Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Simone de Beauvoir Aramızda
Simone de Beauvoir Aramızda

Simone de Beauvoir Aramızda

Julia Kristeva

Julia Kristeva ve Simone de Beauvoir… Kadın özgürlüğü mücadelesinde ufuk açıcı çalışmalarıyla anılan iki isim, iki düşünce insanı, iki yazar… Kristeva’nın hayranlık ve eleştirellikle…

Julia Kristeva ve Simone de Beauvoir… Kadın özgürlüğü mücadelesinde ufuk açıcı çalışmalarıyla anılan iki isim, iki düşünce insanı, iki yazar…

Kristeva’nın hayranlık ve eleştirellikle ele aldığı, dönemini önceleyen ve kendisini kuşatan Simone de Beauvoir üzerine yazılarından oluşan bu derleme bizi Beauvoir’ı yeniden okumaya davet ediyor. Hem yaşamıyla hem de eserleriyle antropolojik bir devrim gerçekleştirmiş, bireysel ve toplumsal geleceğimize damgasını vurmuş Beauvoir’dan bu yana feminist hareketin temel sorunlarına, farklılaşan algı ve yaklaşımlarına güçlü bir değini niteliği taşıyor.

Çin’den Afganistan’a uzanan bir coğrafyada temel yaşam haklarından dahi mahrum kadınların mücadelesini yine Kristeva’nın kaleminden okuduğumuz bu derleme, her ikisinin de düşün evrenine derinlemesine bir giriş…

İçindekiler
Antropolojik Devrim …………………………………………………………… 7
Beauvoir Aramızda……………………………………………………………. 15
Altmış Yıl Sonra İkinci Cins ………………………………………………. 37
Beauvoir Rüya Görüyor…………………………………………………….. 57
Kadın Doğulur Ama Ben Kadın Olurum ………………………….. 71
Özgürlük Mümkün Hale Geldi: Ne Pahasına?
Simone de Beauvoir Ödülü……………………………………………….. 87
Çin’de Kadın Hakları…………………………………………………………. 89
Pakistan’da Köktenciliğe Karşı: Malala Yusufzay……………. 103
Kadına ve Kutsala Dair……………………………………………………. 109

Antropolojik Devrim

Simone de Beauvoir, tarihsel olarak ezilmekle birlikte erkekle “kardeşliğe” yatkın, “esrarengiz ve tehdit altındaki gerçeklik” niteliğindeki kadını “yaşam[ın]ın akışında büyük yer tutan uğraşı” olan yazı sayesinde keşfetmiştir. Ancak, kadın olmanın şanslı yanlarını ve çıkmazlarını, ıstırabını ve dirimselliğini İkinci Cins adlı eserinde öfkeli bir uzgörüyle ortaya atmakla yetinmemiş, kadınlık durumunu bu şekilde içeriden aydınlatmayı politik bir aciliyet halinde göndere çekmeyi de başarmıştır. Önceleri, tarih kadınlar olmaksızın yapılır ve yazılırdı. Sonraları, her türden yasadışılık ve köktencilik kadınların bedensel bütünlüklerini, eşitlik, eğitim ve özgürlük haklarını reddederek üzerlerindeki baskıyı sürdürdüğünde, hayatları pahasına da olsa bütün hakları hak etmenin faal savaşçısı olan ve –gerektiğinde “tam eşitlikçi” olabilen– siyasal alanın önemli failleri durumundaki kadınlar olmaksızın tarih de olamaz hale geldi. Ben bu benzersiz olayı nitelemek için kullandığım antropolojik devrim şeklindeki abartılı başlığın tamamıyla arkasındayım: Beauvoir burada ve şimdi aramızda.

İnsanlık tarihinde kültürün temelini oluşturan temsil etme ve edilme yetisi, antropolojik devrim anlamına gelen ve ilk kez karşılaşılan davranışlarla kendini gösterir: cenaze töreni, Chauvet ya da Lascaux mağaralarındaki duvar resimleri, “yaban düşünce” mitleri, toplulukların sosyal düzenini olduğu kadar tüm üyelerinin yaşamını da doğumdan ölüme kadar düzenleyen ve gerekçelendiren büyük dini-destansı anlatılar, yazının icadı ve yakın tarihimizdeki bilimsel keşifler: güneş merkezlilik, yerçekimi, görecelilik, kuantum alan teorisi, kozmik genişleme, DNA, ayna nöronları ve diğerleri… Bununla birlikte, sonsuz büyüğün ve sonsuz küçüğün keşfi sürüp gitse, teknolojik yenilikler savaşlarla dünyayı dönüştürmeyi ve insanlığın kaderini değiştirmeyi sürdürse bile, bilim ve teknik, zihniyetleri ve gelenekleri altüst etmekte zorlanıyor. Her birimizin içindeki mahrem alanları arşınlayan sanat bile, cinsel farklılığın arkaik tasavvurlarından kopmayı başaramıyor.

“Kadın Doğulmaz, Kadın Olunur.”

Simone de Beauvoir’ın yaşamı ve eserleri (1908-1986), iki cinsin uzun süre boyunca ortaklaşa hazırladığı ve hem kişisel kaderimiz hem de gezegenin politik geleceği üzerinde öngörülemeyen etkilerde bulunmaya devam eden büyük bir antropolojik devrimi somutlaştırır. Aristokrat ve varoluşçu bir filozof olan, “rıza göstermeyi” kabullenmeyen bu özgür ruhlu isyankâr kadın, aşkta ve yazıda riskler almak suretiyle, kendisini önceleyen ve çevreleyen kadınların dağınık ve bastırılamaz özgürlük hareketlerini toparlayıp bir araya getirmeyi başardı; sonunda ete kemiğe büründürmeyi başardığı bu antropolojik devrimi berraklaştırabildi, radikalleştirebildi ve üstlenebildi. Kendi çevresine ve eğitimine karşı çıkan –toptan karşı çıkan– kadınlara tüm tarih boyunca dayatılan koşulları tahlil eden bu Fransız aydını, binlerce yıllık ataerkil ve eril tahakkümün ardından “ikinci cinsin” özgürleşmesini herkesten daha çok hızlandırmayı bildi. Onun eserleri, doğum kontrolü, iş dünyasına ve siyasete özgürce katılım yoluyla kadınların kendi bedenlerine sahip çıkma ve düşünsel yaratıcılıklarını geliştirme hakkı için mücadele eden geniş bir uluslararası hareketi seferber etti. Dahası, bu tarihsel müdahale, kadınla erkek arasındaki varoluşsal ve duygusal bağı bir kuşak içinde altüst etti ve aile denilen toplumsal ahdin çekirdeğini dönüşüme uğrattı. Bu emsalsiz antropolojik devrimin sonuçlarının çağdaş biyo-teknolojinin sağladığı başarılara eklenmesiyle insan türünün kaderi yeniden biçimlenmiştir.

Özgürlükçüler tarafından pohpohlanan, muhafazakârlar tarafından damgalanan Beauvoir, tam anlamıyla feminist bir militan olmasa da, hakları için mücadele eden tüm kadınlara eşlik edip destek olarak, yazısıyla dönemine damgasını vurdu ve bu yazı sayesinde düşüncesi de günümüzde her zamankinden daha güncel kaldı. Zira şunu saptamak gerekir ki, ultra-liberalizmin krizleri ve 21. yüzyıldaki çatışmaların sonuçları hesapçı düşünceyi ve güvenlikçi/kimlikçi geri çekilişi özgürlükçü atılımların aleyhine pekiştirmektedir ve Beauvoir’a göre kendini “aşmayı” gerektiren özgürlükten bizzat kadınlar vazgeçme eğilimindedir. Kadınlar, kâh mümkünse “eşit” koşullarda kapitalist “sistem”e “entegre olmak” adına, kâh cemaat içi, “ırksal”, etnik, dini, homoseksüel/trans-cinsiyet aidiyetlerini “seçmek” adına –sözümona kişisel bir seçim– toplumsal konformizmi yeğliyorlar. İkinci durumda görülen cemaatçilik, tüm ideolojilerin iç içe geçtiği ölümcül şekilde köktenci bir taşkınlığa sapabilir.

İtiraflar ve “Doğru-Yalan”

Burada derlenmiş metinler, Simone de Beauvoir’ın eserine ve endemik kriz halinde globalleşmiş dünya bağlamında kadınların sürdürdüğü mücadele üzerindeki sayısız etkisine adanmış çeşitli etkinlikler esnasında sunulmuştur. Size ne bu filozofun karmaşık eserlerinin kapsamlı bir incelemesini ne de varoluşçu akımın bağrındaki yerinin –her ne kadar bu etikete epey dikkat göstermiş olsam da– bir değerlendirmesini sunuyorum. Hakeza, bu çalışma duygusal bir âşık portresi de çizmediği gibi, onun feminizminin ve başarılarının bilançosu da değildir. Sadık takipçisi olmuş ya da farklı düşünen öğrenci ve uzmanların kaleminden bu tür sentezleyici derlemeler eksik değildir. Burada, nüansları ve güncelliğiyle bizi sorgulamaya ve şaşırtmaya devam eden kurucu bir deneyimin bende kışkırttığı birtakım kişisel yazılar ile hayranlık dolu veya eleştirel yorumlar bulacaksınız.

Beauvoir Aramızda, iki cins arasında bir diyalog değilse eğer –ki bu diyalog, riske edilmiş, ıstıraplı ve kutsallığını yitirmiş bir mutluluk olsa da, yaşama anlam katabi tek mutluluktur– kelimenin gerçek anlamıyla düşüncenin de olamayacağını ilk kez bu kadar büyük bir analitik açıklıkla ve de politik tutkuyla gösteren bu yazarın vaktiyle yazdığı sayfaları (yeniden) okumaya davet ediyor. Yine burada “sevgili küçük filozofu”na, yani Jean-Paul Sartre’a, keza gerçek yurduna, “kitapları[nın] ve çalışmaları[nın] anlamını bulduğu tek yere”, yani Fransız dilinin müşkülpesent ve ayrıcalıklı laboratuvarı olan Paris’e duyduğu silinip gitmeyen “gönül bağını”, hiç değişmeyen tutkusunu bulacaksınız. Tabii ki her şeye meraklı bu yolcuyu, bu doyumsuz yürüyüşçüyü, Chicago’da pişmanlıkla terk edeceği o “toy delikanlının”, Nelson Algren’in “sevgi dolu yüreğinde”, “gerçek ve sıcak bir yerde” filizlenen ve hazla titreşen o arayışı da unutmadan… Bu terk edişle, dinselliğin son sığınağı olan “eş olma” efsanesini yıkarken onu yeniden yaratmayı da elden bırakmaz: Cömert ve katı bir nezaketle karşısındakinin bütünlüğüne özen gösteren iki özerk birey arasında bir tartışma alanı olarak (Sartre ile); tensel bir ensestvari suç ortaklığı olarak (Claude Lanzmann ile); “aşk ihtimallerinin” kaçıp gittiği ve “aldatılan kadın”ın yarasını bir süre sarmaya muktedir tek şey olan yazının sığındığı o vazgeçilmez yuva olarak yeniden yaratır. Kılı kırk yaran dürüstlükteki bu kaşif, biyografi ile özkurgu (Bir Genç Kızın Anıları, Mandarinler, Sessiz Bir Ölüm ve Veda Töreni), itiraf ile “doğru-yalan” arasında salınarak, özgürlükçü-varoluşçu argümanlarına, Fransız edebiyatının tapınağını ve bu tapınağın bekçilerini baştan çıkarmaya çalışmaktan ziyade kendini yeniden inşa ettiği romanesk bir yazım ekliyor.

Beauvoir, Simone’u Anlatıyor

Beauvoir acımasız mıdır? Kesinlikle acımasızdır; kıskançlığa kapılmış, depresyonla sarsılmış, “biyolojik kaderine” öfkeyle karşı çıkmış, suç ortağı dostlarıyla çıktığı uzun yürüyüşlerde ve azımsanmayacak derecede samimi dayanışmalarda gücünü hesapsızca harcamıştır. Hegel’i, Kant’ı, Husserl’i okumuştur, bunları söylemeye bile gerek yok, ama aynı zamanda Marquis de Sade’ı da okumuştur. Freud’u da: Eleştirirken cinsiyet kavramını (İkinci Cins kitabı için) ödünç aldığı –“özne tarafından yaşanılan beden”– ve “büyük bir coşkuyla hayran” olduğu “bu yüzyıl insanlarından birisi”dir. Nihayet bize hayallerini de açmaya karar verir: Mesafelerin ve “dizginlerin” hep gözetildiği, her daim sarsılmaz ve bilinçli acımasızlığıyla ifade ettiği bir “şaşırtma” olan yirmi sayfalık düşsel anlatılar.

Ne saldırıları ne de hayal kırıklıklarını yadsıyarak, kendini korku ve hayalleriyle birlikte, keza bunlara karşı yeniden inşa ederken görülen bu bitmek bilmez yüreğini açma dürtüsü bir zaaf değildir. Ben burada, Beauvoir’ın neredeyse bilinçsizce başardığı antropolojik devrimin bir hilesini görüyorum. Böylece Beauvoir, başkalarının onu içine yerleştirmeye çalıştığı veya onun yerine kendilerinin üstlendiğini iddia ettikleri o feminist şef (veya ikon) duruşunu yıkıyor ve Beauvoir mitinin ihtişamını bozuyor. Kendini çıplak bırakıp yazmak ve düşünmek, İkinci Cins’in evrenselliğini her kadın ve erkeğin mahremiyetinde sonsuzluğa doğru esinliyor. Beauvoir, günümüzde zor durumda olan “siyasallığın” amatörlerini ve profesyonellerini politikayı tekilleştirmeye, tekili de politikleştirmeye davet ediyor.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur