çukurlarından pek çok giriş vardı. Kalenin merkezinin üzerinde bir yay çizen patika ve soyluları ağırlayan ağaca bağlanan balkon da bunlara dahildi. Ayrıca, Şef Sehra’nın savaşçılarının oturduğu yere –ki burası bütün kaleyi çevreleyen yeni duvardan uzak değildi– çıkan ağaç gövdesindeki giriş de vardı. Ama Vi daha küçük bir ağacı saran yan taraftaki merdivene doğru yöneldi. “Sana yetişemeyeceğimden değil gerçi.” Taavin hızını onunkine uydurup yanında ilerledi. Vi onun dünyanın öteki ucuna gelmek için enerji harcamak zorunda olup olmadığını merak etti, yoksa yalnızca büyü müydü? “Ama beni kaleye gerçekten sokmak isteyeceğinden emin değilim.” Taavin kızın kolunun etrafını saran glife işaret etti. “Biri görürse…” “Doğru.” Vi sol elini kaldırıp oraya saatler önce sabitlediği büyüye baktı, onu unutmuştu bile. Taavin’in varlığı tamamen bir kelime öbeğine bağlı olmasa nasıl olurdu acaba? Sanki bu düşüncesini sezmiş gibi adamın parmakları kızınkilere kenetlendi ve Vi’nin gözleri hızla onunkileri buldu.

“Büyüyü bozmadan önce, bana ne bulduğunu söyle.” “Meraklar dükkânları Batı’ya has, özel bir ticaret kolu. Benim ailemin de kökenleri Batı’ya uzanıyor.” Vi noktaları birleştirerek zihninde net bir resim ortaya çıkarmıştı ve şimdi Taavin’in de aynısını yapmaya başladığını görebiliyordu. “Aylar önce kış gündönümü sırasında meraklar dükkânlarından bahseden Batılı bir kadın vardı – söylenene göre, kervanına büyükannem tarafından bir meraklar dükkânı bahşedilmiş.”

“Büyükannen mi?” “Prenses Fiera, Batı’nın son prensesi.” Vi’nin içi heyecanla çalkandı. Parmakları Taavin’inkileri daha sıkı sarmaladı, sadece birazcık. “Kadın beni görmeye geldiğini çünkü Batı’da benim onun yeniden doğmuş hâli olduğumun anlatıldığını söyledi. Tıpkı büyükanneme benzediğimi.” “Şampiyon’un büyükannesi… Yargen’in önümüze döşediği kader yoluna bir bakış atmamız için tasarlanmış bir meraklar dükkânı…” Taavin’in de tutuşu sıkılaştı. “Kulağa bir zirve olabilirmiş gibi geliyor. Harikasın,” diye fısıldadı. “Hayır, değilim. Dünyamızı kurtarmanın bir yolunu bulmaya yardım ederek iyi bir Şampiyon’un yapması gerekeni yapıyorum.” Vi’nin dudaklarında hafif, kararlı bir gülümseme vardı. Şakalaşmak ve neşeli olmak istiyordu. Ama olamazdı. Dünyanın sonunu her bir korkunç detayına kadar görmüştü. Sevdiği herkesin mutlak ölümüyle arasında duran tek şey zirveleri bulup geleceği görmek ve Taavin’in o görüleri özgür kalmış karanlık tanrı Raspian’ın özenle planladığı yıkımı durdurmak için kullanmasına yardım etmekti. Raspian’ın fiziksel formunu tekrar kazanmasına engel olmanın bir yolunu bulamazlarsa başlarına gelecek olan buydu. “Yersiz bir alçakgönüllülük yanılgısına düşme. Hem iyi bir Şampiyon hem de harika biri olabilirsin.” Taavin’in dudakları da onunkine benzer bir gülümsemeyle yukarı kıvrıldı. “Gitmelisin,” dedi usulca. “Fazla zamanım yok,” dedi Vi onu onaylayarak. Ama parmakları birbirine dolaşmış hâlde öylece oyalandılar. “İlk fırsatta seni tekrar çağıracağım.”

“Lütfen. Seninle çok daha az yalnızlık çekiyorum.” Taavin’in günleri nasıl geçiyordu? Bu soru Vi’nin zihninin ön saflarında takılı kaldı. Taavin’in kendisinden bahsetmekten hoşlanmadığı ortadaydı. Ama bir noktada mecbur kalacaktı. Bir noktada Vi’nin öğrenmesi gerekecekti, sırf Meru’ya ulaştığında onu almaya gitmek için bile olsa. “Bana şans dile.” Vi onu bıraktı. “Başka bir zirveye doğru ilerliyoruzdur umarım.” Vi bağlantılarını koparırken Taavin başıyla onayladı. Vi onu izledi, az önce durduğu yere gözlerini dikmişti. Adam ona öyle gerçek görünüyordu ki. Sanki tam önünde duruyormuş gibi onu hissedebiliyor, koklayabiliyor, ona dokunabiliyordu. Ama aralarında örülü olan büyüyü bıraktığı zaman geriye hiçbir şey kalmıyordu – Taavin’in etiyle kemiğiyle aslında dünyanın öteki ucunda olduğunun iç karartıcı bir anımsatıcısı.

Bu düşünceyi zihninden uzaklaştırarak kaleye doğru koşmaya başladı, Soricium’un alışılmışın dışındaki hapishanesine doğru hızla ilerlerken basamakları ikişer ikişer çıkıyordu.

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Peri Prensi ile Dans ~ Elise KovaPeri Prensi ile Dans

    Peri Prensi ile Dans

    Elise Kova

    Perilerin kaderi artık Katria’nın ellerindeydi, peki ya onu kim kurtaracaktı? NE AŞKA İNANIYORDU NE DE PERİLERE FAKAT HER İKİSİ DE ONU ÇAĞIRIYORDU Aşkı yalnızca...

  2. Prensin Kılıcı – Altın Muhafızlar Serisi 2 ~ Elise KovaPrensin Kılıcı – Altın Muhafızlar Serisi 2

    Prensin Kılıcı – Altın Muhafızlar Serisi 2

    Elise Kova

    Kılıcın şarkısını duyan bir kadın Savaşa hazırlanan bir prens Kehanetlerin aydınlandığı bir yolculuk Prens Baldair, Solaris İmparatorluğu’nun kaderini belirleyecek savaşa katılmak üzere yola çıkmıştı....

  3. Tahtın Köpeği – Altın Muhafızlar Serisi 1 ~ Elise KovaTahtın Köpeği – Altın Muhafızlar Serisi 1

    Tahtın Köpeği – Altın Muhafızlar Serisi 1

    Elise Kova

    Jax Wendyll geçmişini unutmayı tercih ederdi. Ancak ağza alınmayacak suçlarının cezası olarak ömür boyu tahta hizmet etmeye mahkûm edilmişti. Bundan sonra tek görevi, Solaris...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Ay Işığı Sokağı ~ Stefan ZweigAy Işığı Sokağı

    Ay Işığı Sokağı

    Stefan Zweig

    Her pencerenin ardında bir yazgı vardı; her kapı başka bir maceraya açılır, her ev farklı bir hikâye anlatırdı. Her ruh bir ötekinden ayrı sancır,...

  2. 50 / 50 Katil ~ Steve Mosby50 / 50 Katil

    50 / 50 Katil

    Steve Mosby

    Mark Nelson genç bir polis memurudur. Oldukça yüksek rütbeli ve başarılı bir dedektif olan John Mercer’ın ekibine yeni katılmıştır. Mercer polis kuvvetlerinde bir efsanedir...

  3. Petersburg’lu Usta ~ J.M. CoetzeePetersburg’lu Usta

    Petersburg’lu Usta

    J.M. Coetzee

    1869 yılının sonbaharında, ünlü Rus yazar Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, gönüllü bir sürgün olarak yaşadığı Almanya’dan Petersburg’a çağrılır. Ellisine merdiven dayayan, mutsuz ve öfkeli yazar,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur