18 Ocak 1979…Sabaha karşı saat 04:30
Boynuma dolanan kordon sayesinde dünyaya sessizce gelmişim. Artık bana ait olmaması gereken o bağdan kurtulmamla da ilk sesim çıkmış. Ve annem o an’a ait unutulmaz bir iz bırakarak ismimi ‘Seda’ koymuş…
(Belki de hayatta ki her şeye anlam katmaya çalışmam o andan yadigardır…)
Annem sesimi duyunca o kadar sevinmiş ki yüzüme bakmayı unutmuş. İlk yemeğim için yanına götürüldüğümde benimle karşılaşmış. O kadar çirkinmişim ki ‘bu bebek benim kızım olamaz’ demiş ve ‘çabuk bana kızımı getirin ‘diye bağırmış :))
Tanrım ne acı bir an! 20 dakika sonra benim ona ait olduğuma ikna olan annem göğsünde yerini açmış. Tabi ne fayda! Çirkin olabilirdim ama gururluydum. Sütünü reddetmişim…(Belki de hala kızdığımda ‘ben bir şey yemeyeceğim ‘demelerim o andan yadigardır…)
Bunlar anlatılanlar…
Benim de hatırladıklarım var. Mesela evde beni huzursuzluğa düşüren her şeyden sıkılırdım. Hemen odama gider, pembe şeffaf küçük bavuluma en sevdiğim giysileri ve oyuncaklarımı koyar, anneanneme kaçardım.
Ya dansöz olacaktım ya şarkıcı. Ama soranlara ‘öğretmen olacağım’ derdim.’Aferin’i alırdım’ içimi bilmeyenlerden…
Babam balerin, ressam ve piyanistlik konusunda ısrar ededursun ben gizli gizli sahne kostümlerimi çizmeye başlamıştım bile :)) Soran olursa ‘stilist olmaya karar verdim’ diyecektim…
Bu yalanlar ile geçen seneler beni tiyatro sahnesine attı. Ne de olsa onca zaman herkesi kendime inandırmayı başarmıştım. Bence ben oyuncu doğmuştum ve tam bir cevherdim :)) Sahne, perde, farklı kostümler ve ezberler hoş gelmişlerdi hayatıma …
Ve derken bir sabah her şeyden çabuk sıkılma huyuna sahip yüzümü yıkarken yeni bir şeyler yapma fikri ile doldum. Hemen bir gazete aldım ve ‘DJ yetiştirilir’ ilanını gördüm. Bu bir diksiyon kursuydu. Gittim, kayıt oldum ve eğitildim. Mikrofon, kulaklık ve müzik hoş gelmişlerdi hayatıma…
Sıkı bir eğitim sonucu kazanılan sertifikamla herhangi bir radyoda çalışmalıydım. Ama bunun hiç kolay olmadığını fark ettim. Tecrübe şarttı ve eğitim tecrübe değildi. Uzun uğraşlar sonucu o zamanlar sadece İstanbul’dan dinlenilen bir radyoda program yapmaya başladım. Yoğun geçen 2 senenin ardından yine sıkıldım ve tiyatroya geri döndüm.
İstikrarsızlıkla ilgisi yok aslında bu yoğun sıkılmalarımın. Hani daha önce de bahsetmiştim ya ‘beni huzursuzluğa düşüren her şeyden kaçardım’ diye… İşte öyle bir şey…
2004’ün Mayıs ayında Radyo 99’la tanıştım. Haber spikerliği ile başladı her şey. Bir süre haber daha sonra Radyo Programcısı ve Yapımcısı olarak devam etti mikrofon sevdam. Canımın istediklerini söyleyerek konuşmak şahane bir duyguydu..
‘‘DENİZ KABUĞU’’…çok sevdim programımı ve ismini…
‘’Biraz aşk, biraz yaşam biraz da sadece o an için’’ idi bütün anonslarım…
2005’in Ağustos ayında yönetim değişikliği ile Radyo 99’un Genel Yayın Yönetmenliğini yaptım. Ama insan alışkanlıklarını sever ve vazgeçemez ya bende vazgeçemedim. Ve ‘Deniz Kabuğu’nu Radyo D’ye taşıdım. Sonra Radyo Time ve Radyo Tatlıses, Radyo Fil…
Aslında bir sevdam daha vardı ki kalemim… Kendimi bildim bileli yazarım ben. Her duygumu, her korkumu, her sorumu, her konuyu…
Ama en çok ‘Aşk’ı yazarım…
Ve işte bu sebep ile hayatıma kalemimin ucunu aşk ile keskinleştirerek devam etmek istedim.
*Müzik Gazetesi’nde yer alan ‘Bu Şarkılar da Olmasa’ ve ‘Kalbimin NOT Defteri’nde’ yer alan ‘Deniz Kabuğu& Kırık Plak’ köşelerinin yazarı oldum…
Şimdi de kitabım ‘Bir Daha Yüzümü Görmeyeceksin’…ile sürüyor bu hikaye…
Ve sürecek…
Seda Özay