Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

1071 Malazgirt (Zafere Giden Yol)
1071 Malazgirt (Zafere Giden Yol)

1071 Malazgirt (Zafere Giden Yol)

Muharrem Kesik

Bir tarafta Selçuklu Sultanı Alp Arslan diğer tarafta Bizans İmparatoru Romanos Diogenes ve dünya tarihini değiştiren bir savaş: Malazgirt Malazgirt Savaşı bugün üzerinde yaşadığımız…

malazgirt-1071-zafere-giden-yolmuharrem-kesik-timasBir tarafta Selçuklu Sultanı Alp Arslan diğer tarafta Bizans İmparatoru Romanos Diogenes ve dünya tarihini değiştiren bir savaş: Malazgirt

Malazgirt Savaşı bugün üzerinde yaşadığımız vatanın bizlere kadar intikalini sağlayan en büyük ve en önemli adımdır. Haçlı Seferleri’nin düzenlenme nedenidir. Bizans İmparatorluğu’nun yıkılmasının çok yakın bir gelecek olduğunu bildiren bir nişânedir. Malazgirt Zaferi, Anadolu coğrafyasının Türkleşme ve İslâmlaşma sürecine kapılarını açan büyük bir başarının adıdır. Yaptığı Selçuklu Tarihi araştırmalarıyla dikkatleri üzerine çeken Doç. Dr. Muharrem Kesik, 1071 Malazgirt kitabıyla literatürdeki tüm kaynakları değerlendirerek tarihseverlerin beğenisine sunuyor.

Malazgirt bir meydan savaşı mı? Yoksa bir taktik savaşı mıydı?
Selçuklu ve Bizans ordularının sayısı ne kadardı?
Kürtler Selçuklulara yardım etti mi?
Sultan Alp Arslan, Bizans imparatorunu tokatladı mı?
Düşmana neden Cuma namazı saatinde saldırıldı?
Selçuklu elçisinin imparatora verdiği anlamlı cevap neydi?
Bizanslılar kendi imparatorlarını nasıl öldürdüler?
Müslüman olmayan Türkler saf değiştirdiler mi?
Sultan Alp Arslan atının kuyruğunu neden bağladı?
Alp Arslan’ın askerine yaptığı konuşma nasıldı?
Savaşa katılan Selçuklu beyleri (kumandanları) kimlerdi?
Bizans imparatoru mağlup olmasına rağmen neden kaçmadı?

Malazgirt Savaşı hakkında bunlara benzer birçok sorunun cevabı ve bilinmeyen tüm ayrıntılar 1071 Malazgirt kitabında…

***

içindekiler

Önsöz…9
Giriş…13
Kıyametin Uk günfl: Malazgirt…29
İstanbul’un fethi Malazgirt’te başladı…40
Malazgirt Sava$ı’na doğru…45
Romanos Diogenes kimdi?…47
“Sanırdın ki büyük İşler becermişti!”…49
Malazgirt yolu…54
Bizans ordusundaki ünlü Selçuklu şehzadesi kimdi?…57
Mağlup ettiği rakibine teslim olan muzaffer komutan…57
Selçuklu Proedros…61
Sefere daha yeni çıkan Imparator’un başına birçok uğursuzluk gelmişti!…65
Kâbe’ye doğru yıkılan put!…66
Siyah güvercin…67
Imparator’un yıkılan çadırı…68
Derileri yanan atlar…69
Selçuklu Sultanı Alparslan Mısır seferine çıkmıştı…71
Açlık yamyamlığa neden olmuştu…73
Sahibine iade edilen yumurta…76
Selçukluların tuzağa düşürülmesi…79
BizanslIlar İlerlerken Selçuklular Halep kuşatmasındaydı…83
Selçuklu askerleri ücretini ödemeden bir parça saman dahî almadılar         …84
Sultan kuşatmayı kasten uzatıyordu…86
“işte biz hazırız, geleceği var İse gelsinl”…89
İmparator Selçuklular konusunda yanıltılmıştı…93
Yollar cesetlerle doluydu…94
İmparator, tecrübeli askerlerin uyanlarına kulak asmamıştı…96
Malazgirt’in işgali…99
Gaspçı askerin burnu kesildi…100
Selçuklu ordusu savaştan önce ağır kayıplar vermişti…103
Dönüş yolculuğu Selçuklular için zorlu geçmişti…104
Sultan Alparslan içerisinde bulunduğu zor durumun farkındaydı…106
Bizans öncü birlikleri ardarda mağlup edildiler…111
Kutsal Haç’ın öyküsü…112
En güvendiği komutanı İmparator”a ihanet etti…113
Atlarınız Hemedan’da kışlar da, sizi bilememi’…117
Selçuklu elçileri Bizans karargâhında…118
Halife’nln duası…122
“Bu meydanda sultanlık, askerlik yoktur!*…125
Sultan Alparslan’ın Malazgirt hutbesi…126
Kurt kapanı…129
Savaş ganimetleri…132
Malazgirt’te tarafların askeri açıdan durumları neydi?…133
imparator’un savaş makinesi…133
Sultan’ın askerleri…137
Selçuklu ordusunda Kürtler var mıydı?…142
Bizans ordusundaki Türkler taraf değiştirdi mi?…144
“Benim yerimde sen olsaydın ne yapardın?”…147
Bizans Imparatoru’nu esir alan Selçuklu askeri bir köleydi…148
Sultan, Imparator’u kendi eliyle kırbaçlamıştı…151
Malazgirt Anlaşması Bizans İmparatorluğu’nu…155
Selçuklulara bağlıyordu…155
Romanos Diogenes’in hazin sonu…161
Malazgirt, Romanos’un hükümdarlığının sonu oldu…161
Sabık İmparator’un gözyaşları…165
Sultan Alparslan, Malazgirt Sava$ı’ndan bir süre sonra öldürüldü…169
Sultan Alparslan’ın Mâverâünnehir seferi…170
“Benim gibi bir adam böyle mi öldürülür?”…171
Sultan Alparslan’ın tövbesi…175
Sonuç yerine: Malazgirtlin anlamı…177
KAYNAKÇA…185
DİZİN…197

Önsöz

Selçuklu çağı, Türklerin İslâm dünyasına dâhil olarak İslâm ta­rihinin gelişiminde başat rolü üstlenmeye başladıkları bir tarihî döneme tekâbül eder. İslâm tarihinin İlk devirlerinden itibaren ha­lifenin şahsında toplanmış olan siyasal ve dinsel iktidarın ayrışma­ya başladığı bu çağ, Islâm âleminde siyasal iktidarın Türklere geç­tiği ve sultanlık müessesesinin kurumsal anlamda teşekkül ettiği dönemdir. Mısır’dan Suriye’ye kadar uzanan geniş alanda hüküm süren Şiî Fâtımî Halifeliğinin güdümündeki Büveyhî hanedanının baskısı altında bulunup îslâm coğrafyasındaki etkinliklerini önem­li ölçüde kaybetmiş olduğunu bildiğimiz Sünnî siyasetin temsilcisi durumundaki Abbâsîler, bu dönemde siyasal iktidarı Selçuklulara teslim etmiş, böylece Selçuklu gücünü arkasına alan Sünnî anlayış yeniden yükselişe geçerekdaha önceki gibi Islâm tarihinin belirleyi­ci unsuru olmuştur. Nitekim etkilerini günümüzde halen yaşamaya devam ettiğimiz bu dönüşüm, Selçuklu devrine, sonraki yüzyılları biçimlendiren bir çağ olma özelliğini vermiştir. Abbâsî Hilafeti’nin Selçuklu himayesine girmesiyle başlayan bu dönemin etkileri, Önce Selçuklular, sonra Anadolu Türk Beylikleri ve Osmanlılar kanalıyla günümüze kadar ulaşmış, başta Anadolu olmak üzere Yakındoğu coğrafyasının sosyal, siyasal ve etnik yapısının oluşumunda belir­leyici olmuştur.

Etkilerini halen yaşamaya devam ettiğimiz Selçuklu döneminin kırılma noktası 1071 yılında meydana gelen Malazgirt Savaşı’dır. Bu savaşta Selçuklu Sultanı Alparslan Bizans İmparatoru Roma- nos Diogenes’i ağır bir mağlubiyete uğratmış ve birkaç yüzyıldan beri devam etmekte olan Bizans’ın İslâm dünyası karşısındaki direnme refleksine son vermiştir. Bu tarihten itibaren Anadolu hızla Türkleşmiş ve İslâmlaşmış, 1075 yılında İznik’te kurulan Tür­kiye Selçuklu Devleti ile birlikte bu coğrafya siyasal anlamda Tür­kiye haline gelmiştir. Nitekim 12. yüzyıldan itibaren özellikle Batılı kaynaklarda Anadolu’nun Türkiye ismiyle anılmaya başlanması da bu durum ile ilgili olup yaşanan dönüşümü açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

Malazgirt Savaşı, Türk ve İslâm tarihinin işleyişindeki güçlü etki­si ve Anadolu’nun günümüzdeki sosyokültürel biçimi almasındaki belirleyiciliği açısından son derece önemli bir tarihsel eşiktir. Bu bakımdan, özellikle çağımızda çok yönlü sorunların beşiği olarak temâyüz eden Ortadoğu coğrafyasındaki sosyal ve siyasal yapıların kavranabilmesi için derinlikli bir biçimde ele alınması gerektiğine kuşku yoktur. Bununla birlikte, söz konusu gerekliliğin Türk entelijansiyasında maalesef yeterince karşılık bulmadığını, Malazgirt’in kolektif hafızamızda sahip olduğu mitsel imajın düşünce ve sanat erbabımız tarafından layıkıyla çözümlenerek kitlelere mal edile­mediğini de not etmek gerekir. Halbuki modernizmin yıpratıcı et­kilerini üzerinden atma çabası içerisindeki Türk insanının geleceğe dönük projeksiyonunu ve tarihsel kaynaklarından beslenen özgül kimliğini inşâ sürecinde bir bilgi kaynağı olarak istifade etmek zo­runda olduğu tarihinin bu önemli hadisesi, kendisine tahmin bile edemeyeceği kadar çok fazla şey söyleyecektir.

BizanslIların Malazgirt’te yaşadıkları ağır hezimetin ardından İmparatorluğun maruz kaldığı kırılmaya ve bu kırılmanın uzun va­dede neden olduğu Anadolu coğrafyasındaki Bizans egemenliğinin çözülmesine atıfla Kıyametin İlk Günü ismini verdiğimiz bu çalışma, yukarıda sözünü ettiğimiz “Malazgirt ile ilgili” gerekliliğe bir dik­kat çekebilmek amacıyla kaleme alınmıştır. Birinci elden kaynak­lara sadık kalınarak ve akademik titizlik gözetilerek kaleme alın­mış olan çalışma, baş döndürücü bir tarihî ilerlemenin yaşandığı Selçuklu çağının dönüm noktası olan Malazgirt zaferini detaylı bir tarihsel perspektif İçerisinde ve herkesin anlayabileceği bir üslupla anlatma arzusunun ürünüdür. Dolayısıyla, elinizde bulunan metnin amaçlan arasında, tarih ile ilgilenmeyi keyif haline getirmiş olan herkese hitap etme isteğinin yanı sıra, meslek olarak tarih ile iştigal etmeyen düşünce insanlarına belirli ölçüde tarihsel malzeme suna­bilmek de bulunmaktadır. Umulur ki başarılı olsun!

Kıyametin ilk Günü’nün kaleme alınma sürecinde birçok kişinin katkısı oldu. Burada isimlerini anarak kendilerine olan borcumu kayıt altına almak isterim. Öncelikle çalışmanın müsveddelerini okumak için değerli zamanlarından feragat eden ve çalışmayı titizlikle inceleyerek kıymetli fikirleri ile metne emek veren saygı­değer hocalarım Prof. Dr. Mehmet Ersan ve Prof. Dr. Cüneyt Kanat ile dostum Yunus Aytok’a; çalışmam için malzeme toplarken gerek fikirlerinden gerek kütüphanelerinde bulunan kitaplardan istifade ettiğim Prof. Dr. Muammer Gül, Doç. Dr. Yusuf Ayönü, Dr. Recep Özman, Dr. Özcan Bayrak, Dr. Metin Kopar, Dr. Şeydi Vakkas Toprak ve Kâzım Uzun’a; yoğun çalışma sürecinde göstermiş olduktan güzel dostluktan ötürü Gökhan Kağnıcı, Galip Çağ, Serdar Yavuz, Mehmet Emin Dinç, Salhadin Gök, Cumhur Kırılmış, Fuad Şancı, Devrim Bur­çak ve Mehmet Sait Sütçü’ye; ayrıca kitabın okuyucuya ulaşmasını sağlayan Yakın Plan Yayınevi ve Selman Kayabaşı’na teşekkür ede­rim.

Son olarak, değerli fikirleri ile mesaime ortak olan ilk okuyucum ve eleştirmenime, sevgili eşime minnetimi ifade etmek isterim.

Dr. Mustafa Alican 2 Ekim 2013, Adıyaman

Giriş

Tarih yazılıp bir kültür ve şuur kaynağı olmadıkça, toprak altında kalan kıymetli madenler gibi hiçbir mana ifade etmez.

Osman Turan

1040 yılında Dandanakan’da Gaznelileri mağlup ederek bağım­sızlıklarını elde eden Selçuklular, aradan henüz çeyrek yüzyıl bile geçmeden hayalini dahi kuramayacakları kadar büyük bir güce ulaşmış, bölgenin en önemli siyasal aktörü haline gelmişlerdi. İlk Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey Abbâsî Halifesinin de daveti ile 105S yılında Bağdat’a gelerek buradaki Şit Büveyht egemenliğine son vermiş ve Halife el-Kâim Biemrillah tarafından kendisine verilen Doğu’nun ve Batı’ntn Sultanı unvanı ile devletinin îslâm alemindeki siyasal meşruiyeti tescil edilmişti. Böylece, o döneme kadar en azın­dan teorik anlamda Halife’nin şahsında vücut bulan siyasal ve din­sel otoritenin arasına bir çizgi çekilmiş, Abbâstler kendileri adına siyasal ve askerî mücadeleyi devam ettirecek güçlü bir paydaşa ka­vuşurken, Selçuklular da siyasal konumlarını Halife’ye onaylatarak geniş bir hareket zemini elde etmişlerdi. Bu durum, varlığını bir sü­redir Fâtımî güdümünde olduğu bilinen Büveyhîlerin boyunduruğu altında sürdüren Abbâsî Halifeliği’nin (dolayısıyla da Sünnî İslâm anlayışının) Selçuklu himayesi ile yeni bir altın çağa girdiği ve Sel­çukluların da Sünnî Islâm’ın hamisi haline geldikleri anlamını taşı­yordu. Nitekim Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Bağdat’a gitmeden önce Halife’ye bir mektup göndererek “Peygamberin halifesine hizmetle şeref kazanma ve hac yollarının güvenliğini sağlamanın yanında üzerine farz olan hac vazifesini yerine getirip Suriye ve Mı­sır’daki Fâtımîlerle savaşmak” arzusunda bulunduğunu bildirmesi, Sultan’ın üstlendiği misyonun bilincinde olduğunu gösterir. Ayrıca Sultan’ın bu tutumu, Selçukluların stratejik hesaplarını, hâkimiyet­lerini en azından ilk planda Şiî egemenliğinden kurtarmayı amaçla­dıkları Islâm dünyasında tesis etme hedefi üzerine yaptıklarına da işaret eder.

Selçukluların Abbâsî Halifeliği’ni himaye altına alarak Sünnî Is­lâm dünyasının siyasal anlamda liderliğini üstlenmeleri ile Suriye ve Doğu Akdeniz coğrafyasının hâkim gücü olan Fâtımîlerin böl­ge üzerindeki etkinliklerini yitirmeye başlaması arasında doğrudan bir ilişki vardı. Bu ilişki, Selçukluların önlenemez yükselişinin gerçekleştiği 1060’lı yıllarda derin bir sosyal, siyasa] ve ekonomik buhran içerisinde olan Fâtımî coğrafyasının Selçukluların birincil hedefi olmasında da kendisini açık bir biçimde gösteriyordu. Aslına bakılırsa, Sünnî Islâm ekseninde temâyüz eden siyasal bir güç odağı olarak tarih sahnesine çıktıktan sonra Abbâsîler üzerindeki Şiî-Bü- veyhî baskısını sona erdiren ve Sünnî siyaset geleneğini tevarüs eden Selçukluların en önemli siyasî amaç olarak Fâtımî egemenlik alanını olabildiğince daraltma gayesini benimsemeleri doğal bir durumdu. Selçuklular, İslâm tarihinin erken dönemlerinden itiba­ren Müslümanlar arasında siyasal ve düşünsel anlamda giderek keskinleşen bir yarılmaya neden olan Şiî-Sünnî kutuplaşmasının zirve noktasına ulaşıp Şiîlik lehine bir sonuca erişmek üzere olduğu bir dönemde, Sünnî anlayışın temsilcisi olarak ortaya çıkmışlardı. Önemli bir askeri güce sahip olan Selçukluların taraflar arasındaki mücadeleye bu şekilde dâhil olması, siyasal kudretlerini büyük öl­çüde yitirmiş olan Abbâsîlerin temsil ettiği Sünnî anlayışın yeni bir yükseliş evresine girdiği anlamına geliyordu. Nitekim Selçuklular­dan sonra İslâm dünyasının ana akım siyasal paradigmasının Sün­nîlik ekseninde biçimlenmiş olmasını da bu analiz hattı üzerinden değerlendirmek gerekir.

İslâm dinini kabul ettikten kısa bir süre sonra Sünnî siyasetin başlıca temsilcisi olan Selçukluların en önemli hedefi, mensubu ol­dukları siyaset geleneğinin Şiî siyaset karşısında düştüğü naçar…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. At Üstünde Selçuklular (Türkiye Selçuklularında Ordu ve Savaş) ~ Muharrem KesikAt Üstünde Selçuklular (Türkiye Selçuklularında Ordu ve Savaş)

    At Üstünde Selçuklular (Türkiye Selçuklularında Ordu ve Savaş)

    Muharrem Kesik

    Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş sürecinin temellerini atan devlet olarak gösterilebilecek Selçukluların kısa sürede kat ettikleri yolu, elde ettikleri başarıları inceleyen kitap, alanında Türkçe yayımlanmış, iddialı...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur