Gönüllere şifa veren modern zaman masalları…
Rüzgârın kulağına fısıldadıklarını tılsımlı sözcüklerle buluşturan hikâye anlatıcısı, yazar Beyza Akyüz’ün kaleme aldığı Sürmeli Kedi’nin Arayışı, dünü yarına bağlayan efsunlu zamanlarda geçen, yaşsız bir masal kitabı.
Kalpleri görünmez iplerle birbirine düğümleyen on iki masala yer veren eser, ustasının kisvesine bürünüp onun izinden yürüyen has bir dinleyicinin, kendi benliğini arayış serüvenini sayfalarına taşıyor.
Yaşanmış gerçek olayları, belleğinden damıtarak daha önce hiç söylenmemiş sözlere, anlatılarla dönüştüren Akyüz; geçmişten omuzladığı sözlü geleneği incelikli bir üslupla geleceğe taşıyor, kıssadan hisseler eşliğinde, ruh sağaltıcı masallara imza atıyor.
Vakti zamanında, ülkenin birinde, namı diyarları aşan bir anlatıcı yaşar. Ancak ne hikmetse, anlatıcı bir gün sırra kadem basar. Kimseler izini bulamaz. Bir süre sonra da unutulur gider… Oysa onu gönlünden hiç çıkarmayan ve tekrar kavuşmak için her şeyi göze alan sadık bir dostu vardır: kedisi Sürmeli. Şehrin akıllısı İplik Hatun, kediye bir anlatıcı kaftanı diker, tılsımlı sözlerini de kumaşa üfler. Yollara düşen Sürmeli Kedi, ustasından miras kalan masalları ayın döngüsüne göre anlatmaya koyulur. Kulakları güzel sözlerle sulandığı için kalpleri yeşerenler; akasya ağacının o enfes kokusunu içine çekebilmek uğruna kaşındıran pireleri baş tacı etmeye razı gelenler; kapısını kim çalarsa çalsın, herkesi gülümseyerek içeri buyur edenler… Masalların bin kapı araladığı bu yolculukta, Sürmeli Kedi de Yeni Ay’ın Dolunay’a kavuşması gibi, kendi hikâyesini tamamlayacak ve benliğine kavuşacaktır.
Sözün sahibini bulmanın en iyi yolunun sözün izini takip etmekten geçtiğini hatırlatan Sürmeli Kedi’nin Arayışı, insanın özüne dair iyisiyle kötüsüyle eteğindeki bütün taşları döküyor; Zülal Öztürk’ün lirik resimleriyle bütünlenip farklı insanlık hâllerine ayna tutuyor.
Hikâye anlatmanın gerçekte bir sır paylaşmaya eşdeğer olduğunu ifade eden Beyza Akyüz, “şifahen” anlattıklarına kulak kesilenlerin bu sırra sahip çıkmalarını, onun kıymetini iyi bilip umutla geleceğe taşımalarını salık veriyor.
Şimdi anlatacaklarım gerçek bir hikâye… Ama bu hikâyeyi size anlatmaya karar vermem kolay olmadı. Çünkü bir hikâye anlatmak, aslında bir sırrı paylaşmaktır. Ve eğer o sır, kıymetini bilmeyenlerin eline düşerse… İşte o vakit umulmadık garip olaylar yaşanmaya başlar. Fakat ben bunu göze aldım. Sıradan, birbirinin aynı olan günlerdense hayatımı altüst edecek garip olaylara razıyım. Eğer siz de kabul ederseniz, bildiğim her şeyi en ince detayına kadar anlatacağım. Vakti zamanında, memleketin birinde laf ebesi, söz ustası, dilbaz bir masal anlatıcısı yaşıyordu. Bir olayı hikâye etmekte öyle marifetliydi ki insanlar onu dinlerken saatlerin nasıl geçtiğini anlamaz, yemek yemeyi, su içmeyi ve tüm dünya dertlerini unuturdu. Olur mu hiç öyle, demeyin! Çünkü burası her şeyin mümkün olduğu mümkünler âlemiydi.
Ünlü anlatıcı, daha önce işitilmemiş, sadece onun bildiği envaiçeşit masal, efsane, destanı her akşam evinde toplanan dinleyicilere durmadan anlatırdı. Kimi kendi sözleri, kimi atalarından miras kalanlardı. Onu dinleyenler, dilinden dökülen sözleri, bir rüzgârın tohumu taşıdığı gibi, başka topraklara taşırdı. Böylece sözleri dünyaya yayılmıştı. Biliyorum, buraya kadar pek de garip bir durum yok, lakin insanın hayatının evveli ile ahiri asla bir olmaz. Nasıl ki, fırtınalar sonsuza kadar sürmezse, tatlı meltemlerin de bir sonu vardır. Sabırlı olun, anlatmaya devam ediyorum… Bir akşam insanlar, masal dinlemek için anlatıcının evinde toplanmıştı yine. Fakat masalcı her zamanki saatinde orada değildi, her daim oturduğu koltuk boştu. Has dinleyicileri onu saatlerce bekledi… Ama gelmedi. Ertesi gün yine toplanıp beklediler, yine gelmedi. Bir sonraki gün de sabırla beklediler lakin görünürde boş koltuktan başkası yoktu. Hiç beklenmedik bir anda kimseye haber vermeden sessizce ortadan kaybolmuş, sırra kadem basmıştı. Her taşın altına baktılar, her kapıyı çaldılar; kuyulara, mezarlara, ormanın en kuytu köşelerine kadar aradılar. Ona dair ne bir iz gördüler ne bir ses işittiler. Anlatıcının ortadan kaybolmasına üzülmüştüler.
Ancak bir yandan da, bu gizemli yok oluş hakkında türlü efsaneler anlatmaktan kendilerini alamadılar: Kimisi, anlatıcının hikâyelerinde bahsettiği o inler, ecinniler, periler, devler tarafından hapsedildiğine inanıyordu; bazısı da işitilmemiş masallarını çalmak isteyenler tarafından kaçırıldığına… Gün geçmiyordu ki anlatıcı hakkında yeni bir hikâye uydurulmasın. Hangisi yalan, hangisi gerçek; kavrayabilmek için birbirlerinin hikâyelerini pürdikkat dinliyorlardı. Ki bu hiç kolay değildi. Günler sonra anlatıcıyı unutmaya başladılar, yeni hikâyelerin ve yeni anlatıcıların heyecanına kapıldılar. Bu kadar çabuk unutulur mu demeyin. Unutulur. İnsanlar vefalı olduğu kadar nankördür de. Biliyorum, bu konuda kedilerin adı çıkmış. Neyse ki tüm bunlar olurken, üzüntüsünden hastalanan, yemeden içmeden kesilen, her gece rüyasında ünlü masal anlatıcısını gören tek bir sadık dinleyici vardı. Her daim ustasının ceketinin üstünde oturan, kulaklarını dikip onu dikkatle dinleyen: kedisi Sürmeli. Sürmeli Kedi yıllarca ustasının masallarını gözleri kapalı dinlemiş, ama dışarıdan onu görenlerse âdeti olduğu üzere her zamanki gibi uyuduğunu sanmıştı. Oysa kediler gözleri kapalıyken daha iyi dinler.
Siz siz olun, uyuyormuş gibi yapan bir kedinin yanında ağzınızdan çıkan sözlere dikkat edin! Sürmeli, ustasının bir gece vakti ansızın kaybolmasına bir anlam veremiyordu. “Bu işte bir iş var! Ne yapıp edip ustamı bulmalıyım,” diyordu. Diyordu da… Bu nasıl mümkün olacaktı? Gecelerce düşündükten sonra -çünkü kediler gündüz düşünmeyi sevmez- aklına bir fikir geldi: Yıllardır ustasından dinlediği nice hikâye vardı. Bunların çoğunu sadece Sürmeli biliyordu. Eğer o masalları başkalarına anlatırsa rüzgârın, nehirlerin, insanların ve güneşin, ustasının sözlerini alıp çok uzaklara götüreceğine inanıyordu. Kim bilir, birileri o sözleri tanır da ustasından bir haber getirirdi belki. Sözün sahibini bulmanın en iyi yolu, sözlerin izini takip etmek değil midir? Şehrin akıllısı İplik Hatun, Sürmeli Kedi’ye anlatıcı kaftanı dikti; tam on iki yama, bir düğme. Tılsımlı sözlerini de kumaşa üfledi: “Dünya döndükçe, Ay tıpkı insan gibi hâlden hâle geçer. Yola çıktığında Ay zamanına göre hareket et. Ay, on iki farklı şekle girecek, tamamlanmadan evvel her gün değişecek. Dolunay’a erişene kadar hiç durmadan yol git, bu sürede ustandan işittiğin tam on bir masal anlat, on ikinciyi sen sen ol, sakın anlatma!
Eğer nasipte varsa ustanı bulacaksın ya da o seni bulacak. Birinin içine arama isteği geldiyse, aradığı da onu arıyordur, unutma!” Sürmeli Kedi, kaftanını giydi ve evin damına çıktı. İncecik Ay’ı gökyüzünde asılı görünce hemen oracıkta ilk masalı anlatmaya başladı.
Güzellik Masalı
Allar morken, morlar sarıyken, bütün renkler siyahta saklanmışken ülkenin birinde üç kardeş yaşıyordu. Adları Musti, Besti ve Ayti idi. Her kardeş gibi bazen gülüp oynar, bazen kavga edip ağlarlardı. Bu üç kardeşten birinin kaşı yarık, birinin boyu azıcık, birinin de bir gözü diğerinden küçüktü. Anneleri, öyle çok severdi ki iki kız bir oğlunu; onlara şiir yazmadığı, şarkı söylemediği gün yoktu. Her gece, uyumadan evvel kulaklarına eğilir,
“Keman kaşlarına, selvi boyuna
Ceylan gözüne bakmaya doyamam!
Sizdeki can, bendeki canan
Güzelliğiniz dillere düşsün
Sevsin sizi her gören,” derdi.
Derdi de, işin açığı, öyle dillere destan olacak pek bir güzellikleri yoktu çocukların. Ama yine de sevgi dolu, güler yüzlü, mutlu mesut büyüdüler. Aradan yıllar geçti, anneleri yaşlandı ve bir gün, kurumuş çınar yaprağı gibi dalından süzülerek toprağa karıştı. Bu dünyadan göçüp gitmeden evvel bir de nasihat etti:
“Ne zaman inancınızı, umudunuzu yitirseniz birbirinizin kulağını sulayın.” Kardeşlerin her biri yeni maceralara atılmak, kendi hayatlarını kurmak için farklı yollara gitmeye karar verdi. Biri doğuya, biri batıya, biri de güneye doğru gitti… Doğuya doğru giden Besti, yolda onlarca insanla karşılaştı. Merak ve heyecanla yaklaştığı herkes, sanki sözleşmiş gibi, “Aaa, senin gözün diğerinden küçük!” diyordu.
Onlar öyle dedikçe Besti kendini çirkin görmeye başladı. Artık kimseye yaklaşamıyor, gözlerinin içine bakamıyordu. Batıya giden Musti’yi görenler de boyunun kısalığıyla dalga geçiyordu. Güneye giden Ayti ise kaşlarının keman gibi değil, bir kırık saz gibi olduğunu işitip durdu. Üçü de kendilerine olan inancı yitirmişti. İnsanların yüzü birer aynaydı; onlara her baktıklarında ne kadar çirkin ve eksik olduklarını düşünmeye başlamışlardı. Sonunda üçü de çıktıkları yolculuktan geri döndü. Bir kış günü, dışarıdaki fırtına ağaçları sökecek kadar güçlü, evlerin çatısını uçuracak kadar şiddetliyken annelerinin sıcak ve korunaklı kerpiç evine sığındılar, ocakta bir ateş yakıp başına toplandılar. Odunların üzerinde demlenen papatya çayını ağır ağır içerken başlarından geçenleri bir bir anlattılar; anlattıkça ağladılar, ağladıkça kuş gibi hafiflediler. “Keşke annemiz bize gerçeği söyleseydi,” dedi Ayti.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Roman (Yerli)
- Kitap AdıSürmeli Kedi'nin Arayışı
- Sayfa Sayısı80
- YazarBeyza Akyüz
- ISBN9786052853658
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İstanbul İstanbul ~ Burhan Sönmez
İstanbul İstanbul
Burhan Sönmez
“Bir çocuk karanlığa kalmış ve dar sokaklarda yönünü şaşırmışsa orası İstanbul’dur. Eski sevgilisini bulmak için maceraya atılan gencin, siyah tilki kürkünün peşine düşen avcının,...
- Mavi Dağ ~ Gülşah Elikbank
Mavi Dağ
Gülşah Elikbank
Fantastik kurgu seven okurların Siyah Nefes adlı kitabıyla tanıyıp sevdiği Gülşah Elikbank’tan Günebakan Üçlemesi’nin ikinci kitabı Mavi Dağ Lanetin çöktüğü kasabadan gerçek hayata “düşen” Nil ve Kayra’nın aşkı Mavi Dağ’a giden yolda Günebakan Nil’in arkadaşlarını koruyacak mı dersiniz?
- Rüyalar ve Uyanışlar Defteri ~ Latife Tekin
Rüyalar ve Uyanışlar Defteri
Latife Tekin
Sahicilik, yanmış ormanlardan artakalan kül yamaçların kederiyle soluklanmaktır diyelim, yapayalnız ve bir başına soluklanıp iç geçirmek; ama kilometreler boyunca arabalardan fırlatılmış pet şişelerin, meşrubat...