Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Anadolu’da Türkiye Yaşayacak mı?
Anadolu’da Türkiye Yaşayacak mı?

Anadolu’da Türkiye Yaşayacak mı?

Johns Mool

Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilginin ardından, Avrupanın önündeki en büyük mesele Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasıydı. Anadolu topraklarını ne yapacaklarını tartıştıkları Londra Konferansı’nda kitabın yazarı olan İngiliz…

Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilginin ardından, Avrupanın önündeki en büyük mesele Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasıydı.
Anadolu topraklarını ne yapacaklarını tartıştıkları Londra Konferansı’nda kitabın yazarı olan İngiliz profesör Johns Mevel, bu topraklar da, yaşayan kavimlerin envanterini çıkarmakla kalmıyor, yaşayışları, ticaretleri ve kültürlerinden başlayarak bölgedeki varlıklarını sorguluyor. Bilhassa yazarın Osmanlı üst kimliğinin ve Osmanlı hükümetinin “kimliksizliği” üzerine yorumları, Türk mimliğinin öne çıkarılmasına yönelik vurguları, İngiliz politikası açısından günümüze yönelik önemli ipuçları taşıyor.
Ermenistan ve Kürdistan politikalarının temel yaklaşımı da bu kitapta tartışılıyor.

İÇİNDEKİLER
İzah
Hazırlayanın önsözü
Yeni Bir Hükümet Önünde: Türkiye
Anadolu’da
Kürtler
Güney Batı Mıntıkası
Faal Türkiye ve Avrupa Siyaseti
İngiltere’nin Anadolu Üzerindeki Hakkı
Almanlar’ın Anadolu Planı
İngilizler’in Anadolu Politikası
Anadolu’nun Beynelmileliydi
Ruslar Ne Düşünüyor
Dr. Vrenikser’in Konferansı
Türkiye Nedir
Dr. Vrenikser’in Konferansı Hakkında
BirYunanlı’nın itirazları

İzah
Avrupa’nın en önemli bilim adamları tarafından tartışmaya açılan Türkiye hakkındaki iki zıt bakış açısını aynen tercüme ettik.
Değerlendirmelerinden anlaşılacağı üzere, pek mühim olan bu meseleler hakkında bigane kalmamızın uygun olmayacağı şüphesizdir.

Adem Habil

Hazırlayanın Önsözü
“… Gazeteler son zamanlarda istanbul’u sahiplerinden alıp bir Hristiyan millet veya devlete vermek fikrinin hakim olduğunu yazmaktadırlar. Hint muhtırası”
“Daily Mail gazetesinin yazdığına göre, sulh konferansı İstanbul meselesinde biraz zorluk çekileceğini, fakat Anadolu meselesinde Yunanistan’la itilaf edilmiş olduğunu Paris’ten haber almıştır.” Şubat 1335
Falih Rıfkı Atay, “Eski Saat” adlı kitabında yer alan “İstanbul” yazısının başına bu notları koymuştu.
Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilginin ardından, Avrupa’nın önündeki en büyük mesele Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasıydı. Nitekim, Habil Adem’in çevirdiği bu kitap (ki Londra Konferansında tartışılan konuların başında gelmektedir) başta İngilizler olmak üzere, Avrupa ve Rusya’nın Türkiye üzerindeki kanaatlerini ortaya koymaktadır.
Bugünkü nesillerin hiç farkında olmadığı bu meseleler, üzerinden neredeyse asır geçmesine rağmen tam anlamıyla çözülebilmiş değildir. Ortadoğu’da çizilen gelişigüzel haritalar, halen yüz yıl önceki cerrahi müdahalenin sancılarını taşımaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti de, kuruluşundan bu yana, aynı müdahalenin sancılarını bu yüzyıla taşımıştır. Azınlıklar sorunu, gayri müslimlerin durumu, Kürdistan ve Ermenistan meseleleri net bir şekilde çözüme bağlanmamış olacak kî, bugün başımızı ağrıtan temel Sütunlar olarak karşımızda durmaktadır.
Cumhuriyetin temel özelliğinin “bir ulus yaratmak” olduğunu ve “kul”dan “vatandaş “a geçilerek önemli bir devrim yapıldığını iteri süren ciltlet dolusu satırlar kaleme alınmıştır.
İleriki sayfalarda okuyacağınız tartışmanın, henüz Osmanlı imparatorluğu varlığını sürdürürken, Meşrutiyet döneminde yapıldığını dikkatinizi çekmek isterim. Bizim Jön türklerimiz, gayrimüslim unsurlarla işbirliği yapıp Abdülhamid’i devirmek için uğraşırlarken, İngiltere’de Anadolu’nun geleceği planlanıyordu.
Ulusdevletlerin nihai bir çözüm olmadığı ve dünyada çeşitli bölgesel birliklerin oluşturulduğu günümüzden bakınca, kitabın sayfaları içinde Osmanlı üst kimliğinin İngiliz planlan gereği nasıl parçalanmak istendiğini ve İmparatorluk toprakları içindeki etnik unsurların arasına hangi argümanlarla düşmanlık tohumları ekilmeye çalışıldığını çok daha İyi anlamak mümkün.
Kitabı okuyunca, Osmanlı İmparatoruğu’nun yıkılışını ve Anadoluda yeni bir Türkiye projesini daha iyi anlayabilmek mümkün hale geliyor. 11er milletten, her inançtan insanları çatısı altında farklılıklarını torpillemeden bulunduran Osmanlı imparatorluğumun dağıtılması fikri, ingilizlerin en büyük projesiydi.
İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) kütüphanesinde gözüme çarpan bu hacim olarak küçük ancak mahiyeti itibariyle geçen yüzyılın en önemli meselesini ele alan bu çalışmayı günümüz Türkçesine aktarmayı uygun gördüm. Zaten kitabın kısa bir süre içinde Türkçe’ye çevrilip yayınlanmış olması da bir hayli ilgimi çekmişti (Osmanlı harfleriyle).
Anadolu hakkında yapılan planların bu kitapta bütün ipuçları yer almaktadır. İngiltere, o dönemde Ortadoğu’yu ve Balkanlar meselesini kafasında halletmiş, Anadoluda ne yapılacağı meselesini tartışmaktadır.
istanbul Yunanlılara verilsin, Ermenistan ve Kürdistan devletleri kurulsun, Türk devleti de İç Anadolu bölgesinde küçük bir devlet olsun düşüncesine kadar herşey tartışılmış. Bu tartışmaların İzlerini bulacağınız bu kitapta konferansı veren Profesör Mool, İngiliz politikalarının neden değiştiğini, Ermenistan ve Kürdistan’dan neden vazgeçildiğini de anlatıyor. İngilizlerin geçen asırda Ermeniler ve Kürtler hakkında neler düşündüğünü okuyunca irkilmemek mümkün değil.
Mütercim Habil Ademin tercüme ettiği bu kitap bir konferans metninden oluşuyor. “Londra Konferansı Meselelerinden” üst başlığıyla sunulan kitap, Profesör Johns Mool’ün Londra Konferansında sunduğu bir tebliğ metni niteliğinde..
Henüz Osmanlı Devleti hayatta iken “Anadolu’da Türkiye Yaşayacak mı?” sorusunu tartışan ingilizler, konuya ne kadar çalıştıklarını da göstermiş oluyorlar. Anadolu topraklarındaki bütün toplumları yakından inceledikleri, profesörün sözlerinden kolaylıkla anlaşılabiliyor. Kimlerin nasıl hayat sürdükleri. ne tür bir eğitim ve yönlendirmeye ihtiyaç duydukları, hangi metodla bunların sağlanabileceği hususunda önemli bilgiler de veriyor.
Kitabı yayma hazırladığım süre içinde, yazar hakkında bütün araştırmalarıma rağmen herhangi bir bilgiye ulaşamadım.
Kitabın üst başlığında sunulan “Londra Konferansı Meselelerinden” ibaresinden hareketle bu konunun tartışıldığı konferansın hangi yıl yapıldığına ilişkin de net bir tarih belirlemek mümkün olmadı.
Osmanlı Devleti’nin son asrında Londra’da birçok konferans yapılmış ve bunlardan çoğuna katılmadığı halde burada alınan kararlar Osmanlı’yı bir şekilde bağlayıcı olmuştur.
Kitabın içeriğine ilişkin tartışmanın da, 17 Aralık 1912’de Londra’da başlayan ve Balkanlar’da ortaya çıkan bunalımı çözmek amacıyla yapılan konferanslar dizisinin konularından olması mümkündür. (Bu hususu tarihçiler çok daha iyi değerlendireceklerdir.) Çeşitli ülkelerin katıldığı bu konferanslar da, Balkanlara yeni şeklinin verilmesi sürecinde önemli toplantılardır. Bu konferans uzun sürmüş ve nihayetinde 30 Mayıs 1913’de Londra Barış Anlaşması imzalanmıştır.
Aslında her paragrafı günümüzden bakılarak ayrı ayrı şerh edilecek, belki de hakkında kitap yazılabilecek bir çalışma bu. Farklı düşüncelere sahip olanlar, konuyu farklı değerlendirebilirler.
Çünkü “Osmanlı kimliği”, Türk, Arap, Acem, Arnavut, Boşnak, Azeri, Hum, Ermeni vb. etnik kimliklerin mozayiğinden oluşuyor ve İngilizler için bu ziyadesiyle karışık ve hatta kimliksizlik olarak görünüyor. Yazar bundan dolayı, bölgeye mutlak bir Türk renginin vurulmasından söz ediyor. “Türk kimliği “nin ne olduğuna ilişkin cevabı da ilginçtir kendisi veriyor. Orta Asya’dan gelen, destanlarla, efsanelerle, biraz da Şamanizmle bezenmiş bir kimlik. (Çünkü yazar, İslam’ın Türklerin seciyesini tahrip ettiğini ileri sürüyor.) Bunlarla birlikte, Avrupa’nın tedrisatından geçmiş yeni bir yönetim tarzının benimsenmesi gerektiği öne sürülüyor.
Mütercim Habil Adem’le ilgili edinebildiğim bilgilerde çok renkli bir kişilik olduğu görünüyor. Arnavut asıllı ve asıl ismi Naci İsmail Pelister olan mütercim, alaylı bir asker. Almanya’ya elektrik mühendisi olmak üzere gidiyor, fakat felsefe doktoru olarak dönüyor, ingilizce, Almanca ve Fransızca biliyor. Mevlanzade Rıfat’ın “Serbesti” gazetesinde yazmaya başlıyor. 31 Mart vakasında Mevlanzade Rıfat 10 yıl sürgün cezası alınca gazete kapanıyor ve İsmail Naci Pelister, Emniyet Teşkilatı’nın tercüme bölümünde göreve başlıyor.
1930larda Yarım Ay dergisi ve Arif Oruç’un çıkardığı Yarın gazetesinde yazıyor.
özellikle döneme ilişkin pek çok kitap tercüme eden mütercime ilişkin çeşitli eleştiriler de var.
“Muharebeden Sonra Hilafet ve Türklük Siyaseti”, “Faal Türkiye” ve “PanCermenizm ve PanSlavizm” gibi tercümeleri olan Habil Adem’in, “Ankara ve Avrupa Siyaseti* ile “Mustafa Kemallerin Kitabı” gibi telif eserleri de var.
Ayrıntılı bilgi için bkz: Mustafa ŞahinYaşar Akyol, Habil Adem ya da Nâmı Diğer Naci ismail Pelister Hakkında, Toplumsal Tarih, Sayı:II, Kasım 1994 ve Sayı:12, Aralık 1994.
Ali Birinci, Habil Adem Pelister Hakkında, Toplumsal Tarih, Sayı:19. Temmuz 1995.
Daha fazla yoruma girmeden, sizi kitabın sayfalarında dikkatli bir okumaya davet ediyorum.
Yararlı bir okuma olacağından kuşkum yok.

İsmail Demirci
İstanbul, Aralık 2008

Yeni Bir “Hükümet” Önünde: Türkiye

Hükümetler meselesini tartışan ondokuzuncu asır diyor ki: “Bir hükümet, milletin müstakil bir şeklidir ve dini, millî hükümet usulünün haricînde kalır.”
Eski icatları yeniden yorumlamaktan başka bir etiketi olmayan yirminci asır, bu meseleyi açıklayıp yorumlarken:
“Hükümet, milletin gözle görülmeyen ruhunun temsilidir. Burada yalnız karakteristik gelenekler, temayüller bulunur. Mesela İngiliz milletini anlamak için, ingiliz ırkının tarihi gelişiminin bütün evrelerini bilmek, sonra gayet kılı kırk yaran gözlemlerle ingiliz düşünce yapısının bünyesini ve İngiliz sosyal hayatını incelemek gerekir.
Bu meseleler Öğrenildikten sonra “din” tetkik edilir. Bir manevi istiladan başka birşey olmayan din, milletin karakteriyle üst üste gelip çakışarak bir seçilme zayıflama devri geçirmiş ise, o hükümetin bir millet hükümeti olduğundan şüphe edilemez. Askeri istilalar ve tabii olmayan manevi istilalardan kurtulamamak daimi bir “düşüş” tür. Hülasa, bütün bunlar, “hükümet usulü, milliyet usulüdür” teorisini güçlendiriyor..
Fakat bazı mağrur kumandanların askerî, ve bazı zeki filozofların manevi istîlalarıyla tabii hayatlarını kaybeden İnsanlar, çeşitli zorunluluklar altında tesadüfi hükümetler teşkil etmişlerdir.
Bu hükümetler iki kısımdır:
1. İstikrarlı cihangir hükümeti
2. istikrarsız cihangir hükümeti
“lı” ve “sız” edatlarıyla mütemadiyen bir silsile teşkil eden bu hükümetler arasındaki fark, göç ordusu ile asker ordusundaki gibidir: Birinciler ne kadar kesif (yoğun] ise ikinciler o kadar az; ve birinciler ne kadar yorgun (1) (bir toprakta birleşmek ihtiyacı) ise ikinciler o kadar cevvaldir. Bunları ayıran nihai işaret şudur: Birinciler seri bir seçilmez ayıklanma devresi geçirerek bir milliyet halinde görünürler. Fransa, Almanya gibi. ikinciler ise, tahakküm kuvveti altında kalarak bir hükümet halinde görünürler. Avusturya, Rusya gibi. Bu iki usulün önünde bulunarak hangi tarafa ait olduğu bilinmeyen hükümetler de vardır, isviçre, Amerika, Türkiye…
Türkiye nedir?
Tarihçilere göre, Türk; üçyüz çadır halkından teşekkül etmiş bir hükümettir. Eğer bu rivayet doğru olsa İdi, istanbul hükümeti en birinci “esassız” hükümet olurdu. Fakat öyle değil. Türkiye, Turan saltanatının bir hükümdarından başka birşey değildir. Ta UralAltay maverasından istanbul surlarına kadar fetihlerle, beyanlarla süregelen Türk hükümetlerinin bugünkü sultanı olan Türkiye, üçyüz çadır halkının serdarı değildir. Anadolu’da hükümran olan Rum Selçukilerinin halefidir.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur