Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yaşama Sanatı
Yaşama Sanatı

Yaşama Sanatı

Alfred Adler

Çağdaş psikolojinin S. Freud ve C. G. Jung ile birlikte en önemli isimlerinden biri olan Adler, Yaşama Sanatı’nda kurucusu olduğu Bireysel Psikoloji’nin bireyin ve…

Çağdaş psikolojinin S. Freud ve C. G. Jung ile birlikte en önemli isimlerinden biri olan Adler, Yaşama Sanatı’nda kurucusu olduğu Bireysel Psikoloji’nin bireyin ve toplumun hayatındaki karşılığını ele alır. Yaşamın amacı, aşağılık kompleksi, üstünlük arayışı, yaşam üslubu, hayatın ilk yıllarında oluşturduğumuz prototip/şemalar, ilk hatıralar, rüyalar, sosyal sorunlar, toplumsal uyum, sorunlu çocuklar ve okul, aşk ve evlilik, kadın-erkek ilişkileri konularını inceler.

Toplumsal faydayı merkeze alması ve ele aldığı konuları olabildiğince anlaşılır bir dille izah etmesiyle alan literatüründe kendine mahsus bir yeri olan Adler, bugün hâlâ çocuk eğitiminde ve kendimizde olan biteni anlama konusunda sık sık başvurma ihtiyacı duyacağımız bir kaynak.

“Dr. Alfred Adler ile 1927-28 kışında New York’taki Çocuk Rehberlik Enstitüsü’nde tanışma ayrıcalığına eriştim. O zamanlar Enstitünün oldukça katı Freudyen yaklaşımına alışkın olduğum için Adler’in doğrudan ve şaşırtıcı derecede basit bir şekilde çocukla ve ebeveynle hemen ilişki kurmasına hayret etmiştim. Ondan ne kadar çok şey öğrendiğimi fark etmem biraz zaman aldı.”

Carl Rogers

“Adler, kişilerin yaşadığı sorunların sosyal doğasını gerçekçi bir şekilde kavraması ve bilimle uyumlu davranışın bütünlüğünü amansız bir şekilde ortaya koyması bakımından büyük Çinli düşünürler dışında hiç kimseye benzememektedir. Eğer batı dünyası onun hizmetlerinden faydalanamayacak kadar geri kalmamışsa, Alfred Adler Batı’nın Konfüçyüs’ü olarak anılmaya başlayabilir.”

Phillipe Mairet

*

İKİNCİ BÖLÜM

AŞAĞILIK KOMPLEKSİ

“Bilinç” ve “bilinçsizlik” terimlerinin ayırt edici etkenleri belirtmek için kullanılması Bireysel Psikoloji uygulamasında doğru bulunmamaktadır. Bilinç (farkındalık) ve bilinçsizlik (farkındalık dışı) aynı doğrultuda hareket eder ve çoğu zaman sanıldığı gibi birbirleriyle çelişmezler. Üstelik aralarında keskin bir ayrım da yoktur. Bu yalnızca onların ortak hareketlerinin sonuçlarının ne olduğunu anlamlandırma meselesidir. Bu ilişkinin mantığını anlayana kadar neyin bilinçli neyin bilinçsiz olduğuna karar vermek olanaksızdır. Bu bağlantı son bölümümüzde analiz ettiğimiz prototipte, yani yaşam modelinde ortaya çıkmaktadır.

Şu örnek, bilinçli ve bilinçsiz tepki arasındaki yakın ilişkiyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Kırk yaşında evli bir adam, yaşadığı anksiyete nedeniyle pencereden atlama isteği duyuyordu. Sürekli bu düşünceyle mücadele ediyordu oysa oldukça iyi bir hayata sahipti. Dostları ve iyi bir mesleği vardı. Karısıyla mutlu mesut yaşıyorlardı. Bilinç ve bilinçdışının birlikte hareket ettiği durumlar haricinde bu kişinin yaşadığı durumu mantık çerçevesinde açıklamamız oldukça güçtür. Bilinçli bir şekilde camdan aşağı atlaması gerektiğine ilişkin bir arzuya sahipti. Buna rağmen hiçbir zaman pencereden atlama girişiminde bulunmadı. Bunun sebebi, bir tarafının, intihar etme arzusuna karşı verdiği mücadeleyi kazanmış olmasıdır. Benliğinin bilinçdışı bölümünün bilinçli bölümüyle işbirliği yapması sayesinde intihar düşünceleri eyleme dönüşmedi. Aslına bakılırsa, ileriki bir bölümde inceleyeceğimiz bir terimi kullanarak söylersek o, “yaşam üslubunda” üstünlük hedefine ulaşmayı başarmış bir kahramandı. Okuyucular bu adamın içinde bilinçli bir intihar eğilimi taşıdığı halde nasıl olup da kendini üstün hissedebildiğini sorabilir. Bunun yanıtı, adamın benliğinde intihar eğilimine karşı savaşan bir gücün var olmasıdır. Bu mücadeledeki başarısı onu üstün bir birey haline getirmiştir. Nesnel olarak üstünlük mücadelesi, şu ya da bu sebeple aşağılık kompleksi olan kişilerde çok sık görüldüğü gibi, kendi zayıflığı tarafından koşullandırılmıştır. Ancak asıl önemli olan, kendi içsel savaşında üstünlük arayışının, yaşama ve başarma arzusunun; aşağılık kompleksinin ve ölme isteğinin önüne geçmesidir. Önemli olan ikincisinin bilinçli yaşamda, birincisinin ise bilinçdışı yaşamda ifade edilmesine rağmen sorunun çözülmüş olmasıdır.

Bakalım bu vakanın prototipinin gelişimi teorimizi doğrulayacak mı? Çocukluk anılarını incelediğimizde bu adamın erken yaşlarda okulda sorun yaşadığını öğreniyoruz. Diğer çocuklardan hoşlanmıyor ve onlardan uzak duruyordu. Yine de tüm gücünü toplayıp onların karşısında durmayı ve yüzleşmeyi başarmıştı. Başka bir deyişle, zayıflığının üstesinden gelmek için çaba gösteriyordu. Sorunuyla yüzleşmiş ve onu yenmişti. Hastamızın karakterini analiz edersek, hayattaki tek amacının korku ve endişenin üstesinden gelmek olduğunu görürüz. Bu amaç doğrultusunda bilinçli fikirleri bilinçdışı fikirleriyle bir araya gelmiş ve bu fikirlerin bir bütün olduğunu kabul etmiştir. İnsanların düşüncelerini bir bütün olarak kabul etmeyen bir kişi, bu hastanın korkak ve başarısız olduğuna inanabilir. Onu azimli, mücadele etmek ve savaşmak isteyen ama özünde korkak biri olarak görebilir. Ancak böyle bir bakış açısı, vakadaki tüm olguları hesaba katmayacağı ve bunları insan yaşamının bütünlüğüne bakarak yorumlamayacağı için hatalı olacaktır. İnsanın bir bütün olduğundan şüphe duysaydık, tüm psikolojik yaklaşımımız, tüm anlayışımız ya da bireyleri anlamaya yönelik çabalarımız boşuna ve yararsız olacaktır. Bunların birbiriyle ilişkisi olmayan farklı iki unsur olduğunu varsaydığımızda, yaşama bakmamız mümkün olmazdı.

Bireyin yaşamını bir bütün olarak görmenin yanı sıra, onu toplumsal ilişkileriyle birlikte ele almalıyız. Çocuklar doğduklarında zayıf ve bakıma muhtaçtırlar. Ebeveynlerinin bakım ve ilgisine ihtiyaçları vardır. Bir çocuğun yaşam biçimi, ona bakım veren kişilere (ailesine) değinilmeden anlaşılamaz. Çocuğun annesi ve ailesiyle olan ilişkisini ve fiziksel çevresiyle bağlantılı ilişkilerini gözden kaçırırsak asla anlayamayacağımız, birbirine kenetlenmiş ilişkiler ağında kayboluruz. Çocuğun karakteri onun fiziki varlığıyla bir bütün olarak sosyal ilişkilerine etki eder. Ailesinden beklentileri, belirli bir oranda bir bütün olarak insanlar için de geçerlidir. Çocuğun bireyselliği onun fiziksel bireyselliğinin ötesinde bütün bir sosyal ilişkiler bağlamını içerir.

Bütün insanlar bazı durumlarda kendini güçsüz hisseder. Hayatın zorlukları karşısında ezildiğini düşünüp bu zorlukları tek başına yenemeyeceğine inanır. Bu nedenle insanın en güçlü eğilimlerinden biri, izole bir birey olarak değil de bir grubun üyesi olarak yaşayabilmek için gruplar oluşturmaktır. Bu sosyal yaşam, kişiye yetersizlik ve aşağılık kompleksinin üstesinden gelmede çok yardımcı olmaktadır. Hayvanlarda da aynı şeyin geçerli olduğunu biliyoruz; zayıf türler, bireysel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için güçlerini birleştirerek gruplar halinde yaşarlar. Böylece bir bufalo sürüsü kendini kurtlara karşı savunabilir. Tek başına bir bufalo bunu başaramaz ama bir grup halinde kafa kafaya verip kurtulana kadar mücadeleye devam ederler. Öte yandan goril, aslan ve kaplan gibi hayvanlar izole bir şekilde yaşayabilirler çünkü doğalarında kendini koruma gücü vardır. İnsan ise onlar gibi büyük bir fiziksel güce, pençelere ya da sivri dişlere sahip değildir; bu yüzden birbirinden ayrı yaşayamaz. Böylece topluluk halinde yaşamanın bireyin eksikliğinden doğduğunu görürüz.

Bu gerçek nedeniyle, toplumdaki tüm insanların yetenek ve becerilerinin birbirine denk olmasını bekleyemeyiz. Ancak iyi örgütlenmiş bir toplum, kendisini oluşturan bireylerin yeteneklerini desteklemeyi başarır. Bu anlaşılması gereken bir noktadır, çünkü aksi takdirde bireylerin tümüyle doğuştan gelen yeteneklerine göre değerlendirilmesi gerektiğini düşünebiliriz. Birey, -izole bir ortamda yaşaması halinde bazı yeteneklerinde eksiklikler olabilecekkendoğru bir şekilde örgütlenmiş toplumda bu eksikliklerini pekâlâ telafi edebilir.

Bireysel yetersizliklerimizin kalıtsal olduğunu varsayalım. Bu durumda psikoloji biliminin amacı, doğuştan gelen engellerin etkisini azaltmak için insanları başkalarıyla birlikte yaşayabilecek şekilde eğitmek olacaktır. Toplumsal ilerlemenin tarihi, insanların eksikliklerin ve yetersizliklerin üstesinden gelmek için nasıl işbirliği yaptığının hikâyesidir.

Herkes dilin toplumsal bir buluş olduğunu bilir, ancak çok az insan bireysel yetersizliğin bu buluşun temel nedeni olduğunun farkındadır. Oysa bu gerçek, çocukların erken dönem davranışlarında kendini gösterir. Çocuklar istekleri gerçekleştirilmediğinde dikkat çekmek ister ve bunu bir tür sesli iletişim aracılığıyla yapmaya çalışırlar. Unutmayın ki dikkat çekme ihtiyacı olmasaydı çocuk hiç konuşmaya çabalamayacaktı. Bu durum, çocuğun konuşmadan önce istediği her şeyin annesi tarafından sağlandığı ilk birkaç ay için geçerlidir. Kayıtlarda altı yaşına kadar hiç konuşmayan çocuk vakaları vardır, çünkü bu çocuklar konuşmaya hiç gerek duymamışlardır. Sağır ve dilsiz bir anne babanın çocuğunun yaşadığı bir vakada çocuk düşüp kendini yaraladığında ağlamaya başladı ama ses çıkarmadan ağladı. Anne babası kendisini duyamayacağı için ses çıkarmanın faydasız olacağını biliyordu. Bu nedenle, anne babasının dikkatini çekmek için ağlıyormuş gibi bir görüntü verdi ama bu sessiz bir ağlamaydı.

İncelediğimiz olguları doğru anlamak için onun bütün sosyal bağlamlarını göz önünde bulundurmalıyız. Bir kişinin seçtiği özel “üstünlük hedefini” anlamak için onun sosyal çevresine; bir uyum sorununu anlamak içinse sosyal koşullara bakmamız gerekir. Pek çok kişi başkalarıyla konuşarak normal iletişim kurmayı başarmadığında sosyal uyum sorunu yaşamaktadır. Kekemelik buna bir örnektir.* Eğer kekeme bir bireyi incelersek, hayatının başından itibaren sosyal olarak iyi uyum sağlayamadığını görürüz. Aktivitelere katılmak istememiş, arkadaş ya da dost edinmeyi becerememiştir. Sosyal gelişimi başkalarıyla ilişki kurmayı gerektirse de o ilişki kurmak istemiyordu. Bu nedenle kekemeliği devam etti. Aslında kekemelerde iki farklı eğilim görülür; başkalarıyla ilişki kurma ve kendini izole etme eğilimi. Asosyal bir hayat yaşayan kişilerin hayatın ilerleyen dönemlerinde topluluk önünde konuşamadıklarını ve sahne korkusu eğilimi gösterdiklerini görüyoruz. Çünkü içten içe dinleyicilerini tehdit olarak görmektedir. Görünüşte düşmanca ve dominant bir dinleyici kitlesiyle karşı karşıya kaldıklarında aşağılık kompleksine kapılırlar. Gerçek şu ki, bir kişi ancak kendisine ve dinleyicilerine güvendiği zaman düzgün bir şekilde konuşabilir ve ancak o zaman sahne korkusunu aşabilir.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Psikoloji
  • Kitap AdıYaşama Sanatı
  • Sayfa Sayısı208
  • YazarAlfred Adler
  • ISBN9786050848502
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviTimaş / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. İnsanı Tanıma Sanatı ~ Alfred Adlerİnsanı Tanıma Sanatı

    İnsanı Tanıma Sanatı

    Alfred Adler

    “Bu kitap, Bireysel Psikoloji’nin temellerini okuyuculara anlatmayı amaçlayan niteliktedir. Aynı zamanda bu prensiplerin kişinin sadece dünyayla ve çevresiyle olan ilişkilerini değil, kişisel yaşamını düzenleme...

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur