Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Terörle Sınanmak (Ülkemin Bir Çakıl Taşını Vermem Haykırışlarından, Özgür Kürdistan Pazarlığına)
Terörle Sınanmak (Ülkemin Bir Çakıl Taşını Vermem Haykırışlarından, Özgür Kürdistan Pazarlığına)

Terörle Sınanmak (Ülkemin Bir Çakıl Taşını Vermem Haykırışlarından, Özgür Kürdistan Pazarlığına)

Mehmet Bican

Bican, 28 Şubat sürecinde Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı Basın Müşaviriydi. Her şeyi bire bir yaşadı. Mükemmel bir gözlemcidir. Süreci bir de ondan dinleyelim.” -Rauf…

Bican, 28 Şubat sürecinde Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı Basın Müşaviriydi. Her şeyi bire bir yaşadı. Mükemmel bir gözlemcidir. Süreci bir de ondan dinleyelim.”

-Rauf Tamer, Posta Gazetesi-

“Gazeteci için ‘yaşadığı çağın tanığıdır’ derler. Mehmet Bican’ın tanıklığı bürokrasi alanıdır, devlet siyaset ilişkileri. (…) İbretle okunmalı.”

-Hasan Pulur, Milliyet Gazetesi-

“Bütün kalbimle söylüyorum. Bugüne kadar yazılmış en düzgün ve dürüst 28 Şubat kitabı. İçinde çok renkli anekdotlar var. Türkiye’nin yakın tarihini merak eden herkese tavsiye ediyorum.”

-Ertuğrul Özkök, Hürriyet Gazetesi-

“28 Şubat sürecini soruşturan Meclis Komisyonu kapı kapı dolaşmasın, bilgi ve belgeyle dolu Mehmet Bican’ın 28 Şubat’ta Devrilmek adlı kitabını hareket noktası seçsin yeter.”

-Taha Kıvanç, Star Gazetesi-

“Türkiye’nin çok değerli bir zamanı kendi içine kapanarak, krizler ve kavgalar içinde savrularak değerlendirdiğini bir kez daha görüyoruz Mehmet Bican’ın kitabını okurken. Yoksa biz Türkler o yıllarda ayrı bir gezegende mi yaşıyorduk?”

-Sedat Ergin, Hürriyet Gazetesi-

“Gerçekleri daha iyi anlamak için (…) Mehmet Bican’ın 28 Şubat’ta Devrilmek isimli kitabını dikkatle okumak lazım.”

-Ruhat Mengi, Vatan Gazetesi-

“28 Şubat, hiç bu kadar objektif yazılmadı”, “Dikkatle okunmalı” diyen kalem ustalarının sözünü ettiği “28 Şubat’ta Devrilmek” kitabının yazarı “Mehmet Bican” bu kez, bu kitapta 1991-2002 arası siyaset arenasında terörle yaşananların perde arkasını mercek altına alıyor.

ÖNSÖZ

Terörün sınava çekmediği ülke mi kaldı?

Dünya’da hemen hemen her ülke, her toplum terörle sınandı. Binlerce terör olayı yaşandı, binlerce insan öldü.

Ama en ağır bedeli ülkemiz ödedi: Terör 40 binden fazla can aldı Türkiye’de!

Bedel henüz ödenmiş gözükmüyor, terör sürüyor ve sona gelindiğine ilişkin bir işaret de görünmüyor.

Türkiye toprakları, 70’li yılların başından bu yana âdeta karanlık güçlerin at koşturduğu bir arena hâline getirildi. Aralarında gazetecilerin, üniversite öğretim üyelerinin, öğretmenlerin, savcı ve yargıçların, sağlıkçıların, idarecilerin de bulunduğu genç-ihtiyar, kadın-erkek on binlerce masum vatandaşımız herkesin gözü önünde katledildi.

Tüm dünyanın tanık olduğu bu katliamı çok yakından gördü insanlarımız, terörün acımasız yüzünü tanıdı.

Önce, hangi ırktan, hangi mezhepten olursa olsun insanlarımızın kamplara bölünmesi, birbirlerine düşman yapılmasıydı planlanan… Baskı ve tehditle demokrasiden vazgeçme noktasına getirilmesi, sonuçta rejimin değiştirilmesiydi amaçlanan…

Gençlerimiz sağcı-solcu diye bölündü, Alevi-Sünni diye birbirlerini boğazlamaya kalktı insanlarımız. Kurtarılmış mahalleler, girilemeyen kentler yaratılmaya çalışıldı. Kimi yörelerde kendi siyasi görüşlerine uygun yönetim kurmayı bile başardı terör.

70’li yıllardaki hedef, bir başka rejimi kabul ettirmekti Türkiye’ye.

Sonra, yurt dışında kanlı eylemleriyle ortaya çıkan ve diplomatlarımızı alçakça katleden Ermeni terörü; yurt içinde ise kendi siyasi görüşlerine uygun bir düzen kurmayı planlayan çok başlı terör başarılı olamadı. Çeşitli baskılarla sindirilmeye çalışılan insanlarımız tuzağa düşmedi. Demokrasiden vazgeçirilmek istenen Türk milleti gerçeği gördü; Türkiye ve Türk insanı o sınavdan en az zararla ve başarıyla çıkmasını bildi.

Yüzlerce genç hayatını kaybetti. Binlercesi hapishanelerde işkence gördü. Sağ ve sol kesimden on binlerce kişi işsiz kaldı. Analar dizlerini döverek gözyaşı döktü. Yokluk, insanlarımızın bellerini büktü. Müthiş bir ekonomik sıkıntı içine sokuldu Türk halkı.

1970’ler sona erdi, 1980’li yıllar başladı.

Terör yine sahnedeydi ve bu kez silah gücünü, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kafa tutacak şekilde yoğunlaştırmıştı. Daha önce demokratik rejimin ortadan kaldırılmasını amaçlayan terörle kan kaybeden insanlarımız, bu kez Türkiye’yi bölmek amacını taşıyan bir terör örgütüyle, Ermeni terör örgütleriyle iş birliği hâlinde örgütlenen PKK ile tanıştı.

PKK, Güneydoğu Anadolu’da silahlı eylemlerine başladığı gün, PKK’yı bir maşa olarak kullanmayı akıl eden ASALA, terör eylemelerine son verdi; bu kanlı terör örgütünün arkasına gizlenmeyi yeğledi. Çünkü eylemleri. Ermeni terör örgütünün “Büyük Ermenistan Eyaleti” projesine zarar veriyordu. Bu eyaleti Türkiye ile savaşarak gerçekleştirmeleri yerine, Türkiye ile savaşan PKK’nın kazanımlarından yararlanmak, gelecekte Ermenistan Eyaleti’ni Güneydoğu Anadolu’da kurulacak Kürdistan Özerk Yönetimi’nden istemek işlerine gelmişti.

Ve Abdullah Öcalan’ın önderliğindeki PKK, Güneydoğu Anadolu bölgemizde “Kürtlere Özgürlük” sloganıyla kendi Kürt kardeşlerini katlederek ve güvenlik güçlerimizle çatışarak bugünlere geldi.

Türkiye’nin, Türk insanının en büyük sınavıydı geçmişte yaşananlar.

Bugün de kaçırılan askerlerle, öğretmenlerle, milletvekilleriyle; bombalanan karakollarla, kaymakamlık binalarıyla, polis lojmanlarıyla, kentlerle; kanla, yitirilen canlarla sınanıyor Türkiye.

“Üniter devlet yapınızdan var geçin”, “Kemalizm de neyin nesi?” söylemleriyle AB’den üzerimize gelenler de sınıyor bizi.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin mimarı olan ve Türkiye’nin bu yeni düzende hangi coğrafyada hangi sınırlarıyla yer alacağının belgelerini cebinde tanıyan süper güç de sınıyor…

Sınananlar olarak sesimiz çıkmıyor.

Unuttuk haykırmayı.

Unutmayanların haykırışları engelleniyor: Coplanıyor, biber gazıyla yerlerde süründürülüyor, cezaevlerinde zulme mahkûm ediliyorlar.

Bizler tanık olduğumuz hâlde bütün bu yaşananları çabucak unutuveriyoruz…

Sınır boylarına, PKK’nın gözü dönmüş militanlarının üzerine, ellerine kınalar yakıp davul-zuma eşliğinde uğurladığımız gencecik çocuklarımızın yollarına döşenen mayınlar, kurulan tuzaklarla yok olduklarını unuttuk; bombalanan kentleri, çevreye dağılan insanlarımızın parçalanan bedenlerinin görüntülerini de…

Şehitlerimizi, “Kahrolsun PKK” nidalarıyla toprağa emanet edenlerin acılarını, hınçlarını, kinlerini, analarının ağlamaktan kan çanağına dönen gözlerini, atmakta zorluk çeken yüreklerinin sızılarını unuttuk.

Asker ocağına koşarken, dağda-kırda-bayırda düşmanla çarpışırken, şehit olup tabutu içinde yatarken Türk bayrağı ile sarmalanan, mezarlarının başında dahi her daim o bayrağımızı dalgalandıran gencecik kahraman şehitlerimizin, yaralanıp sakat kalan çocuklarımızın yarım kalan özlemlerini, hayallerini unuttuk.

Bizi yıllardır bu kaderi yaşamamıza razı edenleri…

“Şehitlerimizin kanı yerde kalmayacak!” diye Ankara’da kürsülere fırlayıp, Oslo’da terör örgütüyle pazarlığa oturanları…

Hiçbir dönemde bir araya gelmeyi beceremeyen devletin zirvesiyle muhalefet liderlerinin sadece şehitlerimizin cenaze törenlerinde buluşmalarını, “çözümsüzlük” politikasını ilke edinerek, on yıllardan beri hep aynı söylemleri dile getirenleri unuttuk.

“Demokratik açılım”, “Kürt açılımı”, “demokratik siyaset”, “evrensel insan hakları”, “demokratikleşme süreci” gibi süslü söylemleriyle ülkenin belli yörelerinde oy avcılığına çıkan; teröristleri sınır boyunda törenle karşılayıp, seyyar mahkemelerde yargılayarak beraat ettirenleri de unuttuk.

Gün gelecek…

Kimi siyasetçilerin, anaların gözyaşlarına ne kadar da çok üzüldüklerinin göstergesi olan, “Birkaç Mehmet şehit oldu diye Meclis’i toplayamayız!” itiraflarıyla sorunu nasıl ellerine-yüzlerine bulaştırdıklarını da unutacağız.

Polis aracına asılan PKK bayrağını, teröristin cenazesi geçerken kışladaki Türk bayrağının indirilmesini, kimi milletvekillerinin sınırda teröristlerle buluşarak kucaklaşmalarını, hasretle öpüşmelerini…

İmralı’dan verilen talimatları kimlerin yerine getirdiğini…

Geçmişte dağda, kentte, her yerde canı pahasına terörle mücadele edenlerin olmadık iddialar, düzmece belgeler ve yüzünü saklayan, sesini değiştiren gizli tanıklarla nasıl zindanlara tıkıldığını; şerefinin, gururunun, onurunun yok edildiğini. Özel mahkemelerin kararıyla hapislerde çürütüldüğünü, hastanelerde süründürüldüğünü de unutacağız.

Onların özlemlerini, yollarını hasretle gözleyenlerin çilelerini, acılarını da…

Bize bu vatanı emanet edenlerle tüm bağlarımızın koparılmak, toprağımızın parçalanmak, dilimizin değiştirilmek istenmesini, “Ilımlı İslam” yutturmacasıyla dinimize yabancılaştırılmak istenmemizi…

Uluslararası arenada ülkemize biçilen kötü kaderi, Orta Doğu’da bize uygun görülen konumu, ‘İslam âleminin lideri” aldatmacasıyla kör bir kuyuya itildiğimizi de unutacağız!

Lâkin tüm bu olumsuzlukları yaratanlardan, bizi teröre mahkûm edenlerden, Türkiye’yi kan gölüne çevirenlerden hesap sormak için yaşadığımız olumsuzlukları hep hatırlamamız…

Bütün bu yaşanmışlıklarla ve planlananlarla sınandığımızı da asla unutmamamız gerekiyor!

Dönemin başbakanlarıyla gazeteci bürokrat kimliğinde görev yapan biri olarak amacım, PKK terör hareketi ya da Kürt sorununu bu kitapta masaya yatırıp irdelemek, bu sorunların çözümü için çareler üretmek değil…

Sadece, yaşananlardan bir kesitini anımsatmak. Yani hafızaları tazelemek…

İnsanların belleklerine hafif dokunuşlarla, onları geçmişe taşımak…

Belleklerde kayıtlı duran geçmişte yaşananları kendi yaşanmışlıklarımdan yola çıkarak anımsatmak…

“O günleri” unutanların, yaşadığımız “bugün”ü yeniden değerlendirmelerine imkân sağlamak; bu değerlendirmeler yapılırken, “dün” ile “bugün” arasındaki karşılaştırmaları kolaylaştırmak. ..

Sadece terörle ilgili gelişmeleri değil, o günlerin bazı çarpıcı olaylarıyla yeniden buluşmamızı sağlamak…

İşte bunu yapmaya çalıştım.

Mehmet Bican

Milas, Kıyıkışlacık KöyüKasım 2012

Giriş

Telefonu çalıyor Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü Başkanı’nın…

Arayan, Turgut Özal’ın başbakanlık yaptığı dönemin bakanlarından İsmail Özdağlar. “Sayın Hocam…” diyor, “Yurt dışından bir kuruluş, başarılı üniversite öğrencilerimize beş adet burs verecek; benden yardım istediler. Bu sizi ilgilendirir mi?”

İlgilendirmez olur mu hiç? Hoca, olumlu cevap veriyor. Özdağlar, “Öyleyse görüşelim, yanınıza geliyorum” diyor.

Bölüm başkanı profesörün yanına gelen Özdağlar bursla ilgili açıklamalarda bulunuyor. Sonra üniversitenin Öğretim Üyeleri Yemekhanesi’nde öğle yemeği, çay kahve…

Bursla ilgili konuşmalar bitince, Özdağlar’in geçmişte yaşadıklarını merak eden Hoca soruyor:

“Ne yaptınız da böyle oldu?”

Soru, bir dönemim yarasını deşecek, o yaranın sahibini geçmişe götürerek üzecek cinsten… Ama soruyor işte, “Ne yaptınız da böyle oldu?” diye…

Bir zamanlar Turgut Özal’ın en yakınındaki isimlerden biri olan eski bakan İsmail Özdağlar’dan hiç beklemediği bir cevap…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur