Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Çivisi Çıkmış Dünya (Uygarlıklarımız Tükendiğinde)
Çivisi Çıkmış Dünya (Uygarlıklarımız Tükendiğinde)

Çivisi Çıkmış Dünya (Uygarlıklarımız Tükendiğinde)

Amin Maalouf

Türk okurunun daha çok tarihsel romanlarıyla tanıdığı Maalouf, bu kez “medeniyetler çatışması” adı altında kuramsallaşıp yasallaşan ve dünyadaki bütün kültürler ve halklar için felakete…

Türk okurunun daha çok tarihsel romanlarıyla tanıdığı Maalouf, bu kez “medeniyetler çatışması” adı altında kuramsallaşıp yasallaşan ve dünyadaki bütün kültürler ve halklar için felakete yol açacak politikaları eleştiriyor. Yazar, yaşamın devamlılığının olmazsa olmazı olarak gördüğü hoşgörü çığlığını yeniden duymaya davet ediyor insanlığı…

Çivisi Çıkmış Dünya bir yandan küresel ısınma, enerji kaynakları ve doğal felaketlerle, bir yandan da yanlış ve çıkarcı politikaların doğurduğu ekonomik ve siyasal krizlerle mücadele eden insanlık için bir yol haritası… Kitabın satır aralarında Amerikan politikaları, Avrupa Birliği, 20. yüzyıl Arap siyasi tarihi ve Türkiye’den bahsediliyor.

Maalouf’un bu eseri, her şeye rağmen birbirimize saygı duymayı ve birlikte yaşamayı başarmak isteyenler için bir tür pusula.

İÇİNDEKİLER

I.             Aldatıcı Zaferler • 15

II.            Yoldan Çıkmış Meşruiyetler • 71

III.          Hayali Gerçeklikler • 137

Son söz: Çok Uzun Bir Tarihöncesi • 199

Pusulasız bir halde girdik yeniyüzyıla.

Daha ilk aylardan başlayarak, dünyanın hepten çivisinin çıktığını düşündüren kaygı verici olaylar meydana geliyor; üstelik bunlar birçok alanda birden gerçekleşiyor – entelektüel dünyanın, finans dünyasının, iklimin, jeopolitiğin, etiğin çivisi çıkmış durumda.

Şurası da bir gerçek ki arada sırada umulmadık, yararlı dönüşümlere de tanık olunuyor; o zaman da açmaza sürüklendiklerini fark eden insanların. Öyle ya da böyle, sanki bir mucize eseriyle bu açmazdan çıkmanın yollarını bulacağına inanmaya başlanıyor. Ama bunun hemen sonrasında bambaşka, daha karanlık, daha sıradan insani itkileri açığa vuran başka kargaşalar açığa çıkıyor ve türümüzün manevi yetersizliğinin eşiğine varıp varmadığı sorgulanıyor yine; tabii eğer hâlâ ilerlemeyi sürdürüyorsa; ya da birbiri ardında sıralanan onca kuşağın kurmaya çabaladığı şeyi yeniden tartışma konusu edebilecek şekilde gerilemeye başlamadıysa.

Burada söz konusu olan ne bir binyıldan diğerine geçerken hissedilen akıldışı sıkıntılar, ne de değişimden ödü patlayanların ya da değişim hızından korkanların ezelden beri ortaya attıkları, durmaksızın yineledikleri lanetler. Benim derdim bambaşka; Aydınlanma Çağı’nın bocaladığını, zayıfladığını ve kimi ülkelerde sona ermek üzere olduğunu gören bir Aydınlanma yanlısının; bir zamanlar özgürlüğün, dünyanın tamamına yayılmakta olduğuna inanan, şimdiyse ona yer olmayan bir dünyanın biçimlendiğini gören, eli kolu bağlı biçimde fanatizmin, şiddetin, dışlamanın ve umutsuzluğun yükselişine tanık olan bir Özgürlük tutkununun; her şeyden önce de, aslında sadece, pusuda bekleyen yok oluşa boyun eğmek istemeyen bir yaşam âşığının endişeleri benimkiler.

Hiçbir yanlış anlama olmasın diye ısrarla belirtiyorum: Şimdiki zamana burun kıvıranlardan değilim ben. Çağımızın bize sağladığı şeylerin hayranıyım, son icatları yakından takip edip zaman kaybetmeden gündelik yaşamıma katıyorum onları; tıp ve bilgi-işlem alanlarında kaydedilen ilerlemeler nedeniyle, önceki bütün kuşaklardan çok daha ayrıcalıklı bir kuşağa dahil olduğumun bilincindeyim. Ama gelecek kuşakların da modern yaşamın meyvelerinin tadını çıkarabileceğinden emin olmadan, onların rahatlıkla tadına varamıyorum.

Kaygılarımda aşırıya mı kaçıyorum? Buna pek inanmıyorum ne yazık ki. Hatta, tersine, çoğu doğrulanıyormuş gibi görünüyor gözüme, ilerleyen sayfalarda göstermeye çalışacağım şey de bu; amacım belgelerle doldurulmuş bir dosya sunmak değil, ne de özsaygıyla hareket edip bana ait bir savı savunmak; ben tehlike var diye bağırıyorum ve bu duyulsun istiyorum sadece; öncelikli niyetim çağdaşlarımı, “yol arkadaşlarımı”, bindiğimiz geminin artık dalgalı denizde akıntıya kapıldığına, yolunun, yönünün, görüş alanının, pusulasının bulunmadığına ve batmasını engellemek için acilen bir atılım yapılması gerektiğine inandırmak için doğru sözcükleri bulmak. Denizde önümüzü görerek seyredip, birtakım engellerden kaçınarak ve işleri zamana bırakarak şu hızımızı korumamız yeterli olmayacak. Zaman müttefikimiz değil bizim, yargıcımız. Şu an zaten cezamızın erteleme sürecini yaşıyoruz.

Kendiliğinden denize ilişkin imgeler geliyorsa akla, belki de, öncelikle kaygılarımı şu basit ve sert saptamayla açmalıyım: İnsanlık, evriminin günümüzdeki evresinde, tarihte eşine rastlanmayan yeni tehlikelerle karşı karşıya ve bunlar yepyeni küresel çözümler gerektiriyor; yakın gelecekte bu çözümler bulunmazsa uygarlığımızı büyük ve güzel kılan şeylerden geriye hiçbir şey kalmayacak; kaldı ki, bugüne dek, insanların farklılıklarını aşacağını, düş gücüne dayanan çözümler geliştireceğini, ardından onları hayata geçirmek adına birleşip seferber olacağını ummamızı sağlayabilecek pek az ipucu var; hatta belirtilere bakılırsa dünyanın çivisinin çıkması sürecinde ileri bir evreye gelindiği ve bir gerilemenin önüne geçmenin artık güç olduğu düşünülebilir.

İlerleyen sayfalarda, çeşitli düzen bozuklukları ayn bölümler halinde ve sistemli bir şekilde ele alınmayacak. Ben daha çok bir fırtınanın ertesi günü, daha şiddetli başka bir fırtına geliyorum derken, bir bahçede gezinen gece bekçisi gibi davranacağım. Adam elinde bir lamba, sakıntılı adımlarla ilerliyor; sık bir ağaç kümesine, ardından bir başkasına ışık tutuyor, ağaçların arasında bir yol keşfediyor, geri dönüyor, kökünden sökülmüş yaşlı bir ağacın üstüne eğiliyor; sonra bir burna yöneliyor, lambasını söndürüp panoramayı bütünüyle görmeye çalışıyor.

Kendisi ne bitkibilimci, ne tanrıbilimci ne de peyzaj mimarı; bu bahçedeki hiçbir şey de onun değil. Ama sevdiği insanlarla birlikte burada yaşıyor ve bu toprağa etki edebilecek her şey onu yakından ilgilendiriyor.

Berlin Duvarının yıkılmasıyla dünyada bir umut rüzgârı esmişti. Batı ile Sovyetler Birliği arasındaki gerginliğin sona ermesi, yaklaşık kırk yıldır insanlığı tehdit eden bir nükleer felaket tehlikesini ortadan kaldırmıştı; inanıyorduk ki, bundan böyle demokrasi yavaş yavaş yaygınlaşacak, en sonunda da bütün dünyaya yayılacak; yerkürenin çeşitli ülkeleri arasındaki duvarlar kalkacak ve insanların, malların, imgelerin ve düşüncelerin dolaşımı engellerle karşılaşmaksızın gelişebilecek, böylece bir gelişme ve refah çağı başlayacaktı. Bu cephelerin her birinde, başlangıçta, birtakım dikkate değer ilerlemeler kaydedildi. Ama ne kadar ileriye gidersek, pusulayı da o kadar şaşırıyorduk.

Bu açıdan bakıldığında, Avrupa Birliği simgesel bir örnek oluşturuyor. Birlik için, Sovyet blokunun parçalanması bir zaferdi. Kıta Avrupası’nda yaşayan halklara sunulan iki yol arasında, birinin tıkanmış olduğu ortaya çıkmışken, Öteki ufka kadar açılıyordu. Eski Doğu Avrupa ülkelerinin hepsi Birliğin kapısını çaldı; Birliğe alınmayanlar da hâlâ üyeliğin düşünü kuruyorlar.

Öte yandan, tam da Birliğin zafere ulaştığı anda, onca halk, sanki bir yeryüzü cennetiymiş gibi, hayran hayran, gözü kamaşmış biçimde ona doğru ilerlerken, Avrupa ne yapacağını şaşırıverdi. Birliğe daha kimi alacaktı? Ne amaçla? Peki ya kimi dışlayacaktı? Hangi nedenle? AB, bugün, geçmişte olduğundan daha fazla, kimliğini, sınırlarını, gelecekteki kurumlarını, dünya üstündeki yerini sorguluyor; yanıtlarından da hiç emin değil.

Nereden geldiğini, bu halklarda birleşme gereksiniminin doğmasına ne tür trajedilerin yol açtığını bilse de, hangi yöne gitmesi gerektiğini artık kestiremiyor. Amerika Birleşik Devletleri’ninkine benzer, onu oluşturan ulusların yurtseverliklerini aşan ve kendi içinde eriten bir “Kıta Avrupası yurtseverliği’nin hayat verdiği; yalnızca ekonomik ve diplomatik olarak değil, siyasal ve askeri açılardan da dünya çapında önemli bir güç konumunda görülen bir federasyona mı dönüşmeli? Böylesi bir rolü, getireceği sorumluluklarla ve fedakârlıklarla üstlenmeye hazır mı acaba? Yoksa daha çok egemenliklerinin üstüne titreyen uluslar arasındaki esnek bir ortaklıkla yetinmeli ve küresel planda bir destek gücü olmayı mı sürdürmeli?

Kıta Avrupası iki düşman cepheye bölünmüşken, bu ikilemler gündemde değildi. Sonrasında, durmaksızın gündeme taşınmaya başladı. Hayır, ne büyük savaşlar ne de “demir perde” dönemlerine dönecek değiliz elbet. Ama burada söz konusu olanın siyasetçiler arasında ya da siyasetbilimciler arasında patlak veren bir tartışma olduğunu düşünmek yanlış olur. Söz konusu olan Kıta Avrupası’nın yazgısıdır.

Kanımca yalnızca Avrupa halkları için değil, herkes için büyük önem taşıyan bu soruyu ileride uzun uzadıya ele alacağım. Burada, özellikte açıklayıcı olması için bu soruya değindim; çünkü bu, bütün halinde ve her bir bileşeni içinde insanlığı etkisi altına alan o kaybolma, yönünü şaşırma, çığırından çıkma halinin bir göstergesidir.

Doğrusu, yerkürenin çeşitli bölgelerine baktığımda, yine de en az Avrupa için endişeleniyorum. Çünkü, bence, insanlığın yüzleşmek zorunda olduğu meydan okumaların şiddetini ötekilerden daha iyi ölçüyor; çünkü çözümler getirebilmek amacıyla bu meydan okumalarla mücadele edebilecek insanlara ve mercilere sahip; çünkü birleştirici bir tasarının ve güçlü etik kaygıların taşıyıcısı durumunda, her ne kadar kimi zaman bu tasarıyı ve kaygıları gönülsüzce üstlendiği izlenimini yaratsa da.

Başka yerlerde, ne yazık ki, bunun yanından bile geçilmiyor. Arap-İslam âlemi bir daha çıkamamazcasına tarihsel bir “kuyu”ya gömüldükçe gömülüyor; bütün dünyaya karşı, Batılılara, Ruslara, Çinlilere, Hintlere, Yahudilere vb. ayrıca her şey…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Labirent – Batı ve Hasımları ~ Amin MaaloufLabirent – Batı ve Hasımları

    Labirent – Batı ve Hasımları

    Amin Maalouf

    Çok geç değil. Bu “labirent”ten çıkma olanaklarına sahibiz. Yeter ki önce yolumuzu yitirdiğimizi kabul edelim… 2022 yılında Avrupa’nın göbeğinde geçmişin travmalarını tetikleyen yıkıcı bir...

  2. Doğunun Limanları ~ Amin MaaloufDoğunun Limanları

    Doğunun Limanları

    Amin Maalouf

    ‘Bana içimin derinliğinde ne olduğum sorulduğunda, bunda herkesin içinin derinliğinde ağır basan tek bir aidiyetin, bir bakıma kişinin derin gerçekliğinin, doğarken ebediyen belirlenen ve...

  3. Adriana Mater ~ Amin MaaloufAdriana Mater

    Adriana Mater

    Amin Maalouf

    Adriana Mater, yer ve zaman belirtilmemiş ama 20. yüzyıl sonlarında Balkanların durumunu çağrıştıran, iç savaşın yaşandığı bir ülkede geçiyor. Genç bir kadın olan Adriana...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Dedem Kurt Seyit ve Ben ~ Nermin BezmenDedem Kurt Seyit ve Ben

    Dedem Kurt Seyit ve Ben

    Nermin Bezmen

    Canım dedem Kurt Seyit, Seninle hiç rastlaşmadık! Ben doğmadan çok önce, sen buralardan göçüp gitmiştin, hayatımın kahramanı olacağını bilmeden, kendi ölümünü kendin seçip isteyerek,...

  2. Beş Ahlak Yazısı ~ Umberto EcoBeş Ahlak Yazısı

    Beş Ahlak Yazısı

    Umberto Eco

    Umberto Eco, bu kitapta, çağımızın temel sorunlarına ilişkin ahlaksal bir hesaplaşmaya girişiyor. Körfez Savaşı günlerinde kaleme aldığı “Savaşı Düşünmek”te, “savaş” kavramı karşısında aydınca bir...

  3. Yorum ve Aşırı Yorum ~ Umberto EcoYorum ve Aşırı Yorum

    Yorum ve Aşırı Yorum

    Umberto Eco

    Edebiyatta ve sosyal bilimlerde, metinlerin anlamını yorumlamak en önemli uğraşlardan biridir. Öyleyse, bir metinden çıkarılacak anlamın sınırları var mıdır? Yazarın niyetlerinin bu sınırların belirlenmesinde...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur