Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Üstdinleme
Üstdinleme

Üstdinleme

Peter Szendy

Peter Szendy, Üstdinleme: Casusluğun Estetik Tarihi’nde Filistin Eriha’dan yola çıkıp, modern öncesi Avrupa’nın gizli kalmış dehlizlerine dalarak hükmetme ve iktidar tekniklerinin dinleme pratikleriyle ilişkisini…

Peter Szendy, Üstdinleme: Casusluğun Estetik Tarihi’nde Filistin Eriha’dan yola çıkıp, modern öncesi Avrupa’nın gizli kalmış dehlizlerine dalarak hükmetme ve iktidar tekniklerinin dinleme pratikleriyle ilişkisini sinema, opera ve edebiyattan örneklerle tartışırken, dinleme ile casusluk arasındaki yapısal yakınlığın sınırlarını araştırıyor.Üstdinleme bir anlamda, günümüz toplumlarının duyma ve işaretleme biçimlerini irdeleyen işitsel bir gözetim arkeolojisi çalışmasıdır. Franz Kafka’nın “Yuva” öyküsü ve Tolga Tüzün’ün sunuş yazısı ile.

İÇİNDEKİLER

SUNUŞ 13
GİRİŞ: ERİHA’NIN CASUSLARI 17
DİSİPLİN VE DİNLEME 27
TEKNIK DINLEMELER ÖNCESI DINLEME 29
ÜSTDİNLEME VE ÇOKSESLİLİK 33
KOCAKULAKLARIN KISA TARIHI
(PANAKUSTIKONA DOĞRU) 39
FIGORA’DA HÂKIMIYET VE ÖLÇÜ 47
KORKU ÇAĞLARI 55
TELE-DINLEME VE TELE-GÖZETIM 65
KONUŞMA 73
YERALTI GEÇIDI – KÖSTEBEK YUVASINDA 79
ORPHEUS’UN ADIMLARIYLA 89
IZ SÜRÜCÜLER VE GIZLI GÜRÜLTÜLÜ 91
ÖLÜMLÜ KULAK YA DA ORPHEUS’UN DÖNÜŞÜ 101
TELEFONDA: PAPAGENO MABUSE’DE 109
OPERADAKI HAYALET 119
ÖLÜM ÂNINDA WOZZECK 133
MUHBİR ADORNO 141
ÇIKIŞ: J.D.’NİN RÜYASI 149
FRANZ KAFKA “YUVA” 161

SUNUŞ

Telefon sorunlu bir nesnedir: Sesin yerelliğine, öznelliğine dair bir sürü vasfı süzer. Telefondan duyulan ses, konuşulan kişiyle aynı ortam paylaşıldığında duyulan sesten daha “az”dır, eksiktir. Telefon iletişimi aynı zamanda gürültülüdür; arka planda sürekli duyulduğu için artık duyulmayan sabit bir hışırtı ve daha bir sürü gürültü bu iletişime eşlik eder. Alıştığımız hışırtı veya diğer gürültülerden farklı bir gürültü konuşmanıza dahil olduğunda, tekinsiz bir durum oluşur: “Dinleniyorum.” Gerçekten dinlenip dinlenmediğiniz önemsizdir o anda. Bu yeni gürültü sessizliği işgal eden bir ses kadar etkili, hatta daha fazla etkilidir; sesi işgal eder. Sesi kendi adına, kendi fizikselliği adına değil, bir başkasının adına işgal eder. Konuşmanın tarafı olmayanın gürültüsü, müdahil olduğu iletişimi yeniden tanımlar. (Gürültü köken itibarıyla ikiye ayrılır: Biri yansımalı sözcük olarak doğayı, gök gürültüsü, patlama vb. sesleri taklitten gelir. Diğeri güçlü, galip, üstün anlamına gelen kür kökünden. Düşmanın üstüne gürlemek, düşmana galip gelmek anlamındadır. Her iki anlam da şiddeti imler.) Sesin tanımladığımız şekilde işlemesini beklediğimiz sesin yani mahremiyetin müdahale edilebilir, kulak kabartılabilir, işgal edilebilir olması bizi bu eylemlerin öznesinin varlığıyla karşı karşıya getirir: iktidar. Belki de tersinden söylemek lazım; kendisinin tanımlamadığı seslere kulak kabartıp, müdahale edip, gürleyen, işgal edebilen şey (res occupans) iktidardır.

Peter Szendy, bir yandan dinlemenin ve disiplinin koşutluğunun izlerini tarihte sürerken, bir yandan da 2001’de yayımlanan Écoute: une histoire de nos oreilles*1 kitabında sunduğu izleği takip ediyor ve kulaklarımıza kulak kesiliyor. Üstdinleme: Casusluğun Estetik Tarihi, kulaklarımızın neyi dinlediği, neden dinlediği ve her şeyden önce dinlemenin yeniden-konumlandırılması üzerine eğilerek dinleme eşiklerini sorunsallaştırıyor. Michelangelo Antonioni’nin Blow-up [Cinayeti Gördüm] filmindeki beat-club sahnesini hatırlayalım: Ünlü bir moda fotoğrafçısı Ricky, Tick Club’a kadar takip ettiği kadının izini bir Yardbirds konseri esnasında kaybeder  aslında fotoğrafçı takibi artık umursamaz, ilgisini kaybeder. Sahnede, dönem göz önüne alındığında oldukça sert sayılabilecek rock müziği, distorsiyonlu gitarlardan gelen gürültülü, kirli (noisy) seslerle icra edilmektedir. 1966 Londra’sının katatonik genç dinleyicileri ise sahneden gelmekte olan müziğe karşı tepkisiz, donuk, paralize bir durumdadırlar.

Bu an, gitaristlerden biri olan Jeff Beck’in diğer gitarist ise birkaç sene sonra Led Zeppelin’i kuracak olan Jimmy Page’dir– amplifikatöründe bir cızırtının peydahlanmasıyla bozulur. Cızırtı gitaristi o kadar çileden çıkarır ki önce amplifikatöre saldırmaya, vurmaya, tekme atmaya başlar; daha sonra hıncını gitarından alır, çalgısını parçalar ve parçaları seyircilere fırlatır. O âna kadar kıpırtısız bir şekilde sahneden gelen performansı “izleyen” seyirciler uyanırlar ve gitarın parçalarını kapmak için birbirlerini çiğneyerek, çığlık çığlığa mücadeleye başlarlar. Fotoğrafçı gitarın sapını kapar, canı pahasına korur ve onunla birlikte kulüpten çıkmayı başarır. Kaldırıma adımını attığında artık elindeki gitar sapına ilgisini kaybetmiştir, sallayıp atar. Distorsiyonlu gitarlardan –aslında amplifikatörden– gelen kirli seslere ve yine aynı amplifikatörden gelen cızırtıya verilen tepki ve bunun yol açtığı sosyo-psikolojik heyelan, tanımlı seslerin gürültüsü ile tanımlanamayan ya da istenmeyen seslerin gürültüsünün aynı olmadıklarını, aralarında ontolojik bir mesafe olduğunu düşündürüyor. “Noisy” (kirli, gürültülü) kavramı tanımlı bir ses alanının içinde çalışır, “noise” (gürültü) ise amplifikatördeki cızırtı gibi tanımsızın, istenmeyenin alanına taşır bizi. Ardından, istenmeyen sesler tarafından bir ara alana taşındığımızda verdiğimiz tepkiler gelir: öfke, hezeyan, dehşet ve şiddet. Ses fenomen olarak ölümlüdür, ölmesi gerekir, bittiği anda yok olur, artık “yok”tur. Sesin doğası ya da doğanın sesi ölüme dairliği beraberinde taşır, olumlar; sesin bedeni kendi rezonansının sonluluğunu fiziksel bir gerçeklik olarak kendisiyle birlikte iletir. Duyduğumuz her sesin küçük bir ölüm eylemi olduğu bilgisi, insanın varoluşa ve yok oluşa dair önemli anahtarlarından biridir. Antik Yunancadan beri φωνή (insan sesi) ile φονος (cinayet) kelimelerinin birbirine fonetik olarak bu kadar yakın olmalarını bir tesadüf olarak görebilir miyiz? (Fonetik de φωνή’den türüyor.)

Hayatın sonluluğunu dekode eden fiziksel bir fenomen olarak ses, anlamı taşımaya başladığı anda mesela lisanın ya da müziğin alanında imlemeye ve bazen manaya sebebiyet vermeye başladığında– bu sonluluğunun (sesin telos’u, ereği kendi sonudur diyebilir miyiz?) unutulduğu ya da göz ardı edildiği simgeselin alanına dahil olur ve bu alana dahil olduğu anda metafizikleşir. Artık fiziksel sonluluğunun görülmediği, bu telos’unun “ötesinde” bir şeye uzanan, “öteyi” imleyen bir biçime bürünür. Kendi fizikselliklerinin ötesinde bir şey imleyen her şey gibi fetişleşir. Sesin bedeninin yani onu taşıyan her mecranın, çalgının, insan sesinin, dijital ortamların vb.– ölümlülüğüne dair mesajını beraberinde taşıması, sesin tikel bir versiyonu olan insanların çıkardıkları seslere ve onun bir alt varyantı olan müziğe gelindiğinde üzeri daha da örtülmesi gereken bir şey gibi duruyor. Bu yüzden mi konserlere “canlı” diyoruz? Ölümlü seslerle “ölümlü kulaklar” arasında kurulan bir biçim olarak müzik performansı, bizi kendi sonumuzun, kalıcı olmadığımız gerçeğinin üzerini örten bir ölümsüzlük vaadi mi yoksa? Kim tarafından?

Cinayeti Gördüm filmindeki konser sahnesi bu vaadi tersine çeviriyor: “Ölümlü kulaklar” ehlileştirilmiş fetiş sesler tarafından kendilerine iletilen müziğin vaadini “duyuyorlar” ve bunun kendi ölümlülüklerine yaptığı göndermenin farkındalar ve bu dehşetli durumla karşı karşıya gelen her aklı başında insanın vereceği tepkiyle bir tür paralysis, felç halindeler. Ancak cızırtı ve sonucunda oluşan şiddet “sahne”yi paralize ettiğinde, yaşama dair emareler göstermeye, “dinlemeye” başlıyorlar. Durağanlık (stasis) harekete (kinesis) dönüşüyor. Gürültü, yaşamın kıvılcımı olarak işlevini yerine getiriyor ve pasif bir dinleme durumunu aktif bir dinleme eylemine dönüştürüyor. Her ehlileştirilmemiş sesleri dinleme eyleminde olduğu gibi hezeyan, dehşet ve şiddet ama aynı zamanda öngörülemezlik, potansiyellik ve şehvetle dolu bir ara alanda bir arada “yaşanıyor.” Gürültü-ses ve gürültü-olmayan-ses arasındaki ontolojik mesafe, bunların dinlemeyle olan ilişkilerinde dolayımlanıyor diyebilir miyiz? Ses olması sebebiyle kendi ölümünü içinde taşıyan ve dolayısıyla ölüme dairliğin mesajını taşıyan gürültü-ses, yaşama kulak kesilmemizi sağlıyor. Yaşama kulak kesilmemiz ise iktidarla aramızdaki gerilim hattının tebarüz etmesine sebep oluyor. Bizi dinleyenlerin korkulu rüyası, onların da dinlenebiliyor olduklarını fark etmemiz değil mi?

Tolga Tüzün, Nisan 2019

GİRİŞ:
ERİHA’NIN CASUSLARI

Dinleniyor muyum? Duyuyorlar mı, kaydediyorlar mı beni? Konuşurken, sırlarımı açarken, bir düşünce ya da bir görüş ifade ettiğimde izleniyor muyum yoksa? Yok yok, hayır diyorum düşündükçe, neden beni gözetim altına alsınlar ki? Dinlenmekte olduğumu düşünmem için hiçbir sebep yok, öyle değil mi? En şedit ve keyfî şekliyle işitsel gözetimde şimdiye kadar görülmemiş bir artışın çoğunlukla endişe verici mükerrer işaretleri gazetelerde bile göze çarpıyor aslında. Mesela Élysée Sarayı’nın dinlenmesine dair tartışmalar, ben bu satırları kaleme alırken zirve yapmış durumda; daha yakın bir tarihte Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan hakkında da benzer tartışmalar1 yaşandı.

Ya da dünya üzerindeki tüm iletişim ağlarına sızabileceği söylenen casusluk sistemi “Echelon” meselesini düşünebiliriz. 1947’de ABD ve Büyük Britanya tarafından üretilen Echelon, Soğuk Savaş döneminde ortaya çıkmış, 90’lı yıllarda Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı (Nsa) tarafından sivil ve ekonomik amaçlara uygun olarak yeniden tasarlanmış bir ağ. Radarlar ve diğer kayıt aygıtlarının oluşturduğu muazzam ölçüde yaygın dinleme şebekeleri ya da işitsel ağlar, artık herkesin bildiği ve açıkça telaffuz ettiği gibi, “kocakulaklar” diye adlandırılıyor. Tüm bunlar karşısında, evet, kendimin de dinlendiğini düşünüp titrediğim oluyor. Üstelik bu konuda yalnız da değilim. Bilakis, bir dinle(n)me fantazisi* siyasi gündeme olduğu kadar gündelik yaşama da yerleşmiş durumda. Peki, hem gerçek hem kurgusal yaşantılarımıza musallat olan bu fantazi nereden çıktı ve bu gücü nereden buluyor?

Bir süredir casuslar hakkında ne bulursam kör olana kadar okuyorum. Kendimi Three Days of the Condor’daki3 [Akbaba’nın Üç Günü] Robert Redford’a benzetmeye başladım. Redford’un canlandırdığı karakter, zamanını CIA’ye bağlı karanlık bir büroda bilgisayar yardımıyla dünyanın dört bir yanından getirttiği kitapları ve romanları taramakla geçirir. Nihayetinde gizlenmiş ve şifrelenmiş bir mesajı keşfetmek amacındadır. Ve kaderini değiştiren o gün, edebî bir kılığa bürünmüş gizemli şifreye denk gelir ve kendini katbekat aşacak felaket olaylara karışır. Casuslar hakkında bir şeylerin yazıldığı ya da çizildiğini düşündüğüm her yerde (filmlerde, operalarda, kitaplarda) onların izlerini sürerken acaba sonunda kendileriyle bizzat da karşılaşır mıyım?

Kapımı kilitleyip okumalarıma dalıyorum. Meraktan ölmek üzere bir halde siparişimin getirildiği büyük zarfı yırtıp açıyorum: The Ultimate Spy Book [Temel Casusluk Kitabı]. Hem bir çeşit görselleştirilmiş casusluk tarihi hem de gizli ajanlığa yeni başlayacaklara yönelik yazılmış bir tür rehber.4 Kapak çarpıcı, göz alıcı, bu türe ait en berbat filmlerde rastlanan alet edavat görüntüsü ile dolu. Daha kötüsü, sayfalarını karıştırırken fark ediyorum ki, kitabın karşılıklı sayfalarda birbirine bakan iki önsözü var; biri eski CIA direktörü diğeri de emekli KGB generali tarafından imzalanmış. İşte eser bir anda ağırlık kazanıyor – kitabın Amerikalı önsöz yazarı, esas yazar Keith Melton’ı “istihbarat konusunda dünyadaki en büyük koleksiyoner ve uzman” olarak nitelemeye dek vardırıyor işi. Kullanılan retorik ise epey bayağı: Soğuk Savaş’ın bitmesiyle beraber, diye yazıyor, “ABD ve Rusya artık düşman değiller,” artık söz konusu olan, “teröristlere, etnik ve dinî nefret yayanlara, nükleer silahları dolaşıma sokanlara ve suç ve uyuşturucu baronlarına karşı” ortak bir cephe oluşturmak. İtiraf edeyim, kütüphaneme yaptığım bu yeni eklemeden biraz utanıyorum.

Ne var ki bu kitap, zorunlu olarak gizemli istihbarat dünyası hakkında bulabildiğim nadir kaynaklardan biri. Rus önsöz yazarının şu yazdıkları epey dikkat çekici: “Casusluk birçok defa bilinen ‘en eski ikinci meslek’ olarak nitelenmiştir… Uydular, lazerler, bilgisayarlar ve dünyanın dört bir yanından sırlar toplamak için kullanılan diğer teçhizatlarla beraber istihbarat faaliyeti dönüşüme uğradı.” Peki o zaman teknik tedrisatı ve protezleri [aletleri] yakın zamanda sarsıcı mutasyonlar [başkalaşımlar] geçirmiş bu mesleğin yaşı ne olacak? Bir dinleme ve gözetleme pratiği olan casusluğun kökleri nereye dayanır? Peki ya, bu bilinen en eski ikinci meslek, dünyanın ilk mesleği olduğu düşünülen şeyle mitik ve fantazmatik manadaki ilişkisi düşünüldüğünde, bizim için hangi kadim gizemleri barındırır?

Kitabın yazarı, uzman ve koleksiyoner H. Keith Melton, casusluk “mesleği”nin kadim tarihine kısa da olsa bir bölüm ayırır. “Casusluk işi medeniyet kadar eskidir,” diye belirtir ve ekler:

MÖ 500’lü yıllarda, Antik Çinli stratejist Sun Tzu, klasik eseri Savaş
Sanatı’nda istihbarat ve casusluk kaynaklarının önemini vurgulamıştır. İncil’de casuslara ve istihbarat faaliyetine ilişkin 100’e yakın
referans bulunur. Fakat casusluğa ilişkin modern külliyat büyük ölçüde 15. ve 16. yüzyıl Avrupa’sında ortaya çıkar.

İstihbaratın tarihöncesi hakkında söylenenler, bundan ibarettir – sizce de biraz kısa değil mi? Oysa Sun Tzu, hükümdar için “en kıymetli hazineyi teşkil eden” ve “birlikte sihirli bir kaynak oluşturan beş çeşit casus”tan6 bahsederken muazzam bir casus tipolojisi de sunar:

Yerli casuslar düşmanın ülkesindeki insanlar arasından işe aldıklarımızdır; içerideki casus; düşman ülkenin resmi görevlisidir, taraf değiştirmiş casus; hizmet satın aldığımız [eski] düşman casustur; harcanabilir [ölü] casus ise düşmana yanlış istihbarat iletmekle yükümlü casusa denir; makbul ve koruma altındaki casus ise istihbarat toplayıp sağ salim geri dönmesi gereken casustur.

İncil’de ise casuslardan muhtelif şekillerde bahsedilmektedir. Mesela Louis Segond’un klasik çevirisine dikkatlice bir göz gezdirmek bile bana çok kıymetli şu istihbaratı sağladı: Yuşa’nın Kitabı’ndaki meşhur Eriha’nın duvarları meseli. Bu mesel sesin gücü ve şiddeti üzerine bir anlatı olmasının yanı sıra, bir köstebekler meselidir.

Burada köstebeklerden kasıt, Yuşa’nın vaat edilmiş toprakları “ve özellikle de Eriha’yı gizlice” keşfetmesi için yolladığı “iki casus”tur. Casusların varlığının kokusunu alan Eriha’nın kralı onları aramaya çıktığında evine yerleştikleri Rahab isimli bir fahişenin çatısı altında saklanırlar. Karşılığında onlar da Rahab’ın hayatını bağışlayacaktır. Sonra Yuşa’nın rahipleri, ilahî buyrukta da geçtiği üzere, kulakları sağır eden borazanları çalar. Bu sinyalle dehşete düşen halkın çığlığı şehrin duvarlarını yerle bir eder.7 Casuslar sözlerini tutarlar: Eriha’nın ele geçirildiği sıra, muhtemel bir katliamın ortasında tek sağ kalan Rahab ve ailesi olur (“[Rahab ve ailesi] o güne dek İsrail’in merkezinde yaşadılar çünkü Yuşa’nın Eriha’yı keşfetmek için gönderdiği ulakları saklamışlardı,”8 denmektedir).

Öyleyse bu kadim casuslar öyküsünü nasıl okumalıyız? Bir çığlık yahut ses seli şeklinde gerçekleşen işgalin yıkıcı gücüne karşı korunaklı, gizemli bir siper ve gizli bir direniş gediği oluşturmak için birlikte çalışan “dünyanın en eski iki mesleği”nin İncil’deki bu ittifakını nasıl yorumlamalıyız? Bana kalırsa burada bir alegori var. Sanıldığının aksine bu, sesin saf gücünün alegorisi değil (ses, kendisini duyacak kulaklar olmadığında var olabilir mi?), dinlenildiği ölçüde [gücü artan] sesin alegorisidir. Yuşa’nın, bölgenin önceden dinlenmesi için ön cephelere sevk ettiği ajanların, bu dinleme sayesinde halkın çıkaracağı gürültüyü tahmin etmiş olması her şeyi belirlemiş gibidir.

Surları yıkmak üzere olan ses dalgasının bir bakıma öncüsü olan bu ajanlar, içerisi ile kurdukları istihbarat ilişkisi sayesinde, temsil ettikleri gücün etkisinden muaf bir alan oluşturmayı da başarırlar. Eriha’nın ele geçirilip halkının katledilmesinin koşullarını hazırlarken, Rahab ve ailesini de korumuşlardır.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Kurgu Dışı
  • Kitap AdıÜstdinleme
  • Sayfa Sayısı200
  • YazarPeter Szendy
  • ISBN9789750740527
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2019

Yazarın Diğer Kitapları

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur