Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Son Büyük Kuşatma 1453
Son Büyük Kuşatma 1453

Son Büyük Kuşatma 1453

Roger Crowley

29 Mayıs 1453 İstanbul´un fethi ve İstanbul´da yaşamış, kenti ve tarihini çok iyi araştırmış bir yazar olan Roiger Crowley´in bu çalışması, bilimsel tavrıyla güvenilir…

29 Mayıs 1453 İstanbul´un fethi ve İstanbul´da yaşamış, kenti ve tarihini çok iyi araştırmış bir yazar olan Roiger Crowley´in bu çalışması, bilimsel tavrıyla güvenilir bir kaynak oluşturmakla kalmıyor, roman akıcılığında bir okuma tadı da veriyor. Eğer Ki… Bu basit ifade tarihçilerin aklını her zaman kurcalamış, onları uğraştırmıştır. ´Eğer Waterloo Savaşı´nı Napoleon kazansaydı´ yada ´Eğer Hitler Rusya´ya girmeseydi´ Ve belki de bunarlın en önemlisi, ´eğer Konstantinopolis 1453´te düşmeseydi´ Son Büyük Kuşatma´nın sonucu o yönde olsaydı, bilinen dünyanın tarihi olasılıkla çok farklı şekillenecekti. Bu olgunun yaşandığı toprakların yeni sahibi olan bizlerin, konunun kendisine yönelik yansız ve gerçekçi kaynak sıkıntısı çektiği ise, başka bir gerçek.

İçindekiler:

Öndeyiş: Kızılelma /1

1.    Yanan Deniz/9

2.    İstanbul’u Düşlemek / 27

3.    Sultan ve İmparator / 47

4.    Boğazı Kesmek / 67

5.    Karanlık Kilise / 83

6.    Sur ve Top/101

7.    Yıldızlar Gibi Sayısız / 123

8.    Korkunç Kıyamet Patlaması / 143

9.    Tanrı’dan Gelen Bir Rüzgâr / 159

10.    Kan sarmalları / 179

11.    Dehşetli Makineler / 201

12.    Alametler ve Kehanetler / 223

13.    ‘Bu Günün Tarihini Unutma’ / 241

14.    Kilitli Kapılar/261

15.    Bir Avuç Toz / 279

16.    Dünyanın Yeni Dehşeti / 301 Sondeyiş: Huzur Mekanları / 321 Kaynakça notları / 331 Kaynakça / 349

Dizin / 357

Kaynaklar

önsöz niyetine

 

 

O savaşta öyle çok şey oldu ki, kalem hepsini tarif edemez, dil sayıp dökemez.

15. Yüzyıl Osmanlı tarih yazıcısı Neşri.

Konstantinopolis’in düşüşü, ya da İstanbul’un fethi Orta Çağlar’da bir dönüm anı oluşturdu. Haber Müslüman ve Hıristiyan dünyalarında hayret verici bir hızla yayıldı ve öyküye duyulan iştah dolu ilgi devasa sayıda, ulaşan raporlarla ilk anda evrensel birliktelik sağlamış gibi görünen anlatımın ortaya çıkmasını sağladı. Ne var ki, daha yakından bakıldığında, bu anlatımlarla ifade edilenlerin toplamının bütünü tamamlamadığı görülür. Gerçek tanıklar aslında çok küçük bir grup oluşturur ve neredeyse tamamı Hıristiyan’dır. İsimleri bu kitabın okuruna tanıdık gelecektir: Taşkın tavırlı Katolik kilise adamı Khioslu Başpiskopos Leonard, tuttuğu günce en güvenilir tarih dizimini yansıtan gemi doktoru Nicolo Barbaro, Floransalı tüccar Giacomo Tetaldi, Rus Ortodoks’u Nestor İskender, sivil Osmanlı görevlisi Tursun Bey, kayıtları sonradan modern tarihçilere dert kaynağı oluşturan Georgios Splirantzes ve birkaç kişi daha.

Bunlardan sonra o dönemin çok yakınlarında yaşayan ve olguyu muhtemelen ikinci ağızdan dinlemiş olan bir grup gelir ki, aralarında renkli, güven telkin etmeyen anlatım sunan ve öyküyü sonradan yakıştırma unsurlarla dolduran Dukas ile bir başka Grek, yazı yeteneği eşsiz, ama Osmanlı yanlısı olan İmroz adası emini Kritovulos da bulunur. (Kritovulos’un yazdıklarının sadece Yunanlara ait olmayıp/ bütün Batı milletlerinin/ Cebelitarık Boğazı dışında olanların, Britanya adalarında oturanların, vesair nice ümmet ve kavimlerin diline çevrilerek yayınlanmasına yönelik bir tutkusu vardı.)

Sonraki yüzyıllar her iki taraftan gelen ciddi sayıda çeşitlemeye tanıklık etti; bunların bazısı doğrudan tekrar anlatımlardı, geri kalanınaysa söylentiler, kayıp ve yazılı kaydı olmayan anlatımlar, söylence, Hıristiyan, ya da Osmanlı kaynaklı propaganda, çarpıcı bir karışım yaratmaya yönelik, doğruluğu teyit edilemez bilgiler hakimdi. Bu kitap öylesi anlatımlardan alınma ifadeler içermez. Kaynakları ele almaktan doğan zorlukların büyük bölümü elbette ki, tarihin, özellikle de bilim çağı öncesindeki tarihin yerel ve ulusal kaygılara özgü yöntemlerle yaratılmış olmasıdır. Kuşatmaya tanıklık edenler, orduların mevcutlarına ve kayıplara yönelik rakamları, akıl almaz değişiklikler gösteren yerel ağırlık ve uzunluk ölçülerini yuvarlamaya güven sarsacak kadar eğilimlidir; tarihler ve zamanlar konusunda puslu bilgiler verirler ve kabul ötesi abartıya yatkınlardır. Olguların zaman dizinsel olarak sıralanmasıysa, genellikle keşfedilmeyi bekleyen bir uzlaşmadır ve gerçek, öykü, söylence arasındaki ayırımlar çok incedir. Din kaynaklı batıllıklar Konstantinopolis örneğinde de gerçek olgularla öylesine iç içe girmiştir ki, kentin düşüşünün tarihi insanların gerçekten yaşandığına inandığı uydurma anlatımlara dönüşmüştür. Ve nesnel anlatım kavramına böylece tamamen yabancılaşılmıştır.

Her yazarın bir bakış açısı ve kendi versiyonuna mesnet oluşturan bir güdüsü vardır; bu nedenle de her birinin iddialarını, özel ilgi odaklarını dikkatle ayıklamak gerekir. Varılan yargılar rutin hal alacak şekilde din, ulus ve ırk kökenlidir. Venedikler otomatik olarak kendi denizcilerinin yiğitliğinden dem vurup, Ccnevizlere iftiralar yöneltir; aynı şey diğerleri tarafından da yapılır. İtalyanlar Grekleri korkaklıkla, tembellikle, aptallıkla suçlar; Katolikler ile Ortodokslar hizip mevzilerinden birbirine hakaretler savurur. Kentin kaybedilmesi birincil motif oluşturduğundan, Hıristiyan kampında hem dinsel, hem de insani açılardan bir açıklama arayışı vardır ve suçlama kültürü sesini sayfalardan duyurur. Ve bu arada tüm Hıristiyan yazarlar elbette kan içici Mehmet’e sövgüler yağdırır ki, bunun tek istisnası padişahtan yana yer edinme amacıyla tarafsızlığını koruma çabasındaki Kritovulos’tur. Osmanlı yazarları da doğal olarak aşağılamaları aynen iade eder.

Tanıkların anlattığı öyküler her zaman renkli ve canlıdır; tanıklık ettikleri şeyin bilincindedirler ve o en olağanüstü olgudan sağ çıkmışlardır; ancak anlatımları garip suskunluklarla doludur. 1453’ün Türk insanının tarihi açısından taşıdığı olağan üstü önem düşünülürse, kentin alınmasına ilişkin çağdaş Osmanlı anlatımlarının o denli az olması, tanık bulunmaması, Müslüman askerlerinin duygularına, motivasyonuna yönelik (Akşemsettin’in Fatih’e yazdığı mektup dışında) neredeyse hiç kişisel rapora rastlanmaması son derece şaşırtıcıdır. Bunun nedeni bir dereceye kadar toplumsal olabilir. O dönemin Osmanlı toplumu ağırlıklı olarak okuryazar değildi; olguların aktarımı genellikle sözeldi, kişisel deneyimleri kaydetme geleneği yoktu. Kısa ve özlü kronikler halinde bulunan kayıtların üstünde bir Osmanlı Hanedanı söylencesi yaratmak için sonradan tekrar çalışılmıştır; bu nedenle de Osmanlı perspektifi Hıristiyan anlatımlarının satır araları okunarak oluşturulmuştur. Sonuçta 1453, geniş ölçekte kaybedenler tarafından yazılmış, yani alışılmışın dışında bir tarih yansıtır.

Neredeyse aynı derecede şaşırtıcı olan bir başka şeyse, Ortodoks Greklerin tanıklığının öylesine az olmasıdır. Belki Bizans’ın önde gelenlerinin son talan sırasında ölmesi, belki de Georgios Sphrantzes gibi ayrıntılara inemeyecek kadar sarsılmış olması nedeniyle, Hıristiyanların olguya ilişkin tarihi genellikle İtalyanlara, ya da kentin (Konstantinus hariç)Ortodoks savunucularına alabildiğine veriştiren birleşme yanlısı Greklere dayanır.

Tüm bunları sonucunda öykü olasılıkla hiç çözülemeyecek çok sayıda gizem içerir. Bir yanda Osmanlıların gemileri Haliç’e nasıl geçirdiği Türk tarihçileri arasında canlı bir tartışma konusu olarak kalırken, öte yanda Konstantinus’un ölümü belirsizliğini korur ki, imparatora ilişkin bir başka gerçek de kuşatmanın her anında ve her yerinde bizzat hazır bulunan Fatih’in sabırsız, dizginlenemez kişiliğinin yanında onunkinin gölgeli bir figür olarak kalmasıdır.

Konstantinopolis’in öyküsünü bir kez daha aktarırken hedefim, olguların merkezindeki güçlü temayı bu çelişkiler ve güçlüklerden sıyrılarak, kesinliğe yapabildiğince yaklaşarak işlemekti. Kaynaklar arasında, zaman zaman hantalca, anlatımları sapmalardan kurtararak ve en akla yakın açıklamaları arayarak yol aldım. Barbaro’nun kuşatmayı günü gününe izleyen güncesi hariç tutulursa, verilen tarihler kesin olmaktan epey uzaktı. Her anlatım, olgu dilimlerinin ayrıntılarının aktarılmasında, tarihlenmelerinde farklı çizgi seçer ve konuyu yakından inceleyenlerin çoğu ince noktalarda benim görüşlerime katılmayabilir. Bu kitabın olayın yaşandığı yerlerde incelenmesi olguların tarihlenmesine yönelik kimi küçük gizleri ortaya çıkartacaktır. Benim genele yönelik kararım, akla en yakın gelen zamandizinini kabul etmek ve anlatımımda ‘belki, ‘olasılıkla’, ‘olabilir’ gibi tedirgin edici sözcükleri ‘olabildiğince’ kısıtlı tutmak yönünde oldu. Karşı seçenek okurun farklı kaynakların farklılıklar gösteren anlatımlarına saplanıp kalmasına neden olma tehlikesi yansıtıyordu ki, bu da dış hatları gerçekten güçlü ve parlak renklerle vurgulanmış olan öykünün genel dinamiğine pek az katkıda bulunacaktı. Bunların yanı sıra, coğrafyanın, arazi yapısının, iklimin ve zamanın sunduğu fiziksel kanıtların haklı çıkartacağını düşündüğüm tümdengelimleri de net çizgilerle vurguladım.

Bu kitabı yazmaktaki ikinci amacımsa, insanların seslerini yakalamak, başrollerdekilerin sözlerini, önyargılarını, umutlarını yeniden canlandırmak ve öykünün bir tür öyküsünü anlatmak, kanıtlanmış gerçekler kadar o kişilerin doğruluğuna inandığı versiyonları da yansıtmaktı. Kaynaklar sık sık kendi doğrularını savunan, öyküyü aktarırken neredeyse egzotik ve gizemli hale bürünen kişiliklerdi; Barbaro gibi bazıları sadece anlatımlarıyla var oluyor, onun ötesinde sessizliğe çekilip kayboluyordu; başka kimileri, örneğin Kievli İsidore ile Khioslu Leonard ise dönemin kilise tarihine fazlasıyla gömülmüştü.

En büyüleyici ve sorunlu olanlardan birisiyse, anlaşıldığı kadarıyla Konstantinopolis’e Osmanlı ordusu içindeki bir devşirme olarak gelen Ortodoks Rus Nestor İskender idi. Tümdengelimle bakılırsa, kuşatmanın başlarında kente kaçmış, olgulara tanıklık etmiş ve içlerinde yer alınıştı; özellikle bombardımana, surlardaki çarpışmalara yönelik anlatımları çok canlıydı ve sonrasında olasılıkla bir manastırda keşiş kimliğine bürünerek Osmanlı’nın cezasından kurtulmuştu. Söylenceyle duyumu kendi gözlemleriyle karıştırarak oluşturduğu mistik, sık sık fantastik hal alan anlatımı tarihler ve olayların dizilişi yönünden öylesine karışıktır ki, çoğu yazar tarafından toptan reddedilir, ama bir yandan da çok sayıda ikna edici ayrıntı içerir. Surlarda verilen mücadele ve olasılıkla kendisinin de görev aldığı ölülerin kaldırılması konularında eşsiz bir anlatımı vardır. Kaynaklar arasında neredeyse sadece Nestor İskender Greklerin çarpışmalara aktif olarak katıldığını bildirir ki, bunun en ilginç örneği Rhangabes’in ölümüyle sonuçlanan sahnedir. Venedikliler ve Cenevizler bizi olguda sadece İtalyanların aktif rol aldığı, Grek halkın pasif kaldığı, hatta bunların mezhepsel ayrılıklar nedeniyle engelleyici, kâr peşinde koşan ve korkakça davranan insanlar olduğuna inandırma eğilimindedir.

Yazgıları sonrasında renkli bir yaşam sürmek olan iki başka tarihyazıcı ise Sphrantzes ile Dukas’tır. Sphrantzes

Küçük ve Büyük olarak anılacak olan iki kronik yazmasıyla ünlenmiştir. Uzunca bir zaman Büyük Kronik’in Sphrantzes için travmatik olması bir yana, uzun yaşamının en önemli olgusunu oluşturan kuşatmadan neredeyse hiç söz etmeyen Küçük Kronik‘in genişletilmesiyle oluştuğuna inanılmıştır. Daha renkli, ayrıntılı ve akla yakın anlatıma sahip olan Büyük Kronik, uzun zaman 1453’e dair en kapsamlı bilgi kaynağı olarak kabul edilmiştir. Ancak bu kitabın, kendini Sphrantzes tekil karakteri olarak gösteren Makarios Melissenos tarafından, edebi taklidin maharet gerektiren bir örneği olarak yüz yılı aşkın zaman sonra yazıldığı kanıtlanmıştır. Yazarın kimliğine yönelik bilgiler de güven verici değildir; Melissenos kiliseye yönelik bir tartışmayı kazanmak için tahrif edilmiş bir imparatorluk kararnamesi hazırlamakla bilinen bir rahipti. Sonuç olarak, Biiyük Kronik“in tüm içeriğine böylece kuşku düşmüş oldu. Tarihçiler günümüzde bu çalışmaya temkinle yaklaşmaktadır, çünkü kuşatma hakkında bir şeyler yazmak isteyen kişi bu yapıtı nasıl ele alacağına karar vermek zorundadır. Uzun versiyon üstünde metinlerin yakından çözümlemesine dayalı bir çalışma yapılmış ve kimi yerlerde gösterdiği özellikler, içeriğin tamamının sonradan uydurma olmasının üst düzeyde bir tarihi roman yazarlığı gerektireceği sonucuna varılmasını sağlamıştır. Sphrantzes’in savaştan önce Konstantinus ile karanlık bir kulede durduğu sahneden Melissenos sorumludur; ayrıca Türk tarihinin ikonik bir anını vurgulayan, dev Yeniçeri Ulubatlı Hasan’ın Osmanlı sancağını surlara ilk kez diktiği öykünün kaynağı da odur. Ama görünüşte en azından İkincisi uydurma olamayacak kadar fazla ayrıntı içerir.

Bunun kadar egzotik olan bir diğer kronik de, Bizans’ın yıkılış tarihini geniş bir çerçeveden anlatan Dukas’ınkidir. Dukas kuşatmanın kendisine olmasa da, bunu çevreleyen olayların çoğuna tanıklık etmiştir. Olasılıkla Urban’ın topunun Edirne’de denenişini ve Boğazkesen’de gemileri batırılan, sonrasında Fatih tarafından kazığa vurdurulan gemicilerin çürüyen cesetlerini görmüştür. Canlı, coşkulu anlatımı tuhaf bir sona ulaşır; Osmanlıların 1462’de Lesbos adasını kuşatmasını anlatırken bir cümlenin ortasında, öyküsündeki birçok şey gibi kendi yazgısını da havada bırakarak aniden kesilir. Lesbos’taki olayların renkli anlatımı yazarın orada olduğu ve Greklerin son direnişi çökerken buna elinde kalemle yakalandığı kanısını kuvvetlendirir. Savunmacıların korkunç yazgısına uğrayıp, başlarının vurulmayacağına dair verilen söz yerine getirilerek başka şekilde mi öldürülmüştür, yoksa köle edilip pazara mı götürülmüştür? Bir cümlenin ortasında yürüyüp sahneden çıkar Dukas.

Konstantinopolis’in öyküsünü anlatmanın da başlı başına ve muazzam bir öyküsü vardır. Bu kitap, versiyonların uzun geleneğini İngilizcede yansıtan çalışmalara, 18. Yüzyıl’da Edward Gibbon’dan, iki İngiliz şövalyesinden, 1903’te Edwin Pears’den ve 1965’te büyük Bizans tarihçisi Sir Stephen Runciman’dan geçerek günümüze ulaşan bir dizi yapıta dayalıdır ve başka dillerdeki çok sayıda anlatımla desteklenmiştir. Bu işi doğru şekilde yapmanın güçlüklerine gelince… Imrozlu Kritovulos tarih bilincine sahip biri olarak bu noktayı beş yüz yıl önce yakalamış ve yapıtını Mehmet’e ithaf ederken derli toplu bir feragat ibaresi eklemiş, Cihan Fatihi’ne hitabında tedbirli ve sağduyulu bir  yaklaşım göstermiştir. Onun versiyonunun herhangi bir ardılı, yazarının sözlerine başvurmaya gereksinebilir:

‘Bu tarihin kapsadığı olayları yakından görmemiş olmamdan ötürü, doğru malumatı konuyu bilenlerden almak düşüncesiyle çok emek harcadım. (…) Yazış ve anlayış tarzım beğenilmediği takdirde, bu önemli görevi yapmayı benden daha ziyade iktidarı olanlara bırakırım.

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur